
İyi okumalar^^
yazım hataları için kusura bakmayın 💕
_______
Ezel’in sözleri, içimdeki tüm karışıklığı bir an dondurdu. "Birlikte karar veririz," demişti. Ama neyi, nasıl karar verecektik? Her şey o kadar belirsizdi ki, ama aynı zamanda ne kadar istekli olduğumu da hissediyordum. O kadar yakın, o kadar ulaşılabilir bir mesafedeydi ki, sadece bir adım atmak, tüm sınırları aşmak gibiydi.
Gözlerimdeki kararsızlık, Ezel’in bakışlarıyla kayboldu. O an, dünyadaki tüm duvarlar, tüm engeller sadece bizi ayıran o ince çizgi kadar vardı. Kendi içimdeki sesi bastırarak, sadece Ezel’in gözlerine odaklandım. Onun bakışları bana bir güven, bir itimat sunuyordu.
Bir adım daha attım, bu sefer çok daha kararlıydım. Ezel, hafifçe gülümsedi, o gülümseme yine aynı meydan okuma, ama bir yandan da huzur verici bir güven taşıyordu. "Bunu gerçekten istiyor musun, İz?" diye sordu, sesi yine o yumuşak ama baskın tonda.
İçimden sadece bir kelime çıkabilirdi: "Evet."
Ezel’in gözleri, o an her şeyin netleştiğini fark etti. Hiçbir şey geri dönülemezdi artık. Her şeyin başlangıcı, şu anda, bu anın içinde gizliydi.
O anda, Ezel’in elleri belime kaydı. O kadar yakın, o kadar sıcak hissettim ki, bir an için tüm dünyadan, tüm düşüncelerden arınmış gibiydim. Ezel’in dokunuşları, bir şok gibi bedeni sarhoş etti. Onun varlığı, içimdeki en derin yerleri keşfe çıkıyordu. Zihnim ve kalbim aynı anda birbirini zorlar gibi, ama aynı zamanda her şey doğru hissediliyordu.
Yavaşça ellerimi Ezel’in omuzlarına yerleştirerek, ona daha da yaklaştım. Bedenlerimiz, sanki bir arada olmalıymış gibi kaynaşıyordu. Dudaklarımız birleştiğinde, zaman durdu gibi hissettim. Her şey, sadece o anın içinde vardı. Soğuk ve sıcak, tutku ve belirsizlik, hepsi birleşiyordu. O öpüş, sadece bir anın ötesinde değil, içinde bulunduğumuz her anı kapsıyordu.
Bir süre sonra, birbirimizden ayrıldık, nefeslerimiz ağır ve derindi. Ezel, gözlerime bakarak hafifçe gülümsedi, ama bu gülümseme, önceki meydan okuma gülümsemelerinden çok daha farklıydı. Bu, kabul eden, rahatlatan bir gülümsemeydi.
"Sana her zaman dediğimi unutma," dedi, sesi hala yumuşaktı ama içindeki anlamı güçlüydü. "Bunlar, sadece başlangıç."
İçimdeki hisler birbirine karışıyordu, ama bir şey belliydi: Bu, her şeyin başlangıcıydı. Ve ben, her ne olursa olsun, Ezel ile bu yolculuğa başlamaya hazırdım.
___
Eve döndüğümde, odanın sessizliği tüm düşüncelerimi daha da yoğunlaştırıyordu. Ezel’in o derin bakışları hâlâ zihnimde yankılanıyordu. Gözlerimi kapattım ve onun güçlü, güven veren sesi yeniden kulağımda canlandı. "Bu, bizi hem korur hem sınar..." demişti. Sanki sözleri, sadece anı kurtarmak değil, geleceği inşa etmek için söylenmişti.
Kendimi yatağın üzerine bıraktım ve tavanı izlemeye başladım. Ezel’le olan anlarımız, hayatımdaki en gerçek şey gibiydi. Onun yanında her şey daha anlamlı, daha sağlam hissediliyordu. Ama aynı zamanda içimde büyüyen o bilinmezlik duygusu vardı; bu yolda bizi bekleyen neler vardı, bilmiyordum. Yine de, Ezel’in yanındayken bu düşünceler daha hafif ve uzakta kalıyordu.
Ellerimi göğsümde birleştirip derin bir nefes aldım. Onunla geçirdiğim her saniye, içimde bir güven ve huzur duygusunu pekiştiriyordu. Ama geçmişin gölgeleri ve gelecek kaygıları, zihnimin bir köşesinde pusuda bekliyordu. Onun sözleriyle cesaret bulsam da, içimde küçük bir korku hâlâ varlığını koruyordu. Ezel, o kararlı haliyle hayatımda bir sabit nokta gibiydi, ama ben onun kadar güçlü müydüm?
Gözüm komodinin üzerinde duran bir fotoğrafa takıldı. Henüz tanışmadığımız zamanlarda çekilmiş eski bir fotoğraf. Bu fotoğrafı o kadar uzun zamandır görüyordum ki, içindeki ben bile bana yabancı geliyordu. Eskiden neyi arıyordum, neden kaçıyordum? Artık Ezel’le tanıştıktan sonra, tüm o eski korkular, kaygılar önemini yitirmiş gibiydi. Ama yine de, geçmişin bir yerlerde içime işlemiş olduğunu biliyordum.
Telefonumu elimde tutarak bir süre bekledim, ama Ezel’den başka bir mesaj gelmedi. Belki de cevap vermek yerine, sessizce yanımda olduğunu hissetmemi istemişti. Yatağıma uzandım, gözlerimi kapattım ve Ezel’i düşünmeye devam ettim. O sessiz güven, her anımda benimleydi. Her ne kadar korkularımla yüzleşmem gerekse de onun varlığı, bu zorlukları aşmamı kolaylaştırıyordu.
Kendimi bu düşüncelerin arasında kaybetmişken, zihnimde Ezel’le geçirdiğimiz ilk anlar canlandı. İlk tanıştığımız o günü hatırladım; bakışları kararlı, duruşu güçlüydü. Sanki hayatımın bir köşesinde onu hep beklemişim gibi hissetmiştim. Kendi içimde yıllardır sakladığım kırgınlıkları, korkuları, sırları o an bir yabancının gözlerine bakarak unutmuştum.
Birden, bu ilişkinin ne kadar derinleştiğini fark ettim. Ona olan güvenim, bir insana duyabileceğimden çok daha fazlaydı. Ezel, sadece bir aşk ya da arkadaşlık değil; adeta kaybolmuş bir parçamı bulmama yardım eden bir yol göstericiydi. O yanında değilken bile beni güçlendiren, bana güven veren bir varlıktı.
Düşünceler arasında gidip gelirken, bir karar verdim: Bu bağa tutunacak ve içimdeki korkuları aşmak için cesaret bulacaktım. Çünkü Ezel’le birlikteyken her şey daha anlamlıydı. Onun bana verdiği cesareti, hayatımın her alanına yaymalıydım. Korkularımla yüzleşmeli, geçmişin gölgelerinden sıyrılmalıydım. Ezel, bana sadece bir yol arkadaşı değil, aynı zamanda kendimle yüzleşmem için bir fırsattı.
Ellerimi yumruk yaparak kendi kendime fısıldadım: "Her şeyden korksam da, bu kez vazgeçmeyeceğim."
Yarın Ezel’le buluşacak ve bu hislerimi ona da anlatacaktım. Onun yanında olmaktan mutluydum, ama bu mutluluğun ardındaki karmaşayı ve içimde büyüyen kaygıları da saklamak istemiyordum. İlk defa birine bu kadar dürüst olma isteği duyuyordum. Ezel bunu hak ediyordu, çünkü bana hayatın gerçek anlamını hissettiren oydu.
Gözlerim yavaşça kapanırken, içimde bir huzur dalgası yayıldı. Ezel’le birlikte, hayatın en zorlu yollarında bile yürümeye hazırdım.
______
Ertesi gün gözlerimi haftasonuna açmıştım.
Sabahın erken saatlerinde uyandığımda, Ankara’nın gri sokaklarına yavaşça düşen güneş ışıklarını fark ettim. Hava serindi ama içimde tarifi zor bir sıcaklık vardı. Bugün Ezel’le buluşacaktım. Her ne kadar duygularımı ona açmak istesem de, acele etmemem gerektiğini biliyordum. Belki sadece birlikte vakit geçirmek, birbirimizi dinlemek, derin bir sohbetin kıyısında dolanmak yeterli olacaktı.
Kahvaltımı yaptıktan sonra hazırlanmaya başladım. Ezel’le buluşacağımız küçük kafeye doğru yola çıkarken, her adımda kalbim biraz daha hızlanıyordu. Ankara’nın sokakları, bana geçmişin gölgelerini hatırlatsa da, onunla buluşacağım düşüncesi bu anıları arka planda bırakıyordu. Her adımda, içimde ona söylemek istediklerim dolup taşıyordu; ama bugün kendimi ona anlatmak yerine, sadece anın tadını çıkarmak istiyordum.
Kafeye vardığımda, camın yanında oturduğunu gördüm. Başını kitaba gömmüş, yüzünde o her zamanki sakin ifadeyle sayfaları çeviriyordu. Etrafındaki dünyadan kopmuş gibi görünüyordu. Bu haline her zamanki gibi hayran kaldım; öylesine kendine dönük, bir o kadar da yaşadığı anın içinde kaybolmuştu.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde beni fark etti. Gözlerini kitaptan kaldırıp bana gülümsedi, o tanıdık sıcak gülümsemesiyle... Ona doğru yürüdüm ve masaya oturdum. Karşılıklı birkaç saniye sessizce bakıştık; bu, konuşmadan da anlaşabileceğimiz nadir anlardan biriydi.
“Günaydın,” dedim, biraz ürkek bir sesle.
“Günaydın, İzem,” dedi, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle. “Nasıl gidiyor?”
Onun yanında olmak içimdeki tüm karmaşayı anında dindiriyordu, fakat yine de kelimeleri seçerek konuşmak istiyordum. Ona, “Her şey yolunda gibi...” dedim, biraz da düşünceli bir ifadeyle. Gerçekten de her şey yolunda mıydı? Bilemiyordum. Ama şimdilik ona bunu söylemenin doğru olmadığını hissediyordum.
Ezel bir süre sonra konuşmaya başladı. Sıradan şeylerden bahsediyordu; derslerden, okulun koşuşturmasından... Ama onun bu basit cümleleri bile beni rahatlatıyordu. Sanki ikimizin de duygularını dillendirmek için biraz zamana ihtiyacı vardı. İkimiz de bir şeylerin farkındaydık; ama acele etmiyorduk.
Bir süre sonra yürümeye karar verdik. Ankara’nın soğuk ama taze havasında, yan yana sessizce ilerledik. Parkın içinden geçerken yaprakların hışırtısı ve kuşların cıvıltısı, bizi başka bir dünyaya götürüyordu. Yanında olmanın verdiği huzur, içimde büyüyen karmaşayı bir nebze de olsa bastırıyordu. Ona hemen her şeyi anlatmak zorunda olmadığımı, bugün sadece ikimizin var olduğunu hissettim.
Belki de bazı hisler, en çok paylaşılan sessizliklerde kendini belli ederdi. Bugün, bu sessizliğin içinde birlikte kaybolmaya hazırdım.
Yürürken aramızdaki mesafe, sanki ikimizin de korumaya çalıştığı bir çizgi gibiydi. Sessizliğin içinde Ankara’nın soğuk akşamına karışan ayak seslerimiz, adeta birer yankı gibi üzerimize düşüyordu. İkimiz de konuşmaya cesaret edemiyorduk belki; kim bilir, söylenecek her söz bir şeyleri açığa çıkaracaktı.
Parkın içinden geçerken, rüzgar dallarda kalan son yaprakları hışırdatıyordu. Soğuk, içimize kadar işliyor; ama ikimiz de bu soğukla bir şekilde barışıktık. Kalbimde onu görmenin getirdiği karmaşa vardı, ama bunu yüzüme yansıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Yanında yürüyen Ezel ise, o donuk ifadesiyle hiçbir şeyden etkilenmiyormuş gibi görünüyordu. Sanki burada benimle değil, başka bir dünyada, bambaşka düşüncelerle yürüyordu.
Bir noktada bakışlarımız kesişti. Bir anlık bakış, ne ben ne de o bir şey hissetmişiz gibi kıpırdamadan sürdü. Soğuktu, mesafeliydi ama bir şekilde anlaşır gibiydik. Söylenecek hiçbir şey yoktu, ama sanki o sessizlikte kendimizi anlatıyorduk.
Bir süre sonra parkın çıkışına vardık. Durup, kısa bir süre karanlığın içinde birbirimize baktık. "Sanırım burası fazla kalabalık," diye mırıldandı. Sesi, tonlamasız ve soğuktu. Yine de, orada bir anlam arıyordum ama sadece boşluk buluyordum.
Başımı hafifçe salladım. Belki de aramızdaki bu soğukluk, en azından bir süre daha böyle kalmalıydı. Çünkü ne o ne de ben, bu sessizliğin ötesine geçmeye hazır değildik.
İkimiz de sessizliği bozmayacak kadar birbirimize yabancı, ama bu sessizliği sürdürecek kadar da birbirimize yakın hissediyorduk. Soğuğun içimize işleyen keskinliğinde, adımlarımız bizi başka bir sokak lambasının altına götürdü. Solgun ışık, ikimizin yüzünde yarım yamalak gölgeler oluştururken Ezel’in bakışlarını yakaladım; bu kez kaçırmadı gözlerini. O soğuk, mesafeli bakışlarının altında ne sakladığını anlamaya çalıştım. Ama orada, bana izin vermeyen bir şeyler vardı. Belki bir acı, belki de kimseye göstermediği bir kırgınlık.
Bir anlık tereddütle dudaklarımı araladım, ama hiçbir kelime dökülmedi. Söylenecek her söz, bu kırılgan sessizliği paramparça edecekti. Belki o da bunu bildiğinden, sessizce başını çevirip karanlığa döndü. Birbirimize ne kadar yakınsak, o kadar uzak olduğumuzu hissediyordum. Ve bu mesafe, belki de birbirimizi anlamanın en doğru yoluydu.
Birkaç adım daha attıktan sonra, bir sigara çıkardı. Çakmağın o kısa, anlık ışığında yüzüne baktım. O an, yıllardır taşıdığı soğuk duvarların ardındaki izleri görebiliyordum sanki. Sigarasından derin bir nefes çekti ve dumanı yavaşça savurdu; gözleri, boş bir ifadeyle ufka odaklanmıştı.
"Sen… hiç korkmuyor musun?" diye sordum, ne olduğunu tam anlamadan.
Bir süre durdu, dudaklarının kenarında hafif bir alay ifadesi belirdi. "Korku, insanın kontrol edemediği şeylerden gelir," dedi, gözlerini benden kaçırarak. "Benim kontrolümde olmayan pek bir şey yok."
Soğuk, mesafeli ama bir o kadar da güçlüydü. Onunla aynı dünyada olmadığımızı hissettim, ama buna rağmen bu mesafenin içine çekiliyordum. Yine de, yanındaki bu soğuk duvarda ince bir çatlak aramaktan kendimi alamıyordum.
"Sana yakın olmak… tehlikeli mi?" diye sordum, kelimeler ağzımdan istemsizce dökülmüştü.
Kısa bir sessizlikten sonra, hafifçe gülümsedi, ama o gülümseme daha çok bir maskeydi. "Tehlikeden korkuyorsan, burada ne işin var?" Sertçe yutkundum, bilmiyordum.
Ona bu kadar yakın olmaktan, nefesinin soğuk havada parmaklarımı ürperten sıcaklığını hissetmekten kaçmam gerekiyordu belki de. Ama o an, bu düşünceyi yok saydım. Aramızda yıllardır varmış gibi duran o görünmez sınırı ilk defa ihlal etmeye cesaret ettim ve adımımı attım.
Sigarasını yere attı, üzerine bastı ve bir süre yüzüme baktı. İfadesi hâlâ soğuktu, ama gözlerinde sanki başka bir şey vardı; o duygusuz maskenin arkasında sakladığı bir kırılganlık, belki de bir özlem. Ellerimi cebimden çıkarıp usulca omzuna dokundum, bakışlarımı kaçırmadım.
Gözleri, yüzümde dolandı. Adeta beni çözmeye çalışıyordu; o soğukluğun altında yatan gerçek duygularını hissettirmemek için direnirken, aynı zamanda o direnci kırmamı bekler gibiydi. Derin bir nefes aldı, gözlerini hafifçe kıstı. Yavaşça bana doğru eğildi, ve dudaklarımız arasındaki mesafe anbean kapanırken, zaman sanki durdu.
Sonunda, dudakları dudaklarıma değdiğinde, ikimizin de buz gibi yüzeyinin altında sakladığı tüm o karmaşık duygular açığa çıktı. Öpücük, ne sıcak ne de tutkulu; daha çok, saklanmış duyguların soğuk bir kabulü gibiydi. Öylece, bir an bile düşünmeden, birbirimize ne kadar yabancı olduğumuzu bilerek ama bu anın içinde kaybolarak öpüştük.
Bir an geri çekildi, gözlerindeki o eski soğukluğa bürünerek bana baktı. "Bu… bir şey değiştirmez," dedi kısık bir sesle. Sanki o anın tüm anlamını yok etmek istercesine, soğuk bir duvar daha örmüştü aramıza. Ama ikimiz de biliyorduk ki, o duvar artık eskisi kadar sağlam değildi.
...Öpücüğün hemen ardından, aramızdaki sessizlik daha da yoğunlaştı. Gözlerimi ondan ayırmadım, ama Ezel’in bakışlarındaki o sert ifadeyi gördükçe, içimdeki tüm karmaşanın daha da büyüdüğünü hissettim. Gözlerindeki o soğukluk, her şeyin sadece anlık bir çılgınlık olduğunu anlatıyordu; belki de aramızdaki mesafenin daha da derinleşeceğini…
Sonunda, derin bir nefes aldı ve ellerini cebine sokarak, ağır adımlarla bir adım geriye çekildi. "Bunu yapmana izin verdiğim için kendime kızıyorum," dedi, sesi düşük ama her kelimeyi keskin bir bıçak gibi kesiyordu. Cümlesi, üzerime düşen bir gölge gibi geldi; her bir kelime, içimdeki huzuru paramparça ediyordu.
Bunu beklemiyordum. Sadece birkaç saniye önce bu kadar yakınken, şimdi bir adım bile atacak kadar bile yakın değildik. Kalbim, öfkeyle karışan bir acı ile sızlıyordu. "Ne demek istiyorsun?" diye sordum, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.
Ezel, gözlerini kaçırmadan bana bakarak devam etti. "Hadi ama, senin gibilerin hep aynı. Her şeyin sadece bir oyun olduğunu düşünüyorsun, değil mi? Ne düşündüğünü umursamıyorsun bile. Beni de bu oyunun parçası sanıyorsun." Her kelimeyi, derinlerdeki bir öfkeyle söylerken, yüzündeki maske tamamen kaybolmuştu. Gerçek yüzü, acı, hüsran ve öfke ile şekillenmişti.
"Sadece… sadece böyle bir an yaşamak istedim," dedim, ama sesim yavaşça sönüyordu. Bir şekilde, bu soğuk bakışlar karşısında savunmasız hissediyordum. Ezel’in söyledikleri, bir duvar gibi önümde yükseliyordu. "Ama senin için bir şey ifade etmiyor, değil mi?"
Ezel bir adım daha geriye çekildi, karanlıkta yüzünü neredeyse tamamen kaybetmişti. "Hayatında hep her şeyin geçici olduğunu düşünüyorsun. Ama bu oyun… oyun değil, İzem," dedi, soğuk, sert bir tonda. "İnsanlar duygularıyla oynanmaz."
Sözleri, içimi donduran bir keskinlikteydi. Ezel, bir an için gözlerimin içine bakarak, o anın anlamını tamamen yok etti. İstemeden olsa da, aramızdaki mesafe her geçen saniye daha da derinleşiyordu. O soğuk, acı verici gerçek, her şeyin geçici olduğu düşüncesi, ikimizin de hayatındaki en büyük korkuya dönüşüyordu.
Sözlerinin ardından, içimde bir boşluk oluştu. Ezel’in söyledikleri, etrafımda yankı yaparken, bir yudum hava almak istedim, ama her nefeste daha da boğuluyordum. Evet, belki de her şeyin geçici olduğunu düşünüyordum; belki de hayatımda her şeyin bir noktada sona ereceğini kabul etmiş ve buna göre yaşamaya başlamıştım. Ama Ezel’in bu sert ve kırıcı sözleri, o noktada durmam gerektiğini söylüyordu. Gerçekten hissetmediğim bir şeyin oyunu muydu bu? Yoksa yalnızca bir anlık hevesim mi?
Ezel’in bakışları, yüzümdeki şaşkınlığı görmüş olacak ki, bir an için yavaşça başını eğdi. "Bazen ne kadar kaçsan da, kendi yarattığın duvarlar seni geri getirir," dedi, sesi bu sefer daha yumuşaktı ama yine de keskin bir şekilde kalbimi deliyordu. "Senin gibiler hep duvarlarını örer. O yüzden kimse sana gerçekten yaklaşamaz. Kendini her zaman korursun, değil mi?"
Kelimeleri bir ok gibi saplandı. Ezel’in söyledikleri doğru muydu? Gerçekten de kendimi hep korudum. Ama o an, biraz daha derine inmek istedim; belki de bunun bir bedeli olmalıydı. Bu kadar mesafeyi koruyarak yaşamak bana bir şeyler kazandırmış olabilir, ama şimdi ne kazanıyordum? Ezel’in söyledikleriyle, daha önce hiç düşünmediğim bir gerçeğe uyanıyordum: Kendimi gerçekten tanıyor muyum?
Bir adım daha attım, ama bu sefer uzaklaşmak yerine ona yaklaşmaya çalıştım. "Bana bir şans daha ver," dedim, sesim daha kararlı ama bir o kadar da kırılgandı. "Senin gibi biriyle oyun oynamak istemiyorum, Ezel. Bunu sana anlatmaya çalışıyorum."
Ezel, bir an için gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. "Bunu anlaman için belki de daha fazla zaman gerekiyor," dedi, ama bu sefer sesinde bir yumuşama vardı. Sözlerinin kırıcı olması, bana karşı hala bir şeyler hissettiğini gösteriyordu. "Ama seninle her şeyin geçici olduğunu biliyorum. O yüzden bir daha asla bu kadar yakın olmayacağız, İzem."
Bir anlık sessizlikte, aramızda kaybolan o küçük mesafe tekrar büyüdü. Ezel’in söyledikleri, içimdeki kırılgan parçaları birleştirmeye çalışırken, geride bıraktığımız her şeyi yavaşça silip atıyordu. Belki de gerçekten, kendimi kaybetmemek için hep mesafe koymalıydım. Ama bir şey vardı ki, o da şuydu: Hiçbir şeyin sonunda kalıcı olup olmayacağını bilemeyecektik.
____
ig: alenanbs
tiktok: alenanbs
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |