HEPİNİZİN BAYRAMI MÜBAREK OLSUNNNNN✨💖
Umarım sevdiklerinizle geçen dolu dolu ve güzel bir bayram olmuşturrr🪷
Bayrama özel bölüm yazacaktım amaaa finale az kaldığı için gerek duymadım açıkçası o yüzden yeni bölüm yazdımm
Keyfli okumalar umut çiçeklerimm umarım bölüm hoşunuza giderr
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum unutmayın lütfennn🥲🌷
Kalbim, acı içinde kıvranıyordu. Çoğu zaman, yaşadığım toprağın acımasızlığı bir tokat misali yüzüme çarpardı. Bugün de farklı değildi. Nerden öğrendiklerini bilmiyordum ama Mardin'de çoktan "Asaf Ağa'nın eşi çocuk yapamayacak." dedikodularının dolaştığına emindim. Halbuki ne kadar da mutluydum konağa girmeden önce... İçim içime sığmıyordu. Şimdi ise acım içime sığmıyordu.
"Benim zaten bir karım var, Zümrüt hanım."
Asaf'ın sesi, kendinden emin ve sakindi. Bu saçmalığın bir an önce bitmesini istiyor gibiydi. Gözlerim dolmuştu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım, ama kelimeler içimde düğümlendi.
İsmini bilmediğim kadın, Asaf'ın sözlerini hiçe sayarak devam etti:
"Ne senden ne de diğerinden çıt yok! Bir çocuk getiremedi karılarınız."
"Diğerinden" dediği, Arzu'nun eşiydi. Asaf'ın üvey abisi... Arzu'nun da çocuğu olmuyordu ama tedavi görüyordu. O, bu ailenin gözünde hâlâ umut taşıyandı. Ben ise...
Kadın, kalan son iki basamağı da ağır adımlarla inip tam karşımızda durdu. Yanında genç bir kız vardı, belli ki getirdiği biriydi.
"Bu aileye geldiyse," gözlerini yüzüme dikti, "çocuk doğurmak zorunda. Kocasının soyunu devam ettirmek onun görevi."
Bakışlarındaki aşağılamayı iliklerime kadar hissettim. Ardından, yüzünü Asaf'a çevirdi.
"Kusurlu bir kadını ne yapacaksın?"
Daha cümlesini tamamlayamadan, Asaf'ın sesi konağın duvarlarını sarsarak yükseldi:
Bir anda herkes irkildi. Az önceki sakinliğinden eser kalmamıştı.
bir adım öne çıkıp Zümrüt hanımın tam karşısında durdu.
"Sana saygısızlık yapmak istemiyorum. Ama bir daha karım hakkında bu şekilde konuşursan, olacaklardan ben sorumlu olmam!"
Sesi, kelimeleri bıçak gibi keskin ve netti. Babaannesinin yüzünü sert bakışlarıyla taradı.
"Annem size yem oldu. Onun hayatını mahvettiniz, geleceğini çaldınız, gözündeki ışığı söndürdünüz. Karıma aynısını yapmana izin vermem, Zümrüt Zahir! Çünkü ben senin oğlun Şahin Zahir değilim! Karımın bir tel saçını bile dünyaya değişmem. Bunu böyle bil ve ona göre hareket et!"
Konağın içinde bir sessizlik oldu. Asaf, babaannesinden gözlerini ayırmadan birkaç adım geri çekildi.
"Unutma, Zümrüt Hanım... Senin 'soy' diye gezindiğin Zahir soyunu da, mallarını da ben kurtardım. Ben olmasam, sefalet içinde olurdun. Ne bu kibirli bakışların olurdu ne de kendini beğenmiş tavırların. Eğer sabrımı zorlarsan, o sabır biter! Babaannelik vasfına sakın kendini sığdırma. Vaktinde yapmadığın şeyler, şimdi aklına gelmesin."
Bu ailede neler olduğunu bilmiyordum ama Asaf'ın her kelimesi, Zümrüt Hanım'ın sinirini yüzüne vuruyordu. Göz seğirmesi bile öfkeden titrediğini gösteriyordu.
Ona bakan gözler arasında Asaf'ın babası Şahin Ağa da vardı. Bakışı farklıydı. İçinde ne vardı, bilemiyordum. Pişmanlık mı? Gurur mu?
Dilan, abisine gururla bakıyordu. Zilan ve Boran gülümsüyordu. Zinnet Hanım, sinirle yumruğunu sıkmıştı.
Bütün bu bakışları geride bırakıp merdivenlere doğru ilerledik daha doğrusu Asaf beni oraya çekti
Gözlerimi Asaf'a çevirdim. Bakışları soğuk, adımları sertti. Avcunun içindeki elim, onun avcunda kaybolmuştu. Az önce söyledikleri ne demekti? Bilmediğim çok şey vardı ve bu durum artık canımı sıkıyordu. Annesi intihar etmişti. Peki ama neden?
Bana anlatacaktı, biliyordum. Vakti gelince.
Ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Beni bu denli koruması, sahip çıkması içimi ısıtıyordu. Olması gereken de buydu aslında. O kadar güzel seviyordu ki... Ama yine de kalbimin bir köşesindeki hüzne engel olamıyordum.
İçimden sadece ağlamak geliyordu.
Odaya girer girmez Asaf'ın avcundan elimi çektim. Kaşları hafifçe çatıldı, anlam veremediği bakışlarını yüzüme dikti. Parmak uçlarımda yükselerek dudaklarına kapandım.
Karşılık vermesi uzun sürmedi. Ayrıldığımızda, gözlerim yine dolmuştu. Bir şey söylemedim, o da bir şey söylemedi. Elimi tuttu, avcumun içine küçük bir öpücük kondurdu. Sonra yüzümün her zerresine sayısız öpücük bıraktı.
Sol gözümden bir damla yaş süzüldü. Parmak ucuyla sildi.
"Neden ağlıyorsun, güzelim?" diye fısıldadı ve yanağımdan bir öpücük daha aldı.
O an, ne dediğimi bilmiyordum.
Sadece büyük bir boşlukta hissediyordum.
Titreyen ellerim ve engel olamadığım gözyaşlarımla Asaf'tan iki adım uzaklaştım. Tek kaşı hafifçe kalktı.
"Asaf, ben biraz yalnız kalmak istiyorum."
Sözlerimi duyar duymaz gülmeye başladı. Ama gülümsemesi hızla silinip ciddileşti.
"Şaka mı yapıyorsun? Bu halde seni yalnız bırakacağımı düşündüren nedir sana?"
"Asaf, lütfen... Yalnız kalmak istiyorum."
"Birlikte yalnız kalırız. Önemli olan da bu değil mi? Kalabalık herkesle yaşanır. Asıl önemli olan, yalnızlığı paylaşmaktır."
"Yalnızlık paylaşılmaz, Asaf!" diye haykırdım. "Neden anlamak istemiyorsun? Yalnız kalmak istiyorum!"
Elime ne geçtiyse yere fırlatmaya başladım. Sesim yükseldi. Sinirlerim bozulmuştu, etrafımdaki her şeyi dağıtıyordum.
"Kimseyle konuşmak istemiyorum! Bıktım! Sürekli bir şeylerin olmasından bıktım! Yeter artık! Mutlu olduğum anların bozulmasından bıktım!"
Asaf, kollarını önünde kavuşturmuş, beni izliyordu. Öfkemi atmamı bekliyordu. Öfkemin ona bulaşacağından haberi yok muydu?
Makyaj masasındaki allığı da yere fırlattım. Sonra, hırsla Asaf'ın önünde durdum.
"Senden nefret ediyorum! Git buradan, Asaf! Seninle hiçbir şey paylaşmak istemiyorum! Ne yalnızlığı ne kalabalığı... Seni istemiyorum! Beni rahat bırak!"
Gözleri kısıldı. Kolları iki yanına düştü.
Derin bir nefes aldı, dişlerinin arasından "Hiçbir yere gitmiyorum!" diye hırladı. "Ait olduğum ve ait olduğun yer burası. Karımı bırakıp hiçbir yere gitmiyorum. Sıkıyorsa gönder!"
Gözyaşlarıma engel olamadım. Ama bu kez mutluluktandı. Kafam karmakarışıktı ne istediğimi bile bilmiyordum.
Asaf, kollarını etrafıma doladı. Kendimi ona bıraktım. Bağıra çağıra ağlamaya başladım...
Asaf, sırtımı sıvazladı. Başımın üstüne küçük öpücükler kondurdu. Beni kollarına aldı ve yatağa götürdü. Sıcaklığını hissettiğim an, kalbimdeki fırtına biraz dindi. İçimde biriken tüm acıyı, hıçkırıklarla dışarı atıyordum.
Başörtüm gevşemişti, Asaf başımdan tamamen çıkardı. Saçlarımı açıp avuçlarının arasına aldı, parmaklarıyla nazikçe okşadı. Sanki her telinde kırılmış yanlarımı toparlıyordu.
Yatağa oturdu, beni kucağında sımsıkı sardı. Sırtını yatak başlığına yasladı ve alnıma uzun bir öpücük kondurdu.
"Ne zamandır içinden biriktiriyorsun da, şimdi böyle taştı?" diye fısıldadı.
Gözlerim ağrıyordu. Kendimi daha da Asaf'a soktum. Başımı göğsüne yasladım. Kalp atışları, zihnimdeki karmaşayı bastırıyordu.
Gözlerimi utançla kaçırdım. Kalbini kırmıştım. Söylediklerim... Çok acımasızdı. Ama Asaf, sanki içimi okumuş gibi çenemi nazikçe tutup yüzümü kaldırdı.
"Hayır, üzülmedim Dilşam. Kırılmadım da," dedi yumuşak bir sesle.
"Mutlu oldum..." diye devam etti. "Bana karşı içinde biriktirdiklerin, içinde çürümesindense dışarıya zehrini akıtıp beni çürütmesini tercih ederim."
Bu sözleri duyunca gözlerim yine doldu.
"Özür dilerim," diye fısıldadım.
Ellerimi yüzüne uzatıp parmak uçlarımla okşadım. O kadar güzeldi ki... Kalbimin içini dolduran tek şey, ona duyduğum aşktı.
"Sana karşı içimde olan tek şey, kalbime ve ruhuma sığmayan aşkım ve sevgim. Seni çok seviyorum, Asaf. Ama sana bu kötülüğü yapmak istemiyorum."
Sağ gözümden bir damla yaş süzüldü.
Asaf, başını yana eğip kaşlarını çattı. "Sen bana hiçbir kötülük yapmıyorsun ki, Dilşam."
"Baba olma hakkını elinden alıyorum." Sertçe yutkundum söyleyecklerim benim için çok ağırdı. Kısık bir sesle.
"Eğer baba olma hayallerin varsa o kadınla..."
"Sakın cümlenin devamını getirme Dilşa sakın"
Sözlerim, havada asılı kaldı. Bir an sessizlik oldu.
Asaf, gözlerini gözlerime kilitledi ve net bir sesle konuştu:
"Annesi sen olmayacak bir çocuğa babalık yapmak istemiyorum. Benim tüm hayallerim seninle ilgili."
Kalbim hızlandı. Boğazıma bir şey düğümlendi.
Sesi daha da yumuşadı. "Elbette bir çocuk istiyorum. Ama en başından beri söylediğim gibi... Annesi sen olacak bir çocuk istiyorum. Sana benzeyen bir çocuk. Senin gibi gülen, senin gibi bakan bir çocuk. Bu meseleyi kafana takma. Bunun da üstesinden geliriz. Senden tek istediğim, güçlü kalman. İnsanlara boyun eğmemen. Kendini ezdirmemen. Suçun olmayan bir şey için utanmaman. Eğer seni gerçekten bu kadar yıpratıyorlarsa... Alır, götürürüm seni buralardan."
Parmaklarını saçlarımın arasından geçirip başımı avuçlarının arasına aldı.
"Benim için hiçbir şey senden ve kardeşlerimden daha kıymetli değil. Bunu sakın unutma, Dilşam."
İçimdeki tüm acı, yerini derin bir huzura bıraktı. Onun bu sözleri, beni yeniden ayakta tutuyordu.
Asaf beni seviyordu. Hem de çok...
Önümdeki hamuru güzelce açıp içine patates püresinden bir miktar koyduktan sonra şekil verip tepsiye yerleştirdim.
"Vallahi Dilşa, bu konuda gerçekten çok iyisin. Yaptığın her hamur işi çok lezzetli oluyor," dedi Pınar.
Sözleriyle gülümsedim. O da önündeki salatalıkları dikkatle doğruyor, bir yandan da konuşuyordu.
"Sultan teyze de hep aynı şeyi derdi. Hamur işiyle uğraşmayı seviyorum. Yemeyi de," dememle Pınar kıkırdadı, ben de onunla birlikte güldüm.
"Off off, nasıl güzel kokuyor! Yine döktürüyorsunuz," dedi Boran.
Sesiyle kendini belli ettiğinde ona döndüm. Güler yüzü, sırtında okul çantası ve üzerinde okul forması vardı. Saat henüz sabahın erken vakitleriydi. Erken uyanınca Asaf'ı odada bırakıp aşağı inmiştim. Kahvaltı için hazırlıklara başlamışken Pınar ve diğer hizmetliler de uyanmış, yardım etmişlerdi.
"Okula mı gidiyorsun? Saat daha erken değil mi?" diye sordum. Boran'ın bu kadar erken çıkmasına şaşırmıştım.
"Maçımız var bugün. Koçumuz erken gelip son hazırlıkları yapmamızı istedi, o yüzden erkenden gideceğim," dedi.
Soğumaya bıraktığım poğaça tepsisinden bir tane alıp yemeye başladı. Yerken kendinden geçmiş gibi gözlerini yumdu. Boran'ın poğaçaya, hele ki patatesli poğaçaya çok ayrı bir zaafı vardı.
Bu haline gülerek, "İyi, Allah yardımcınız olsun. Seyirci olarak gelebiliyoruz, değil mi?" dedim.
Ağzı dolu olduğu için başını olumlu anlamda salladı. Lokmasını bitirince de, "Abim zaten geleceğini söyledi. Artık gelirsiniz izlemeye," dedi.
Ayaklanıp tezgâha doğru ilerledim. "Geliriz tabii," dedim.
Dolaptan bir saklama kabı çıkardım. Mutfak masasına geri dönüp saklama kabına birkaç tane poğaça koydum. Boran'a uzatıp, "Al bakalım, arkadaşlarınla yersin," dedim.
"Sağ olasın yengem," deyip gülümsedi.
Ayağa kalktı, ben gideceğini sanırken bir anda bana sarıldı. Bu duruma şaşırmadan edemedim. Aniden sarılmasına şaşırmıştım. Benden ayrıldığında gözlerinin dolu dolu olduğunu fark ettim.
Sertçe yutkunarak, "Anne gibi hissettiriyorsun," dedi.
Kurduğu cümleyle boğazım düğümlendi.
"Teşekkür ederim," dedikten sonra mutfaktan hızla çıktı. Arkasından gülümsemekle yetindim.
Tezgâhın önünde hâlâ bir şeylerle uğraşıyordum, hizmetliler sofrayı hazırlamaya koyulmuşlardı. Ev ahalisi birazdan kahvaltıya inirdi. Yanımda birinin durmasıyla bakışlarımı o yöne çevirdim. Zümrüt Hanım'ın dün yanında Asaf için getirdiği kızdı. Düşününce bile kanım kaynıyordu. Bir de dün Asaf'a "Baba olmak istiyorsan evlenebilirsin." demiştim. Şimdi düşününce ne kadar da saçma bir düşünceydi bu.
Ah, aptal kafam! Asaf'ı kendimden başka kimseye yar etmezdim.
Bakışlarımı yüzünden çekip işime geri döndüm.
"Kolay gelsin." dedi samimiyetsiz bir sesle.
Saniyeler sonra ellerini önünde kavuşturarak, "Kendini hanımağalıktan soyutlayıp hizmetçiliğe mi soyundun? Tabii, sen de haklısın. Baktın Emir Ağa seni bırakacak, konakta bir yer edineyim derdine düştün."
Dediklerine kahkahalarla gülmemek için zor tuttum kendimi. Ekmekleri doğradığım bıçağı bir kenara bırakıp ona döndüm. Karşı karşıyaydık. Küçümseyerek yüzüne baktım.
"Sen galiba dün Emir'in söylediklerini iyi duymadın. Bana verdiği değerin haddi hesabı yok. Konağımın mutfağında çalışmam, hizmetli olduğum anlamına da gelmez. Gördüğün manzaradan bu düşünceyi çıkaracak kadar sığ mısın?"
Kaşları çatıldı, gözlerini kısarak bana baktı. Pınar'dan öğrendiğim kadarıyla ismi Melike'ydi.
"Erkek milleti bu, Dilşa. Bir iki gün sonra senden sıkılıp başka bir kadına koşar. O gün kollarımı ona açacağım. Böyle bir adam için yatağımda her daim yer var."
Demesiyle sinir sistemim altüst oldu. Ne olduğunu ben bile anlamadan saçlarından tutup sürüklemeye başladım.
"Sen ne biçim konuşuyorsun!" diye hiddetle yükseldim.
Saçları ellerimin arasında, ciyaklayıp duruyordu. Çığlık atıp bağırmasından dolayı konaktaki herkes inmiş, ne olduğuna bakıyordu. Saçlarını bırakıp yere doğru ittim. İçimdeki öfke, patlamaya hazır bir yanardağ gibiydi.
"Dilşam!" diyen Asaf'ı bile umursamadım. Öfke dolu bakışlarım Melike'nin üzerindeydi.
"Ne oluyor burada? Bu ne hadsizliktir? Misafire böyle mi davranırsınız siz!?"
Sert bakışlarımı Zümrüt Hanım'a çevirdim.
"Eğer misafir, karşıma geçip kocamı ayartıp yatağına alacağını söylerse, onu mahvederim! Misafirliğini bilsin, ona göre davransın!" diye bağırdım.
Zümrüt Hanım, bakışlarını Melike'ye çevirmekten başka bir şey yapmadı.
Asaf, karşıma gelip ellerimi avuçlarının içine aldı. Nefes alış verişlerim hızlı ve düzensizdi, gözümün önü kararıyordu. Ellerimi avuçlarının içine alıp, "Tamam, çiçeğim. Sakinleş, aç avucunu."
Avucumu sıktığımı bile bilmiyordum. Yavaşça açınca, tırnaklarımın izleri kendini belli etti. Tırnaklarımı resmen sinirden avcuma gömmüştüm. Hafifçe kanıyordu. Asaf, parmak uçlarıyla tırnak izlerimi okşamaya başladı.
"Emir Ağam, yalan söylüyor! Ben öyle bir şey demedim. Kolay gelsin demek için yanına gittim. Birden saldırmaya başladı!"
Kan adeta beynime sıçradı. Ben mi yalan söylüyordum!? Ellerimi Asaf'ın avuçlarından kurtarıp Melike'ye atılarak,
"Bana bak, beni çıldırtma! Sinirim zaten bozuk! Ne demek yalan söylüyor? Asıl sen yalan söylüyorsun!"
Ona atılmamı engelleyen, Asaf'ın belime sardığı kollarıydı.
"Pamuk gibi kızı birkaç günde ne hâle getirdiniz."
Dilan, sert bakışlarla babaannesine bakarak kurmuştu bu cümleyi. Melike'ye dönerek,
"Dilşa yalan söylemez. Ayrıca saçma sapan bir nedenden buradasın. Ne yapsın? Yoluna çiçek mi döksün?"
