
Yroeum yapmayı unutmayın lütfen öpüyorumm iyi okumalar!
“Bazı yaralar görünmez, ama en çok acıtanlar hep onlardır.”
ŞAH VE MAT'MAZEL 3. BÖLÜM
Bazen büyük hatalar yapabiliriz; bunların geri dönüşü yoktur.
Fakat bu hatalar, bizi biz yapan özelliklerimizdir.
Ben çok fazla hata yaptım, ama şu an hiçbirini pişmanlık olarak görmüyorum. Çünkü hepsi bana yeni bir şeyler kattı.
Örnek verecek olursam mesleğimi verebilirim.
Aslında resim yapmayı meslek olarak isterdim. Ama duygularıma yenik düşüp savcı oldum.
"Pişman mısın?" derseniz, hayır, değilim.
Bu meslek bana çok şey kattı ve her bir saniyesinden zevk aldım.
Ama bu, beni resimden koparamadı. Ressam olmak içimde ukde kaldı.
Duygularımla hareket etmek hep işlerimi karıştırmıştır.
Bu hikâye tamamen bununla alakalı.
Ben hep duygularım ve mantığım arasında kalacağım.
Ve siz de benim hatalarımın doğurduğu sonuçları okuyarak zaman öldüreceksiniz.
Belki de bu, sizin yaptığınız bir hata olacak?
Ama emin olun, bunun her bir saniyesinden zevk alacaksınız.
Telefonumun sesiyle uykumdan sıçrayarak uyandım.
Emir arıyordu.
Hemen kalktım.
Telefonu açmadan önce sesimin düzgün çıkması için birkaç kere öksürdüm.
“Günaydın. Bir kaç blgi için gelmen gerek. Öncesinde simit, çay gibi lüks bir kahvaltıya ‘evet’ dersen, ofisimde bekleniyorsun.”
Emir her zamanki enerjisiyle konuşunca sinirim bozuldu.
Sanki gece hiç uyumayan bendim, o değilmiş gibi.
Göz ucuyla dikiz aynasından kendime baktıktan sonra bildiğim tüm duaları okumadan gözümü aynadan çekemedim.
Bu hâlde asla dışarı çıkmazdım.
“Nazik teklifin için çok teşekkür ederim, amirim. Ama benim eve gidip bir duş almam ve üzerimi değiştirmem lazım. O yüzden kahvaltıyı pas geçiyorum.”
Bunu söylemek bile beni rahatlatmıştı.
Sanki günlerdir yıkanmamış gibiydim.
“Peki, savcım. Siz bilirsiniz, teklif var ısrar yok. Çok geç kalmazsanız sevinirim.”
Dedi ve cevap vermeme fırsat bırakmadan telefonu kapattı.
Her zaman böyle yapıyordu. Tam bir uyuzdu.
Ona söylenirken mesaj kutuma girip Bekir’in attığı videoları Emir’e ilettim ve bir daha yüzüme kapatırsa onu fena pataklayacağımı da ekledim.
Akşam eve gitmeye çekinip karakolun önünde arabadamda uyumuştum. Dikiz aynasından kendime bakıp saçımı başımı düzelttim.Ardından arabayı çalıştırıp evin yolunu tuttum.
Yol boyunca eğlenceli şarkılar dinleyerek moralimi yüksek tutmaya çalıştım.
Siteye girdiğimde, Bekir arabamın arkasından koştursa da durmadım.
Büyük ihtimalle vicdan azabı çekiyordu.
Binaya girdiğim gibi merdivenleri çıkmaya başladım.
Galiba bir süre asansör kullanamayacağım.
Neyse ki en üst katta oturmuyordum.
Kimse beni görmediği için sevindim.
O deli kadın beni bu hâlde görseydi, iki haftalık dedikodu konusu olurdum.
Dairemin önüne geldiğimde yavaşça kapıyı açtım.
İçeri girer girmez, kedim Zühtü koşarak yanıma geldi.
Onu ne kadar özlediğimi o an fark ettim.
İyi ki eve gelemediğim zamanlarda ayarlı mama kabı vardı da onun sayesinde aç kalmıyordu.
Yavaşça eğilip onu kucağıma aldım.
Uzun, turuncu tüylerini severken vücudumdaki stresin azaldığını hissediyordum.
Bir süre onunla oynadıktan sonra duş almak için banyoya girdim.
Normalde uzun kalırdım ama işim olduğu için elimi çabuk tutmam gerekiyordu.
Sıcak suyla aldığım duşun ardından, klasik blazer takımlarımdan siyah olanı giyip saçlarımı sıkı bir topuzla ensemde topladım.
Makyajımı yaparken ellerim boynumda durakladı.
Aynamdaki yansımama bakarken kendimi garip hissettim.
Ben başka bir güçle bastırılacak ve bunun izlerini taşıyacak biri olduğumu düşünmüyordum.
Başıma hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi yaşıyordum.
Ama bunun yanlış olduğunu artık acı bir şekilde öğrenmiştim.
Artık çok daha dikkatli olmam gerekiyordu.
Boynumdaki morlukları kapatıcı yardımıyla gizledikten sonra hazır olduğuma kanaat getirip kendime aynadan son bir kez daha baktım.
Evden çıkıp yeniden karakola gitmek üzere arabaya bindim.
Nedense içimden bir ses -belki de yaşadıklarımdan dolayıdır- sürekli izleniyormuşum gibi hissettiriyordu ve tetikte olmalıymışım hissi vardı. Kötü hissetmememek için bu hissi göz ardı ederek sakin bir yolculuk yapmaya çalıştım kafamda ki gürültüye rağmen...
Kendimi bitkin hissediyordum.
Bir sandalyeye oturmuş, başımı geriye yaslamıştım.
Bütün gece sorgular, ifadeler, karmaşık dosyalar derken bedenim isyan ediyordu.
Ama zihnim… hep tetikteydi.
Koridordan geçen polislerin ayak sesleri birbirine karışıyordu.
Arada çay bardağı şıngırtıları, bir telsiz sesi, Emir’in bağırışları…
Ama bana her şey flu geliyordu.
Ben bir polisin bana verdiği boş çay bardağını masaya koyarken o sırada bana iki görevli yaklaştı.
Beyaz forma giymiş, üzerlerinde sağlık personeli kartları vardı.
Adamın biri hafifçe eğilerek konuştu:
“Savcı Hanım, Emir Bey’in talimatı doğrultusunda sizi kısa bir sağlık kontrolüne götüreceğiz. Ambulans hazır. Rutin bir işlem sadece.”
Bakışlarımı kaldırdım.
Yorgunluktan gözlerim yaşarmıştı. Ve Emre'nin böyle bir şeyi düşünmesi hoştu ya da belki incelik yüzünden değil boğazım için rapor çıkarttıracaktı.
Şüphe duymadım, çünkü her şey olması gerektiği gibiydi.
Kalktım, çantamı aldım.
Sıra dışı hiçbir şey hissetmiyordum.
Biri önümde, biri arkamda yürüyerek beni ambulansa kadar götürdüler.
Karakolun kapısından çıktığımızda serin bir rüzgâr yüzüme çarptı.
Gözlerim kısıldı.
Gözüm, kapının birkaç metre ilerisindeki ambulansa takıldı.
Arka kapısı açıktı.
İçeride bir kadın görevli vardı.
Sakin, kontrollü bir yüz ifadesiyle bana baktı.
“Buyurun Savcım. Şöyle uzanırsanız iyi olur. Sadece tansiyon, nabız, göz kontrolü ve vitaminli serum takacağız…”
Kafamla onayladım.
Yavaşça içeri girdim.
Kapı arkamdan kapandığında içimde tuhaf bir huzursuzluk yükseldi.
Ama bedenim çok yorgundu.
Kendimi sedyeye bıraktım.
Ambulans hareket etti.
Araç sarsıldıkça göz kapaklarım ağırlaşıyordu.
Tam uykuya geçerken içeriden bir ses geldi.
“İğne hazır mı?”
Diğerinin cevabı:
“Hazır. Ama gözlerini açıyor. Çayın etkisi geçiyor olabilir.”
Göz kapaklarım arasından flu görüntüler sızdı.
İki kişi üstüme doğru eğiliyordu.
Kadının elinde bir şırınga…
Adamın eli bileğimdeydi.
Birden gözlerimi sonuna kadar açtım. Bedenim olanların farkına varmış olacak ki son kalan gücünü adrenalin ile ortaya çıkarıyordu.
Dirseğimle adamın yüzüne vurdum.
Kadının kolunu tuttum, bileğini çevirdim, şırınga yere düştü.
Adam toparlanıp bana doğru atıldı ama sedyeden savrularak üstüne atladım.
Ambulans bir anda sağa sola yalpalamaya başladı.
Kendimi yere attım, arka kapıya hamle yaptım.
Ama geç kalmıştım.
Adam bana doğru yeniden yöneldi.
Yumruğunu yüzüme geçirecekti ama ben hızlıca döndüm fakat tam olarak kaçamadım ve yumruğu omzuma vurdu. "Geberteceğim seni!" diye bağırdı.
Kendimi savunacak gücüm hâlâ vardı ama bedenim direnemiyordu. "Benden hızlı olsan iyi olur şerefsiz!" Yandan kaptığım serumun torbasını koparıp kabloyu elimde gerdirdim.
İçime daha önce verdikleri uyuşturucunun kalıntısı hâlâ dolanıyordu damarlarımda ama dayanabilirdim, bana doğru gelen kadının yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdım öyle ki avuç içim yanmıştı. Kadın arkaya savrulup tıbbi malzemelerin olduğu bir kutuya çarpıp yere düştü. Yaşadığım tüm bu stres ve siniri bu iki aptaldan çıkarıyordum. Az önce yumruk atan adam kenardan aldığı küçük oksijen tüpünü bana fırlatmasıyla kenara kaçtım ama hareket eden bir araçta ayakta durmak çok zordu ve engem sarsılıyordu. Afallamamla üzerime çullandı serum kablosunu boğazına dolayıp sıkmaya başladım, adam elleri ile boğazında ki kablodan kurtulmaya çalışıyordu.
Kablonun kopmasıyla bir küfür savurdum, Bu sefer adam beni boğuyordu. Onu ittirip üstüne çıktım az önce bana fırlattığı tüm kafasının biraz yanındaydı hemen uzandım ve elime aldım tam havaya kaldırıp kafasına vuruyordum ki boynumda hissettiğim acıyla bağırdım. Kadın şırıngayı boynuma saplamıştı.
"Belanızı sike-"
Cümlemi bitiremeden gözlerim karardı.
Dizlerimin bağı çözüldü.
Son duyduğum şey adamın şu cümlesi oldu:
“İyi uykular savcı. Şâh seni bekliyor.”
Sonra her şey büyük bir karanlık ve sessliğin içerisinde kayboldu.
Evet bölüm hakkında düşünceleriniz neler?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |