

“Av mı, avcı mı olduğunu bilmediğin sürece, bu oyun hiç bitmez.”
4. BÖLÜM
Soğuk bir metalin üstündeydim.
Vücudum uyuşuktu.
Damarlarımda dolaşan uyuşturucu yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlasa da, henüz tam olarak kontrol bende değildi.
Göz kapaklarım önce usulca aralandı.
Loş bir ışık…
Sönük bir floresan tavanda titreyip duruyordu.
Gözlerimi kısmak zorunda kaldım.
Tavana uzun süre bakakaldım.
Neredeydim ben?
Hafızam parçalıydı, ama zihnim yavaş yavaş toparlanmaya başlıyordu.
Karakoldaydım…
Sağlık kontrolü dediler…
Ambulans…
Boğuşma…
Kaçırıldım.
Tüm kaslarım bir anda gerildi.
Etrafı incelemeye başladım.
Burası bir hastane değildi.
Hiçbir tıbbi ses yoktu.
Cihaz bipleri, hemşire koridorları, steril kokular...
Yok.
Onun yerine yoğun bir rutubet ve pas kokusu.
Duvarlar çıplak ve soğuktu.
Zemin çelikle karışık betondu.
İçerideki tek sıcaklık… nefesimdi.
Başımı yavaşça çevirdim.
Yalnızdım.
Ama içimdeki his —
Birinin beni izlediği hissi — çok güçlüydü.
Elimi yavaşça kaldırdım.
Kollarımda morarma başlamıştı.
Bileğimin iç kısmında enjeksiyon izi…
Demek ki ikinci iğne bayıltmadan önce etkisini tamamlamış.
Yavaşça doğruldum.
Başım dönüyordu.
Bedenimle zihnim hâlâ senkron olamamış gibiydi.
Odanın bir köşesinde eski bir kamera vardı.
Çalışıp çalışmadığını bilmiyordum ama oradaydı.
Bakışlarımı ondan ayıramadım.
Sanki içeride biri nefes alıyordu ama duyulmuyordu.
Sanki gözümün ucunda biri vardı ama döndüğümde yoktu.
“Beni izliyorsun, değil mi?” dedim yüksek sesle.
Cevap gelmedi.
Ama duvarların içinden yankılandı gibi hissettim.
Ayağa kalktım.
Tüm dengen bozuktu ama ayaktaydım.
Adımlarımı sürüyerek attım.
Odanın bir köşesinde küçük, paslı bir masa vardı.
Üzerinde ne olduğunu seçemediğim gri bir örtü.
Altına dokunmak istemedim.
Henüz değil.
Bir şey eksikti burada.
İnsanlık.
Güven.
Gerçeklik.
Ve o eksikliği hisseden ben, çok iyi biliyordum.
Burası sıradan bir yer değil.
Burası... birilerinin özel alanı.
Birinin tasarladığı bir hücre.
Ve o “biri”, kimse, beni izliyordu.
Hâlâ görünmüyordu.
Ama buradaydı.
Gözlerimi kapattım.
İçimden geçirdim:
“Şâh...
Sen misin?”
Derin bir sessizlik vardı.
Sanki duvarlar bile nefes almayı bırakmıştı.
Ama içimdeki o his —
“Yalnız değilsin.”
O kadar güçlüydü ki, göğsümde bastırıyordu.
Tam o an…
Tavanın köşesinden gelen eski bir hoparlörden cızırtılı bir ses duyuldu.
Ve ardından bir erkek sesi:
“Uyanmana sevindim.”
Ses tok ve netti.
Ne aceleci, ne öfkeli…
Sanki uzun süredir konuşmayı bekliyormuş gibiydi.
Sakinliğindeki soğukluk, iliklerime kadar işledi.
Dudaklarımı araladım.
“Sen kimsin?”
Sesim çatallı çıktı, yorgun ama dik duruyordu.
Hoparlörden gelen ses bir süre suskun kaldı.
Sonra tekrar:
“Bunu sormak için çok erken.
Ama öğrenmen gereken çok şey var, Ceylan Karaca.”
İsmimi böyle söylemesi...
O kadar tanıdık, o kadar sahiplenen bir tonla…
İçimdeki her hücre irkildi.
Gözlerimi o köşeye diktim.
Gözlerimi kısmadan kameraya döndüm.
“Beni kaçıran sensin, değil mi?”
Daha sert, daha dik bir tondaydım artık.
“Kaçırmak…
Ben öyle dememeyi tercih ederim.
Bu bir... davet.
Sen kabul ettin.” alay ediyordu herhalde bunun başka bir açıklaması olamazdı.
“Ben kimseye evet demedim,” dedim.
Cevap, bir gülümseme kadar soğuktu:
> “Ama geldin, değil mi?
Şimdi… seni tanımam gerek Ceylan.”
İçimdeki tüm korkular öfkeye dönüştü.
“Adımı kullanma!
Kim olduğunu bilmiyorum ama öğreneceğim.
Ve bana ne yapmayı planlıyorsan, emin ol bedelini ödeyeceksin!" diyerek bağırdım.
Konuştuğu yere değil, baktığını hissettiğim yere. O cevap vermediği için tekrar ben konuştum.
“Ne istiyorsun benden?”
Daha sert konuştum bu kez.
Titrememi bastırarak.
“Seninle tanışmak istiyorum.
Gerçek seni görmek.”
Kafamı iki yana salladım.
“Beni kaçırdın.
Boğazımda enjeksiyon izleri var.
Bu mu senin tanışma yöntemlerin?”
Sessizlik oldu bir an.
Sonra o ses — sanki gülümseyerek:
“Tanıştığım herkes ayakta kalamaz.
Sen kaldın.
Bu ilgimi çekti.”
Sakindim ama içimden geçen tek şey şuydu:
“Seni bulacağım. Kim olduğunu bulup bu oyunu başına yıkacağım.”
“Yüzünü göster,” dedim.
“Konuşuyorsan yüzünle konuş. Saklanma.”
Ama cevap yine beklenmedikti.
“Her şeyin bir sırası var.
Önce izleyeceğim.
Sonra tanıyacağım.
En son... sana kendimi göstereceğim.”
Hoparlör cızırdadı, ses gitti.
Sessizlik geri döndü.
Ama artık o sessizlik başka bir şeydi.
Tehlike.
Oyun.
Ve savaş. Ve böylece savaş başlamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |