5. Bölüm
Ahu Parla / ŞAH VE MAT'MAZEL / 5. Bölüm

5. Bölüm

Ahu Parla
ahu_parla

“Silahlar patlar, kelimeler öldürür.”

5. Bölüm

Ne kadar süre geçti bilmiyorum.
Zaman burada akmıyordu.
Saat yoktu, pencere yoktu, gün ışığı yoktu.

Sadece tik tak tik tak diye çalan bir saat sesi vardı.
Ama ortada saat yoktu.
O ses bile zihnimi delip geçen bir işkence gibiydi.

Yavaşça yerimden doğruldum.
Vücudum hâlâ uyuşuktu ama toparlamaya başlamıştım.
Kendimi boş sanmıştım, ta ki bir hışırtı duyana kadar.

Başımı çevirdiğimde gölgelerin arasında üç adam fark ettim.
Ne zaman geldiklerini bilmiyordum.
Ama oradaydılar.

İçlerinden biri sarı, seyrek saçlı, biraz kıl tipliydi.
"Sarı Pipi," dedim içimden.
Bu adamın ismini bilmek istemiyordum.
Adını ben koyacaktım. Bu benim psikolojik kalkanımdı.

Diğeri geniş çenesi ve garip simetrik yüzüyle dikkat çekiyordu.
"Kare Kafa."
Sonuncusuysa ince, uzun yapılıydı.
Tuhaf elleri vardı, çıtı çıtı oynuyordu.
"Çubuk Kraker."

Hepsi bana bakıyordu.
Biri sırıtıyor, diğeri gözlerini kaçırıyor, biri de yüzüme dikilmiş, mimik arıyordu.

Sessizlik uzadıkça, atmosfer daha da ağırlaştı.

Sarı Pipi öne çıktı.

> “Uyanmışsın. Uyurken daha sessizdin.”



Sesinde dalga vardı.
Ama altına gizlenmiş bir tedirginlik de…

“Kim olduğunuzu bilmiyorum ama konuşmalarınızı beş saniye içinde kesmezseniz dişlerini yersin,” dedim sertçe.

Bu onları şaşırttı.
Ama gülmeye başladılar.

Çubuk Kraker yanaşmaya çalıştı.
“Sen kimsin, ha? Sanıyorsun ki burada bir şey ifade ediyorsun. Hepimiz aynıyız burada.”

“Ben sizden değilim,” dedim.

Ellerim bağlıydı ama saatlerdir gevşetmeye çalışıyordum.
Dikkatlerini dağıtmak için bir fırsat kolluyordum.
Ve o fırsat, Sarı Pipi’nin saçlarıma dokunmaya çalıştığı an geldi.

O eli bana değer değmez, gözlerimi sonuna kadar açtım.
İpleri anında sıyırdım.
Ayağa fırladım.

Başımı geriye savurup burnuna geçirdim.
Kan fışkırdı.

Çubuk Kraker hamle yaptı ama dengesizdi.
Kolunu tuttum, çevirip sırtına bastırdım.
Bağırdı.
Kare Kafa son anda beni arkamdan yakalamaya çalıştı ama dizim karnına çakıldı.

Üçü de etkisizdi.
Kontrol bende, güç bende, nefes bende.

Kameraya döndüm.
Bakışlarım buz gibiydi.

> “Beni izliyorsun, değil mi?
Bunlar mı senin adamların?
Bunlar mı beni dize getirecek?”

Cevap yoktu ama kamera cızırdadı.
Sonra o tanıdık ses:

"Böyle çocukça oyunlara girme hiç, ben ne zaman istersem o zaman beni görürsün savcı."

Çubuk Kraker kaçmaya çalıştı ama başaramadı.
Ayağı kaydı.
Üzerine atıldım.
Elini arkasına götürürken pantolon belindeki silahı fark ettim.

“Hediye için teşekkürler,” dedim, silahı kaptığım gibi doğruldum.

Sarı Pipi burnundan kanlar akıtarak yerde kıvranıyordu.
Kare Kafa duvara yaslanmış, nefesini toplamaya çalışıyordu.
Çubuk Kraker hâlâ ellerini kaldırmış, bir şeyler mırıldanıyordu.

Silahı üçüne birden sırayla çevirdim.
Sonra kameraya döndüm.
Tam köşedeydi.
Bizi izliyordu.
O izliyordu.

“İyi seyirler Şâh.
Adamların biraz zayıf çıktı,” dedim.
Kameraya dik dik baktım.

"O işe yaramazları umursayacağımımı sanıyorsun?" dedi soğuk ve buz gibi ses. Blöf yapıyordu beni kandırmaya çalışıyordu.

“SAYMAYA BAŞLIYORUM ŞÂH!”
Nefesim kesik kesikti.
Ama içimdeki öfke daha yüksek sesle bağırıyordu.

Planım bozulmuştu.
Her şey, hiç hayal etmediğim bir biçimde gelişiyordu.

“BİR—!”

Demeye kalmadan…
Kapı gürültüyle açıldı.
Kapı çarpıp duvara çarptı, metal sesi hücreyi inletti.

İçeri takım elbiseli bir adam girdi.
Bana hiç bakmadan, doğrudan Kare Kafa’ya doğrulttu silahını —
TAM ALNINDAN VURDU.

Ben ne olduğunu anlayamadan…
İkinci atış geldi.
Silah bu kez bana sarılmış olan diğer adamın kafasında patladı.
O da yere yığıldı.

Şok içinde yere bakıyordum.
Şâh kendi adamlarını vurmuştu.

Hemen ardından hoparlör cızırtısı duyuldu.
Ve o tanıdık ses:

> “Savcı... Savcı, hiçbir şeyi anlamıyorsun. Sıkılmaya başladım...Gardiyanlar öldüğüne göre sana yeni bir hücre gerekecek."

Dişlerimi sıktım.
Yine mi esirlik?

Her şey başa mı dönüyordu?

“Hayır,” dedim içimden.
“Ben ne istersem o olacak!”
Kameraya döndüm.
Soğuk, dik bir bakış attım.

“Yanılıyorsun Şâh,” dedim kararlılıkla.
“Ben istediğim şeyi alırım.”

Kapıdaki adam kaşını kaldırmış, bana sorgular gibi bakıyordu.
Ona aldırmadım.
Silahı başıma dayadım.

“Bana ihtiyacı olan sensin.
Ama benim sana ihtiyacım yok.”

Kameraya dik dik bakarken gülümsedim.
Adam, kapının orada içinden söver gibi bir homurtu çıkardı.
Ama hiçbir şey söyleyemedi.
Odada tam bir sessizlik hâkimdi.

Sadece sinir bozucu şekilde çalışan o saat…
Tik.
Tak.
Tik.
Tak…

Sonra…
Tekrar o cızırtılı ses.
Ve ardından, sinirli, yorgun bir nefes...

"Kendini öldürecek kadar kafayı yemedin herhalde savcım? " dedi sessizce.

Silah hâlâ başıma dayanmıştı.

Tetik parmağımda, gözümde tereddüt yoktu.

"Hep birlikte öğrenelim o zaman Şâh. "

Sessizlik.

Saatin o sinir bozucu sesi dışında hiçbir şey duymuyordum.

 

Tik.

Tak.

Tik.

Tak…

 

Tam tetiğe basacakken…

Ayak sesleri.

 

Ağır.

Düzenli.

Sert.

 

Sanki bir mahkeme salonuna girer gibi…

Sanki celladım son kararını vermek üzere bana yaklaşıyor gibi…

 

Adımlar kapının önünde durdu.

 

Ardından boğuk bir erkek sesi, kapıdan içeri girerken söylendi:

 

“Böyle savcı mı olur lan? Ne meraklı çıktın birilerini öldürmeye?”

Ses, o hoparlörden gelen sesten farklıydı ama o kadar tanıdıktı ki…

Zihnimde aynı yankıyı uyandırdı.

 

Kapı tam açıldığında karşımda belirdi.

 

Uzun boylu, simsiyahlar içinde bir adam.

Üzerinde veba maskesi vardı.

Gözleri görünmüyordu.

 

Ama bir şey belliydi:

İşte bu Şâh’tı.

 

Yavaşça içeri girdi.

Omuzları düşüktü ama adımları kendinden emindi.

 

Yanında iki adam daha vardı.

Ama gözüm onlara kaymadı bile.

 

Sadece o.

 

Ben silahı başımdan çekmedim.

Ama doğrultmadım da.

Sadece baktım.

“Geldim Savcım,” dedi.

“Senin istediğin oldu.

Şâh'ın huzurundasın.” dedi kollarını iki yana açarak, başımı iki yana salladım.

"Hayır, yanılıyorsun. Şâh sen benim huzurumdasın, ayağıma geldin. "

Ve oyun şimdi başladı.

 


 

Bölüm : 05.04.2025 03:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...