Birkaç kişi Dilan'ı onayladı. Kim olduklarına dikkat etmedim.
"Sakin ol, güzelim. Kendine zarar veriyorsun. Derin nefes al, ver."
Asaf'ın kulağıma fısıldadığı sözlerle derin nefes alıp verdim.
Sakin ol, Dilşa. Sen bu değilsin.
"Ağam, yalan söylemiyorum ben. Ne olur, inanın bana!"
Asaf, "Hakan!" diyerek kapıdaki korumaya seslendi. İçeri giren Hakan'a, "Kıza uçak bileti alıp evine yolla." dedi.
Hakan, Melike'nin yanına gelip elini uzatacakken, Zümrüt Hanım,
"Melike hiçbir yere gitmiyor. Ben burada olduğum sürece o da burada olacak."
Dilan, sert bir soluk verip gözlerini devirerek, "Sen de git o zaman." dedi sert bir sesle.
Zümrüt Hanım, Dilan'ın sözlerine darılıp sinirlense de belli etmedi.
Bu kız burada kalırsa, ben bir saniye bile kalmam.
Asaf, "Bu kız burada kalmayacak. Bu kadar. Bitti. Eğer gitmesine üzüleceksen, kapılar açık, Zümrüt Hanım."
Zümrüt Hanım'ın bakışları bana döndü.
"Ne malum Dilşa'nın doğru söy-"
"Sakın! Sakın karımı yalan söylemekle itham etme. Dilşa ne böyle sinirlenecek biri ne de böyle konuşacak. Yaptıysa haklıdır."
Zümrüt Hanım, burnundan sert bir soluk verip Hakan'a kafasıyla Melike'yi götürmesini işaret etti. Daha sonra sert adımlarla odasına çıktı.
Diğerleri de dağılmaya başladı. Melike, Hakan'la birlikte çıktı. Sert bakışlar atmayı da unutmadı.
Asaf, çenemden tutup başımı yukarı kaldırdı.
"Güzelim benim." deyip yanağımdan hafifçe öptü.
"Poğaça yaptım senin için. Yer misin?"
Kurduğum cümleye şaşırsa da güldü. Elimi elinin içine alıp,
"Sen yaparsın da ben yemez miyim? Ama ondan önce eline bakayım. Acıyor mu?"
Başımı iki yana sallayarak, "Sadece sızlıyor."
"Pamuk gibi karımı sinirlendiriyorlar."
"Saçmalayıp durdu. Yok, sen benden sıkılıp başka kadınlara gidecekmişsin de falan filan."
"Harbiden saçmalamış. Senden hiç sıkılır mı insan? Ömrümsün sen benim."
Gülümsedim. Yanaklarımın kızarmasına engel olamadım.
Dalgın bir şekilde, "Hım?" diye mırıldandım.
"Sinirli hâlin bile çok tatlı. O an yanaklarını ısırıp öpmemek için zor tuttum kendimi."
Dediğiyle gülmeye başladım. Omzuna hafifçe vurup,
"Senin delinim. Sana deliyim."
Alınlarımızı birbirine yaslayıp, parmaklarımı sakallarında dolaştırdım.
"Değilim. İki deli bulmuşuz birbirimizi."
Dudaklarımızı birbirine yasladık, bizi bölen ise odamızın kapısının çalınmasıydı.
Asaf, anın bölünmesinden olsa gerek sinirle, "Ne var!" diye seslendi. Bu haline güldüm.
"Kahvaltı hazır abi, aşağıda sizi bekliyoruz," dedi Dilan.
Asaf, Dilan'a tamam dedikten sonra bana dönüp, "Akşama görüşürüz zaten, Dilşa Hanım," dedi imayla.
"Görüşürüz, Asaf Bey," diye karşılık verdim.
Elimi tutup avcumdaki tırnak izlerini öptükten sonra, el ele aşağı indik.
Yanındaki sedyede yatan ve aklını ele geçiren kadını düşünerek gelen küçük hastasıyla ilgileniyordu Akın. Elini Eren’in küçük, çıplak göğsüne koyarak, "Burası çok ağrıyor mu?" diye sordu.
Eren başını masumca iki yana sallayarak, "Hayır, ağrımıyor Akın abi," dedi.
Akın, çocukta anormal hiçbir şey bulamamıştı. Eren eski bir hastasıydı. Böbrek yetmezliği vardı vaktinde; neyse ki şu an öyle bir sorun yoktu, lakin arada bir rahatsızlanıyordu. Akın’la ise böbrek tedavisi esnasında manevi bir bağ kurmuştu.
Eren’in annesi, abartılı bir sesle, "Oğlum, ‘Göğsüm ağrıyor.’ deyip duruyordun. Akın’a söyle, bir sıkıntı varsa," diyerek Akın’a cilveyle gülümsedi.
Hüma Hanım, eşinden boşanmış, bekar bir kadındı. Erken yaşta yaptığı bir evliliğin sonucunda Eren’i doğurmuş, eşiyle anlaşamayınca boşanmıştı. Oğlunun böbrek tedavisi sürecinde ise Akın’a karşı bir şeyler hissetmişti. Her defasında duygularını gösterip Akın’a belli etmeye çalıştıysa da Akın, Hüma Hanım’a pas vermemişti. Samimiydi hastalarına ve hasta yakınlarına karşı, lakin koyduğu mesafe de net bir şekilde hissediliyordu. Hüma Hanım’ın ona olan davranışlarını da fark etmişti ama mesafesini her zaman korumuştu.
Hayatının belli dönemlerinde bazı kadınlar olmuştu, lakin hepsi bir yerden sonra bitmişti. Doktor olduktan sonra ise tek bir ilişkisi olmuş, o da hüsranla sonuçlanmıştı. Bunun sonucunda ilişkilere kendini kapatmıştı Akın. Ta ki İmge hayatına girene dek...
İmge’yi sevdiğini sanmıyordu ama kim olursa olsun aldatmak gibi çirkin bir davranış yapmazdı. Her ne olursa olsun, her ilişkisine değer veren bir adamdı.
Hüma Hanım’ın, "Akın?" deyişiyle düşüncelerinden sıyrıldı. İmge’nin hastalığıyla ilgili aklında bir şey dönüp duruyordu. Bir ihtimal... Hüma Hanım’a döndü, hafif bir tebessümle, "Eren’in bir şeyi yok, psikolojik bir durum olmalı," dedi.
Eren’e dönerek siyah saç tutamlarını eliyle karıştırdı. "Kolay süreçlerden geçmedi ama atlattı. Hâlâ o psikolojide olabilir."
Hüma Hanım tam konuşacakken İmge’nin olduğu taraftan öksürük sesleri geldi. Sedyenin etrafında perde çekili olduğu için Hüma Hanım ne olduğuna anlam veremedi.
Akın, endişeyle masanın üzerindeki su şişesini alıp sedyenin olduğu yöne gitti.
Alnında ve vücudunda bazı yerlere ateşinin düşmesi için bırakılan ıslak havluların soğuk hissiyatıyla ürperip titreyerek halsizlikle gözlerini açtı İmge. Kısık ve bulanık gözlerle gördüğü beyaz tavana baktı. Kulağına sesler geliyordu, lakin net değildi. Bir kadının sesini ayırt etti, diğer sesin sahibini ise zaten biliyordu.
Boğazında nükseden acıyla öksürmeye başladı. Öksürüğü şiddetlenince kalkmak istedi, lakin yorgunluk tüm vücudunu bir sarmaşık misali sarmıştı; kendinde o kuvveti bulamadı.
Akın, ilk önce bezleri aldı, daha sonra sırtından kaldırıp destek verdi. Öksürüğü biraz durulunca elindeki su şişesinden suyu yavaş yavaş içirmeye başladı.
Hüma Hanım ve Eren, olanlara anlam veremeyerek ikiliyi izliyordu.
İmge, biraz kendine gelince yorgunlukla başını Akın’ın göğsüne yasladı.
"İyi misin, nasıl hissediyorsun?" diye sordu Akın.
İmge’nin yüzüne düşmüş saçlarını naif bir şekilde kulağının arkasına aldı. Elini alnına koyunca hâlâ ateşinin olduğunu fark etti. İçinden, Umarım düşündüğüm şey değildir, diye geçirdi. İmge’ye bir teşhis koymuştu, lakin yanlış teşhis koymayı diliyordu.
İmge, kısık bir sesle, "Göğsüm ağrıyor," diye mırıldandı.
"Başım ağrıyor, bir de eklemlerim," dedi. Gözleri doldu. Çok kötü hissediyordu, her tarafı ağrıyordu. Gözyaşları gözünden akmaya başladı.
Akın, İmge’yi biraz kendinden uzaklaştırdı. Koyduğu teşhisin doğru çıkmasından korkuyordu. Lütfen basit bir üşütme olsun, diye içinden geçirdi yine.
İmge’nin gözyaşlarını parmak uçlarıyla sildi. Titrediğini görünce derin bir soluk verdi. Ateşinin düşmesi için üstünü çıkarmıştı, sadece siyah atletiyle kalmıştı İmge.
"Tamam, sakin ol. Birazdan serum vereceğim, iyi olacaksın, tamam mı?"
Elini yanağına koyup gözyaşlarını sildi. İmge, kendini sakinleştirip biraz daha kendine geldi.
"Kardeşiniz mi?" diyen Hüma Hanım’la ikisinin de bakışı kadın ve oğluna döndü. Onları tamamen unutmuşlardı.
İmge, kadının yanındaki çocuğu görünce hastası olduğunu anlayıp bir şey söylemedi. Akın’ın kendini evli olarak tanıtmayı istemediğini düşünerek sessizliğe büründü.
Akın, İmge’ye baktı. Sessizce yüzüne bakıyordu.
İmge’den bakışlarını çekip Hüma Hanım’a döndü. "Karım," dedi net bir sesle.
Hüma Hanım’ın yüzündeki gülüş söndü. Yıkıldığı apaçık ortadaydı.
"Yaaa, ne zaman evlendiniz? Parmağınızda alyans da yok. Ani oldu galiba?"
"Evet, ani oldu. Görücü usulü evlendik. Tatil sürecimde memleketime gidip istedim İmge’yi. Alyansı elimi yıkarken çıkardım. Hatırlattığınız iyi oldu."
İmge anlamıştı. Zeki bir kızdı. Bu Hüma denen kadın, Akın’a resmen yanıktı.
Akın’ın söylediklerine ise şaşırmıştı, lakin belli etmedi. Yorgun hissediyordu.
"Siz de hiç görücü usulü evlenecek biri değilsiniz. Şaşırdım açıkçası. Eşinizin mesleği ne? Ev hanımı mı?"
İmge, kadının aşağılayıcı ses tonunu fark etti.
Daha fazla dayanamayıp kısık ve yorgun sesini güçlü çıkarmaya çalışarak, baygın bakışlarını kadına kaldırdı.
"Biz buna kader diyoruz hanımefendi. Birbirimizin kaderi olduktan sonra görücü usulü ya da başka bir şey pek fark etmiyor."
Hüma Hanım’ın aksine, aşağılayıcı olmayan bir sesle, "Genç olduğum için henüz meslek sahibi değilim ama ev hanımı olmakta da herhangi bir sakınca görmüyorum," dedi.
Akın’ın bakışları İmge’deydi. Baştan beri tanıdığı İmge buydu. Kabuğundan çıkıyor galiba Diye düşündü.
"Haklısınız tabii. Kader... Ama kader biraz da insana bağlıdır. Farklı insanlarla her an ne olacağını bilemeyiz."
İmge halsizce gülümsedi. Cümlede açık bir ima vardı. İmge'nin tek istediği uyumaktı ama şimdi tanımadığı bir kadına karşı kocasını korumaya çalışıyordu.
Hayata karşı büyük bir isteksizliği vardı. Bir de bununla uğraşamam, diye düşündü.
Hüma Hanım, İmge'ye hitaben, "Ben Hüma Taştan, Akın Bey'in hastasıyım," dedi. Sahte bir sevecenlikle hastasıyım kısmını vurgulaması gözlerinden kaçmamıştı.
İmge, kendi kendine, Hastası olduğunu anladık zaten, diye kısık sesle mırıldandı. Onu sadece duyan ise Akın olmuştu. İmge'nin bu cümlesini duyunca gülümsedi.
"İmge Yalçın, ben de memnun oldum," dedi.
Hüma Hanım başını salladı. Oldukça siniri bozulmuştu. Akın'a duyduğu sevgi, aşk boyutunu geçmişti. Hissettiği şeyler bambaşkaydı. Akın'la neredeyse bir sene olmuştu tanışalı.
Akın'a dönüp cilveyle, "Her şey için teşekkürler Akın. Bir sorun olursa yine geliriz," dedi.
Eren, tişörtünü giydikten sonra Akın ve İmge'nin yanına gelip Akın'a sarıldı.
Akın'ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Söylediğiyle Akın gülümsedi.
Eren, İmge'ye dönerek, "Bir kahramanla evlisin," dedi ve gülümsedikten sonra annesinin yanına geri gitti.
Hüma Hanım, "Görüşürüz," deyip istemeye istemeye çıktı odadan.
Akın, İmge'ye geri dönerek baktı. Hâlâ kötü gözüküyordu. Yanına yaklaşıp elini yine alnına götürdü.
İmge, Akın'la olan yakınlığıyla ateşinin sanki daha da yükseldiğini hissetti.
"Ateşin hâlâ var. Kan tahlili yapalım, bir de serum verelim sana. Bu, basit bir soğuk algınlığına benzemiyor."
"Acıtmıyor, merak etme. Elim hafiftir benim."
"Seni başka ellere bırakacağımı mı sandın?"
"Gerek yok bence. Çok da önemli bir durum yok. Şimdi düşer ateşim," diye mırıldandı İmge.
Korkuyordu. Küçükken de korkardı, hâlâ da korkuyordu.
Akın'ın, "Korkuyor musun?" sorusuyla İmge biraz durakladı.
Akın kinayeyle gülümsedi. Ayaklanıp bezleri aldıktan sonra İmge'ye dönerek, "Ölümden korkmayan bir kadının iğneden korkması garip," dedi.
İmge sertçe yutkundu. Haklıydı. Daha birkaç hafta önce ölmek dışında farklı bir düşüncesi yoktu.
Yaşamak için çok da bir sebebi yoktu hâlâ.
Akın, odanın içindeki tıbbi dolaba yönelerek gerekli malzemeleri çıkardı. Titizlikle steril bir enjektör, kan tüpleri ve serum setini hazırlarken bir yandan da göz ucuyla İmge'yi kontrol ediyordu. Solgun yüzü, titreyen elleri ve korkuyla kaçamak bakışları onun ne kadar tedirgin olduğunu ele veriyordu.
Serum şişesini asmak için standı yanına çekti. Şişeyi yerine yerleştirip içindeki sıvının hava kabarcığı yapmaması için dikkatlice hazırlıklarını tamamladı. Sonra steril eldivenlerini giydi, alkol pediyle İmge'nin kolundaki damar bölgesini silmeye başladı. İmge gözlerini kaçırmış, dudaklarını birbirine bastırmıştı.
"Bana bakma istersen," dedi Akın, yumuşak ama otoriter bir sesle. "Derin nefes al, bir şey hissetmeyeceksin."
İmge başını hafifçe sallayarak gözlerini kapadı. O esnada Akın, deneyimli elleriyle damarını bulup iğneyi dikkatlice yerleştirdi. İnce uçlu iğne damara girerken İmge hafifçe irkildi ama sandığı kadar acımadığını fark etti.
"İşte oldu," dedi Akın, bantla sabitledikten sonra. "Bak, bitti bile."
İmge gözlerini açıp koluna baktı, gerçekten de her şey bitmişti. Akın, serumun damla damla akışını kontrol etti. Ardından kan tüplerini hazırlayarak dikkatlice iğneye bağladı.
"Şimdi biraz kan alacağım, hazır mısın?"
İmge hafifçe başını salladı. Akın, bir elini İmge'nin bileğine hafifçe koyarak ona güven vermeye çalıştı. Sonra tekniğini bozmadan kan tüplerini doldurmaya başladı. Her şeyi titizlikle yaptıktan sonra iğneyi nazikçe çıkardı ve kan alınan bölgeye steril bir pamuk koyarak üzerine bant yapıştırdı.
"Bu kadar. Sandığın kadar kötü değilmiş, değil mi?"
İmge derin bir nefes alarak başını salladı. "Çok kötü değildi ama yine de hoş değildi."
Akın hafifçe gülümsedi. "Kimse iğneyi sevmez zaten. Hele ki çocuklar... Şimdi serumu bitene kadar dinlen, sonra daha iyi hissedeceksin."
İmge başını yastığa yasladı, gözleri ağırlaşmıştı. Akın bir süre onu izledikten sonra baş ucuna geçip sandalyesine oturdu. Serumun akışını kontrol ederken gözleri dalgınlaştı. İçindeki endişeyi bastırmaya çalışıyordu ama İmge'nin durumunun düşündüğünden daha ciddi olabileceğinden korkuyordu.
Sessizce, serumun damlalarının ritmik akışını dinleyerek beklemeye başladı.
_____
İmge, seruma alışmaya çalışırken gözleri ağır ağır kapanıyordu. Halsizlik ve ateş, bedenini sarmıştı. Akın, serumun düzenli akıp akmadığını kontrol etti. Bir yandan da kendi iç sesiyle mücadele ediyordu. Onun bu kadar kötüleşmesi normal değildi, ama kesin bir şey söylemek için kan testlerinin sonucunu beklemesi gerekiyordu.
Gözleri kapanmak üzere olan İmge, başını hafifçe yana çevirdi. "Burada mısın?" diye sordu kısık bir sesle.
Akın, başını salladı. "Buradayım. Merak etme, bir yere gitmeyeceğim."
İmge bu cevabı duyunca rahatlamış gibi gözlerini tekrar kapadı. Akın, elini alnına koyup ateşini kontrol etti. Hâlâ düşmemişti. İçinde tuhaf bir sıkıntı vardı.
Odanın içi sadece serumun damlama sesiyle doluydu. Akın, arada bir saate bakıyor, serumun ilerleme hızını kontrol ediyordu. İmge'nin uykuya daldığını fark edince üzerini ince bir örtüyle örttü.
O sırada telefonuna bir mesaj geldi. Laboratuvar sonuçlarının hazır olduğu bildirilmişti. Akın, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ayağa kalkarak odadan çıktı, kan sonuçlarını almak için laboratuvara yöneldi.
İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Kendi kendine, "Lütfen düşündüğüm şey olmasın," diye mırıldandı.
Az sonra alacağı sonuç, İmge'nin hayatında yeni bir sürecin başlangıcı olabilirdi.
Akın laboratuvarın kapısını açarken içindeki sıkıntı giderek büyüyordu. Elini cebine sokup yumruğunu sıktı. İmge'nin durumunun düşündüğünden ciddi olabileceğini hissediyordu ama yine de umut etmek istiyordu. Laborant, test sonuçlarını uzattığında kağıdı hızla gözden geçirdi. Birkaç saniye içinde yüzü gerildi.
"Akciğer enfeksiyonu..." diye mırıldandı, kağıttaki değerleri teyit etmek ister gibi tekrar tekrar baktı.
Akın, İmge'nin durumunun ciddiyetini fark ettiğinde, içinde bir belirsizlik ve endişe dalgası yükseliyordu. Laboratuvardan aldığı sonuçlar, onun tahmin ettiği gibi değildi; ancak bu, bir tür ölümcül hastalık değildi. Akciğer enfeksiyonu, özellikle zor bir süreçti, fakat tedavi edilmesi mümkündü. Yine de, hastalığın şiddeti, tedaviye verilen yanıt, zamanla ne kadar iyileşebileceği hepsi belirsizdi. Akın, kafasında bir süre daha çözmeye çalıştıktan sonra, İmge'ye en doğru şekilde açıklamaya karar verdi.
Odaya geri döndüğünde, İmge hâlâ serumunun yarısı kadarını almıştı. Yüzü solgun, gözleri yorgun ama hâlâ bilincindeydi. Serumun etkisiyle bir nebze rahatlamış gibi görünüyordu.
"İyi misin?" diye sordu Akın, gözlerinde endişe dolu bir bakışla.
İmge, başını hafifçe kaldırarak, "Biraz daha iyi hissediyorum ama hâlâ çok yorgunum," dedi, sesi zayıf ve titrekti.
Akın, İmge'nin sesindeki bu zayıflığı hissederek derin bir nefes aldı ve sonunda konuşmaya karar verdi. "İmge, sonuçlar geldi. Maalesef akciğerlerinle ilgili ciddi bir enfeksiyon var. Bu, öksürük, nefes darlığı, halsizlik gibi belirtileri açıklıyor. Ama korkmana gerek yok, tedavi edilebilir bir durum."
İmge, Akın'ın söylediklerini tam olarak anlamamış gibiydi. "Ciddi dediğin... ne demek? Ne kadar ciddi?"
Akın, birkaç saniye düşündü. Her şeyin nasıl gelişeceğini ve tedavi sürecinin ne kadar uzun olacağını anlatmaya çalıştı. "Akciğer enfeksiyonu genellikle bir enfeksiyon tedavisiyle düzelir ama senin durumun biraz daha karmaşık. Akciğerlerin hâlâ zayıf ve enfeksiyonun birkaç bölgeyi etkilemiş. Buna antibiyotikler ve antienflamatuar tedaviyle müdahale edeceğiz, ama iyileşme süreci birkaç hafta hatta aylar alabilir. Tedaviye yanıt vermezse, ek tedaviler gerekebilir. Bu süreç oldukça yorucu olabilir, ancak seni yalnız bırakmayacağım, her şeyin üstesinden gelebiliriz."
İmge, birkaç saniye sessiz kaldı. Ölmek istemişti ve Allah da ona bir hastalık vermişti.
En azından öldüğüm zaman vicdan azabı çekmem arkamdan hastaydı ve öldü. Derler diye düşündü.
Akın'ın söyledikleri ağır gelmişti, fakat her şeyin bir adımda çözülmesini beklemek de zaten gerçekçi değildi. Şu an yapılacak tek şey sabırla tedaviye başlamaktı lakin İmgenin iyileşmek için pek bir hevesi yoktu.
"Tedavi süreci zorlu mu?..." İmge yavaşça, güçlükle konuştu. "atlatabilir miyim?"
Akın, başını sallayarak, gözlerinde derin bir güvenle, "Evet, atlatabilirsin. Tedavi sürecine ne kadar erken başlarsak, iyileşme şansı o kadar artar. Ben de yanında olacağım, merak etme."
İmge derin bir nefes aldı. Hastalığa karşı bir korku ve belirsizlik vardı, ama Akın'ın desteği ona biraz olsun güven veriyordu. Bunu atlatabilirdi, ama her şey zaman alacaktı.
Akın, birkaç dakika sonra, İmge'nin tedavisini başlatmak için gerekli ilaçları hazırlamaya başladı. Bu sürecin ne kadar zorlu geçeceğini biliyordu ama yapacağı şey, İmge'nin iyileşmesi için her adımı doğru atmak olacaktı.
"İlk olarak antibiyotikler ve ağrı kesicileri vereceğim. Bununla birlikte, bu süreç boyunca her gün düzenli olarak akciğerlerini dinleyeceğim. Eğer bir aksama olursa, hemen müdahale ederim. Geceleri daha çok dinlenmelisin, çünkü bedenin iyileşmek için zamana ihtiyaç duyacak," diye açıkladı.
İmge'nin gözleri kararmıştı ama yavaşça başını salladı. "Ya iyileşmek istemiyorsam yani bu tedavi sürecini iyi yönetmezsem."
İmgenin söyledikleriyle Akın derin bir nefes verdi "İyileşmek isteyeceksin. Hastalıklarda her tedavinin ilk adımı hastanın bunu istemesi ve kendini bu konuda motive etmesidir. Senden de aynı şeyleri bekliyorum İmge. Ölme fikrini veya başka bir şey kafandan çıkar. İyleşeceksin tedavi sürecini ben yöneteceğim ve yanında bulunacağım merak etme. İyleşmeye bak. Ne yaptıysan oldu bitti. Geçmişi değiştiremezsin geleceğe odaklan."
İmge bakışlarını Akından çekti, geçmişi geride bırak demek kolaydı. İmgenin her gece vicdanının ona çektirdiği işgenceden kimsenin haberi yoktu.
Belki de bu hastalık bir cezaydı hak ettiğim bir ceza diye düşündü.
Bir şey demeden sedyeye tekrar uzandı serumun da etkisiyle uyuyakalmıştı kafasındaki düşüncelerle.
Akın, tedavi sürecinin başlangıcında, İmge'nin moralini yükseltmek için her şeyi yapmayı planlıyordu. Şimdi onun için en önemli şey, ona cesaret vermekti. Uzun bir yolculuğun başındaydılar, ama birlikte olurlarsa, her şeyin üstesinden gelebilirlerdi.
Bu süreç çok şeyi değiştirecekti. En çok da İmgeyi değiştirecekti.
Kötü olan ise İmge tedaviye istekli değildi. Akının ise bundan haberi yoktu.
_____
Zümrüt Hanım, kafasındaki düşüncelerle Mardin'in dar sokaklarını ve eski taş evlerinin yarattığı manzarayı izliyordu. İçindeki öfke giderek büyüyordu. Son yaşanan olaylar canını sıkmış, hatta huzurunu kaçırmıştı. Emir Asaf'ı kendi istediği kızla evlendirmek istiyordu. Ancak Şilan Hanım, Asaf'ı kendi seçtiği kızla evlendirmişti. Asıl sinirini bozan da buydu.
Şilan Hanım'ın Zahir ailesiyle ilgilenmesi onu deliye çeviriyordu. Torunları tarafından değer görmesi, aile içinde güçlü bir konumda olması... Bütün bunlar Zümrüt Hanım'ın gururunu incitiyordu. Ama en çok da Dilşah'a duyduğu nefret içini kemiriyordu.
"Getirmiş bir kız, bir torun bile vermekten aciz!" diye hırsla mırıldandı.
Tam o sırada arkasından bir ses geldi:
Zümrüt Hanım hızla sesin geldiği yöne döndü. Zinnet, elindeki kahve tepsisiyle orada duruyordu. Yavaşça ilerleyip tepsiyi sedirin önündeki sehpaya bıraktı, ardından sedire oturdu. Zümrüt Hanım da onun yanına geçti.
"Emir beni dinleseydi, şimdiye kadar o kızdan çoktan kurtulmuştuk!" diye söylendi, gözlerinde öfke kıvılcımları çakıyordu. "Ama görüyorsun işte, Dilşah'ı asla ezdirmiyor. Oğluma uygun, asil bir kız bile bulmuştum. Lakin yüzüne bile bakmadı!"
Zümrüt Hanım, kahvesinden bir yudum aldı. Gözlerini kısarak Zinnet'e döndü.
"Zelal kardeşimin kızı, Beril." Zinnet, hafifçe gülümseyerek devam etti. "Bilirsin, zeki bir kız. Hem Emir'e uzun zamandır yanık."
"Ee, ne demek istersin Zinnet? Açık konuş!"
"Diyorum ki... Eğer bana yardım edersen, Beril ile Emir'i birbirine bağlarız. Ama senin desteğin şart!"
Zümrüt Hanım kahvesinden bir yudum daha aldı. Gözlerinde sinsi bir parıltı belirdi.
"O kızı Emir'den ayıracağım... Ne olursa olsun!" dedi, sesi kararlı ve keskin çıkmıştı.
Sonra başını kaldırıp Zinnet'e baktı.
"Ara hele şu Beril'i... Bir konuşalım bakalım."
Zinnet, memnuniyetle gülümsedi.
Zümrüt Hanım, Emiri Dilşah'tan ayırmaya yemin etmişti. Bu iş en kısa sürede bitecekti.
Yüzümde huzurlu bir tebessümle arabanın camından dışarıyı izliyordum. Geçtiğimiz sokakları, ağaçların arasından süzülen ışıkları, ufukta kaybolan yolları... Arabayla seyahat etmeyi her zaman sevmişimdir. Camdan dışarıyı izlemek bana tarif edilemez bir huzur verirdi.
Arabanın radyosunda Rojda'nın Çavreşê şarkısı kısık bir şekilde çalıyordu. Melodisi içimi sarıyor, şarkının sözleri arabanın her köşesine yayılıyordu. Bu an, zihnimin içinde yankılanan düşünceleri susturuyordu.
Bugün Asaf'la Boran'ın maçını izlemeye gitmiştik. Maç heyecanlı geçmiş, Boran'ın takımı galibiyetle ayrılmıştı. Asaf, kardeşini tebrik ederken yüzünde gururlu bir ifade vardı. Birlikte bolca fotoğraf çekinmiştik; anı dondurmak, bu anları sonsuza dek hatırlamak istemiştik. Dilan ve Zilan da bizimleydi ama maçtan sonra Diyar abinin yanına geçince orada kalmışlardı.
Diyar abi bugün diğer günlere oranla daha iyiydi. Gözlerini açmıştı, ama ağrıları onu hâlâ zorluyordu. Doktorlar, daha fazla acı çekmemesi için onu sık sık uyutuyordu. Yine de mutluydu. Çünkü Banu abla ona çok iyi bakıyordu ve belli ki onun varlığı Diyar abiye iyi geliyordu.
Hastanede biraz vakit geçirdikten sonra çıkmıştık. Asaf beni bir restorana götürmüştü; birlikte yemek yemiş, ardından bir kafeye geçerek karşılıklı kahve içmiştik. Sohbetimiz tatlıydı, içtendi. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştım.
Güne kötü başlamıştım ama beklediğimden çok daha güzel devam etmişti. Asaf, işini bir kenara bırakıp tüm gününü bana ayırmıştı. Bunun farkında olmak bile içimi ısıtıyordu.
Fakat yol tanıdık gelmiyordu. Konak yolunun tersine gittiğimizi fark edince Asaf'a döndüm, merak ve hafif bir endişeyle sordum:
O an bana döndü. Dudaklarının kenarında hafif, belli belirsiz bir gülümseme vardı ama gözleri ciddiydi.
"Hayatımı cehenneme çeviren konağa," dedi, sesi derindi. Bir an durdu, sanki söyleyeceği şeyleri tartıyor gibiydi. Sonra gözlerini yoldan ayırmadan devam etti:
"Artık bazı şeyleri bilmen lazım, Dilşah. Hakkımda bilmen gereken çok şey var ve bunları öğrenmeyi en çok sen hak ediyorsun."
Sözleriyle adeta nefesim kesildi. Kalbim hızla atmaya başladı. Bu kadar zamandır duvarlarını benden sakınan adam, sonunda onları yıkmaya mı karar vermişti?
Bu gece, belki de birazdan, Asaf'ın tüm sırlarını öğrenecektim.
Şimal ile Zahir'in hikâyesini de.
Evetttt bir bölümün daha sonuna geldik açıkçası İmge ve Akın kısmı dışında diğer kısımlar pek içime sinmedi sanki bir şeyler eksik gibiydi neyse umarım okurken keyif almışsınızdırrr2
İMGE VE AKIN HAKKINDAKİ YORUMLARINIZI ÇOK MERAK EDİYORUMMM4
İmge ve Akın için ayrı bir kitap yazmiycam çünkü taslakta bekleyen çook fazla kurgum var🥲
Muhtemelen bir kaç haftaya İS KOKAN KANATLARI YAYINLAYACAĞIMMM1
Hewidara da veda etmemize az kaldı gelecek bölüm Şimal Zahiri tanıycaz bundan sonraki bölümler biraz olaylı İmge ve Akına az yer verebilirim belki de hiç yer vermem çünkü bundan sonra ortalık biraz karışıcak eğer bir aksilik çıkmazsa da İs Kokan Kanatlar adlı kurgumun da ilk bölümünü düzenleyip atıcammm1
BENİMLE İLETİŞİM İÇİN Instegram hesabımı takip edebilirsiniz
Kitappad hesabımı da takip etmeyi unutmayınnn
Gelecek bölüm görüşüruz oy ve yorumlarınızı bekliyorum ÖPTÜMMM🥹🌷
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
32.98k Okunma |
1.81k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |