Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum.🥰
FREUD DİYOR Kİ; “Sinirliyken söylenilmiş her kelime, sakinken düşünülmüştür.”
Asil, Gardenya çekip gittikten sonra bakışlarını Karan’ın üzerine dikti. Karan gözlerini kısıp başını olumsuz anlamda salladı.
“Hayır! Peşinden gitmeyeceğim.”
Işıl, Karan’a destek çıkıp dişlerini sıktı.
“O haklı. Az önce söyledin ya. Seni bunca zaman elinde tutan o manyak kadınmış! Bırak peşini Asil. Onsuzda işlerimizi gayet iyi idare ediyoruz.”
Ediz, kardeşine dik dik bakmayı sürdürürken Berk konuştu.
“Bak arka planda bizim bilmediğimiz saçma sapan işler dönüyor onu anladık. Ama bu konuda Işıl haklı! Kadın seni kaçırdı. Çakmanı içeri kadar soktu. Sence de bu biraz…”
Arkama yaslanıp elimi havaya kaldırdım.
“Şu konuda bir anlaşalım. Gardenya sizin gibi! Düzeltiyorum. Sizden daha zor koşullarda çalışan bir ajan! İkili oynayıp hiçbir yere ait olmayan bir ajan. Benim kaçırılmam, sahte olan beni içeri yerleştirmeleri gibi bir sürü saçmalık onun değil. Üstelerinin başının altından çıktı. Haberi var mıydı? Diye soruyorsanız. Hem evet, hem hayır!”
Kafası karışan adamlarıma açıklama yapmak için öne doğru eğildim.
“Başta bilmiyordu. Ama vurulduktan sonra adamların konuşmalarını ve yöntemlerini birleştirmesi uzun sürmemiştir. Yıllardır buna benzer birçok görevde yer alan bir ajanın beni koruması için yanımda olmasına gerek var mı? Adamları ne zaman ne yapacağını biliyor. Bu yüzden karşınızdayım. Bu yüzden Delik patlamadı ve siz hala karşımda durup bana hesap sorabiliyorsunuz.”
Yeniden arkama yaslandığımda iç çektim. Bakışlarımı Karan’a dikip konuştum.
“Şimdi! Sen Gardenya’nın peşine takılıp başına bir şey gelmesine engel oluyorsun. Az önce onu gönderdiğim için yollarımızı ayırdı. Lanet olsun ki! Hedefin açıklanması an meselesi!”
Karan tek kaşını havaya kaldırdı.
“Madem öyle! Ona neden seni kurtaran kişiyi söylemedin?”
Yerimde huzursuzda kıpırdandım.
“İçlerine adam yerleştirdiğimiz öğrenirse, Gardenya bunu sineye çeker mi?”
Karan ayağa kalkıp, başını olumsuz anlamada salladı.
“Kim o Asil? Bize bile söylemediğin istihbarat kime ait?”
“Bunu sana söyleyemem. Üstlerin ve benim dışımda kimse bilmiyor. Onun kimliğini açıklamak hepimizin kafasına birer kurşun sıkmakla eş değer.”
Karan isteksizce kapıya yöneldiğinde arkasından seslendim.
“Gitmeden önce kimliğini bırak!”
Karan ağırca bana döndüğünde gözlerin de açık bir öfke vardı. Diğerlerinin de şaşkın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ayağa kalkıp karşısına dikildim.
“Bir seçim yapman gerekiyor Karan. Bu kapıdan ya çıkmaz bizimle kalırsın, seni başka bir göreve gönderirim. Ya da Her şeyi bırakıp Gardenya’nın yanında yer alırsın.”
“Saçmalıyorsun. İkisini de yapabilirim.”
“Hayır. Yapamazsın! Yapmadın! Tara’yı korumak için görevi bırakamadın. Bu yüzden onun sonu oldun. Operasyonun batması ve ölen milyonlarca masumu saymıyorum bile! İkisi birden olmaz!”
Karan başını olumsuz anlamda salladı.
“Gardenya bana âşık değil! Var olmayan aşkını nefrete dönüştürüp beni sırtımdan vurması için hiçbir neden yok!”
Başımı olumsuz anlamda salladım.
“Peki ya sen? Ya sen ona âşıksan? Zamanı geldiğinde Gardenya için verilen emri yerine getiremezsen?”
Karan’ın kararsızlığı ona doğru bir adım daha atmama sebep oldu. Elimi omuzuna koyup sıktım.
“Dinle beni Karan! Karşında üstün olarak değil. Kuzenin olarak duruyorum. Her şeyi ardında bırak ve onun peşinden git. Onu seviyorsan sonuna kadar koru.”
“Yanlış yolda olsa bile mi? Üstelik ülkeme karşı sorumluluklarım var!”
“Biz ne güne duruyoruz? Sen onu yanlış yoldan uzak tut. Bizde elimizden geldiğince onu ve seni koruyalım.”
“Devleti bir ajana değişmemi mi istiyorsun?”
Bakışlarımı diğerlerine çevirdim.
“Kimse senin vatan sevgini sorgulamıyor. Bu yüzden ara vermeni istiyorum. Yanılıyor muyum?”
Işıl bana onaylamaz bakışlar atarken, Berk kararsız görünüyordu. Ediz ayağa kalktı ve ağır adımlarla karşımıza dikildi.
“Asil haklı. Git ve onu koru. Sana ihtiyacımız olursa yine gelirsin. Ama şimdilik geçmiş dosyalar dışında bir işin yok.”
Erdem’den gelen mesaj ile araya girdim.
“Kararını ver Karan. Gardenya bizden birinin gözetimi altında olmalı. Amacım onu korumak. Aynı zamanda devletimi de ondan. Bunu da ancak bizim kontrolümüz altındayken yapabiliriz. Onun çıkaracağı sorunlar geçmişte çözdüklerinize benzemez. O kadın yıllardır bir cehennemi tek başına yönetiyor. Cehennemin sahibi dizginleri bırakırsa ne olur hiç düşündünüz mü?”
Karan sonunda kimliğini bana uzattı. Alıp gözlerinin içine baktım.
“Gözlerin üzerinde olsun. Bu günden sonra onunla tek başına uğraşacaksın. Eğer başarısız olursan biz devreye gireceğiz.”
Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.
“Umalım da olmasın. Bize dokunmadığı sürece ne yaparsa yapsın görmezden gel! Seni bana geri göndermesini istemeyiz.”
Karan kafasındaki milyonlarca düşünceyi bir kenara bırakıp sırıttı.
“Beni geri gönderecek kadın daha doğmadı Asil! Bunu en iyi sen biliyorsun.”
Olayları dalgaya alması gerilen ortamı biraz olsun rahatlatmıştı. Işıl isteksizce konuşsa da sözlerinin altında açık bir ima vardı.
“Tabi. İkinci bir reddi yemen biraz aşağılayıcı olurdu. Git ve geri gelme Karan!”
Herkes gözlerini devirip işine dönerken Karan seri adımlarla yanımızdan ayrıldı. Elimdeki kimliği sıktığımda Ediz’in sesini duydum.
Ajan kimliğini arka cebime koyarken hala Karan’ın arkasından bakıyordum.
“Gardenya ipimizi çekmeden önce lanet olası ilmiği boynumuzdan çıkarmak!”
“O kadına fazla anlam yüklüyorsun. Biz olmasaydık çoktan geberip gitmişti.”
Dudaklarım alay dolu bir gülümseme ile yukarı doğru kıvrıldı.
“Attığınız her adımı takip eden iblisler peşinizdeyken mi? Bence sende onu biraz ciddiye al Ediz. Çünkü isteseydi oradan hiç yara almadan kurtulurdu. İsteseydi deliği havaya uçururdu. İsteseydi…”
Dedim ve dönüp gözlerinin içine baktım.
“Beni devletinin istediği gibi öldürürdü ama yapmadı. O kadının, ne zaman? Ne yapacağı? Ne sana! Ne de bana bağlı! O kadın koca bir iblis ordusunu yönetiyor. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
Ediz’in gözlerinde hala Gardenya’yı küçümseyen bir parıltı vardı. Gülümsemem genişledi.
Başımı olumsuz anlamda salladım.
Ediz elini saçlarına daldırdı.
“Yine de ordu dediğin katilleri tek başına yönetmiyor. Kimse tek bir adama bağlı kalmaz. Bir devlet varken onu takip ettiklerine inanmamı bekleme benden!”
Bir şey söylemedim. Böyle bir ihtimalin olmasını tabi ki istemiyordum. Ama tutsak kaldığım süre boyunca gözlemlerim bana tam aksini söylüyordu. Ellerine geçirdikleri üst düzey bir ajanı bu kadar hoş karşılayan bir düşmana daha önce denk gelmemiştim. Tüm kaçma girişimlerime rağmen tek bir çizik almadan oradan çıkmıştım. Eğer içerdeki adamımdan yardım almasaydım Gardenya’nın keyfine kalacağımı biliyordum ama bu bile bir şeyi değiştirmiyordu. O adamların üzerinde Gardenya’nın büyük bir etkisi vardı. Ve içimden bir ses bunun o bir avuç adamla sınırlı kalmadığını söylüyordu. Gardenya kendi devletini karşısına alacak kadar gözünü karartıysa, uğruna çabaladığı her ne ise bizi de harcardı. Bunu yapması için önce benim cesedimi çiğnemesi gerekiyordu. İstihbaratçıma mesaj atıp işime döndüm. Uğraşmam gerek lanet bir rapor vardı.
Karan üzerine tiksintiyle bakarken aracın kaputuna yaslanmış söyleniyordu. Uzay öfke ile parlayan bakışlarını bana dikmiş hesap soruyordu. Ve kızıl şeytan ortadan kaybolmuş benden kaçıyordu. Uzay dağılan dikkatimi kendisine toplamak için sesini yükselttiğinde dişlerimi sıktım.
“Elimizdeki hain yetmedi! Şimdide bunu mu taktın peşine? Sen iyice kafayı yedin!”
Uzay’ın ensesinden tutup başını eğdim.
“Siktiğimin sesini kıs önce! Eğer sağ kolum olarak sen! Sol kolumu becermeseydin şuan ben onunla uğraşıyor olmazdım!”
Uzay kendini geri çekip üzerini düzeltti.
“Benimde ihtiyaçlarım var! Ayrıca o kaltağın ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu biliyor musun?”
Gözlerimi devirip kollarımı göğsümde bağladım.
“Biliyorum. Öldürdüğüm adamın telefonunda yazılı olarak bizzat gördüm. Lanet olsun! Midem bulanıyor!”
Uzay’ın ses tonundan algıladığım değişim ile tek kaşımı kaldırdım.
“Adamlarım patronları hakkında fanteziler kuruyor demek oluyor. Kim bilir ben ne diye kayıtlıyım?”
Uzay elini yumruk yapıp arkamızda makara yapan adamla dikti gözünü. Omuzuna vurduğumda yeniden odak noktası oldum.
Yüzünde bariz bir öfke vardı. Sonunda o karanlığı saklamayı akıl edip konuştu.
“Senin telefonun yok. Kimse seni kaydedemez! Ama kafalarına nasıl kaydettiler bilemem. Sonuçta hepsi adi orusbu çocuklarından başka bir şey değil!”
Şaşkınlıktan aralanan dudaklarımı kapattığımda Karan’ın bize doğru hareketlendiğini gördüm. Elimi havaya kaldırdığımda durdu ama başını tehditkâr biçimde eğdi. Ondan bakışlarımı kaçırıp Uzay’a diktim.
“Buluşma noktasını iyice arattır. Sanırım tek araç gizleyen biz değilmişiz. Karan yanıma motorla gelmiş. Ayrıca şu saatten sonra gözünü kulağını dört aç. Asil kimden yardım alıp çıktıysa onunla iletişime geçecek. Benim onlara sırtımı dönmüş olmam suları bulandıracak.”
Uzay başıyla Karan’ı gösterdi.
“O ibne ne olacak? Onu Asil göndermedi mi?”
“O gönderdi. Ama sadece bana göz kulak olsun diye. Ne kadar düşman safında yer alsam da Asil bana değer veriyor. Onu sevdiğiyle sınamadığım sürece bana zarar vermez.”
Uzay kollarını göğüsün de bağladı.
“Sevdiği mi? O adamın birini sevdiğini bilmiyordum.”
Güldüm. Birini değil! Bu lanet adamlar bir toprak parçasını seviyordu. Sevmek mi demiştim ben? Deli gibi âşıklardı. İç çekip konuştum.
“Sen ve Kızıl şeytan iş üzerindeyken o boku bir daha yemeyeceksiniz! Ayrıca biriniz bir işi yaparken diğeri başka birini yapsın. Birlikte hareket etmeyin. Karan buradayken işleri aksatma ama sakın göz önünde yapma. Aranıza ben dâhil kimseyi almayacaksınız. Anladın mı?”
Uzay elini çenesine koyup sıvazladı.
“Hainin içimizden biri olduğundan nasıl bu kadar emin oluyorsun?”
Kuruyan dudaklarımı yalayıp Karan’a baktım.
“Asil dikkatimi dağıtmak için elindeki en büyük silahı yanıma verdi. Üstelik bu silahın emniyeti kapalı! Hain onlardan biri olmasaydı bu kadar büyük oynamazdı.”
“Bu adamdan hoşlandığına inanamıyorum!”
“Ben değil. İçimde bir yerlerde uyuyan o kadın hoşlanıyor!”
Uzay sözlerime kahkahalarla güldüğünde tüm bakışlar bize döndü.
“Yapma ama Gardenya! Sen o kadını çoktan çiğ çiğ yiyip üzerine de buz gibi bir su içmişsindir. Beni siktiret de bari kendine dürüst ol. Sen bu adama çoktan abayı yakmışsın!”
Konuşmadım. Ne kabul ettim ne de reddettim? Uzay’ın telefonu çaldığında bakışlarımı Karan’dan zorlukla ayırdım. Arayan kişi ile kaşlarını çatıp bana baktı.
“Onlar normal hayatlarına dönmemişler miydi? Bir sorun mu var?”
Uzay aramayı yanıtlamadan önce omuz silkti.
“Sanmıyorum. En iyi adamlarım ikisini de her saniye izliyor.”
Telefonu açtıktan sonra karşı tarafı dinledi. Yüzü buruşmaya başlarken telefonu kulağından uzaklaştırıp bana verdi.
Hazal’ın burnunu çekmesi ve inler gibi bir ses çıkarmasıyla tek kaşımı havaya kaldırdım.
Bir hıçkırık dudaklarından kaçtıktan sonra ağlamaklı bir sesle konuştu.
Endişe ile kasılan bedenim acı vermeye başladığında yumruğumu sıktım.
“Hazal ne olduğunu söyleyecek misin?”
Dedi ve yeniden hıçkırdı. Bağırmamak için dişlerimi sıktığımda sonunda konuştu.
“Ben kâbuslar görüyorum. G-geçmiş! Lanet olsun. Sadece yanıma gelsen olmaz mı?”
Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Yutkunup bakışlarımla Uzay’a işaret arabayı işaret ettim.
“Geliyorum. Ben gelene kadar telefonu kapatma tamam mı? Ben buradayım. Konuş benimle.”
Uzay adamlara işaret edip araba istedi. Karan tek kaşını kaldırmış beni izliyordu. Üstü başı leş gibi olsa da hala kalbimi çarptıracak kadar yakışıklıydı. Başımla gelmesini işaret ettiğimde vücudu gerildi. Anlaşılan beyefendi emri almaktan hoşlanmıyordu. Özelliklede benden. Bu durum tuhaf bir şekilde hoşuma gitmişti. Damarına basmak için işaret parmağımı gelmesi için salladım. İsteksiz birkaç adım attığında gülmemek için kendimi tuttum. Yanıma geldiğinde telefonu kulağımdan uzaklaştırıp fısıldadım.
“İşim çıktı. Ben gelene kadar seni eve götürsünler. Birkaç saat içinde dönmüş olurum. Sende bu boşluğu temizlenmek için kullan.”
Cevap vermesini beklemeden benim için gelen araca bindim. Uzay kapımı kapatırken başımı camdan çıkardım.
Birkaç adım gerimizden bizi izleyen Karan’ı başımla işaret ettim.
“O da uslu dursun. Ben gelene kadar etrafı gezdir. Tek başına kurtlarıma yem olmasın!”
Karan dişlerini sıkıp bana doğru adımladığında Uzay onu durdurdu.
“Ağır ol bakalım kuşum. Yoksa altın kafese mi girmek istesin?”
Birbirine diklenen iki adama gözlerimi devirip yanımda oturan adama döndüm.
“Sür! Ben sana tarif edeceğim. Hazal! Şimdi beni iyi dinle bebeğim.”
Yol boyunca Hazal ile konuşmaya çalışırken aklım Karan’da kalmıştı. Buraya gelmek belki onun şahsi fikri değildi ama yine de hoşuma gitmişti. Asil’i tanıyordum. Ona bir seçenek sunmuştu ve o beni seçmişti. Yüzümde iznim dışında oluşan gülümsemeyi Hazal’ın yeniden hıçkırmasıyla sildim. Ne kadar itiraf etmek zor gelse de. Bu sefer Asil büyük bir hamle yapmıştı. Ve lanet olsun ki daha ilk dakikadan dikkatimi dağıtmayı başarmıştı.
Yıllarca kaybolan yıllarıma acıdım. Bunları telafi etmek için çabalamadım çünkü bunun dönüşü yoktu. Aşkı tatmıştım. Üstelik en saf haliyle! Gözlerimin içine bakan bir adam, bakışlarımla ne istediğimi bilen bir adam. Beni ailesiyle tanıştırmak için âşık olduğu ülkesine götüren ve tüm sevdiklerini arkasında bırakıp yine benim dünyama dönen bir adam. Ne tatlı bir hikâye değil mi? Şimdi bu masalı benim gözümden anlatayım. Sevdikleri ve ülkesi için masum bir kadının aşkını kullanıp, onu yarı yolda bırakan bir adam. Yarattığı cehennemi terk ettiğinde, kadını ve dünyasını ateşe veren bir adam! Tırnaklarımı etime geçirirken Hazal’ın her bir gözyaşı Yusuf’a olan nefretimi harlıyordu. Verdiğimiz kayıplar ağırdı ama hiçbiri onun yaşadıkları kadar ağır değildi. Saçını sevgi ile okşamak için yumruğumu açtığımda kan toplamış avuç içim görüş açıma girdi. Dikkatimi yeniden Hazal’a verip fısıldadım.
“Geçti. Geçti bitanem. O acılar geçmişte kaldı.”
Hazal başını olumsuz anlamda salladı.
“Geçmedi. Geçmeyecek Gardenya. B-ben her gece göğsümde bu ağırlığı hissederken nasıl geçsin?”
Dudaklarımı saçlarına gömerken her zaman yaptığım gibi gene fısıldadım.
“Anlat o zaman! Bana neler yaşadığını? Neler hissettiğini anlat!”
Kasılan vücudu beni bir kere daha reddedeceğinin sinyalini veriyordu bir süre daha öyle kaldık. Sonunda başını kaldırıp kızaran gözleriyle bana gülümsedi.
“Teşekkür ederim. Bu krizimi yıllarca çekip bana katlandın. İyi ki hayatımdasın Gardenya.”
Bakışlarımı kaçırmak için çabalasam da yüzümü saran elleri buna izin vermedi.
“Yapma! Hiçbir şey senin suçun değildi. Bilemezdin!”
Ağlamamak için verdiğim çaba bir damlanın akıp gitmesiyle çöp oldu. Hızla onu silip geri çekildim.
“Keşke her şey o kadar kolay olsaydı. Benim yüzümden yaşadıklarınız…”
Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp ısırdım. Tirememlerini istemiyordum. Yaşlarının akmasını da! Lanet olsun! Zayıf düşmek istemiyordum.
Hazal ayağa kalkıp karşıma dikildi.
“Ailemiz senin sayende güvende.”
“Ailemizle yılda bir kez siktiğimin devletlerinin denetiminde resmi bir görüşme yapıyoruz. Bu mu güven dediğin şey!”
Sesi titrediğinde elleri yeniden karnına gitti. Canı yanıyordu. Kaybettiği şey onu hayatta karşı soğutmuştu. Yaşamak için tutunacağı bir dal kalmamıştı. Aklıma gelen isimle isteksizce konuştum.
Gözleri yeniden sulanırken başını olumsuz anlamda salladı.
“En son birlikte iş yaptık o kadar. Eminim yine gecelere akıyordur.”
Hepimiz geçmişi bir şekilde ardımızda bırakmıştık. Ben katil olmuş önce kendimi sonra karşıma çıkan herkesi öldürmüştüm. Hazal kendini ördüğü duvarın arkasına saklamış hayata sırtını dönmüştü. Arda kendini bizden soyutlayıp hayata sığınmıştı. İkisinin de arada birbirlerine attığı özlem dolu bakışları görüyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Onlara uzun bir süre hayatımdan uzak tutsam da bir halta yaramıştı. Arada sırada ettikleri yardımlar bile onlar üzerinde geri dönülmez yaralar açıyordu. Bu yaraların çoğu da geçmişimize uzanıyordu. Konuyu değiştirmek için boğazımı temizledim.
“Bu yılki aile görüşmesi iptal olabilir.”
Hazal irkilip gözlerini gözlerime dikti. Verdiğim kararların sonuçlarını tek başıma üstlenseydim bu kadar canım yanmazdı. Ama ne yazık ki her koyun kendi bacağından asılmıyordu. Hazal söylemek istediklerini yine içine attı. Bu huyundan nefret ediyordum. Neden ne hissediyorsa direk söylemiyordu? Neden hep kaçan, susan taraf o oluyordu.
Başını sallarken dolan gözlerini gözlerimden kaçırdı.
“Sebebini merak etmiyor musun?”
“Hayır. Eminim haklı bir sebebin vardır.”
Gerçekten var mıydı? Asil dik başlığımın bencilce olduğunu düşünüyordu. Ama öyle değildi. Yeterince zaman kaybetmiştim Ailem Türk devletinin elinde güvendeydi. Peki, o? O benim devletimin elinde ne kadar güvendeydi? Benim küçük sırrım. Beni bu hayata tutunmaya zorlayan tek amacım. Ülkemin verdiği son görevi yapıp ona dönmek için sabırsızlanıyordum. Herkes buna değip değmeyeceğini soruyordu. Gözlerimi kapatıp yüzünü gözlerimin önüne getirdim. Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken içimde filizlenmeye çalışan o şüpheyi söküp attım. Onun için yaptığım ve yapacağım her şeye değerdi.1
Hazal’la geçirdiğim saatlerin sonunda kendini yeniden toparlamıştı. Arada sırada her normal kadının yaptığı şeyleri yapmak biraz olsun normal hissettiriyordu. Kendini tamamen kariyerine odaklanış ve insanlardan soyutlanmış gibi gözükse de ona da iyi gelmişti. Bakımlar ve alışverişin canına okuduktan sonra gerçeğime geri döndüm. Beni buraya getiren araç hareket ederken torpidoya uzandım. Sarı kâğıdın üzerindeki adresi araçtaki navigasyona girdim.
Adamım bakışlarını verdiğim adres üzerinde gezdirirken gaza bastı. Tahmini yarım saat yazan yolu bir saatte gelmiştik. Kararan hava ile küçük kulübeyi zar zor seçebiliyordum. Peşimden gelen adamı elimi kaldırarak durdurdum. Gözlerini kısıp bana baktığında aracı gösterdim.
Bir an tereddüt etse de daha fazlasına cesaret edemedi. Araca geçtiğinde yolumu aydınlatan farlar sayesinde kulübeye ulaştım. Kapıyı iterek içeri girdim. Cılız bir mum ışığında eski ahşap masada oturan sırtı bana dönük adama yaklaştım. Adım seslerim ile sırtını dikleştirdi. Hemen karşısında duran tozlu tabureye isteksizce oturduğumda asık suratlı ajan bakışlarını ağırca mumdan ayırıp bana dikti. Konuşmadı. Çoğu insanın boş bakış diye anlamlandıracağı gözlerden ben her şeyi anlamıştım. Ne demek istediğini ne yapmam gerektiğini. Geriye doğru yaslanıp kollarını bağladı. Uzun denecek bir süre beni izledikten sonra bakışları eriyip sönmek üzere olan muma kaydı.
“Sana ulaştırdığım tablet Türklerin elinde mi?”
Ağır İngiliz aksanlı hırıltılı sesi kulaklarıma dolduğunda titrek mum ışığı neredeyse sönmek üzereydi. Bakışlarım ı mumdan ayırıp ona diktim. Neyse ki onun odak noktası hala o aptal mumdu.
Dudakları belli belirsiz bir kıvrılma sunduğunda yüzümü buruşturmamak için direndim.
Sonunda mum söndüğünde karanlığa gömüldük. Bakışlarını üzerimde hissettiğimde irkildim. Sesi kulaklarımı tırmalarken odaklanmam gittikçe zorlaşıyordu.
“Kısa bir zaman sonra hedefi öğreneceksin.”
Başımı salladığımda kendimi aptal gibi hissettim. Boğazımı temizleyip konuşmak için kendimi hazırladım.
Neyse ki duygularımı törpüleme konusunda başarılıydım. Korkumu yansıtmayan sesime içimden teşekkürlerimi sunarken ajanın konuşmasını bekledim. Ahşaba sürtünen başka bir ahşabın sesi ile irkildim. Ayağa kalkmıştı. Refleks olarak ona uydum ve bende kalktım. Aracın farı içeriyi yeteri kadar aydınlatmasa da çürümüş tahta parçalarının arasından gölgesini seçebileceğim kadar bir ışık geliyordu. Gözlerimi kısıp tetikte bekledim. Neyi beklediğimi bilmiyordum. Belki de boğazımı kesip işi bitirmesini bekliyordum.
“Siz gençler çok acelecisiniz Gardenya! Sabır bir erdemdir!”
“Biz şuna pervasız değilim diyelim ajan. Sonra ne olacak? Onu bana verecek misiniz? Yoksa diğer görevlerde olduğu gibi beni yine oyalıyor musunuz?”
Boğazımda hissettiğim acı ile nefesim kesildi. Gittikçe artan baskı çırpınmama sebep olurken kulağıma doğru fısıldadı.
“Birinci hatan o Türk ajanını korumandı. Bize başkaldırdın. İçerdeki yemimizi boşa harcattın.”
Baskı daha da arttığında çırpınmayı bıraktım. Kulağımdaki çınlama bayılacağımın bir göstergesiydi. Yine de direndim. Soğuk ve ölüm kokan bir sesle devam etti.
“İkinci hatan bize hesap sormandı. Sen bizim yarattığımız bir kuklasın Gardenya. Biz sana var ol dediğimizde olursun. Yok ol dediğimizde olursun. Sonra! Diye bir kelime senin o küçük dünyanda yok. Sen anlık yaşayan bir araçsın!”
Sırtım sert bir zemine çarptığında öksürük krizine girdim. Nefes almak için çırpınan ciğerlerim canımı yakarken saçlarıma asıldı. Yüzüme yaklaştığında sızak nefesi irkilmeme sebep oldu.
Dedi ve boğuk bir sesle güldü.
“Hala yapmadın ama yapacağın anı sabırsızlıkla bekliyorum. Senin sonun olacağım küçük kız. Nefesimi ensende hissettiğinden emin olacağım. Ailenin güvende olduğunu düşünmek istiyorsan böyle devam et. Ama senin yaptığın her hatanın bedelini onlar ödeyecek.”
Kısa bir an durup tepkimi bekledi. İstediğini alamayınca güldü.
“Ya da o küçük sırrın mı demeliydim?”2
Kasılan vücudum ona büyük bir haz vermiş olacak ki kahkaha attı.
“Güzel. İşte istediğim şey tam olarak bu. O korkun beni o kadar heyecanlandırıyor ki anlatamam.”
Saçlarımdaki elini çekip adımlarını benden uzaklaştırdı. Kapıyı açtığında serin hava içeri doldu. Dişlerimi sıkarak gidişini izledim. Donmuş bir şekilde saatlerce arkasından baktım. Tenimi parçalayan tırnaklarımın acısı bile beni kendime getiremiyordu. Hiçbir şeyin garantisi yoktu. Verdikleri görevi yerine getirsem bile bana onu vermeyeceklerdi. Bunu zaten anlamıştım. Yaptığım planda bu yüzden işimi şansa bırakmıyordum. Benimle oynadıklarını sanıyorlardı ama hepsi yanılıyordu. Bir şeytanı cehennem ateşiyle yakamazdınız. Cananını yakabilirdiniz ama onu öldüremezdiniz. Ben yıllarca o ateşin içinde tek başıma yanmış ve sağ kalmıştım. Şimdi o ateşle beni yakmaya çalışanları teker teker yakacaktım. Sadece zamanını bekliyordum. Üzerime düşen aptal rolünün de gayet iyi üstesinden geliyordum. Titreyen ayaklarımın üzerinde durduğumda içime derin bir nefes çektim. Gitmek için hareketlendiğimde başım döndü ve tökezledim. Öfke ve korku karışımı bir his beni ele geçirirken çığlık atmak istiyordum. Yaşadığım duygu yoğunluğunu atlatmam uzun sürmüştü. Bir kez daha adım attığımda kendimi dışarı attım. Hala farları yanan araca ilerlediğimde karşılaştığım manzara canımı sıkmıştı. Parçalanmış adamım aracın önünde duruyordu. Gözlerimi devirip kaputtaki yazıyı okudum.
“Kalem ve kâğıdım yoktu. Neyse ki sen yanında başka bir araç getirmişsin. Bu senin hedefin için yeni aracın. Hata yapman için deliren bir düşman. Sevgilerimle ölüm meleğin!”
Aracın ön camı dâhil her yeri batırmıştı. Akan kan yazıların birbirine girmesine neden olsa da ne demek istediğini açıkça iletmişti. Aracın içinde duran poşeti açtığımda yeni bir tablet beni karşıladı. Sıradan gibi gözükse de içeriğinin diğeri kadar karmaşık olduğunu bildiğim için açma işini sonraya bıraktım. Şoför koltuğunda başka bir poşet daha vardı açtığımda içinden dört bidon benzin ve bir tane çakmak çıkmıştı.
“Siktiğimin ölüm meleği! Elbet sıra sana da gelecek. O zamanda bu kadar götün kalkık olacak mı bakalım!”
Cesedin parçalarını zorlukla kulübeye taşıdım. Kulübenin içine benzini boşaltırken kırık çeşme dikkatimi çekti. Oraya gidip ön cam için boşalan bidona su doldurdum. Kurumuş kanı ovarak çıkardım. Hala pisti ama en azından ne yazıldığı belli olmuyordu. Aracı geri çektikten sonra yerdeki kan birikintisine de benzin döktüm. Dört bidonu da içeri fırlatıp araca yerleştim. Camı açıp çakmağı içeri fırlattım. Kısa süre içinde alevlere gömülen kulübeyi dikiz aynasından son kez bakıp gazı kökledim.
Şafak neredeyse sökmek üzereydi. Beni getirdikleri yüksek güvenlikli sarayı incelerken gözlerim giriş kapısına kaydı. Elinde görevlerde kullandığım silahların yanında sadece adını bildiğim üst düzey silahlar daha vardı. Gözlerimi kısmış bahçede dolanan mafya bozuntularına baktım. Bana ayrılan odanın Fransız camına kolumu yaslamış kaç kişi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Odanın kapısı destursuz açıldığında omuzumun üzerinden kapıya bir bakış attım. Uzay kaşlarını çatmış beni baştan ayağa süzüyordu. Yeniden cama döndüğümde alay dolu bir sesle konuştum.
“Bana sikecekmiş gibi bakman bittiyse siktir git!”
“Senin sikik çıplaklığını görmek zorunda mıyım lan ben? Giyin üzerini.”
Altımda siyah bir kot pantolon vardı. Ama üzerime bir şey giyme gereksinimi duymamıştım. Ev lanet derecede sıcaktı.
“Siktirip gitme seçeneğin hala geçerli.”
Uzay ağzının içinden birkaç küfür mırıldanıp bana doğru adımladı.
“Gardenya geldi. Seni istiyor.”
Yaslandığım yerden hızla geri çekilip ona baktım. Gözlerimi kısıp başımla giriş tarafını gösterdim.
“Gözlerimi bir saniye bile ayırmadım. Buranın başka girişi de mi var?”
Uzat otuz iki diş sırıtıp alay dolu bir sesle konuştu.
“Hem önden! Hem arkadan! Sen hangisini istersin?”
Bel altı şakalarını tiksindirici bulsam da bunu ona yansıtmadım. Açığını bulduğu an köpek balığı gibi yapışan bir manyak olduğunu görebiliyordum. Umursamazca omuz silktim.
“Sana uyarım. Engin tecrübelerini benimle paylaşmak ister misin?”
Uzay vurdumduymazlığıma tahammül edemedi ve üzerime doru adımladı. Yumruğumu sıkmış ondan gelecek hamleyi beklerken bakışlarım kapıdan gözlerini kısmış bizi izleyen kadını buldu. Yorgun bakışlarından aşağı doğru onu inceledim. Kısa sürede boynundaki morlukları yakalamıştım. Birkaç adımla karşısına dikilip ona dokunmak için uzandım. Gardenya gözlerini gözlerime dikmişken biri omuzumdan çekip beni geriye doğru fırlattı. Uzay’ın öfkeli sesi kulaklarıma dolsa da onu duymuyordum. Bakışlarım incecik boynundaki büyük morluklardaydı. Biri onun canını yakmıştı ve fazlasıyla sakin görünüyordu. Buna alışkın ve kaderini kabullenmiş bir mahkûm gibi. Dişlerimi sıkarak fısıldadım.
Gardenya başını dikleştirip tek kaşını havaya kaldırdı.
Kafamdan milyonlarca senaryo geçerken hala açık yarası olan ve tam olarak iyileşmemiş bu kadını bu derece kimin incittiğini öğrenmem gerekiyordu. Öğrenip onu kendi ellerimle parçalamam. Gardenya’nın dudakları yukarı doğru kıvrılırken bakışları üzerimde gezindi. Alt dudağını ısırıp alay dolu bir sesle konuştu.
“Bu güzel bir hismiş. Birinin beni deli gibi merak edip, pencereler de beklemesi gerçekten iyi hissettiriyormuş.”
Alay dolu sözleri dikkatimi dağıtmak için kurduğu bir oyundu. Yemedim. Gözlerimi kısıp aramızdaki mesafeyi kapattım.
“Endişelerimin yersiz olmasını dilerdim. Ama yanılmamışım. Şimdi benimle alay etmeyi kes ve bana onun adını ver. Bende gerekeni yapayım.”
Sanki çok önemli bir sır veriyormuş gibi dibime kadar girdi. Sıcak nefesi yüzümde hissettiğimde ayakucun da yükseldi. Farkında olmadan nefesimi tuttum. Yüzü yüzüme yaklaştığında fısıldadı.
“Hazırlan Karan. Seni cehennemimle tanıştıracağım. Bu zamana kadar ben sizin dünyanıza dâhil oldum ve yardım ettim. Şimdi sıra sende! Benim dünyamda, benim kurallarımla, bana yardımcı olacaksın.”
Geriye doğru çekilmeden önce yanağını yanağıma sürttü. Sıcak ve yumuşak teni kasılmama sebep olurken kıvrılmış dudaklarına baktım. Susamıştım. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp susuzluğumu gidermek için uzandım. Gardenya yavaş hareketlerimi gözlerini kısarak izlerken araya birinin girmesiyle birkaç adım geriledim. İstediğim şeyi alamamanın öfkesi kanımı kaynatırken bana pis pis sırıtan sarı ibneye baktım.
Ellerini göğsüme koyup birkaç adım daha gerilememe sebep oldu.
“O senin çiftleşebileceğin bir kumru değil. Bas geri!”
Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken kısa bir an Uzay’ın arkasında kalan Gardenya’ya baktım. Dudakları hala beni davet edercesine ben buradayım diye bağırıyordu. Kırmızı dolgun dudaklarını dişlerinin arasına almış gözlerini kısarak bizi izliyordu. Yeniden görüş açıma giren adama içimde büyüyen hayvani bir duyguyla kafayı vurdum. Uzay geriye doğru sendelerken küfürler ediyordu. Gardenya dudaklarını serbest bırakmış küçük bir aralıktan hızlı hızlı nefes alıyordu. Daha fazla dayanamadım ve birkaç adımla karşısına dikilip dudaklarına yapıştım. Nefesi benim nefesime karışırken karşılık vermesini bekledim. Çok tatlıydı. Sıcacık ve lanet olsun çok yumuşaktı. Sonunda dudaklarını araladığında dilimi ağzının içine soktum. Hiçte masum olmayan bir şekilde tadını kendi tadımla birleştirdim. İnlemesi beni sertleştirirken elleri çıplak göğsümdeki yerini aldı. Lanet olsun. Bu düşündüğümden de güzeldi. Elimi boynuna koyup yavaşça okşadım. Yutkunurken geri çekildi. Bakışları gözlerimi bulduğunda dudaklarını yalayıp bir kez daha yutkundu. Elimin altında onun yutkunuşunu ve atan damarını hissetmek beni delirtiyordu. Başparmağımı teninde hareketlendirip fısıldadım.
“Senin dünyanda senin kurallarınla sana her şekilde yardımcı olmaya hazırım. İstemen yeter.”
Gardenya sözlerimle kıkırdadı. Gözlerindeki o ışık saçan bakışın altında yatan şeytanı görebiliyordum. Aklından neler geçtiğini tahmin etsem de içimden bir ses beni bir hayli zorlayacağını haykırıyordu. Gülerek dudaklarına kısa bir öpücük koyup geri çekildim. Bakışlarım odanın köşesinden bizi öfkeyle izleyen Uzay’ı buldu. Tek kaşımı kaldırdığımda gülerek başını salladı. Dudakları hareketlendiğinde gözlerimi kısıp dudaklarını okumaya çalıştım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.98k Okunma |
236 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |