ilk öncelikle lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın 30 bölümün oy ve yorumları az ama okunması çok bu durum beni çok üzüyor o yüzden
Bölüm 250 oy ve 180 yorum sınırına ulasmadikca yeni bölüm atmayacağım yorumları sırf sınır dolsun diye noktalama işaretleri ve saçma sapan şeylerle doldurmayın lütfen burada gerçekten emek veriyorum bizlerin yorgunluğuyla bölüm yazıyorum 32 bölüm hazır daha da yazıyorum ve gerçekten bu kolay bir süreç değil:)
Destek olanlara teşekkür ederim keyifli okumalar hatam varsa affola🥰
Zaman öyle hızlıydı ki yetişmek mümkün değildi. Olayların üstünden bir ay geçmişti. Diyar Abi'den hâlâ bir haber yoktu. Banu Abla, zor da olsa kendini oğlu için biraz toparlamıştı ve inatla Diyar Abi'nin yaşadığını söylüyordu. Herkesin aklının ve kalbinin bir köşesinde Diyar Abi yer edinmişti. Eskiye dönmek zor olsa da Aras’a ve Banu Abla’ya hissettirmemek için iyi olmaya çalışıyorduk. Şilan Anneanne bu bir ayda daha çok çökmüştü. Beyaz saçlarındaki aklar artmıştı. Anlam veremesem de ne zaman beni görse gözleri doluyor, odasına çıkıp ağlıyordu.
Asaf ise bu konunun üstüne gidiyordu. En son bir sinyal almışlardı ve Asaf buna umut bağlamıştı, hâlâ da bu konuda umutluydu.
İşten gelince yorgun oluyordu. Birbirimizde dinlenip soluklanıyorduk.
Bu bir aylık süreçte Akın, İmge’yi kabul etmişti. Onlar için olaylar oldukça karışmıştı, lakin ilgilenmiyordum. Hayırlısı neyse o olsun onlar için.
Berzan, Hazan’ın hamile olduğunu duyurmuştu. Bugün de kurbanlar kesilecek, ziyafetler verilecekti. Aslında bunu yapmayacaklardı. Hem Hazan hem de Berzan, Diyar Abi’nin acısından dolayı böyle bir şey yapmayı uygun bulmamış, istememişlerdi. Zaten bebek olayını bilenler biliyordu. Ama Banu Abla kızmış, her şeyi kendi planlamıştı. Bunu tekrarlamaktan asla bıkmayacaktım; Banu Abla hayatımda gördüğüm en güçlü kadındı.
Kendi acısını içinde derin bir şekilde yaşarken dışarıya yansıtmamak için elinden geleni yapıyordu. Bazen uzaklara dalıp gözlerinin dolduğuna defalarca şahit olmuştum.
Diyar Abi’nin resmine uzun uzun bakıyor, göğsüne yaslıyor, onunla konuşuyordu.
Aras, annesinin toparlandığını görünce mutlu oluyordu ama biliyormuş gibi annesine asla babasını sormuyordu.
Bugünkü ziyafet Arnas Konağı’nda olacağı için Arnas Konağı’ndaydık. Birazdan misafirler gelecekti. Berzan hiçbir şeyden kaçınmamış, elinden geldiğince bu haberin müjdesine tüm Mardin’de maddi durumu olmayanların yüzünü güldürmüştü.
Herkes çocuğu Berzan Abi’den sanıyordu ama olayın arka yüzü farklıydı ve bilen tüm aile üyeleri ustalıkla gizliyordu. Berzan Abi, Hazan’ın karnındaki çocuğu oldukça sahiplenip benimsediğini bu şekilde çok güzel göstermişti zaten.
Gelen seslerle misafirlerin geldiğini anlamıştım. Hazan’ı çağırmak için odasına doğru adımladım. Kapıyı çaldıktan sonra "Gel." komutuyla içeri girdim. Hazan makyaj aynasının önünde oturmuş yüzüne bakıyordu. Ben gelince bakışları bana döndü.
Gülümseyip yanına ilerledim. "Hazırlanmışsın, çok da güzel olmuşsun." Kahverengi kumaş bir tulum giymişti, altına ise siyah boğazlı bir kazak… Yaptığı balık sırtı modeli saçları ve beyaz spor ayakkabılarından gözüken çizgili çoraplarıyla oldukça tatlı gözüküyordu. İçimdeki burukluğu engel olamadım. Onun da imtihanı zordu. Karnında bir bebeğin sorumluluğu vardı. Şu an gülümsüyor olsa bile ne kadar zorlandığını biliyordum.
Ceylan Yenge, hüzünle durumunu birkaç kez anlatmıştı. Sürekli kusuyor ve ağlıyordu. Berzan bir gün dayanamayıp Ceylan Yenge’ye endişeyle bu kadar çok kusmasının normal olup olmadığını sormuştu. Ceylan Yenge ise normal olduğunu söylemişti. Hamileliği çok zor geçiyordu. Ağrıları oluyordu ve Berzan Abi, doğru düzgün bir şey yemediğini defalarca endişeyle dile getirmişti.
Bu süreçte Hazan’a karşı davranışlarını gözlemlemiştim. Ve şunu söylemeliyim ki ona çok güzel bakıyordu. Bir dediğini ikiletmiyordu. Arnas Konağı’nda bulunduğum süre boyunca yemek masasında bakışları her daim Hazan’daydı. Hazan bir yemeği iştahla yediğinde dünyanın en mutlu adamı gibi oluyordu.
Bu bir ayda Hazan’ın okulunu da ihmal etmemiş, gereken neyse yapmıştı.
Berzan Abi hiç korkmadan her yükünü üstleniyor, bundan asla şikâyet etmiyordu.
Arnas ailesinin de destekleri bu konuda asla eksik olmuyordu. Hepimiz Hazan’ı sahiplenmiştik. Adem ne zaman gelse eli dolu geliyor, “Belki Hazan’ın canı çeker.” deyip getirdiği yiyecekleri mutfağa bırakıyordu. Tıpkı bir abi gibiydi Hazan’a karşı. Berzan’ın bu kararını onaylamış, saygı göstermişti.
"Sen de çok güzel olmuşsun, Dilşa. Misafirler geldi mi?" diye merakla şakıdı. İlk başlarda "Dilşa Abla" dese de, bana "Dilşa" diyebileceğini söylemiştim.
"Evet, geldiler. Hazırsan eğer inelim."
Aşağı inip salona girdiğimizde kadınların bakışları bize döndü. Zinnet Hanımlar da buradaydı. Hazan bir koltuğa geçip oturdu. Ben de yanına oturdum. Şilan Anneanne memnuniyetle bizi süzdü.
Karşımızdaki koltuktaki kadın söze giren ilk kadın oldu. Hazan’ı memnuniyetle süzdü. "Maşallah kızım, iki ayda gebe kaldın." dedi.
Yanındaki kadın bana bakarak, "Keşke Dilşa Gelin de hamile kalsa. Evleneli neredeyse bir sene olacak, lakin ses seda yok. Bir sıkıntın mı vardır, Gelin Hanım?"
Kurduğu cümleyle içimde bir yerler sızladı. Bir senemizin dolmasına az kalmıştı Asaf’la ama hâlâ hamile kalmamıştım. İnsanların benim hakkımda konuştuğunu duymuştum. Ama yüzüme karşı söylenmesi canımı yakmıştı. Neden hamile kalmadığımı ben de bilmiyordum.
"Hamile kalmak bir marifet değil. Bu mesele, evlenen çift arasındadır. Kimsenin bu konuda konuşmaya hakkı yoktur. Sizin bile. Bu meseleyi dert edecek tek insanlar Asaf Abi ve Dilşa. Haddiniz olmayan konuları açmanın bir manası yok."
Hazanın ağzından çıkan cümlelerle herkes ona bakmıştı. Gözlerimin dolmaması için büyük bir uğraş veriyordum. Kadın ağzının içinde geveleyerek, "Yaşı küçük ama dili de pek büyük." diye kısık sandığı bir ses tonuyla mırıldandı ama herkes duymuştu.
Zinnet Hanım, "Ne demek ikisinin meselesidir? Ben torun isterim." dedi. Bakışları bana döndü. "Kucağıma bir torun vermeyecek mi Dilşa?"
Ben daha konuşmadan Şilan Anneanne, "Asaf, öz oğlundan sonra evlendi Zinnet. Küçük kardeşinin kızı Arzu, ilk önce senin kucağına torun versin. Dilşa ve Asaf’ın bir senesinin dolmasına az kaldı, lakin oğlun ve Arzu iki senedir evliler ama ses seda yok."
"Öz oğlun" kısmını bastırarak söylemişti. Zinnet Hanım bakışlarını herkese çevirdi. "Benim gelinlerimin ve kızlarımın hamile kalmalarıyla ilgili kimse konuşamaz. Bu kimsenin haddine değildir. Benim konağıma gelip benim evimde oturacaksanız ağzınızdan ne çıkacağına da dikkat edeceksiniz. Aksi halde affetmem."
Şilan Anneanne’nin konuşmasıyla herkes yerine sinmişti. Bakışları bu defa hadsizce konuşan kadına döndü.
"Gelinimin yaşı küçük olabilir, Kadriye. Lakin bu saygısızlığa karşı sessiz kalacağı anlamına gelmez. Dediği her şeyde haklıdır. Ağzından kelimeler çıkmadan iki kez düşün. Düşün ki yaşı küçük bir kız sana haddini bildirmesin."
Kadriye denen kadın sert bir soluk verip çantasını aldı. "Ben gideyim, Hanımım." deyip ayaklandı. Onu durduran Şilan Anneanne’nin, "Özür dile!" diyen sesiydi. Kadın Şilan Anneanne’ye döndü.
Kadriye Hanım, yapmacık bir gülümsemeyle bana döndü.
"Kusura bakma, Gelin Hanım. Yanlış konuştum. Özür dilerim."
Bakışlarım kadının yüzüne döndü. "Söylediğiniz kelimelerle üzülecek bir kadın değilim, Kadriye Hanım. Düşüncelerinizin ve sizin gibi düşünenlerin zerre umurumda değil. Ama sorunuza cevap vermeden sizi uğurlamak istemem. Sorunum olsun ya da olmasın, bir çocuk, bir can dünyaya getirmek beni ve kocamı ilgilendirir. Sizi…" elimle etrafımdaki kadınları gösterdim, "sizleri ilgilendirmez."
Kadın arkasına bakmadan hızlı adımlarla çıktı odadan. Bu güzel günde tatsızlık çıkmaması için kimse bir şey demedi. Hazan’a gülümseyerek baktığımda, o zaten bana tebessüm ederek bakıyordu.
Sandığımdan daha zor bir kadındı. Dişliydi ve onda en sevdiğim yön buydu.
Keşke ben de bir zamanlar bu denli cesur olabilseydim.
Dakikalar geçmişti. İnsanlar ikramlıkları yiyor, çaylarını içiyordu. İçeriye giren bir kadınla tüm bakışlar o yöne döndü. Siyahlar içinde içeri giren kadın herkeste göz gezdirip bakışlarını Hazan’da durdurdu. Şilan Hanım, çatılmış kaşlarla yüzüne bakıyordu. Boş olan tekli koltuğa oturan kadına Şilan Hanım, "Hoş geldin Asiye. Hangi rüzgâr attı seni buraya?" diye soğuk bir sesle konuştu.
İsminin Asiye olduğunu öğrendiğim kadın, Hazan’a bakarak, "Torunumun karısıyla tanışmaya geldim. Sonuçta karnında bir Berwan taşıyor." Hazan’a hitaben elini uzattı öpmesi için. "Ben Berzan’ın babaannesi Asiye Berwan."
Hazan yerinden bir milim dahi kıpırdamadı. Düz bir sesle, "Belli ki Berzan tarafında zerre değeriniz yok, Asiye Hanım. Çünkü sizden hiç bahsetmedi. Size saygısı olsaydı, siz buraya el öptürmeye gelmezdiniz. Berzan elimden tutar, elinizden öpmeye getirirdi. O yüzden benden gelip elinizi öpmemi beklemeyin."
Asiye Hanım, Hazan’ın bu cevabını beklemiyor olacaktır ki oldukça şaşırdı. Lakin hiçbir şey olmamış gibi elini indirip bastonunun üstüne koydu, bakışlarını kısıp Hazan’ı baştan aşağı süzdü. "Akıllı kızsın, gelin de bakayım ne yaptın? Torunumun gözünü nasıl boyadın da benimle bu şekilde konuşmaya cesaret ediyorsun?"
Hazan, kadına düz bakışlarla bakarak, "Bu cesaret değil, Asiye Hanım. Gerçekler. Berzan gözü boyanacak bir adam da değil."
Asiye Hanım ayaklanıp sert bakışlarla Hazan’a baktı. "Bugün konuştuğun şeyleri unutma, gelin. Çünkü günü gelince sana hatırlatacağım. Sana belki söylememişlerdir; Berwanlara yapılan her saygısızlığın bir bedeli vardır."
"Ne dersin sen, Asiye! Ayağını denk alasın. Karşındaki bir Berwan falan değil. O mesele yıllar önce kapandı. Hazan, bu evin, Arnasların gelinidir. Değil bedel ödetmek, kılına dahi dokunmana izin vermem."
Şilan Anneanne’nin sert sözleri üzerine Asiye Hanım, "Öyle olsun bakalım, Şilan. Seninle de kapanmamış meselelerimiz çok." dedikten sonra çıkıp gitti odadan.
Arkasından bakan Hazan düşünceler içerisindeydi. Ben de anın gerginliğini henüz üstümden atabilmiş değildim. Gerginlik birkaç dakika odada hâkimiyetini sürse de insanlar tekrar sohbetine geri döndü. Herkes bir konuşma içindeydi. Yüzünü buruşturan Hazan ayaklandı. Anlamaz bakışlarımı yüzüne çıkarınca, "Midem bulanıyor." diyerek mırıldandı. "Odana çıkalım." dedikten sonra ayaklanıp salondan çıktık. Çıkmadan önce durumu Şilan Anneanne’ye söylemiştim.
Hazan’ın arkasından çıkınca hızlı adımlarla yukarı çıkıyordu. Midesi çok bulanıyor olmalıydı ki adımları hızlıydı. Merdivenleri çıktıktan sonra karşısına bir anda çıkan Berzan Abi’yle çarpıştı. Çarptığı kişiye bakmak için kafasını kaldırınca, Berzan Abi’yi gördü. Mide bulantısı artmış olmalıydı ki koşarak odasına girdi. Kapıyı bile kapatmaya vakit bulamamıştı. Arkasından bakan Berzan Abi’ye, "Midesi bulanıyordu, kusmak için odaya çıktı. Pek iyi görünmüyor." dedim üzgün bir sesle.
Üzülüyordum Hazan’ı böyle gördükçe.
Berzan, "Ben gidip bakayım. Kaç gündür kusma durumu arttı." dedi. Onun da sesi oldukça üzgün ve endişeliydi. Teşekkür ettikten sonra hızlı adımlarla odaya girip kapıyı kapattı.
Arkalarından derin bir soluk verdim. Herkes imtihanıyla boğuşuyordu. Arkamı dönünce terasta tek başına oturan Banu Abla’yı gördüm. Elindeki çerçeveye bakıyordu. Diyar Abi’yi çok özlüyordu. Keşke elimden yapacak bir şey gelseydi ama en az onun kadar çaresizdik bu konuda. Yanına gidip rahatsız etmek istemediğim için salona geri dönmeye karar verdim ama içimdeki sıkıntıya da engel olamadım.
Asaf’la neden çocuğumuz olmuyordu?
Deniyorduk. Hatta aylardır deniyorduk, lakin her ay regl oluyordum. Uzun bir süredir denememize rağmen bir sonuç alamamak beni de endişelendiriyordu, ama korkuyordum. Eğer doktora gider de olumsuz bir şey duyarsam ne yapacağımı, nasıl hissedeceğimi bilmiyorum.
Kafamdaki ağır düşüncelerle salona girip hiçbir şey olmamış gibi davran
dım. Lakin bu mesele moralimi oldukça bozuyordu.
Vardır her şeyde bir hayır, demekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Bir kere daha öğürüp kustuktan sonra kafasını kaldırdı Hazan. Gözlerinden yaşlar usul usul akmaya başladı. Kapıyı hızla açıp içeri giren Berzan’la bakışları o yöne döndü. Midesi tekrar bunalınca klozete eğilip öğürdü. Hem gözünden yaşlar boşalıyor hem de öğürüyordu. Yanına gelen Berzan, Hazan’ın öne sarkan perçemlerini kulağının arkasına sıkıştırıp elini beline sararak destek oldu. Hazan, son kez midesinde ne varsa çıkarıp geri çekildi. Eli ayağı boşalmış gibi hissediyordu. Berzan, Hazan’ı kucağına alıp lavabonun üzerine oturttuktan sonra musluğu açtı.
Hazan, kendine engel olamayıp sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Kendinden iğreniyordu. Kusmaktan ve üzerine çökmüş bu yorgunluktan nefret ediyordu. Yaşadığı şeyler ve iyi olmayan psikolojisi yüzünden ağlamaya devam etti. Berzan, avuçlarını Hazan’ın yanağına yaslayarak baş parmağıyla gözyaşlarını sildi.
“Şşşş, tamam geçti,” diye mırıldandı.
Hazan, kısılmış sesiyle, “Hiçbir şey geçmedi, her şey daha kötü oluyor. Kusmaktan bıktım. Hiçbir şey yiyemiyorum,” diyerek çocuksu bir kırgınlıkla konuştu.
Berzan, kollarını Hazan’ın etrafına dolayıp sıkıca sarıldı. Ördüğü balık sırtı saçları ve giydiği tulumla çok tatlı olmuştu. Bir de böyle çocuksu bir kırgınlıkla derdini Berzan’a anlatınca, onu alıp içine sokmak istiyordu. Kaburgalarının arasına gizleyip herkesten saklamak istiyordu.
Farkındaydı, Hazan için her şey zordu ama desteğini ve sevgisini asla esirgemeyecekti ondan. Hırçın bir kızdı, bunu ilk gördüğü anda anlamıştı ama bazen hamileliği onu sakin biri yapıyordu. Şu anda olduğu gibi.
“Kıyamam ben çiçeğime, geçecek Hazan. Bak, neredeyse üç ay geçti bile. Sonra kusmaların da bitecek. Ben hep yanında olacağım. Sen çok güçlüsün Hazan’ım, bunun üstesinden beraber geleceğiz.”
Hazan, kafasını Berzan’ın boynuna biraz daha sokarak mırıldandı:
“Ben güçlü olmak istemiyorum, Berzan. Yorgunum ben, dinlenmek istiyorum. Hiçbir şey bitmeyecek. Doğum daha zor…” dedikten sonra burnunu çekti. Gözyaşları yine akmaya başladı.
“Ben…” diyerek titrek bir sesle konuşmasına devam etti.
“Tecavüz sonucu olan bir bebeği nasıl seveceğim, Berzan?” dedikten sonra gözyaşları daha çok akmaya başladı.
Berzan, Hazan’ı kendinden biraz uzaklaştırıp gözlerinin içine baktı. Yaşlarla dolmuş gözlerini görmek, sertçe yutkunmasına neden oldu.
“Sakın bir daha öyle bir şey söyleme, Hazan. Bu ikimizin çocuğu. Babası benim, annesi de sen,” dedi. Elini Hazan’ın karnına koyup gülümsedi.
“O bizim çocuğumuz, kimsenin değil, sadece bizim. Öyle düşünme güzelim, aklına öyle şeyler getirme. Ben buradayım, hep yanında. Birlikte büyüteceğiz, her anında yanında olacağım.”
“Söz mü? Hep yanımda olacak mısın?”
Berzan, Hazan’ın saçını yine kulağının arkasına sıkıştırıp ortamı yumuşatmak için, “İyice sümüklü oldun. Hadi elini yüzünü yıkayalım, biraz dinlen,” dedi.
Hazan, yumruk yaptığı elini hafifçe Berzan’ın omzuna vurdu.
“Ben sümüklü değilim, sadece bu bebek benim hormonlarımla fazla oynuyor,” diye mızmızlandı.
Berzan, bu haline gülümsedi. Hazan’ın her hâlini seviyordu lakin bu hâli bambaşkaydı. Avcuna aldığı suyla Hazan’ın başını biraz eğip yüzünü, tıpkı küçük bir çocuğun elini yüzünü yıkıyormuş gibi, yıkamaya başladı. Hazan, elini de yıkayınca, dolaptan aldığı havluyla Hazan’ın yüzünü ve ellerini kuruladı.
Diş fırçasını çıkaran Hazan, dişlerini de hemen fırçalayınca, yorgun bakışları Berzan’a döndü.
“Hayrına beni yatağa kadar taşır mısın, Berzan? O kadar kas yapmışsın, bir işe yarasın,” dedi.
Berzan, gülmemek için zor tuttu kendini. Sırf Berzan güldü diye bile ağlayabilirdi; duygusal olarak fazlasıyla dengesizdi.
“Neden yapmışım ben o kasları?” diye munzurca sordu Berzan.
Konuşmayı sevmezdi lakin Hazan’la konuşmaktan fazlasıyla zevk alıyordu. Saatlerce konuşsa Hazan’ı dinlerdi ve Hazan’la saatlerce konuşabilirdi. Hazan’ın çipil çipil gözlerle çok dikkatli bir şekilde ona bakıp ne anlattığını dinlemesi oldukça hoşuna gidiyordu.
“Neden olacak? Karını taşımak için. Başka nedeni ne olabilir ki? Ha, güzel bir manzarası var ama o ayrı mesele, ona girmeyeceğim,” dedi Hazan.
Berzan, erkeksi gülüşüne bu defa engel olamadı. Hazan’ın burnuna ufak bir fiske atarak, “Çok yaramazsın, küçük hanım, ve fazla açık sözlü,” dedi. Ardından Hazan’ı kollarının arasına alarak, “Başka nedeni yok. Karımı taşımak için yaptım kasları, başka niye yapacağım?” dedi, Hazan’a uyum sağlayarak.
Hazan gülümsedi. Berzan ona bu süreçte oldukça iyi geliyordu ve istese dahi buna engel olamıyordu. Farklıydı ona olan duyguları; hep değişiyordu. Berzan’a tam anlamıyla güvenmiyordu. Hazan, kimseye tam anlamıyla güvenmezdi. Daha vakti vardı. Her şey gibi bunun da vakti vardı.
Berzan, Hazan’ı yatağa oturtup eğilip ayakkabılarını çıkardı. Dolaptan pijama takımı çıkarıp Hazan’a vererek, “Sen giyin, ben de kısa bir telefon görüşmesi yapıp geliyorum,” dedi.
Hazan, başını sallamakla yetindi. Berzan odadan çıkarken Hazan arkasından baktı. Derin bir soluk verdikten sonra, “Umarım doğru insansındır, Berzan. Umarım beni sen de üzmezsin,” diye mırıldandı.
Ardından giyinip yatağa uzandı. Sonrasında gözleri uykuya teslim oldu.
Odaya gelen Berzan, uyuyan Hazan’ı görünce gülümsedi. Üstünden attığı pikeyi tekrar üzerine örtüp derin bir soluk vererek, kısık sesle, “Keşke hayatında üzüntünün ve kederin sana uğramasına engel olabilseydim, Hazan. Özür dilerim, hayatına bu kadar geç girdiğim için,” dedi.
Dilşa, odasındaki pencerenin kenarına oturmuş, boş bakışlarla dışarıyı izliyordu. Havalar soğumaya başlamıştı. Ellerini bacaklarına sarmış, başını dizlerine yaslamıştı. Kafasında dönen tek düşünceyse çocuk meselesiydi.
Arnas Konağı’ndan Zinnet Hanım’larla beraber döndüğü esnada, Zinnet Hanım yol boyunca yeni evlenen çiftlerin bebeklerinden ve çocuğu olmayan kadınların üzerine gelen kumalardan bahsetmişti. Bu durum Dilşa’nın sinirini bozsa da tek kelime etmemişti. İnsanlarla muhatap olmayı sevmediğini söylemişti.
Kafasındaki düşünceler başını ağrıtmaya başlamıştı. Yarın doktora gidecek, işin aslını astarını öğrenecekti. Evet, bunu yapacaktı.
"Umarım kötü bir şey yoktur," diye kendi kendine konuştu.
Asaf, günün yorgunluğuyla içeri girdi. Karısını pencerenin kenarında görür görmez gülümsedi. Her odaya girdiğinde onu yanında görmeyi çok seviyordu.
Yüzündeki gülümsemeden zerre eksilme olmadan, "Güzelim, ne yapıyorsun orada?" diye seslendi. Dilşa’dan ses gelmeyince yanına gidip arkasından kollarını Dilşa’nın etrafına dolayıp sarıldı. Dilşa, Asaf’ın ona sarılmasıyla irkildi; düşünce denizinde boğulmaktan Asaf’ın geldiğini fark dahi etmemişti.
Asaf, Dilşa’nın irkilmesi üzerine, "Özür dilerim, Dilşa’m. Korkutmak istemedim. Seslendim, duymadın mı?" dedi, kollarını hâlâ karısına sarmış, onda dinlenirken.
Dilşa, dalgın ve durgun bir sesle, "Önemli değil, dalmışım. Seslendiğini duymadım," dedi. Asaf, Dilşa’nın durgun sesine anlam veremedi.
Dilşa’dan ayrılıp karşısına geçip oturdu. Dilşa’yı süzerken, radarına kızarmış gözleri takıldı. Tek kaşı usulca havalandı. Dilşa’nın ellerini tutarak, "Sen iyi misin, Dilşa’m?" diye sordu.
Dilşa, zoraki bir gülümsemeyle, "İyiyim," diye mırıldandı.
Asaf, sahte bir kızgınlıkla Dilşa’nın burnuna iki parmağıyla makas alıp sıkarak, "Kocana yalan söylememen gerektiğini ne zaman öğreneceksin, Dilşa Hanım? De bakalım bana," dedi.
"Önemli bir şey yok, Asaf. İyiyim ben," diye karşılık verdi Dilşa.
"Seninle ilgili olan her şey benim için önemli. Şimdi anlat bakalım, ne oldu çiçeğim?"
Bunu dedikten sonra, Dilşa’yı kendine doğru çekip başını omzuna yasladı. Büyük ellerini, incitmekten korkarcasına, Dilşa’nın saçlarının arasına daldırıp okşamaya başladı. Karısı küçük bir çocuk gibiydi; biraz suyuna gidince çocuklar gibi şikâyet ediyordu canını sıkanları. Sadece biraz sabretmek gerekiyordu.
Dilşa, zaten duygusal olduğu bir günde Asaf’ın hareketleriyle gözyaşlarını tutamadı. Genzini yakan acı, gözyaşlarının yerine geçti.
Asaf, meselenin ne olduğunu daha çok merak etti.
Dilşa, ağlamaklı çıkan sesiyle, "Asaf, ben neden hamile kalamıyorum? Aylardır deniyoruz ama hiçbir şey olmuyor. Bu kadar uzun süre hamile kalmam normal değil. Neredeyse bir senemiz dolacak. Bugün kadınlardan biri, bir sorunum olup olmadığını sordu." Kirpiklerinin altından gözlerini Asaf’a doğru kaldırdı.
"Asaf, benim bir sorunum mu var?" diye titreyen sesiyle konuştu.
Asaf, içi giderek karısına baktı. Kendine doğru çekip yanaklarını öptü.
"Dilşa, saçmalama güzelim. Hiçbir sorunun yok. Hem çocuk olmaması sadece senden kaynaklı değil ki güzelim. Bazen erkekte de sorun olabiliyor. Neden sadece kendini suçluyorsun? Hem bazı insanlar geç çocuk sahibi olur. Sabır edelim, hemen aklımıza kötü şeyler getirmeyelim. Etrafındaki insanlara aldanma. Bu benim ve seninle alakalı bir şey; başka insanların ne düşündüğü umurumda değil."
Dilşa, Asaf’ın konuşmasıyla biraz rahatlamıştı ama yine de doktora gitme kararında ısrarcıydı. Derin bir nefes verip Asaf’ın omzuna başını yasladı.
"Asaf, doktora gidelim. Eğer bir sorun varsa bilmek istiyorum," dedi.
Asaf, Dilşa’nın dediği şeyle derin bir soluk verdi.
"Hiçbir güç beni o doktora götüremezdi ama sen söyleyince her güce yeniliyorum, Dilşa’m. Gidelim bakalım. Yarın hazırlan, kahvaltıdan sonra gideriz," dedi.
Dilşa, Asaf’ın kabul etmesiyle kollarını etrafına sıkıca doladı. Asaf da ona karşılık verdi.
Dilşa’ya belli etmese de, Asaf’ın içindeki endişe tohumu kendini belli etti. Kendinden şüphelenmeden edemedi.
Ya kendisinde bir sorun varsa?
Bakışları, omzuna yaslanıp gözlerini huzurla kapatmış karısına kaydı.
Ya ondan anne olma hakkını aldıysa?
Bu düşünce üzerine sertçe yutkundu.
Böyle bir durum varsa ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Böyle bir şey varsa bu kötülüğü Dilşa’ya yapamazdı.
Bu düşünce içini yiyip kemirmeye başladı.
"Umarım ikimizde de bir sorun yoktur," diyerek en içten şekilde dua etti.
Bilmediğiyse, Dilşa’nın da aynı düşüncenin içini kemirdiğiydi. Dilşa da Asaf’tan baba olma hakkını almış olabileceği düşüncesinden çıkamıyordu.
İki karı koca da, kalplerinde ve zihinlerinde dönen aynı düşünceye ettikleri aynı duayla geceye karıştılar.
Karanlık odayı aydınlatan tek ışık, pencereden sokak lambasının yansıyan ışığıydı. Yansıyan ışık odaya loş bir hava vermişti. Seccadenin üzerine oturup ellerini semaya açan İmge, günlerdir yaptığı şeyin aynısını yapıyor; dua ediyordu. Kendini suçlu bulmaktan asla vazgeçmiyordu. İçine çekildiği kabuğu ona sığınak olmuştu.
Akın, onu kurtardıktan sonra konağa getirmişti. Akın’ın babası Feyzullah, olanları bildiği için İmge’ye “namussuz” demiş ve onu konakta istememişti. Lakin Akın karşı çıkmış, İmge’yi kabul ettiğini söylemişti. Sürtüşmeler yaşanmıştı; lakin galip gelen Akın olmuştu. Bir haftadır aynı evde yaşıyorlardı.
Feyzullah, bir araya geldikleri her anı zehir ediyordu. Babasını sevmeyen Akın, sabrediyordu; çünkü her şeyin bir vakti vardı.
Her şeye katlanmasının da bir sebebi vardı.
Konaktan çıktığı zaman, İmge’ye odanın kapısını kilitleyip odadan dışarı çıkmamayı tembih ederdi. Feyzullah, bunak bir adamdı ve ne yapacağı belli olmazdı.
Bazen İmge’ye sesler gelirdi; Feyzullah’ın Leyla Hanım’a bağırışları... İmge’yi oldukça korkuturdu. Her şeye çatan, berbat bir adamdı. Kafası bazı zamanlar yerinde değildi ve bu zamanlardan birinde odanın kapısını yumruklamış, İmge’ye açmasını söylemişti. Akın erken gelip engel olmasaydı, İmge yaşadığı korkudan ve tehditlerden dolayı kapıyı açacaktı.
Korkuyordu. Feyzullah, sandığından daha korkunç biriydi.
Bu nedenle kabuğuna çekildikçe daha çok çekilmişti. Gerektikçe Akın’la asla birbirleriyle konuşmuyorlardı. Sanki bu konuda sözleşmiş gibiydiler.
Kapının kilidini açan Akın, sakin adımlarla odaya girdi. Karanlık olan oda onu şaşırtmamıştı; her geldiğinde aynı manzarayla karşılaşıyordu. Bakışları, İmge’nin olduğu yere kaydı. Günlerdir doğru düzgün konuşmamışlardı. Artık konuşmanın vakti gelmişti. Bazı planları vardı. İstanbul’dan Mardin’e gelmesinin nedenleri vardı; bunlardan biri, Leyla Hanım’ı yani annesini buradan götürmekti. Lakin hesaba katmadığı, aklının ucundan dahi geçmeyecek olaylar yaşamıştı. İmge’yle ne yapacağını bilmiyordu. Kafası karışıktı. Hayatında olacak bir kadın değildi; lakin artık hayatındaydı. Oraya gidince arkadaşlarına evlendiğini nasıl söyleyecekti?
Yapacak bir şey yok, diye içinden geçirdi. Olan olmuştu. Yorgunca bir soluk verip banyoya girdi.
Kapı sesinden Akın’ın geldiğini anlayan İmge, istifini bozmadı. En çok da Akın’a karşı mahcup hissediyordu. Adamın hayatını mahvettiğini düşünüyordu. Belki de öyleydi. Zaman bunu gösterecekti. Kendine olan nefreti dinmiyordu. Kendini herkesten soyutlamak istiyordu ve bunu yapıyordu da.
Banyodan çıkan Akın, çekmeceden aldığı seccadeyi İmge’nin yanına serip namazını kılmaya başladı. İmge, Akın’ı izlemeye başladı. Yaklaşık 1.85 boylarında, geniş omuzlu, kumral bir erkekti. Çirkin diyemezdi; çünkü asla çirkin değildi. Çoğu kızın bakacağı bir erkekti.
Gerektiğinden fazla baktığını fark eden İmge, yutkunup önüne döndü.
Namazını kılan Akın, dua faslını da bitirip yönünü İmge’ye çevirip oturdu.
“Sence de artık konuşmanın vakti gelmedi mi?”
İmge, bakışlarını yerden kaldırmadı. Yüzü yoktu Akın’ın yüzüne bakmaya.
“Neyi?” diyerek karşılık verdi. Ne konuşacağını bilmiyordu.
“Her şeyi. Artık konuşmanın vakti geldi; en başta birbirimizi tanımamızın.”
Bakışlarını yerden zor da olsa kaldırıp Akın’a baktı. Başını olumlu anlamda sallamakla yetindi.
“Bu ailenin ortanca çocuğuyum. Yedi kardeşiz. Leyla Anne, üvey annem. Hakkı üzerimde çoktur. Benim için yeri de ayrıdır.”
İmge, şaşkınlıkla Akın’a baktı. Yedi kardeşlerse niye sadece Akın buradaydı? Leyla Hanım’ın Akın’ın üvey annesi olmasına da oldukça şaşırmıştı.
Akın, İmge’nin soru dolu bakışlarını anlayıp sorusuna cevap verdi:
“Görüyorsun ki Feyzullah çekilecek adam değil. Beş erkek, iki tane kız kardeşim var. Düzenimiz İstanbul’da kurulu. Hepimiz İstanbul’da birlikte yaşıyoruz.”
Akın, gözlerini İmge’nin gözlerinden ayırmadan, “Leyla Anne’yi almaya geldim. Bizim İstanbul’da bir arada yaşamamızı sağlayan o. Kendini bizim için bu cehenneme mahkûm etti. Onu alıp gideceğim. Bu kolay olmayacak; lakin yapacağım,” dedi.
Arada hüküm süren saniyelik sessizliği bölen yine Akın’dı: “25 yaşında çocuk doktoruyum.”
Akın’ın söyledikleriyle İmge daha çok şaşırdı.
İmge, Akın’ı tekrar süzmeden edemedi. Hiç doktor tipi yoktu. Üstünde beyaz doktor önlüğünü Akın’ın üzerinde hayal etmeden duramadı.
“Çok güzel bir mesleğin var. Çocukları sever misin?”
Akın gülümsedi. “Severim. Çok masumlar. Hele hasta olunca süt dökmüş kediye dönüyorlar. Görsen bakışlarını, içim gidiyor. Onları iyileştirince dünyanın en mutlu adamı oluyorum. Sağlıkla gülümsemeleri beni çok mutlu ediyor.”
Kendinden geçmiş bir şekilde meslek aşkını anlatan Akın’ı pür dikkat dinliyordu İmge. Mesleğini çok sevdiği, anlatırken parlayan gözlerinden dahi belliydi.
Akın, ona pür dikkat bakan İmge’yi görünce ufak bir öksürükle yüzündeki gülümsemeyi sildi. İmge’ye hitaben, “Şimdi de anlatma sırası sende,” dedi.
İmge, boğazını temizleyip önüne döndü ve parmaklarıyla oynamaya başladı.
Kafasındaki ses bir kez daha Akın’ı asla hak etmediğini haykırdı.
Kafasındaki sese hak verdi. Böyle bir adamı hak etmiyordu.
“Benim anlatacak pek bir şeyim yok. 19 yaşındayım, yakında 20 yaşıma gireceğim; her ne kadar girmek istemesem de… Lise mezunuyum. Bir abim var; nerede, ne yapıyor bilmiyorum. O da 24 yaşında. Eve pek uğramaz. Nerede olduğunu da pek bilmez kimse. Bu kadar. Normal bir insanım. Hiçbir iyi özelliğim yok. Bir amacım yok. Öylece yaşıyorum, ölmeyi bekleyerek.”
Akın, İmge’yi izliyordu. Bu kız hakkında ne düşündüğünü bilmiyordu. Kötü bir enerji almıyordu İmge’den. İçten içe onun da masum olduğunu düşünüyordu ama bir yanı, İmge’nin yaptığı kötülükleri haykırmaktan vazgeçmiyordu. Halbuki karşısında, yaptığı kötülüklerin pişmanlığıyla yanıp tutuşan bir kadın vardı.
“İmge, gerçekten pişman mısın yaptıkların için?” Akın, bu soruyu en saf şekilde sormuştu; içinde hiçbir kötü niyet barındırmadan.
Sağ gözünden akan yaşı elinin tersiyle silen İmge, Akın’a döndü.
“Ölmek isteyecek kadar pişmanım.”
“Bilmiyorum. Neden yaptım bilmiyorum. Benim ailem beni hep bu şekilde büyüttü. Suçu sadece onlarda bulmuyorum. Ben de suçluyum. Ama annem hep Dilşah’ı iter kakardı, ona kötü davranırdı. Bunu neden yaptığını sorduğumda, hak ettiğini söylerdi... Sonra ben de annem gibi oldum. İçime nefret ve kibir hâkim oldu. Kurtulamadım. Kurtulmayı istemeyi de akıl edemedim. Annem de babam da iyi insanlar değiller. Ben de değilim. Yaptığım onca şeyden sonra yaşamaya utanıyorum. İnsanların yüzüne bakmaya utanıyorum.”
Gözyaşları çoğalmış; sular seller gibi akıyordu gözpınarlarından.
Akın’ın gözlerinin içine baktı. “Neden kurtardın beni? Neden bana, kendine bu kötülüğü yaptın?”
Etrafını gösterdi. “Senin de hayatını mahvettim! Sevmediğin, üstelik namussuz olarak anılan bir kadınla birlikte olmayı kabul edip hayatını mahvettin!”
Ağlayışlarının içinde bağırdığını fark etmeyen İmge, bir krizin eşiğindeydi.
“Ölmeliydim ben, Akın! Ölmeliydim!” Titreyen vücudunu kendine çekip kollarını sardığı bacaklarına sarıp gözlerini yumdu. Tek yaptığı, “Ölmeliydim,” diye mırıldanmaktı.
Akın, sertçe yutkundu. Sorduğu soruların cevabını fazlasıyla almıştı.
Akın, dayanamayıp İmge’ye kollarını sardı; sarılıp sakinleştirdi.
Doğru düzgün uyumayıp bir şeyler yemeyen İmge, dakikalarca ağladıktan sonra Akın’ın kollarında uyuyakaldı.
Akın, kollarının arasındaki kadına baktı.
Mardin’e gelmesinin tek sebebi Leyla Anne’yi alıp götürmekti. Lakin olay şu an çok başka bir boyuttaydı.
Ne yapacağını bilmiyordu. Her şeyi zamana bırakacaktı.
İmge de artık ona emanetti. Tek başına bırakmazdı.
Ne olacaksa olsun, dedi içinden.
Stresle bir ayağımı sallıyordum. Hastaneye gelmiştik, tüm muayenelerden geçmiş, şimdi de sonuçları bekliyorduk. Elim ayağım birbirine girmiş durumdaydı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bir sorun çıkmaması için sürekli dua ediyordum. Asaf’ın elini belime dolayıp sarılmasıyla bakışlarımı ona çevirdim.
“Dilşa’m, az sakin ol. İnşallah hiçbir sıkıntı olmayacak,” dedi ve alnımdan usulca öptü.
Tam o esnada doktorun asistanı ismimi söyledi. İkimiz de ayağa kalkıp doktorun odasına girdik. Elindeki dosyalara ciddiyetle bakan Elmas Hanım, bizim girdiğimizi görünce gülümseyerek, “Oturun lütfen,” dedi. Masanın önündeki koltuklara oturduk. İçimde engel olamadığım bir korkuyla doktora baktım.
Asaf, “Sonuçlar nasıl, doktor hanım?” diye merakla sordu.
Elmas Hanım bize dönerek, “Tahlilleriniz gayet iyi, Emir Bey,” dedi. Ardından bakışlarını bana çevirdi. Odaya gergin bir hava hâkimdi. Elindeki dosyayı masaya bırakıp gözlerime baktı.
“Ama Dilşah Hanım için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim,” dedi üzgün bir sesle.
Bu cümleyle sertçe yutkundum. Kalbim korkuyla atmaya başladı. Öyle ki ne diyeceğimi bilemedim.
Asaf, “Ne demek istiyorsunuz?” diye endişeyle konuştu.
“Dilşah Hanım’ın yumurtalıklarında bazı sıkıntılar var. Hamile kalması çok düşük bir ihtimal içerisinde.”
Doktorun bu cümlesiyle adeta ruhum yerinden oynadı. Asaf’a bir şeyler daha söylüyordu ama ben ilk dediğine takılı kalmıştım.
Genzimi yakan acı, kalbime kadar uzandı. Acı benliğimi adeta ele geçirdi.
Bölüm sonuna geldik Dilşaha bu kötülüğü yaptığım için özür dilerim..
Dört bin kelimeyi aştı Hewidarın en uzun bölümlerden biri olduu
İmge ve Akın hakkında düşünceleriniz nelerr gelecek bölümlerde imge ve Akın sahneleri olsun muu ona göre yazıcam?1
Hazan ve Berzana ne diyorsunuz onların kurgusu Hewidarın finalinden sonra yayımlanacak ikisi hakkındaki düşünceleriniz nelerr?1
Ve gelelim Dilşa ve Asafa şimdi neler olacak Dilşah ve Asaf bu süreçte neler yapıcak sizcee?
Gelecek bölüm biraz duygu karmaşası yaşanacak o da uzun ve güzel bir bölümm
İnstegram hesabımı takip etmeyi unutmayın tüm duyurular orada haber veriliyor
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
32.98k Okunma |
1.81k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |