36. Bölüm

🌸33.Bölüm🌸

Eda Nur Bulut
alfaedam

🌸

Bir çocuğun en büyük hayali büyümekti.

Büyümek ve tüm umutlarıyla birlikte yeşermekti.

Ama büyüyünce istediğin hiçbir şey doğru düzgün gitmiyordu. Hatta önüne bir sürü yollar bir sürü seçenekler ve bir sürü işler geliyordu. Sen hepsinin içinde boğulup gidiyordun.

Küçükken bir kere hayallerin vardı. Elinde tuttuğun ve ucunda bir sürü şekerin olduğu büyük bir hayaldi bir çocuk için. Ben dokuz yaşıma kadar bir kahraman olmak istediğimi söylerdim anneme. Benim en büyük hayalim kahraman olmaktı, ama hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini tahmin edememiştim. Ben çok erken büyümüştüm, hayatın gerçekleriyle çok erken tanışmıştım. Şimdi ise önüme gelen o kâğıda bakarken kendimi gerçek anlamda hiçbir hayali olmayan bir kız olarak görüyordum.

Bir insanın hayali olmaz mıydı? Ya da büyüyünce ‘şu’ ya da ‘bu’ olacağım diyemez miydi? Ben diyemiyordum işte. Ben ‘hayalin nedir’ sorusunu cevaplayamıyordum.

Öğlen grubun sohbeti aniden gelen çilekli sütle resmen ortadan ikiye kesilmişti. Hepimiz sütün sahibine bakarken Yi Mari neredeyse otuz iki diş sırıtıyordu. Gözleri neredeyse Donghyun’u yiyip bitirecekti.

“Merhaba Donghyun, sana çilekli süt getirdim.” Ma-ri’nin sesi o kadar ince ve sevimli çıkmıştı ki neredeyse kusacaktım. Diğerleri de benimle aynı fikirde olacak ki onların suratlarında da iğrenti imgesi belirmişti.

“Ben çilekli süt sevmem.” dedi Donghyun buz gibi sesiyle. Yüzüne eklediği utanç ve sıkılmışlık bana istemsizce birini hatırlatmıştı.

Soo-oh suyunu açtı ve yavaşça yudumlarken, Jae-seon yüzünü çevirdi, Shin-joo yemeğine geri döndü ve ben umursamazca kaşığımı emmeye devam ettim. Donghyun ise kayıtsız görünmeye çalışıyordu. Burada kimse Yi Ma-ri’yi istemiyordu. Neden hala daha dibimize sürtüyordu?

“Pekâlâ, bunu söylediğin iyi oldu. Sonuçta evleneceğim adamın neyi sevip neyi sevmediğini bilmem gerekiyor, değil mi?”

O anda Soo-oh tüm suyu Shin-joo’nun suratına tükürdü.

“Ne dedin sen?”

Şoka uğrayan Soo-oh, Shin-Joo’nun suratına öyle bir su püskürtmüştü ki çocuk ağzında yemekle birlikte ona bakakalmıştı. Gülmemek için kendimi tuttuğum anda Jae-Seon’un olumsuz bir şekilde başını salladığını gördüm. Bu yüzden kahkahalarımı yutmak zorunda kaldım.

“Öyle bir şey yok.” dedi Donghyun sertçe. Gözleri ilk önce bana kaydı. Sonra da uzaklara…

“Ama babalarımız öyle demiyor.” Elini masaya yasladı. “Sen iste ya da isteme biz evleneceğiz.”

Galiba birinin şu anda Donghyun’u kurtarması gerekiyordu.

“Öyle bir şey olmayacak dedim!” Sesi yükseldi. Yi Mari onu umursamıyormuş gibiydi. Bakışları bana döndü Ma-ri’nin ve yüzündeki o kıskançlık ifadesi tüm bedenime yansıdı.

“Tatlım bundan sonra artık Donghyun’un etrafında dolaşmasan iyi edersin. Çünkü artık o nişanlı. Ayağını ona göre denk al.” dedi. Bana mı dedi onu?

Gözlerim Donghyun’a dönünce onun başını ellerinin arasına aldığını ve saçlarını yolmaya çalıştığını gördüm. Sanki sinirlenmemek için kendini zar zor tutuyormuş gibiydi. Oyunu bozmak istemedim. Madem Mari kendine has oynuyordu bende onunla oynardım.

Umursamamış gibi yaparak donuk gözlerimi Donghyun’a çevirdim.

“O yüzden babanla kavga ettin yani!” dedim gözlerimi irileştirerek. Donghyun gözlerini o saniyede bana kilitledi. Diğerlerinin sesini duydum.

“Babanla kavga mı ettin?”

“Bize niye söylemedin!” dedi Shin-joo Jae-Seon’dan sonra. Yüzündeki suları silmeyi bıraktı.

“Söyleyecektim, vaktim olmadı.”

Yi Ma-ri’nin şaşkın yüzünü fark etmemle duruşumu bozmadım ama içimde keyif dalgalanması yaşanıyordu. Bu durum o kadar hoşuma gitmişti ki anlatılamazdı.

Yönümü Ma-ri’ye döndürdüm. Gözündeki kıskançlık ibaresini nerede görsem tanırdım.

“Hem çok yazık Yi Ma-ri, senin gibi biri neden zengin koca avcısı olarak yaşamaya çalışır ki? Zaten paran yok mu senin? Batıyor musunuz, ne yapıyorsunuz?”

Tamam, iyice zıvanadan çıktım.

“Cık cık, çok garip. Bir şey soracağım Yi Ma-ri, senin hiç hayalin yok mu da böyle boş şeylerle uğraşıyorsun?” Yüzüme baktı, hatta öyle bir baktı ki o anda yüzümde sanki çukurlar açacak sandım. Yarasına falan mı basmıştım? Yoksa gerçekten incindi mi?

Birkaç saniyeliğine de olsa karşımdakinin de insan olduğunu unutmuştum ve istekli de olsa onu kırmıştım. Ben ne zaman bu kadar kötü olmuştum?

“Bunu sana ödeteceğim Minji. Sana bunu öyle bir ödeteceğim ki kimse kurtaramayacak seni!” dedi ve saçlarını savurup arkasına dönerek gitti. Tamam, pişman olmak buraya kadarmış. Sonuna kadar bu lafları hak ediyordu o!

Kaşlarımı çatarak geriye yaslandım. Gerçekten hiç şaşırtmıyordu bu kız. Hayır, amacını da anlayamıyordum ki. Sebepsiz yere benimle kavga etmiş, üstüne üstlük bana bir sürü işkence yapmıştı. Şimdi ise bana sürekli böyle hakaretlerde bulunuyordu. Makasla bile tehdit etmiştim ama yine de umursamadı. Akıl alır gibi değil…

Derin bir nefes alırken Kang Donghyun’un bana karşı gülümsediğini gördüm. Yüzündeki eğlence ifadesi bana çok şey anlatıyordu ama ben gerçekten hiç anlamak istemiyordum.

“Ne var!” dedim sertçe ama bende eğlenircesine güldüm. Diğerlerinin hesap soran bakışları haricinde rahatlamış hissediyordum.

“Siz hafta sonunu cidden beraber mi geçirdiniz?”

Güldüm ve bakışlarımı soruyu soran Jae-seon’a döndüm.

“Tabi ki de hayır, sadece onu bir markette soğuk noodle yerken buldum. Sonra da yemek yemesi için eve çağırdım. Bu arada demiş miydim annem çok güzel yemek yapar diye?”

Hepsi başını olumlu bir şekilde sallarken kendimi kahkaha atmaktan alamadım. Çünkü az önce Soo-oh’un Shin-Joo’nun suratına su fışkırttığını hatırladım ve saatlerce tuttuğum bastırılmış kahkahamı haykırdım. Öğle arası böyle tuhaf bir olayla geçerken ders vakti ise bambaşka bir olayla başlamıştı.

Sınıf öğretmenimizin gelecek yıllarda olacak ders planlaması için önümüze koyduğu kâğıda bakıyordum. Kâğıtta ‘hayaliniz ne?’ yazıyordu. Bugün Ma-ri’ye sorduğum sorunun bu kadar hızlı bir şekilde bana döneceğini hiç düşünmemiştim.

Sahi benim hayalim neydi?

Yıllarca anneme kavuşmak için yaşamıştım, şimdi farklı bir şekilde anneme kavuşmuştum ve bunu Minji olarak gerçekleştirebilmiştim. Yine de sorun değildi. Farklı da olsa anneme kavuşmuştum. Şimdiki hayalim ne olacaktı?

Herkes bir şeyler karalarken ben öylece etrafıma bakıyordum. Gerçekten benim hayalim neydi? Ne olmak istiyorum ben? Ya da bundan sonra ne yapmak istiyorum?

İçime oturan bu amaçsız soruya karşı donakaldım. Bunca zaman bir şeye takılı kalmak yerine asıl hayatıma odaklansaydım şimdi kendime böyle bir soru sormayacak olacaktım. Belki de hayatımı buna adayabilirdim, sonuçta yeni bir ben için yeni bir amaç gerekiyordu, değil mi?

En önde oturan sınıf birincisi arkadaşına doğru dönerek kıkırdadı ve yazdığı yazısını gösterdi.

“Ben doktor olmak istiyorum. Benim annem de başarılı bir doktor. Onun gibi olmak istiyorum.” Bir birinci sınıf lise öğrencisinin hedeflediği bir şeydi. Annesi gibi başarılı bir doktor.

“Ben de bir şirkette müdür olmak istiyorum. Çok çalışırsam elde edebilirim, değil mi?”

Yönümü bu sefer Shin-joo’ya ve Soo-oh’a yönlendirdim. Onlar da bir şeyler yazıyordu. Mutlu gözüküyorlardı. Tam arkamı döneceğim sırada öğretmenin sözleri dikkatimizi oraya çekmemizi sağladı.

“Unutmayın çocuklar bunlar önünüzdeki lise döneminde size öncü olacak hedefler olacak. Yazacağınız her bir hayal sizin hayatınızı belirleyecek.”

Yi Ma-ri’nin arkadaşlarından Se-ri gülümseyerek, “Ben güzellik merkezi açmak istiyorum.” dedi büyük bir heyecanla.

Diğeri de “Ben de ayakkabı mağazası açmak istiyorum. Böylece bir sürü ayakkabım olacak.” diyerek sevinç çığlığı attı. Se-ri arkadaşının tüm heyecanını tek bir sözüyle birlikte kırmıştı.

“O öyle olmuyor aptal. O ayakkabıları giyemezsin.”

“Gerçekten mi?” Suratı düştü. Onları izlemeyi bırakıp gözlerimi Yi Ma-ri’ye kaydırdım. Bakışları kâğıdın üzerinde geziyordu, aynı benim gibi…

“Ne o Mari? Yazacak bir şey bulamadın mı? Yoksa zengin koca avcısının nasıl yazıldığını hatırlamıyor musun?”

Bütün sınıf güldü, ilk defa sınıfı böyle güldürebilmiştim. Bu nedense hoşuma gitmişti. Donghyun’a sabah dediğim gibi kısa süreli popülerliğim sonunda başlamıştı.

“Alakası bile yok! Sen kendi işine baksana!” diye kükredi.

Ben de dediği gibi yaparak kendi işime döndüm, çünkü gerçekten de benim de bir hayalim yoktu. Bunu yazmak ne kadar zormuş… Şimdi anlıyordum.

“Sen ne yazdın?” diyerek hemen arkamı döndüm ve Donghyun’un kağıdına baktım. Onunda benim kağıdım gibi bomboştu.

“Neden hiçbir şey yazmadın Donghyun?”

Donghyun, kayıtsızca yüzüme baktı ve kalemi elinde çevirirken, “Bizim gibilerin hayali yoktur.” dedi. Bizim gibiler derken Jae-seon’u ve diğerlerini kastediyordu.

“Ben babamın şirketinin başına geçeceğim, önceden de söylendiği gibi.” diyerek sohbete dahil oldu Jae-seon. Çok geçmeden diğerleri de aynı şeyi söyledi.

“Biz de geçeceğiz ama en azından bir şeyler denemek istiyorum,” dedi Shin-joo. “Oyun tasarımcısı olmak istiyorum, babama göre bu çok saçma ama ne yapabilirim ki? Tutkum bu!”

Ne kadar mutlu bir şekilde söylese de aslında yüzündeki ifadeden mutsuz olduğu belliydi.

“Ben de her zaman şarkı söylemek ve gitar çalmak istemişimdir. Ama babam konservatuar okumama asla izin vermez. Bu yüzden şirketin başına geçeceğimi yazdım.” dedi Soo-oh.

“Ben de oyuncu olmak istiyorum. Ama sadece sözde…” diyerek ekledi Jae-seon. Başımı hızlı bir şekilde salladım.

“Sana gerçekten oyuncu olmak çok yakışır biliyor musun? Yüzün güzel ve gülüşün tam dramalar için birebir.”

Jae-seon kocaman gülümsedi. Ama bunun asla gerçekleşmeyeceğini biliyordum. Bu sözler havada kalacaktı. Onlar yine babalarının istediği hayatları yaşayacaklardı. Aslında buradan bakınca onların bu kadar asi ve sorunları kendi başına üstlenmelerinin sebebi de bu yüzdendi. Onların kaderleri ailelerinin elindeydi.

Şöyle bir bakıyorum da ben de Ayça’dayken böyle değil miydim? Annem tüm malı benim üzerime bırakırken beni nasıl bir belaya bulaştırdığının farkında mıydı acaba?

Bu sorunun cevabını asla öğrenemeyecektim.

“Peki sen ne yazdın?” diye sorunca Donghyun kendime geldim.

Sayfayı sıramdan alıp onun sırasının önüne koydum. Boş kâğıdı önüne koyunca onunda yüzü bana döndü.

“Benim hayalim de bu. Koskocaman boş bir sayfa.”

“Niye? Daha önce olmak istediğin bir şey yok muydu?”

Yaşamak… demek istedim Minji’nin kalbinin sesini dinlerken. Ayça’da ise ölmek…

Çok ironik değil miydi? Bir yerde ölmek istiyordum, diğer yerde yaşamak… Belki de benim savaşım da bu ikisine sahip olmak istememdi. Ama bunu farklı bir şekilde olsa da çok iyi öğrenmiştim. Buna karar verecek kişi ben değildim… Asla da olmamıştım.

“Daha önce düşünme fırsatım olmamıştı. Ama belki şimdi bunu düşünme vaktim gelmiştir, değil mi?”

Hızla önüme döndüm ve elimi havaya kaldırarak öğretmenin beni görmesini bekledim. Kısa bir süre sonra da beni gördü.

“Söyle Minji.”

“Seonsaengnim (Öğretmenim) bize düşünmek için birkaç gün verir misiniz? Bu kariyerimizi ve hayatımızı planlayacağımız büyük bir adım. Biraz düşünmeye ihtiyacımız var…” Öğretmenin gülümsemesi bana umut verdi.

“Tabii, yarın cevaplarınızı toplarım. Acele etmenize gerek yok.”

Gülümseyerek Donghyun’a döndüm ve “Hiçbir şey için geç değil.” dedim. Gerçekten de öyleydi.

Hayatımızı planlamak için uzun bir ömür vardı.

Ve bu ömrü en iyi şekilde yaşamak bizim en büyük hakkımızdı.

🌸

..

Arkadaşlar merhaba...

Yeni bir bölüme hoş geldiniz. Geçen hafta Kitappad'da sorun yaşadım ve kitaplarım hatta hesabım kaldırıldı. Eklediğim diğer kitaplarım içerik kurallarını ihlal etmiş, bu yüzden engellenmiştim. Şimdi diğer kitaplarımı kaldırdım ve sadece bu kitapla devam etmeyi düşünüyorum. O yüzden size yeni bölüm atamadım. Şimdi atıyorum. Umarım affedersiniz...

İyi okumalar dilerim. Yeni bölümde görüşmek üzere...

Bölüm : 05.01.2025 16:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...