7. Bölüm
Ahu Parla / ŞAH VE MAT'MAZEL / 7. Bölüm

7. Bölüm

Ahu Parla
ahu_parla

10 yorumda yeni bölüm geliyor.

“Bazen insanı hayatta tutan tek şey, bir gün her şeyin yoluna gireceğine olan sahte inançtır.”

7. Bölüm

Küçük Ceylan, neredesin?

Minik Ceylan, nereye saklandın bu kez?

 

Tir tir titreyen küçük bir kız, mutfağın ortasında duran masanın altına büzülmüş…

Ne olduğunu tam bilmiyor ama kötü bir şeyin geldiğini hissediyordu.

Çünkü o adamın dokunduğu yerde çiçekler soluyordu.

Ve onun bedeninde, artık hiç bahar kalmamıştı.

 

Abisi neredeydi?

Neden onu yalnız bırakmıştı?

Yanında olsaydı böyle hissetmezdi.

Abisi hep sarılır, “Ben senin yanındayım,” derdi.

Onun kahkahaları, en karanlık köşeyi bile aydınlatırdı.

 

Ama şimdi yoktu.

Sadece bu adam vardı.

Ve onun gölgesi, ışığı boğuyordu.

 

Annesi, babası… hiçbir şey görmüyordu.

Küçük kız ağladığında ya da korkuyla titrediğinde, hiçbiri nedenini sormuyordu.

Çünkü onların gözleri başka bir acının yasına kilitlenmişti:

Ölen oğullarına.

Kızlarını da yavaş yavaş kaybettiklerini fark edememişlerdi.

 

Film dönüyor gibiydi.

Aynı sahne…

Aynı canavar…

Aynı korku…

Ve Ceylan, her seferinde yeni bir yara iziyle çıkıyordu o karanlık odadan.

Ama her seferinde de geri dönüyordu.

Sanki kader ona, kaçamayacağını fısıldıyordu.

 

Her seferinde yakalanacağını bilerek...

Cenaze kalabalıktı.

Ama Ceylan yalnızdı.

 

İnsanlar ağlıyor, dövünüyor, yakınıyorlardı.

Ama kimse Ceylan’a bakmıyordu.

Kimse onun o küçücük bedeninde, kocaman bir boşluk oluştuğunu fark etmiyordu.

 

O, annesinin arkasında duruyordu.

Titriyordu.

Bir yandan soğuktan, diğer yandan içini kemiren o görünmez histen.

 

Sanki bir anda fazlalık olmuştu.

Abisinin yokluğu, herkesin göğsüne ağır bir taş gibi oturmuştu.

Ama onun yokluğunda, Ceylan’ın varlığı da silikleşmişti.

 

Ceylan o gün, bir daha kimseye yük olmamaya yemin etti.

 

Ağlamamaya…

Sızlamamaya…

Ve kimsenin merhametine muhtaç kalmamaya.

 

Abisinin elinden tutamadığı o gün, içinden bir şeyler koptu.

Bir daha eski Ceylan olmadı.

 

Çünkü çocukluğu, toprağın altına onunla birlikte gömülmüştü.

İrkilerek uyandım ve hızlıca etrafa baktım. Hâlâ dün kü odada olduğumu anlayınca rahat bir nefes verdim, bir şeyim yoktu ve iyiydim. Aslında bu adamlara hiç güvenmediğimden uyumamak için direnmiştim ama belli ki işe yaramamıştı. Gözlerimi ovuşturarak ayaklarımı yataktan sarkıttım, kapının önünde gördüğüm tepsi ile ayaklanıp kapıya yaklaştım, benim için yemek bırakmışlardı.

 

Bir sandiviç ve meyvesuyum vardı, zehirli olduğunu sanmadığım için direkt yemeye başladım. Ne de olsa aç ayı oynamazdı ve ben yemeyeceğim diyerek inat edecek halde değildim. Tepsimi alıp tekrar yatağıma gidip oturdum ve yemeğimi yemeğe başladım, Şâh beni göremese bile sesimi duyuyor olmalıydı. "Pişt! Yemek için sağol ama bir dahakine serpme kahvaltı isterim ne de olsa biz koskoca savcıyız yani boru değil! Ayrıca kahvaltı benim en önem verdiğim konudur eğer ortaklık edeceksek benim gönlümü hoş tutmalısın!" gülerek cevap beklesemde hiç ses çıkmamıştı.

 

Pff, anlaşılan yalnızdım ve bu benim için oldukça kötü bir durumdu.

 

Kafamın çalışmasını engellemek için bir şeylerle meşgul olmam gerekiyordu ben bu tarz sessizliklere gelemezdim ayrıca bu küçücük odada yapabileceğim hiç bir şey yoktu.

 

Kapının açılması ile başımı kaldırdım içeri giren adam benim yemek yediğimi görünce memnun olmuş gibi bir mırıltı çıkardı bu da ben de keşke yemeseydim de üzülseydi şerefsiz isteği uyandırdı.

 

Doğam gereği zıt ve gıcık biriydim. Emre'yi bu yüzden özlüyordum çünkü o çok kolay sinir edilebilen biriydi. Harbiden acaba şu an ne yapıyordu? Beni merak ediyor muydu? Ya da kaçırıldığımın farkında mıydı? Farkına varınca ne çok sinirlenmiştir kesin! Hahah keşke görebilseydim..

 

Her neyse onu düşündükçe içimde oluşan hüzünlü his ile Emre'yi kafamdan attım.

 

Odaya giren adam elinde bir poşet ile yanıma geldi ve poşeti bana uzatırken "Şâh bunu size vermemi istedi canınız sıkılırsa okurmuşsunuz eğer başka bir kitap isterseniz bana söylemeniz yeterli. Ha bir de bunu seveceğinizden eminmiş daha sonra kitap üzerine sohbet edebileceğinizi söyledi."

 

Anladığımı belli edercesine başımı salladım ve elinde ki poşeti aldım. Allah Allah? Ne de düşünceli bir adam(!)

 

Keşke herkesi böyle adamlar kaçırsa ülkemiz buna muhtaç!

 

Adam sessizce odadan çıkıp kapıyı kapattı, kilitlememişti?

 

Şâh galiba ateşkes ilan ediyordu.

 

Poşetin içinden kitabı çıkardığım gibi yüzüm kıpkırmızı kesildi.

 

Yetişkin içerikli bir romantzim kitabıydı bu...

 

Ve ilk sayfasında bir not vardı, kitabı yanıma koyup notu elime aldım.

 

Sevgili Savcım:

 

Kitaplığınızda ki çoğu kitabı inceledim ve bu kitabı sevebileceğinizi düşündüm. Eğer yine hoşunuza giden kısımlar olursa da çizmek isterseniz diye çantanın içine kalem koydum. Ha bu arada önceki kitaplarınızda resmen çoğu şeyin altını çizmişsiniz, hepsini okudum ve zevklerimizin uyuştuğuna karar verdim. Fakat yinede bu bazı kısımlar için geçerli yoksa ben romantizmden nefret ederim. Ama sizinle bu kitap hakkında konuşmak isterim tabi siz bana anlatırsanız? Benim sevdiğim kısımları anlatırsanız çok makbule geçebilir. Bir cevabınız olursa yine çantada bulunan kağıda yazabilirsiniz, kapıda ki adama vermeniz yeterli meşgul olduğum için şu an kaldığınız yerde değilim bu yüzden bir süre konuşamayacağız. Şuan sizin yüz ifadenizi görmek isterdim fakat bu mümkün değil, yine geçen sefer ki gibi kızardıysanız "Kızardım." yazar mısınız? Düşünüp gülmek isterim bilirsiniz bizim için hayatta komik şeyler bulunmuyor. Her neyse yemeklerinizi yeyin ve antlaşmamızın sonucu hakkında bir karara varın lütfen. İyi Günler.

 

-M.Ş

 

Mektubu okurken şekilden şekile girmiş ve pancara dönmüştüm. Adam resmen benimle dalga geçiyordu ona bunun hesabını soracaktım! Hemen masaya geçip benim için ayırdığı kağıdı kaptım, Lanet olası adamın yazısı çok güzeldi ve benim yazım resmen bok gibiydi, her neyse kimin umrunda canım yaz gitsin.

 

Sevgili Olmayan Şâh'ım:

 

Öncelikle sizi hapise tıktırıp ardından her gün ziyarete gelip sizinle dalga geçmek istiyorum. Şu anda mümkün olmasa da illa ki olur çünkü size istediğimi elde ettiğimi göstermiştim o yüzden sabrımı zorlamasanız iyi olur! Yoksa özel hayata saldırı ve haneye tecavüzden müebbet almanızı sağlarım. Ve romantizm hayattır yani siz hayatsız bir adamsınız, ve hayatınızda komik bir şey olmadığını komik olduğunuzu sanmanızdan anlıyorum çünkü şakalarınız zerre komik değil! Ve ben utandığım için değil sinirlendiğim için kızardım anlıyacağınız bu sizin eğlenmenizi değil korkmanızı gerektirecek bir durum yani ayağın denk al kıçımın Şâhı seni! Artist! Akıllı fikirli günler.

 

not: M.Ş ne isimlerinizin harfini veriyorsunuz galiba bir harf daha alabilir miyim?

 

-Harika Savcı

 

Mektubumu yazıp güzelce katlayıp poşete koyuyordum ki yüksek patlama sesleri ile ellerim havada kaldı, hemen oturduğum yerden kalktım ama odadan çıkıp çıkmama konusunda tereddüt içinde kalmıştım. Patlamanın ardından dur durak bilmez silah sesleri gelmeye başlaınca hızlıca kapıdan ve pencerelerden uzaklaşıp bir köşeye çöktüm. Gözlerimi yumup kulaklarımı kapattım, silah sesleri, bağırtılar...

 

Hepsi birbirine karışıyordu. Şuan ne olduğunu anlamakta zorluk çekiyordum, beni mi deniyorlardı? Bu Şâh ile mi alakalıydı?

 

Odanın kapısı hızlıca açıldı ben de gözlerimi açtım, az önce bana poşeti getiren adam gözleriyle odada beni aradı ve bulunca hemen konuşmaya başladı. Elinde ki silahı sıkıca tutarken bir yandan da kapıyı yokluyordu. "Ceylan Hanım sakın ben sizin yanınıza gelmeden odadan çıkmayın sakın!" ben itiraz edemeden odadan çıktı ve kapıyı kapatıp kilitledi. Silah sesleri çok yakından gelmeye başlayınca benim de kalbim adeta ağzımda atıyordu.

Bura da ölecek miydim? Hemde bir kaç serserinin elinde bir hiç uğruna...

 

Dün gerçekten kendimi öldürsem daha iyiydi en azından böyle gururum incinmezdi.

 

Plan yapmaya çalışsam da bu durumda aklıma hiç bir şey gelmiyordu. Bu sefer her şey bitmişti ölüm peşimi bir türlü bırakmıyordu.

 

Odanın kapısının zorlanması ile nefesimi tuttum, kapı tekmelenerek açılınca içeri tanıdık olmayan adamlar doluştular, ayaklanıp gardımı aldım. Madem ölecektim en azından arkamdan savaştı desinlerdi, bu bana yeterdi.

Adamlar bana doğru hareketlendiğinde ilk yanıma ulaşanın yüzüne okkalı bir yumruk geçirdim, acıyla bağıran adam tekrar atakta bulunacaktı ki ben onun karın boşluğuna sert bir tekmeyi geçirdim. Nefesi kesilip karnını tutarak yere düştü, arkadaşları hızlıca üstüme çullandı, tek tek gelseler bir şekilde halledebilirdim ama üç adam ile aş etmem zordu birini daha yumruklarımı ve tekmelerimi savurarak ittirdim ama yerine yenisi geliyordu.

 

"Sikik korkaklar!" kollarımdan ve bacaklarımdan tutularak odadan çıkarıldım var gücümle çırpınsam çığlık atsam da fayda etmiyordu.

 

Benim yine sesimi duyan olmuyordu.

 

Az önce ki Şah ın adamı yerde kanlar içinde yatıyordu belli ki vurulmuştu.

 

Dışarı çıktığımızı yüzüme çarpan güneş ile fark ettim gözlerim yandığı için doğru düzgün açamıyordum. Bir arabaya, siyah bir minibüse bindirilmiştim. Filmli camlardan dışarı baktım bunca zamandır bir seranın yanında ki kulübedeymişim.

 

Adamlar beni zapt etmek için bağlarken çırpınmayı bıraktım bu daha çok beni yoruyordu. Nereye gideceksek gidelim havasına girmiştim artık, hayatım bir kere kaymıştı ve ben kayan sabunu tutmaya çalışan bir ezik gibi hissediyordum.

Tanrı yine benimle dalga geçiyordu, ben avcı olmaya çalıştıkça hep en sonunda kendimi o kurban taşında buluyordum.

 

Ben hep av, Ceylan Karaca oluyordum.

 

Zorlukların üstesinden gelmek zor olduğunda onları görmezden gelir ve başka bir yol ararım, ama şuan da bunu yapmak çok daha zor bütün yollar, kapılar yüzüme kapatılmış sanki Tanrı beni terk etmiş gibi. Onu suçlamıyorum bunca zaman ona inanma konusunda şüpheci davrandım çünkü ne zaman bi şeyler benim için yolunda gidecek gibi olsa hep kötü bir şeyler olurdu. Mutlu olduğumda bilirdim ki bir sonra ki an da çok kötü şeyler olacak ve ben o küçük mululuğu mumla arayacağım. Bu yüzden genelde iyi şeyler olmasını istemem, kötü şeyleri de istemem sadece ortada kalıp hiç bir şey hissetmemeyi tercih ederim.

 

Ama şuan da arkamdan beni karanlık tarafa iten bir güç var olduğum yerde kalmak için çabalıyorum ama bu güce ne kadar dayanabilirim bilmiyorum, sanki bir uçurumun kenarındayım ve düşmemeye çalışıyorum. Rüzgarla savaşıyorum.

 

Belirsizlik beni öldürecek gibi içimi kazıyor.

 

Uzun bir yolculuğa rağmen bir türlü yollar bitmiyor sanki daha da uzuyor. Adamlar put gibi oturmuş beni kolluyor, zebanilerce cehenneme götürülen bir günahkar gibi hissediyorum. Ellerim ayaklarım bağlı oturuyorum, özgürlüğün değerini işte şimdi yine anlıyorum. Acaba savcı olmasaydıım bu işlere hiç bulaşmasaydım bir sahil kenarında küçük bir kafe işletiyor olsaydım her şey farklı olur muydu?

 

Böyle bir şeyin olacağını sanmıyorum çünkü benim için başka bir yol yok, ben bu görev için yaratılmışım Tanrı'ya da bu yüzden kızgınım.

 

Beni umursamaz bencil yaratmadığı için.

 

Cahillik mutluluktur demiş bir düşünür, bu söze oldukça katılıyorum bilmeyen insan mutlu ve güçlü olur. Bilmek sizi korkutup hüzne boğar, geceleri düşünmekten uyuyamazsınız çünkü dünyanın ne kadar boktan bir halde olduğunu biliyorsunuzdur. Ama pembe dünyalarında yaşayan insanlar için bu söz konusu değildir. Onlar düşünmek ile vakit kaybetmezler sadece yaşarlar, öylesine bir hiçmiş gibi...

 

Bilen insan için yaşamak işkencedir, ülkesinde olan biteni görüyor engel olamadığı için sinirlenip üzülüyordur, insanların ne kadar kötü olabileceğinin farkındadır ve bunu tek başına değiştiremeyeceğini bilmek onu çaresiz hissettirir. Bu tüm dünya için geçerli bir kuraldır.

 

Ben insanları tanıyordum. O kadar çok korkunç kişiyi görmüştüm ki onları içeri sokmadan rahat uyuyamayacağımı biliyordum. Her gün aramızda ellerini kollarını sallayarak gezen iblis ruhlu insanlar bizi tuzağına düşürüyordu.

Bunları bilmek sizin için hayatın zor olmasını sağlamak için tek başına bir sebep olmaya yeter. Bizim iş bölümünde herkes, bir insanın sınırı olmadığını bilir. Biz kolay kolay şaşırmayız. Ama ben bugün oldukça şaşırmıştım çünkü götürüldüğüm yerde bir canavarın olduğunu bilmiyordum.

 

"Geldik in." yanımda ki adamın kapıyı açıp beni ittirmesiyle hareket ettim. Etrafıma baktığımda kocaman bir arazinin ortasında olduğumu fark ediyorum, rüzgar önünde devasa binalardan oluşan engellerin bulunmaması sebebi ile suratıma sertçe çarpıyor. Uzun -arbededen dolayı- oldukça karışık saçlarımı istediği yöne savuruyor. Duraksadığım için adam arkamdan beni ittiriyor, ben de itaatkar davranarak ilerliyorum. Karşımızda ki eski yıkılmak üzere olan binaya girmeden bile binanın içinde kötü bir şeyin olduğunu hissediyorum. Tüylerim diken diken oluyor, ellerim buz kesiyor. Burnum tanıdık koku ile sızlıyor.

 

Kan ve ölü kokusu.

 

Rüzgar bu kokuyu herkese duyurmak için tüm gücüyle esiyor. Bense içeride ki ölüme doğru yürüyorum.

 

Binaya girdiğimizde duvarlarda kan lekeleri olduğunu görüyorum bazıları uzun bir süredir burada olmuş olmalı ki kahverengileşmiş, solmuş ama yinede benim için canlılığını koruyor. Etrafta garip hedef tahtaları, üzerinde kesici aletler bulunan - o kadar çoklar ki ne olduklarını tanımlayamıyorum- bir masa var. Bu görüntü yutkunmama neden oluyor çünkü zihnimde bu aletlerin benim üzerinde kullanıldığına dair ürkünç görüntüler silsilesi oynuyor.

 

Şah'ın oldukça iyi bir kaçırıcı olduğuna emin oluyorum şuan onun yanında kalmayı tercih ederdim.

 

Adamın beni merdivenlere yöneltmesi ile basamakları çıkıyorum, yukarı kat aşağı kata göre daha temiz ve küçük çünkü bir kapı var belli ki katın geri kalanı bu odaya bağlı. Yerde kirli tozlanmış bir halı var ve burası halı dışında bomboş, kapıya yaklaştıkça içeriden inilti sesleri geliyor.

 

Odanın yalıtımlı olduğunu seslerin boğukluğundan anlıyorum yoksa bu eski binada bu sesler aşağıya gelirdi.

 

Adam derin bir nefes alıp yumruğunu kapıya yaklaştırıyor, bu kısa saniyelerde adamın elinin titrediğini gözden kaçırmıyorum, tekrar titrek bir nefes alıp kapıyı tıklatıyor. İçeride kim veya ne varsa bu adamların ondan korktuğu belli, bu benim de korkmam gerektiğini söylüyor. Kalbim ağrı yapacak kadar hızlı atıyor bedenim titriyor, adeta bir ceylan gibi...

 

Kendimden nefret ediyorum. Çünkü korkmayacağıma dair uzun zaman önce yemin etmiştim. Ama içerideki canavarın kokusunu alıyorum, aynı onun gibi kokuyor. Ölüm bu sefer ruhsal değil fiziki yüzünü bana gösteriyor, ama bu sefer Ceylan küçük bir kız değil. Aslanı yenebilir, yani umarım.

Kapının açılması ile içeri ittiriliyorum ve artık canavarın inindeyim.

 

Arkamda ki adamlar sanki canavar kendilerine zarar vermesin diye kurban adayan korkaklar gibi beni orada bırakıp hızlıca aşağı inip gözden kayboluyorlar. Odanın boğucu havasına alışmam zaman alıyor, içerisi leş gibi kokuyor ve tek ışık kaynağı tavanda asılı duran ve arada cızırdayan sarı renkli ampül.

Oda da ki toz zerreleri ampülün altında uçuşup dönerken bir anda yeni ışıklar açılıyor ve ben de bu ani aydınlanma ile gözlerimi kırpıştırıyorum. Gözlerim sonunda açıldığında gördüğüm manzara ben de öğürme isteği uyandırıyor, tavandan sarkan tek şey ampül değil.

 

Bir sürü ceset.

 

Bedenler parçalanmış veya çizilmiş bileklerden kancalara asılı, hiç birinin yüzü gözükmüyor. Canın olmadığı bedenler başlarını taşıyamıyor.

 

Eğilmiş başlar sanki bana olacakları bilir gibi boynu bükük bir mahcubiyet içerisinde, kafalarını kaldırıp bana bakamıyorlar. Şahsen ben de onları görmeyi hiç istemiyorum çünkü rüyama girebilirler -zaten bu halleri- bile rüyama girmeye yeter. Cesetlerin altında, deri koltuğunda oturan ayı gibi diyebileceğiniz çirkin suratlı bir adam var, büyük bir dikkatle beni inceliyor.

 

Adeta kurbanını inceleyen bir canavar gibi, bir yandan da adam giydiği önlükten dolayı kasap hissiyatı veriyor, bu da bana kendimi kuzu gibi hissettiriyor. Ayağa kalkıp büyük gövdesini taşımakta zorluk çektiğini belli eder gibi ağır adımlarla bana yaklaşıyor, ya da sadece yavaşlığı ile beni germeye çalışıyor. Geri adım atmama konusunda kararlı davranıyorum hâlâ korkusuz bir ölümden yana ısrarcıyım. Aramızda ki sessizliği ilk o bozuyor, "Sen farklısın. Korkuyorsun ama gözlerin...içeride bir şeyler var aynı benim ki gibi..." kendi kendine bir şeyler mırıldanııp hayrete düşüyor. Bense gözümü dahi kırpmadan onu izliyorum.

 

"Sen kimsin?" diyorum sesimi cesur çıkarmaya çalışarak, tombul yüzündeki gür sakallarını kavrayıp kaşıyor. Kalın kaşlarını çatıp bana arkasını dönüyor. "Benim kim olduğumdansa seninle ilgilenmeliyiz Ceylan Karaca. Şah seni neden kendine aldı? Sana ne söyledi? Yoksa beni engellemek için mi?" son soruyu daha çok kendisine sormuştu. Bedenini deri koltuğa bırakıp beni incelemeye devam etti. "Seni engellemek mi?" dedim ne dediğini anlamayarak tanımadığım bu adamı engellemek için neden beni kullanıyordu ki?

 

"Cemil ve o içeri attığın adam benim adamlarım da ondan, sahi hiç bir şeyden haberin yok ha savcı?" deyip iğrenç bir kahkaha attı. Bir yandan da sesi öfkeliydi, sebebi olanları hatırladığı için olabilirdi. Ben de hatırlamıştım. Beni boğan adamı ve Cemil'i. Şimdi her şey daha mantıklı geliyor. Şah beni bu adam öldüremesin diye kaçırmıştı tabi burada olduğuma göre bu çok da işe yarayan bir plan değildi. "Hatırladıkça bile sinirleniyorum! Seni hemen öldürmek istiyorum ama hayır...sen yavaş yavaş öleceksin ve bu herkesin ders alması gereken bir olay olacak leşini ortaya atacağım! Bir daha kimse bana karşı durmaya cesaret edemeyecek!" söylediği şeyler ile zevke gelip kedi kendine heyecanlanıyor ve gülüyordu. Bu adam kesinlikle deliydi.

 

Hışımla oturduğu yerden kalktı ve bana doğru geldi, belinden bıçak çıkarması ile onu bana saplayacağını sandım ama o ellerimde ki ipleri kesti, sonrada eğilip ayaklarımdakileri kesti. Acıyan bileklerimi ovuştururken beni neden çözdüğünü anlayamadım, doğrulup ensemde ki saçlara yapışması ile acıyla inledim. Bir anlık sinir ile ve refleks dolayısıyla kaval kemiğine sert bir tekme attım, acıyla bağırma sırası ondaydı suratına bir yumruk atıp elindeki bıçağa uzandım ama bu devasa adam bu iki hamle ile yıkılmamıştı. Suratıma inen tokat ile kulağım çınladı ve diim yanağımın içini kesti bu da ağzımın hızla kan dolmasını sağladı. Başımın dönmesi ile olduğum yerde sendeledim adam beni boğazımdan tutup kapıya yapıştırdı. "Rahat dur orospu! Her türlü gebereceksin bari işi zorlaştırma." ettiği küfür kanıma dokunduğundan sinirle ağzımda ki kanı yüzüne tükürdüm. Madem ölecektim nasıl olduğunun bir önemi yoktu.

 

Gözlerini yumup öfkeyle soludu, kızgın bir boğa gibi derin nefesler solurken boğazımı tutup kendine çekti ve hızla tekrar kapıya yapıştırdı. Başımın arkası kapıya çarparak gürültülü bir ses çıkardı, bağırmamak için çenemi sıktım, başımın şişeceğine eminim. acının geçmesi ve yerini uyuşukluğun alması ile adamın sinirini bozmak için otuz iki diş gülümsedim, şu an dişlerimin kırmıza boyanmış olduğunu görmesem bile biliyordum.

 

Adam bana sanki deli olan o değilde benmişim gibi baktı.

Belki de haklı olabilir.

 

Çünkü şu anda düşmemek için direndiğim karanlığa düşüyormuş gibi hissediyorum.

 

Hiç yere çakılmayacakmışım gibi gökyüzünde süzülüyorum, özgürlük bu olsa gerek.

 

Adam beni omzuna atıp odadan dışarı çıkarıyor, baş aşağı durmak başımı döndürüyor. Kan akışı tek bir yerde toplanıyor ve bu da kafamın zonklamasına sebep oluyor. Tek gördüğüm bu dev gibi adamın ayakları ve her bir adımda sallanan uzun saçlarım, tek istediğim birazcık huzur ve uyku gerçekten başka bir şey istemiyorum.

 

Ama benim isteklerim hiç bir zaman gerçekleşmez.

 

Merrdivenlerden ağır ağır iniyor ve beni yere, salonun ortasına atıyor.

 

Adamların başları eğik, onların da yukarıda ki cesetlerden farkı yok. Kimse bana bakamıyor, bana acıdıklarını hissedebiliyorum ve bu beni sinirlendiriyor. Güçsüz olan taraf olmaktan nefret ediyorum ve bundan bıktım ama kader hiç bir zaman benim yararıma çizilmiyor. Bedenim o kadar güçsüz ki yerden kalkamayacağımı hissediyorum. Zor bela sırtüstü dönüyorum tozların ağzıma girmesi yüzünden öksürüyorum, ağzımda olan kan tadının yoğunluğu midemi bulandırıyor.

 

"Hazırlayın." Canavarın emri ile iki adam beni kollarımdan tutarak kaldırıyor ve dışarı sürüklüyor, ayakkabılarım toprak zeminde izler çııkarırken beni buğday ekili araziye sürüklüyorlar, belirli bir alana gelip iyice ortaya geldiğimizde beni yere bırakıp gidiyorlar. Artık uzun buğday otlarının arasında yalnızım rüzgar uğultusu ve adamların çarptığı otların hışırtısı dışında ses yok. Burada uyuyabilir miyim?

 

Gökyüzünde ki bulutlara bakarken içimde bir şeylerin öldüğünü hissediyorum. Gökyüzünü izlemek beni rahatlatmıyor aksine acı veriyor.

 

Çünkü beni yanına almıyor, bulutlar yatağım olmuyor ve bana tepeden bakarak oranın ne kadar huzurlu buranın ise ne kadar kaos içinde olduğunu hatırlatıyor. Adeta benimle dalga geçiyor.

 

Hahaha! Birazdan öleceksin.

 

Uzaktan gelen canavarın sesi ile gerçekliğe dönüyorum. Buraya böyle yatmaya gelmedim ya?

 

"Şimdi savcı seninle bir oyun oynayacağız kovalamaca! Ben seni yarım saat içinde yakalarsam zor ve acılı bir şekilde öleceksin eğer yakalayamazsam hızlı ve acısız olacak sana bu iyiliği yapıyorum hadi yine iyisin!" diyor canavarım, her türlü beni öldürmeye yemin etmiş piç!

 

"Bu kadar iyi olma ya! Melek falan mısın?" diyorum alayla yerimden kalkmaya çalışırken, sadece o iğrenç kahkasını duyuyorum ve bir alarm çalıyor. "Süre başlıyor Ceylan! Sana 10 saniye veriyorum ne kadar uzağa o kadar iyi!" kaçmak için bana zaman veriyor.

 

Unuttuğu bir şey var ki benim bu hayatta en iyi yaptığım şeylerden biride kaçmak, ceylanlar en hızlı koşan canlılardır.

 

Sonunda ayağa kalktığım da var gücümle koşmaya başlıyorum ve atrafa buğday taneleri saçılıyor, otlar yüzüme çarparak suratımı çiziyor.

 

"1...2..3...4.."

 

Azrailim saymaya başlıyor ve sesi gitgide uzaklaşıyor.

 

Sayması bittiğinde bir silah sesi geliyor, azrailin belirtmediği bir şey var yakalamayı çıplak elle yapmayacak.

 

Şu an ben bir avcıdan kaçan aciz bir hayvanım tek yapabileceğim şey koşmak.

 

Var gücümle koşmak.

Bölüm : 12.04.2025 19:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...