
Lisede okulun ilk günlerinden biriydi. Olacaklardan habersiz bir şekilde evden çıkmış ve yeni okul hayatıma adım atıyordum. Yeni okul, yeni kişiler, yeni bir heyecan… Beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Bir yandan da içimde bir korku vardı çünkü eski okulumda zorbalığa uğramıştım ve lise hayatımda da aynı şeylerin devam edip etmeyeceğini bilmiyordum.
Karışık duygular içinde okula vardım. Yeni okulumda eski okulumdan birkaç arkadaşım da vardı ve yakın kız arkadaşım Selen de oradaydı. Okul girişinde Selen ile buluştuk ve birlikte okula girdik. İkimiz de sınıflarımızı bulmaya çalışıyorduk. Önce Selen’in sınıfını bulduk. Selen’in sınıfında eski sınıf arkadaşım Emir’i gördüm. Emir’i görünce selam verdim ve kendi sınıfıma gittim.
Şimdiden utangaç bir kız imajı vermiştim bile. Sınıfta hemen boş bir sıraya oturdum. İlk ders matematikti. Hoca sınıfa girdi ve kendimizi tanıtmamızı istedi. En kısa şekilde şöyle dedim:
“Merhaba arkadaşlar, ben Alaran Kaya. Umarım iyi anlaşırız.”
Sonra diğer öğrencileri dinlemeye başladım. Herkes tek tek kendini tanıttı ve zil çaldı. Zil çalar çalmaz soluğu Selen’in yanında aldım. Sınıftaki insanlar hakkında dedikodu yaptık. Sonra tekrar sınıflarımıza dağıldık.
İkinci ders İngilizceydi. Şimdilerde en sevdiğim derslerden biri olsa da o zaman aynı şeyi söyleyemezdim. Dersin başında öğretmen hemen bir proje ödevi verdi. Ödevi not aldım ama eve gittiğimde aldığım notlara hiç bakmadım. O zamanlar tek derdim güzel görünmek ve zayıf olmaktı.
Eve geldiğimde yemek yedim ve yürüyüşe çıktım. Yürüyüşü de sağlık için değil, sadece zayıflamak için yapıyordum. Eve döndüğümde evde kimse yoktu. Annem işteydi, babamla annem zaten ayrılmıştı. Annemin sevgilisi benden 10 dakika sonra geldi. Odamda şarkı dinlerken o bizim için yemek yapıyordu.
Akşam yemeğinde annem geldi ve sofraya oturduk. Annem, “Ablan nerede?” diye sordu. “Bilmiyorum,” dedim. Sonra okulun nasıl geçtiğini ve arkadaş edinip edinmediğimi sordu. “Evet, evet, edindim,” diye geçiştirdim. Yemekten sonra herkes dağıldı.
Ertesi gün okula erken gittim. Selen daha gelmemişti. Kantinde yemek yerken sınıfımdaki birkaç kızın, “Ödevi yaptın, değil mi?” dediklerini duydum. Beynimden kaynar sular döküldü. Daha okulun ilk günlerinden rezil olamazdım. Hemen kantinden bir karton alıp Selen’in sınıfına gittim.
Selen hâlâ gelmemişti ama Emir sınıftaydı. Emir’in İngilizcesi bana göre bayağı iyiydi. Umutla Emir’e yalvarmaya başladım:
“Emir, lütfen yardım et. Ne istersen yaparım, rezil olmak istemiyorum!”
Emir, “Benim de bu ödevi kafadan yapacak kadar bilgim yok, maalesef,” dedi. İçimden kocaman bir “ŞIÇTIM!” dedim. Tam derin bir nefes alırken Emir, “Ama…” diye devam etti, “Bir arkadaşım sana yardımcı olabilir. Merak etme, ödevini yetiştireceğiz.”
Aşırı mutlu olmuştum ama hâlâ bir korkum vardı. Teşekkür edip kendi sınıfıma döndüm. Merdivenlerden inerken bir çocuk bana çarptı ve son basamaktan düştüm. Neyse ki ciddi bir şey olmadı. Çocuk özür dilemeye hazırlanırken kaşlarımı çatarak gittim.
Sonra zil çaldı ve ders başladı. İngilizce dersiydi. Bir yandan Emir’den haber bekliyordum ama hâlâ bir şey yoktu. Üçüncü dersin başında stresten geberiyordum. Tam o sırada Emir geldi. Yanında tanıdık gelen bir çocuk vardı ama kim olduğunu çıkaramadım. Emir bana ödevi verdi ve “İyi ki varsın,” dedim. Emir ise, “Bana değil, Yunus’a teşekkür et,” dedi.
Yunus’a daha dikkatli baktım ve beni merdivenden düşüren çocuk olduğunu fark ettim. “Sağ ol ama bunu merdivenden düşürdüğüne say,” dedim. O da hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Ödevimi teslim ettim. Hoca ödevimi okurken çok etkilendiğini söyledi. “Gerçekten İngilizcen iyi olmalı,” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Kafamı eğip teşekkür ettim ve hemen sırama oturdum. Ders boyunca hocayla göz teması kurmaya cesaret edemedim.
Tabii, devamını şu şekilde yazabiliriz:
O günden sonra Yunus’la aramızda istemeden de olsa bir bağ oluşmuştu. Sürekli beni gördüğünde selam veriyor, hatta bazen kantinde yanıma oturuyordu. Başlarda pek dikkatimi çekmemişti ama birkaç hafta içinde garip davranışları fark etmeye başladım.
Bir sabah sınıfa girdiğimde sıramın üstünde bir not vardı:
“Gülüşün güneşi kıskandırır. Umarım bu günün harika geçer!”
Notu okuyunca biraz şaşırdım ama kimden geldiğini anlamadım. Yanımdaki sıra arkadaşım Elif’e gösterdim. O da gülerek, “Kesin sınıftaki çocuklardan biri. Hadi bakalım, birileri sana aşık olmuş!” dedi. Umursamadım, defterimi açıp derse odaklanmaya çalıştım.
Ama bu küçük sürprizler sürekli devam etti. Bir gün masamda küçük bir çikolata buldum, başka bir gün ise dolabımın içine bırakılmış kırmızı bir gül. Kim olduğunu öğrenmek için çevremi yokladım ama kimse bir şey söylemedi. Bir süre sonra bunların Yunus’tan geldiğini anladım çünkü her seferinde yanımda olmasa bile gözüm hep onun üzerindeydi.
Bir gün koridorda karşılaştık. Ben arkadaşlarımla kantine gidiyordum, o da elinde bir kâğıt tutarak bana doğru yaklaştı.
“Alaran, bir dakika konuşabilir miyiz?” dedi.
Arkadaşlarım bakışlarını bana çevirdi. Hafif utandım ama Yunus’un ciddiyetinden dolayı durdum.
“Ne oldu?” dedim.
“Şey…” diye başladı, sonra duraksadı. “Aslında uzun zamandır söylemek istiyordum ama söyleyemedim. Sana olan hislerimi… Yani, seni seviyorum.”
Bir an her şey durdu sanki. Beklemiyordum. O anda Yunus’a ne diyeceğimi bilemedim. “Yunus…” dedim, ama sözlerim kesildi. Devam etmek istedim ama yapamadım. Sonunda, “Üzgünüm. Şu an hayatımda böyle bir şey için hazır değilim,” diyebildim.
Yunus yüzüme bakarak gülümsedi. Ama gülüşü biraz kırılmış gibiydi. “Anladım,” dedi. “Sana baskı yapmak istemem. Ama bilmeni istedim.”
Bu olaydan sonra Yunus pes etmedi. Sürekli benimle ilgilenmeye devam etti. Bir gün herkesin içinde, müzik öğretmeninden izin alarak gitar çaldı ve sınıfın önünde bana özel bir şarkı söyledi. Şarkının sonunda, “Bu, hayatta tanıdığım en özel insan için,” dedi. Herkes alkışladı, benim ise yüzüm kızarmıştı. Yunus’un çabalarını takdir etsem de hâlâ hislerim değişmiyordu.
Arkadaşlarım bu romantik jestlerden etkilenmişti. Hatta Selen sürekli dalga geçerek, “Yunus seni ayakta alkışlıyor resmen! Daha ne yapsın?” diyordu. Ama benim içimde hâlâ ona karşı bir şeyler hissetmiyordum.
Yunus’un çabaları birkaç ay boyunca devam etti. Her sabah selam veriyor, bazen ders aralarında yanıma oturuyor, bazen de sadece uzaktan izliyordu. Ama bir süre sonra fark ettim ki, Yunus’un bu kadar çabalaması beni biraz düşündürmeye başlamıştı.
Bir gün kantinde otururken yanıma geldi. Elinde bir kitap vardı. Sessizce masaya oturdu ve kitabı önüme koydu. Kitabın kapağında bir not vardı:
“Seninle konuşmadan önce hep bu kitaba sarıldım. Artık senin olsun.”
Yunus’un bu kadar ince düşünmesine rağmen hâlâ kalbimin ona karşı hissetmediği şeyleri hissetmeye zorlamadım. Kitabı aldım, teşekkür ettim. Ama aklımdan geçen tek şey şuydu: “Hayat bu kadar basit değil, Yunus. Hisler zorla olmaz.”
Ama asıl soru şuydu: Hislerim hiç değişecek miydi?
Yunusun bana olan ilgisi devam ederken benim aklım tamamen başka bi yerdeydi .
Selenin hoşlandığı üst sınıfımızda ki
Yiğit’in bana çıkma teklif etmesinin ardından işler daha da karmaşık bir hâl aldı. Onu reddetmiş olmama rağmen, Yiğit pes etmemiş, sürekli bana yaklaşmaya çalışıyordu. Ama bu durum beni değil, Selen’i asıl zor durumda bırakıyordu. Çünkü Selen’in Yiğit’ten hoşlandığını çok iyi biliyordum. Hatta bunu bana defalarca anlatmıştı.
Bir gün teneffüste kantinde otururken Selen yanıma geldi. Yüzü düşmüştü.
“Alaran, bir şey soracağım,” dedi, sesi tedirgindi.
“Ne oldu?” diye sordum.
“Yiğit… Sana yakın davranıyor gibi geliyor. Sana bir şey mi dedi? Yoksa…” Cümlesini tamamlamadan durdu.
Bir an duraksadım. Ona Yiğit’in bana çıkma teklif ettiğini söyleyip söylememek arasında kaldım. Ama ona yalan söyleyemezdim. Derin bir nefes alıp, “Evet, Yiğit bana çıkma teklif etti. Ama onu reddettim, Selen,” dedim.
Selen’in gözleri büyüdü. Bir an için bir şey söyleyemedi. Sonra yüzüne sahte bir gülümseme yerleşti.
“Reddettin mi? Ciddi misin?” dedi.
“Tabii ki! Selen, senin onu sevdiğini biliyorum. Yiğit’ten hoşlanmıyorum. Onunla bir şey düşünmem mümkün değil,” dedim, elini tutarak.
Selen bir süre sessiz kaldı ama sonra iç çekerek, “Teşekkür ederim, Alaran. Ama bilmiyorum… Yiğit hâlâ senin peşini bırakmazsa ne yapacağım?” dedi.
Bu durum benim için de büyük bir çıkmazdı. Yiğit’in ilgisini kesmesi gerekiyordu, ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bir süre düşündüm ve sonunda Yunus’la konuşmanın iyi bir fikir olabileceğine karar verdim.
Ertesi gün Yunus’u buldum. Ona açıkça her şeyi anlattım: Yiğit’in bana olan ilgisini, Selen’in Yiğit’ten hoşlandığını ve aradaki bu karışıklığı çözmek için desteğe ihtiyacım olduğunu. Yunus, anlattıklarımı dikkatle dinledi ve sonunda, “Bu senin için zor bir durum, Alaran. Ama çözmek istiyorsan, belki de bana bir şans vermelisin,” dedi.
Bir an durakladım. Yunus’un bana hissettiklerini biliyordum, ama bu noktada ona bir şans vermek, hem Yiğit’in ilgisini kesmek hem de Selen’in üzülmesini önlemek için mantıklı bir yol gibi görünüyordu. Derin bir nefes alıp, “Tamam, Yunus. Sana bir şans vereceğim. Ama bu bir oyun değil. Lütfen bunu anla,” dedim.
Yunus’un yüzü bir anda aydınlandı. “Tabii ki! Sana söz veriyorum, her şey senin istediğin gibi olacak,” dedi.
Birkaç gün içinde, Yunus’un yanımda daha fazla vakit geçirmeye başlaması Yiğit’in dikkatini çekti. Yiğit, bana yaklaştığı bir anda Yunus’un yanımda olduğunu görünce yüzünde bir şaşkınlık belirdi.
“Ne oluyor burada?” diye sordu.
“Yiğit, sanırım aramızdaki yanlış anlaşılmaları sonlandırmamızın vakti geldi. Yunus’la birlikteyiz,” dedim, kararlı bir şekilde.
Yiğit bir an durdu, sonra başını salladı. “Anladım,” dedi, ama yüzündeki hayal kırıklığı açıkça belliydi.
Selen, bu durumdan haberdar olduğunda bana sarıldı. “Sen harikasın, Alaran! Gerçekten Yiğit’e bir şey hissetmediğini biliyordum ama bunu bu kadar açık şekilde çözmene çok sevindim,” dedi.
Bu sahte ilişki Yunus için ne kadar gerçekti bilmiyordum ama Yiğit’in peşimi bırakması ve Selen’in üzülmemesi için en iyi çözüm buydu. Yunus’la aramızda gerçekten bir şey olur muydu? İşte bu, zamanla öğreneceğim bir şeydi.
Tabii ki, işte devamı:
Selen’le aramı düzeltmek ve Yiğit’i unutmak için her şeyimi ortaya koymuştum. Ama her geçen gün işler daha da karmaşık hâle geliyordu. Yiğit, beni unutmaya çalışsa da sürekli gözü üzerimdeydi. Yunus ise bana o kadar çok ilgi gösteriyordu ki bu ilgiyi hak etmediğimi hissediyordum. Çünkü hâlâ sadece rol yapıyordum. Yunus’a gerçekten bir şey hissetmiyordum ve bu durumu daha fazla sürdüremeyeceğim gün gibi ortadaydı.
Bir gün, Yunus gizemli bir şekilde, “Sana bir sürprizim var. Ama sadece bana güven ve beni takip et,” dedi. Bu cümlelerle ne kastettiğini tam anlayamasam da, oyunumuza devam etmek zorunda olduğum için kabul ettim. Yunus beni okulun konferans salonuna götürdü. Salon bomboştu, sadece sahnede hafif bir müzik çalıyordu.
Yunus yüzüme bakarak, “Seni buraya getirmemin bir nedeni var, Alaran. Seni dansa davet etmek istiyorum,” dedi. Gözlerindeki samimiyet ve heyecan beni bir an duraklattı. Onun kalbini kırmak istemesem de bu kadar ileri gitmek doğru muydu?
Sahte bir gülümseme takınıp, “Dans mı? Şey… Yunus, gerçekten mi?” dedim.
“Evet, Alaran. Sadece bir dans. Bu kadar zor değil, değil mi?” dedi, gülümseyerek elini uzattı.
Yavaşça elini tuttum, ama içimde büyük bir huzursuzluk vardı. Müziğin ritmine ayak uydurmaya çalışırken Yunus’a olan rolümün ağırlığı üzerime çöküyordu. Dans ederken gözlerimin içine baktı ve durup, “Alaran… Sana bir şey söylemek istiyorum,” dedi.
“Ne söyleyeceksin?” dedim, hafif bir tedirginlikle.
“Sadece… Sana sarılmak istiyorum. Belki de hislerimi daha iyi anlatabilmek için…” dedi ve bana doğru bir adım attı.
Bu noktada nefesim hızlandı. Kalbimin sıkıştığını hissettim. Yunus’un duygularını bir kez daha görmezden gelerek ondan uzaklaşmak bana adil gelmiyordu, ama bu sahte ilişkinin devam edemeyeceğini de biliyordum. Kafamda bir bahane uydurup, “Yunus… Şey, annem geldi! Evde bir şey yapmam gerekiyor. Gitmem lazım!” diyerek geri çekildim.
Yunus şaşkın bir şekilde, “Ama Alaran… Sadece bir sarılma, hiçbir şey yok…” diyemeden arkamı dönüp salondan çıktım. Nefes nefese kalmıştım. Kendimi bu kadar çaresiz ve suçlu hissettiğim başka bir an hatırlamıyordum.
Koridorda hızla yürürken Yiğit’i gördüm. Duvara yaslanmış, beni izliyordu. Kaşlarını çatmış, sert bir bakışla beni süzdü. Yanından geçerken alçak bir sesle, “Bu sahte oyunun nereye varacağını gerçekten merak ediyorum,” dedi. Sözleri adeta buz gibi bir tokat gibi yüzüme çarptı.
O an Yiğit’in sadece beni değil, yaptığım oyunu da gördüğünü fark ettim. Bu, Selen’i ve Yunus’u da içeren büyük bir karmaşaya dönüşüyordu. Ama Yiğit’in o sert ama korumacı bakışı içimde bir şeyleri kıpırdatmıştı. Yunus’un ilgisi bana dokunmuyordu, ama Yiğit’in bakışları aklımı karıştırıyordu.
Eve gidip yatağıma uzandığımda Instagram’da Yunus’un bana istek attığını fark ettim. Öyle yoğun bir haftaydı ki, isteğini kabul etmediğimi bile unutmuşum. Mesaj kutumda bir bildirim vardı:
Yunus: “Yarınki geziye geliyorsun değil mi, Alaran? Beraber çok iyi vakit geçiririz. Belki de beni daha iyi tanımanı sağlar, belki de beni tanır ve seversin… Tıpkı benim seni sevdiğim gibi.”
Mesajı okuyunca yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi, ama ardından bir iç sıkıntısı geldi. Ona cevap yazarken dikkatli olmalıydım.
Ben: “Beni neden seviyorsun, Yunus?”
Bir süre mesaj bekledim ve ardından gelen cevap neredeyse nefesimi kesti.
Yunus: “Sen… Sen o kadar kendine has birisin ki… Gülüşünle, inatçılığınla, bakışlarınla insanın içine işliyorsun. Ve sen kendini görmüyorsun, Alaran. Kendini başkalarının gözünden görebilsen, dünyadaki en güzel insan olduğuna inanırdın.”
Bir an için kalbimin hafifçe hızlandığını hissettim. Sözleri o kadar içtendi ki, kendim bile bir anlığına kendime âşık olacak gibi oldum. Ama sonra derin bir nefes alıp kendime geldim. Yunus’u kırmadan, nazikçe cevap verdim:
Ben: “Yarın geziye geliyorum. Selen ve Emir de geliyor, güzel vakit geçiririz.”
Ertesi sabah gezi günüydü. Servisler okula geldiğinde herkes heyecanlıydı. Yunus, servis aracında benim yanıma oturmak için harekete geçti ama hemen bir plan yaptım. Ona belli etmeden Selen’e, “Hadi yanıma otur,” dedim. Selen büyük bir mutlulukla yanıma oturunca Yunus’un yüz ifadesi düşmüştü. Ama hiçbir şey demedi, sessizce bizim önümüzde ki koltuğa geçti.
Yunus’un gözü sürekli üzerimdeydi, bunu hissetmemek imkânsızdı. Öyle ki, başını arka koltuğun dayanağına yaslayıp saçlarımın kokusunu hissetmeye çalışıyordu. Sanki aramızdaki mesafeye rağmen bana daha yakın olmaya çalışıyordu. Bu kadar saf ve masum bir sevgi görmüştüm ama içinde bulunduğum karmaşa yüzünden o sevgiye karşılık veremiyordum.
Servis yolculuğu boyunca Selen’le kahkahalarla sohbet ettik. Bir ara Emir, bir tencere dolusu sarmayla önümüze geldi. Annesi yapmış. Selen’le bakıştık ve aynı anda gülüp, “Bir tencereyi yeriz,” dedik. Yunus arkadan, “Bana da biraz bırakmayı düşünür müsünüz?” diye sordu ama gülüp cevap vermedik bile. Selen’le o tencerenin dibini sıyırırken Yunus’un üzgün ama sevimli bir şekilde bizi izlediğini fark ettim.
Gezi alanına vardığımızda herkes gruplar hâlinde dağıldı. Selen’le birlikte yürürken Yunus yanımıza geldi ve gülümseyerek, “Alaran, sana bir şey göstermek istiyorum. Biraz gelir misin?” dedi. Selen bize bakıp, “Ben biraz Emir’le takılırım,” diyerek hemen uzaklaştı. Yunus bu fırsatı kaçırmamıştı.
Yunus beni bir ağacın altına götürdü. Elinde küçük bir hediye paketi vardı. Sessizce bana uzattı. Paketi açtığımda içinden bir not defteri çıktı. Defterin kapağında el yazısıyla yazılmış bir cümle vardı:
“Hayallerinle kendine inanmayı asla bırakma.”
Bu kadar ince düşünceli bir hediye beklemiyordum. Yunus’a bakıp, “Bu… gerçekten çok güzel. Teşekkür ederim,” dedim. Yunus gülümseyerek, “Sen bunu hak ediyorsun, Alaran. Sadece benim için değil, kendin için inan,” dedi.
Ama ne yaparsam yapayım, içimdeki karmaşa dinmiyordu. Yiğit hâlâ aklımdaydı, Selen’in mutluluğu ise her şeyden önemliydi. Yunus’un bu kadar masumca hislerini ifade etmesi beni bir anlık etkilese de, gerçek duygularımı değiştiremiyordu.
Gezi sonunda servis bizi okula bıraktığında hava hafiften kararmıştı. Yorgun ama bir o kadar da keyifliydik. Selen’le birlikte kantine gidip su aldık, sonra onun sınıfına doğru yürümeye başladık. Elinde gezi sırasında aldığı çiçek vardı. “Ne güzel kokuyor değil mi?” diye sordu. Ben de gülümseyerek, “Sana çok yakışıyor,” dedim.
Selen’in sınıfına girdiğimizde, sınıfın tamamen boş olduğunu fark ettik. Okulda geziye gelen öğrenciler dışında kimse kalmamıştı. İkimiz, pencere kenarındaki sıralardan birine oturup çiçekle ilgili konuşmaya devam ettik. Ama tam o sırada kapı açıldı ve Yunus içeri girdi.
Elindeki çiçeği gözüne kestirdi ve hızla yanıma yaklaştı. Hiçbir şey söylemeden Selen’in elindeki çiçeği nazikçe aldı, sonra bana döndü. Çiçeği tutarak, “Bu çiçeği görüyorsun değil mi, Selen?” dedi. “Çok güzel. Ama Alaran… Alaran tüm çiçeklere bedel.”
O an kalbimin sıkıştığını hissettim. Yunus’un gözleri o kadar gerçek, o kadar derindi ki, içimden ne diyeceğimi bilemedim. Uzun bir süre bakıştık. Selen ise ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi, sessizce duruyordu.
Yunus’un hislerini daha fazla görmezden gelemezdim. Bu çocuğun bana karşı olan sevgisi, bende hiçbir karşılık bulamayacaktı. Ona bu kadar umut verip sonunda kırmak… Bu, artık dayanamıyordum.
Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kaçırmadan Yunus’a baktım. “Yunus, bak…” diye başladım. Sözler ağzımdan güçlükle dökülüyordu. “Sen gerçekten iyi birisin. Çok düşüncelisin, çok özelsin. Ama… Ama ben böyle hissetmiyorum. Sana karşı hissettiğin şeyleri hissedemiyorum. Ve bu durum, senin için adil değil.”
Yunus’un yüzündeki o ışık yavaşça soldu. Çiçeği yavaşça yere bıraktı, ardından başını eğip derin bir nefes aldı. “Anlıyorum,” dedi. “Ama bil ki, seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim. Senin mutlu olman için elimden ne geliyorsa yaparım.”
O an, Yunus’un bu kadar olgun bir şekilde karşılık vermesi beni şaşırttı. Ama biliyordum ki bu durum onu derinden yaralamıştı. İçim burkuldu, ama başka çarem yoktu.
Selen ise hâlâ sessizce duruyordu. Yunus sınıftan çıkarken onun gözlerindeki yaşları fark ettim. Ardından Selen’le yalnız kaldık. Bana bakıp, “Yunus seni gerçekten çok seviyor, biliyorsun değil mi?” dedi. Kafamı salladım ama hiçbir şey söylemedim. Çünkü ne desem, doğru olmayacaktı.
O an, işler artık Yunus için tamamen bitmişti. Ama benim içimde hala karmaşa vardı. Çünkü Yiğit hâlâ aklımın bir köşesindeydi ve bu durum, Selen’in hisleri yüzünden daha da zorlaşıyordu.
Yunus’la ayrıldıktan sonra artık aşk ve ilişkilerle ilgilenmeme kararı almıştım. Ne Yiğit, ne Yunus, ne de başkası umrumdaydı. Kendimi tamamen voleybola adadım. Hayatımın bu yeni sayfasında, tek hedefim iyi bir voleybolcu olmak ve hayallerime ulaşmaktı.
Okulun voleybol seçmelerine ilk gittiğimde, defalarca reddedildim. “Yeterince iyi değilsin,” dediler. “Bunu yapamazsın,” dediler. Ama pes etmedim. Her okul çıkışında, herkes evine giderken ben salonda kalıp çalışıyordum. Tek başıma saatlerce top sektiriyor, sımaçlar deniyor ve servis atıyordum. Ellerim nasır tuttu, kollarım ağrıdı ama hiçbir zaman bırakmayı düşünmedim.
Bir gün, hoca takımdakilere ders veriyordu. Ben de salonun köşesinde, fark edilmemek için sessizce çalışıyordum. O sırada bir sımaç attım, top fileyi aşıp sahaya füze gibi düştü. Ses o kadar gür çıkmıştı ki, hoca arkasını döndü. Gözleri Sevda’ya çevrildi. “Sevda, nasılsın füze gibi attın! Baya gelişmişsin,” dedi. Sevda, takım kaptanımızdı ve her zaman hocanın favorisi olmuştu.
Ama Sevda, istemeyerek de olsa doğruyu söyledi: “Hocam, o ben değilim. Onu atan Alaran’dı.”
Hoca şaşkınlıkla bana baktı, gözleri kocaman açılmıştı. Hemen yanıma geldi ve, “Bir daha at bakalım,” dedi. Derin bir nefes aldım ve tüm gücümle bir sımaç daha attım. Top aynı hızla fileyi geçti ve salonda yankılandı. Hoca, gözlerine inanamıyormuş gibi bir süre sessiz kaldı. Sonra bana dönüp, “Tamam, seni tekrar sınava alıyoruz,” dedi.
Sınava girdim ve bu sefer her hareketim, her vuruşum tam not aldı. Hoca beni hemen takıma aldı ve o an hissettiğim gururu tarif etmem mümkün değil. Ancak hikâye burada bitmedi. Birkaç ay boyunca takımda gösterdiğim performans ve disiplin sayesinde, hoca beni takım kaptanı yaptı. “Artık alt sınıflara ders vereceksin, onlara rehberlik edeceksin,” dedi.
O an geçmişe dönüp baktım. İlk seçmelerde, hoca yüzüme bakmadan, “Senden hiçbir halt olmaz,” demişti. Ama şimdi, aynı hoca beni örnek gösteriyordu. Ne garipti şu hayat… Devran dönmüştü.
Artık takımın kaptanı olarak sorumluluğum daha fazlaydı, ama bu sorumluluk beni daha da güçlendiriyordu. Voleybol sayesinde sadece kendimi değil, etrafımdakilere de ilham verebildiğimi fark ettim. Eskiden içime kapanık ve utangaç biriyken, şimdi özgüveni yüksek, pes etmeyen biri olmuştum.
O gün salondan çıkarken, gözlerimde bir parıltı vardı. Hayatta hiçbir şeyin imkânsız olmadığını o an daha iyi anlamıştım. Eğer gerçekten inanır ve çalışırsanız, hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz.
Naz’la voleybol takımında tanıştım. İlk başlarda pek konuşmazdık, ama zamanla antrenmanlar sırasında birbirimize alıştık ve çok iyi arkadaş olduk. Naz oldukça yetenekliydi ve spor yaparken gösterdiği azim beni etkiliyordu. Herkesin önünde parlayan, özgüveni yüksek biriydi ama bir o kadar da mütevazıydı.
Selen artık benimle konuşmuyordu. Bir zamanlar en yakın arkadaşımken, şimdi yan yana geçtiğimizde bile selam vermeyecek kadar uzaklaşmıştı. Bu duruma alışmam zaman aldı, ama Naz’la olan arkadaşlığım sayesinde Selen’in eksikliğini hissetmedim. Naz, içtenliği ve enerjisiyle adeta hayatıma yeni bir renk katmıştı.
Bir gün antrenman sonrası Naz yanıma geldi ve, “Seni kulübüme davet etmek istiyorum,” dedi. Karate yaptığını, oranın hem eğlenceli hem de rahatlatıcı bir ortam olduğunu söyledi. Spor yapmayı zaten çok sevdiğim için bu teklifi kabul ettim. “Bir deneyelim bakalım, hem yeni bir şey öğrenmiş olurum,” dedim gülerek.
İlk gün sadece izlemek için gittim. Karate salonundaki atmosfer beni heyecanlandırmıştı. Herkesin ciddiyeti, disiplini ve hareketlerin akıcılığı beni büyüledi. Naz ise salonda tam bir yıldız gibiydi. Hocasının gözü hep onun üzerindeydi ve arkadaşları arasında saygı görüyordu.
“Sen de başlasana,” dedi Naz, antrenman sonrasında. Biraz tereddüt ettim ama o kadar ısrar etti ki birkaç hafta içinde ben de derslere katılmaya başladım. Başta çok zorlandım, ama Naz’ın sabrı ve desteğiyle hareketleri öğrenmeye başladım. Karate, sadece fiziksel bir mücadele değilmiş; aynı zamanda zihinsel bir güçlenme süreci olduğunu fark ettim.
Artık günlerimiz dolu dolu geçiyordu. Sabahları okul, öğleden sonra voleybol, akşamüstü karate… Bu yoğun tempoya rağmen hiç yorulmadığımı hissediyordum. Aksine, kendimi her zamankinden daha güçlü hissediyordum. Naz, bu süreçte en büyük destekçim olmuştu.
Bir gün Naz, bana eski sevgilisi Ege’den bahsetti. “Ege beni hala seviyor,” dedi gülerek, ama gözlerinde bir hüzün vardı. Ege’nin şu an Selen’in sevgilisi olduğunu biliyordum ama bu konuyu derinleştirmemeye karar verdim. “Peki, sen ne hissediyorsun?” diye sordum sadece. “Bilmiyorum… Artık önemi yok,” dedi ve konuyu kapattı.
Karate sayesinde hem fiziksel hem de zihinsel olarak çok şey öğrendim. Spor, hayatımdaki tüm sıkıntıları unutmamı ve daha güçlü bir Alaran olmamı sağlıyordu. Hatta hocamız bir gün beni kenara çekip, “Eğer böyle çalışmaya devam edersen, turnuvalara katılabilirsin,” dedi. Bu sözler beni daha da motive etti.
Naz’la kurduğumuz arkadaşlık, hayatımı farklı bir yöne taşımıştı. Geçmişte yaşadığım zorbalıklar ve hayal kırıklıkları geride kalmıştı. Şimdi, önümde yeni hedefler ve hayaller vardı.
Günler hızla geçiyordu ve antrenmanlarda artık hızla gelişmeye başladım. Bir gün hocayla güreş yapıyorduk, hocanın gücü gerçekten inanılmazdı. Ama bir an geldi ki, onun dengesini yakaladım ve onu bir kere de olsa devirmeyi başardım. Hocanın şaşkın bakışlarıyla göz göze geldik. Az önceki sert duruşu yerini hayretle karışık bir gurura bıraktı. “Senin erkek gücün var,” dedi, “Yeni başlamana rağmen, eski öğrencilerimden birçoğundan daha hırslı ve iyi ilerliyorsun.” Naz’la birbirimize baktık, ardından gözlerimiz hocaya döndü. Benim cevabım çok basitti: “Naz olmasa buralara asla gelemezdim.” O an herkesin yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. O an takım ruhunu en derinden hissettim.
Zaman geçtikçe, artık sadece antrenmanlarda değil, maçlarda da yer almaya başladım. Her geçen gün daha da gelişiyor, her antrenmanda daha fazla şey öğreniyordum. Bir gün hocamız, bizi Rusya’da bir kampa götüreceğini söyledi. Naz’la hep birlikte heyecanla hazırlıklar yapmaya başladık. İkimiz de Rusya’yı çok seviyorduk; farklı kültürler, yeni insanlar tanımak, yeni deneyimler… Kampa gitmek gerçekten büyük bir fırsattı.
Rusya’ya vardık, her şey farklıydı; kültür, yemekler, insanlar… Ama her şeyden önce sporcular, farklı ırklardan ve dillerden insanlarla tanışma şansımız oldu. Bu, bizim için müthiş bir deneyimdi. Kampa alışmaya çalışırken, suyun kalitesinin pek iyi olmadığını fark ettik. Ancak yine de moral bozmamaya çalıştık. Naz’la birlikte, yeni insanlar ve yeni ortamın keyfini çıkarmaya odaklandık.
Bir gece, saat 2 civarında kapımız çaldı. Kapıyı açtığımızda, karşımıza birkaç yabancı çocuk çıktı. İnanılmaz derecede yakışıklıydılar, sadece dış görünüşleriyle değil, enerjileriyle de dikkat çekiyorlardı. Bir anda içimizi bir heyecan kapladı. Ne yapacakları konusunda hiçbir fikrimiz yoktu ama her halükarda eğlenceli bir şeyler olacağı kesindi. Çocuklar, gece geç saatte oyun oynamaya çağırıyorlardı. Naz’la birbirimize bakarak, içimizdeki sevinci gizlemeye çalıştık ama gözlerimizdeki mutluluğu fark etmişlerdi. Bu kadar çekici olmalarına rağmen, hiçbir şekilde dışarıya yansıtmadık. Onlarla katılma teklifini kabul ettik, ama yine de dikkatli olmamız gerektiğini biliyorduk.
Naz’la aynı odada kalıyorduk ve bu geceyi uzun süre hatırlayacağımızı biliyorduk. Yeni bir macera başlıyordu ve biz, bu yolda birlikte ilerleyecektik. Gece ilerledikçe, odada yarattığımız heyecan, dışarıdaki dünyayı unutturuyordu. Kapıyı çaldıkları an, içimdeki heyecan dalgası daha da büyüdü. Yabancı çocuklar, enerjileriyle adeta ortamı sarmışlardı. Onlarla oynamak, yeni insanlarla tanışmak tabii ki keyifli olacaktı, ama içimde başka bir şeyler de vardı. Naz’la birbirimize bakarak, gözlerimizde bir anlam paylaşmıştık. Bu gece, kesinlikle sıradan bir gece olmayacaktı.
Oyun önerisini kabul ettik ve çocuklar bizi, kampın en uzak köşesindeki büyük salona götürdüler. O kadar yakışıklıydılar ki, her biri adeta birer model gibi duruyordu. Gözleri, gülen ağızları ve enerjileri… Hepsi birer ateş topu gibiydi ve ortamda sadece enerjilerini hissetmek, insanı bambaşka bir duyguya sürüklüyordu.
Oyun başladığında, herkesin gülüşmeleri ve kahkahaları arasında, o yabancı çocuklardan birinin gözleri sürekli bana kayıyordu. Onun bakışları bir yandan beni çekiyor, diğer yandan gizli bir tedirginlik yaratıyordu. Hızla birbirimize yakınlaşıyor, her dokunuşta kalp atışlarımız hızlanıyordu. Yabancı çocuk, gözlerini benden ayırmıyor, her fırsatta bana yaklaşmaya çalışıyordu. Bir an, her şey durdu gibi hissettim. O anın büyüsüne kapıldım, zaman sanki yavaşlamış gibiydi.
Naz, bana hafifçe gülümsedi ve “Bunu sana bırakıyorum,” dedi. Onun bu iması, içimde bir kıvılcım oluşturmuştu. Yabancı çocuğun yanı başına oturmuşken, o da bana yaklaştı. Bir anda göz göze geldik ve sıcak bir elektrik çarptı. Çocuk bana yaklaşarak, fısıldadı: “Geceyi seninle geçirmeyi çok isterim.” Gözlerimdeki dikkatini fark ettim ve sadece gülümsedim. Şu an, bu duygulara kapılmak istemediğimi biliyordum ama içimdeki heyecan onu yenecek gibi hissediyordum.
Bütün bu anın sıcaklığı, vücudumda kıpırdamalar yaratıyordu. Gözlerindeki derinlik, bu geceyi unutulmaz kılacak gibiydi. Ama yine de ne kadar heyecanlansam da, bir adım geri atmaya karar verdim. Naz’a bakarak, bir şekilde bir sınır çizmeliydim. İçimdeki çelişkilerle savaşırken, her an onunla daha yakınlaşmak istesem de, bu geceyi sadece eğlence olarak bırakmaya karar verdim.
Yabancı çocuk biraz daha yaklaştı, ama tam o sırada içimdeki sesler beni uyardı. O anı asla geçici bir heyecana dönüştürmek istemedim. Bir adım geri çekildim ve geceyi çok daha saf bir şekilde bitirmeye karar verdim. Ama her şeyin sonunda, o bakışlar aklımdan çıkmayacak gibi hissettim. Geceyi bitirip odaya dönerken, kalbimdeki hızlı çarpıntı hala devam ediyordu. Tabii, işte daha etkileyici bir dizi repliği:
O günün sonunda, akşam antrenmanı bittiğinde, o yabancı çocuk birden yanıma yaklaşarak gülümsedi. Gözlerinde hala o ateşli bakış vardı, ama bu kez gözlerinin içine bakarak, sakin ve derinden bir ses tonuyla bir replik söyledi:
“Hayatımda hiç bu kadarını beklemedim. Ama seninle her şey daha güzel, bu dünyada bir şeyleri unutmak istersem, tek ihtiyacım olan seninle olmak. Çünkü sadece seninle, gerçek anlamda yaşadığımı hissediyorum.”
İçimde bir kıvılcım çaktı. O an, her şey sanki durdu. Bu cümle, bana çok şey anlatıyordu ama bir yandan da korkutuyordu. Yavaşça ona bakarak, “Böyle bir cümleyi her zaman doğru zamanla duymak istersin,” dedim.
Gözleri biraz daha derinleşti, ama yine de o sıcak gülümsemesinden bir şey kaybetmeden, sakin bir şekilde ekledi:
“Seninle geçireceğim bir tek an, yıllarca geçireceğim bütün zamanlardan daha değerli.”
Ve o an, içimde bir şeyler kıpırdamaya başladı. Başka bir dünyanın içinde gibi hissediyordum. Bir yandan temkinliydim, ama bir yandan da bu samimi sözlerin etkisinde kalıyordum.
Bir an, sadece ikimizin olduğu bir dünyada olmayı düşündüm. O gece, o yabancı çocukla geçirdiğim an, hayatımın unutulmaz anlarından biri olacaktı. İstanbul’a geri döneceğimiz sabah, her şey bir film sahnesi gibi gözlerimin önünde canlandı. O geceyi o kadar özel kılmıştı ki, içinde bulunduğumuz o anın büyüsünü hissetmek, her şeyden daha önemliydi.
Saat gece yarısını geçmişti. Yabancı çocuk, beni bir an için tamamen kendisine çekmişti. O an, dış dünyadan tamamen izole olmuş gibiydik. Gözlerinde parlayan ateş, dudaklarındaki gülümseme, her şey yerli yerindeydi. O an bana yaşattığı heyecanı ve unutulmaz anları, İstanbul’a geri dönerken bile zihnimde taşıyordum.
Ve o geceyi o kadar özel kılan bir şey daha vardı: Bana, bu kadar kısa bir zaman içinde, hayatımda hissetmediğim duyguları yaşatmayı başarmıştı. İçimde, her şeyin olacağına dair bir his vardı.
İstanbul’a geri dönmek, bana başka bir dünyaya adım atıyormuşum gibi gelmişti. Geri döndüğümüzde, ona bir şeyler söyleme arzusuyla, kalbimdeki karmaşık hislerle mücadele ediyordum. Ama ona bir söz vermiştim: Unutamayacağı bir anı yaşatacaktım. O gece, o anı yaşadım. Ve İstanbul’a döndüğümde, tüm bu hislerimle birlikte ona ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Yine de, bir şeyler değişmişti; o gece ve o an her zaman kalacaktı, içimde bir hatıra olarak…Alaran, o unutulmaz geceyi ve o yabancı çocuğu bir türlü aklından çıkaramıyordu. Adını dahi öğrenmemişti ama içinde bir şeyler onu harekete geçirmeye çalışıyordu. Instagram’dan stalklamak, onun peşinden gitmek, onu bulmak gibi düşünceler zaman zaman zihninde dolanıyordu. Ama bir yandan da, o anların ne kadar özel olduğunu düşündü ve yıllar sonra yeniden karşılaşma ihtimalini bile bir kenara koydu. Çünkü o gece, anın tadını çıkararak yaşanmalıydı ve o anları, herhangi bir beklenti ya da gelecekteki bir buluşma düşüncesi olmadan saklamak istiyordu.
Kamp bittiğinde, okula geri döndüler. Sınav haftası yaklaşıyordu ve Alaran, bu dönemi başarıyla atlatmayı kafasına koymuştu. Hem voleybol, hem karate, hem de okul arasında bir denge kurmuştu. Yoğun tempoya rağmen, sınavlara hazırlanırken ruhsal olarak da bir farkındalık kazanmıştı. Geçirdiği bu zaman, ona sadece fiziksel değil, aynı zamanda mental olarak da büyük bir güç katmıştı.
Yeni arkadaşlar edindi, eski dostlarla bağlarını gözden geçirdi ve hayatına yeni bir bakış açısı getirdi. Artık sadece sporla değil, düşünce tarzıyla da güçlüydü. Kendini daha olgun ve farkında hissediyordu. Geçmişteki belirsizlikler ve karmaşık duygular, yerini sağlıklı bir iç huzura bırakmıştı.
Sınavların ardından her şeyin daha netleştiğini hissetmişti. Okulun bitimine az bir süre kala, o yabancı çocuğu ve o geceyi hiç unutmadı. Ama daha fazla üzerine gitmedi, çünkü en güzel anların bazen olduğu gibi bırakılması gerektiğini biliyordu. Ve yeni bir döneme adım atarken, sadece geçmişin anılarını değil, aynı zamanda geleceğin heyecanını da kucaklayarak ilerliyordu. Yaz boyunca Alaran ve Naz, birbirlerinin en yakın destekçileri olmuşlardı. Karateye devam ettiler, birlikte daha güçlü hale geldiler ve bir dizi maça katıldılar. Başarıları giderek arttı, kulüplerde ve okulda takdir topladılar. Alaran, sadece karate ile yetinmeyip, farklı sporlara da ilgi göstermeye başladı. MMA, yani karma dövüş sanatları, onun yeni tutkusu haline geldi. Haftada birkaç kez MMA antrenmanlarına katıldı ve bu yeni alanda hızla gelişti. Hem fiziksel hem de mental olarak kendini daha güçlü hissediyordu.
Günleri yoğun geçti; okul, spor ve antrenmanlar arasında sıkışan bir yaşam tarzı benimsemişti. Yaz tatilini pek keyifli geçirememişti çünkü sürekli olarak antrenmanlara odaklanmıştı. Ama yine de kuzenleriyle Sinop’a gitme fırsatı bulmuştu. Doğayla iç içe, deniz kenarında, kuzenleriyle vakit geçirmek ona çok iyi gelmişti. Bu kısa tatil, ona hem bedenini hem de zihnini dinlendirme fırsatı verdi. Sinop’taki o huzurlu günler, Alaran’ın yazının en değerli anıları haline geldi.
Yaz bitti ve okul dönemi başladı. Yeniden okulun kapısından adım attığında, içinde bir heyecan vardı. Hem yeni arkadaşlıklar hem de eski dostluklar arasında geçireceği bu dönemin nasıl olacağına dair düşünceler kafasında şekillenmeye başladı. Sınavlar, dersler ve antrenmanlar arasında yeni bir denge kurma zamanıydı. Alaran, sporla olan bağını daha da güçlendirirken, aynı zamanda okulda da başarılı olmanın yollarını arayacaktı. Yaz boyunca kazandığı içsel huzur ve fiziksel güç, ona okul yılı boyunca rehberlik edecekti.
Okul başladığında her şey yolunda giderken, Alaran eski arkadaşlarından Selen’in Ege tarafından terk edildiğini öğrenmişti. Selen’in bu durumu nasıl karşıladığını görememişti, ancak bir şey kesinti: Ege, Selen’i terk etmişti. Okulda Alaran, bir anda çok popüler olmuştu. Eski utangaç, başarısız ve kimseyle iletişim kurmayan hali geride kalmış, artık herkesle iletişim kurabilen, popüler biri haline gelmişti. Ancak bu durum, Alaran’ı oldukça geriyordu. Popülerlik ona ağır gelmişti ve herkesin ilgisi ona büyük bir baskı yapıyordu.
Bir başka sorun ise Ege’nin Alaran’a olan ilgisiydi. Ege, Selen’i terk ettikten sonra, Alaran’a karşı takıntılı bir şekilde davranmaya başlamıştı. Her gün onunla iletişim kurmaya çalışıyor, sürekli selam verip dikkatini çekmeye çalışıyordu. Alaran, Ege’nin sadece ona ilgi duymadığını, aynı zamanda onu takıntı haline getirdiğini fark etmişti. Ege’nin davranışları, Alaran’ı hem tedirgin ediyor hem de sinirlendiriyordu.
Bir gün eve dönerken, Alaran dış kapıyı açtığında, köşede gizlice onu izleyen Ege’yi fark etti. Şok olmuştu. Ege, onu takip ediyordu ve bu durum Alaran’ı çok rahatsız etmişti. Ege’nin takıntılı davranışları, Alaran’ı zor bir duruma sokmuştu. Naz’la olan dostluğu çok iyiydi ve Naz’la olan ilişkiyi tehlikeye atmak istemiyordu. Ancak Ege’nin takıntılı tavırları, Alaran’ın hayatını zorlaştırıyordu. Şimdi, Ege’yle nasıl bir yüzleşme yapması gerektiğini düşünüyor ve bu karmaşık durumu nasıl çözmesi gerektiğini kestiremiyordu.
Alaran, bu durumu çözmek için farklı yollar arayarak, bir gün Ege’nin ikizi olan Efe ile tanıştı. Efe, Ege’nin aksine daha sakin, daha içe kapanık bir insandı. Efe ile aralarındaki ilişki, önce sadece arkadaşça bir sohbetle başladı, ama zamanla Efe’nin Alaran’a karşı hisleri olduğu belli olmaya başladı. Alaran da Efe’ye karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştı,
Naz, sürekli Ege’yi ve Alaran’la Efe arasında potansiyel bir ilişkiyi konuşuyordu. Bir gün Naz, Alaran’a şunları söyledi: “Eğer Ege’yle barışırsam, sen ve Efe çok yakışıcaksınkz . Bence mükemmel bir dörtlü oluruz.” Bu sözler, Alaran’ın kafasında farklı duyguların çarpışmasına neden oldu. Naz’a olan dostluğu, Efe’ye karşı duyduğu ilgiyi Efe ile olan bağlarını daha fazla geliştirmek hem istiyordu hem istemiyordu.
Bir akşam okul çıkışı, Alaran ve Efe yürüyüşe çıkmaya karar verdiler. Yavaşça ilerlerken, Efe, Alaran’a dönerek aniden konuştu: “Gerçekten bana karşı bir şeyler hissediyor musun?” dedi. Alaran, Efe’nin bu sorusuna şaşırmıştı ama içindeki duygulara dürüst olmaya karar verdi: “Bilmiyorum, ama seninle vakit geçirmek çok iyi hissettiriyor. Sana karşı bir şeyler hissediyorum, ama Naz’ı üzmek istemem.” Sonuçta Ege Naz’ın eski sevgilisi
Efe gülümsedi ve “Ben de seni seviyorum Alaran. Ama Naz’la olan arkadaşlığını bozmadan, bir şeyler olabilir mi bilmiyorum,” dedi. Bu sözler, Alaran’ı bir kez daha karmaşık bir duruma soktu. Efe’nin ona duyduğu ilgiyi hissetmesine rağmen, Naz’la olan arkadaşlığını bozmamak için ne yapması gerektiğini bilemiyordu.
Bir süre sonra Alaran, Efe ile olan ilişkisini Naz’dan uzak tutmaya karar verdi. Efe ile geçirdiği zamanlar, Alaran’a huzur veriyordu ama bunu Naz’a açıklamak, her şeyin daha da karışmasına yol açabilirdi. Naz’a olan sadakati ve arkadaşlığı her zaman ön planda olacaktı.
Günler geçtikçe, Alaran’ın içindeki karmaşık duygular daha da derinleşiyordu. Naz’a karşı duyduğu dostluk ve sadakat, Efe’ye olan ilgisiyle çatışıyordu. Ancak bir şey daha vardı: Ege’nin Alaran’a karşı olan takıntısı, her geçen gün belirginleşiyordu. Alaran, Naz’a bunu söylemekten hep kaçınmıştı çünkü Naz’ı üzmek istemiyordu. Ama artık bu durumu göz ardı etmek imkansız hale gelmişti. Naz’ın hala Ege’ye delicesine aşık olduğunu biliyor, ama Ege’nin Alaran’a olan ilgisini Naz’a anlatmanın zamanının geldiğini hissediyordu.
Bir gün, okuldan sonra Naz ile birlikte yürürken, Alaran derin bir nefes alıp konuşmaya başladı:
“Naz, sana bir şey söylemem gerekiyor. Bunu sana anlatmak zorundayım,” dedi Alaran, sesindeki endişeyi gizlemeye çalışarak.
Naz ona şaşkın bir şekilde döndü, “Ne oldu, Alaran? Ne söylüyorsun?”
Alaran, Naz’a karşı olan duygularını bastırarak devam etti: “Ege… Ege’nin benden hoşlandığını biliyorum, ama bu… Naz, seni seviyor gibi davranıyor ama aynı zamanda benden de hiç vazgeçmiyor. O kadar çok takıntılı ki, seninle olan ilişkinizi tamamen göz ardı ediyor. Bu durum seni gerçekten üzüyor, değil mi?”
Naz, bir süre sessiz kaldı. Alaran, gözlerinde bir şeyler aradı ama Naz’ın yüzündeki ifadeyi çözemediydi. Naz, derin bir nefes alarak başını eğdi ve sadece bir kelimeyle cevap verdi:
“Biliyorum…”
Alaran, bu cevabı beklemiyordu. Naz’ın böyle sessiz kalması, ona daha fazla kalp ağrısı veriyordu. Naz, yıllardır Ege’ye aşık olduğu için Alaran, her şeyi doğru bir şekilde yapıp yapmadığını sorgulamaya başlamıştı. Naz’ın gözleri, bir zamanlar sevdiği Ege’nin aşkına duyduğu derin bağlılıkla, şimdi bu kadar kolay bir şekilde sessiz kalıyordu.
Naz, kısa bir süre sonra konuşmaya devam etti: “Ege’yi unutmak kolay değil, Alaran. Ama belki de buna bir son vermem gerekiyor. Seninle açıkça konuşmak istedim, çünkü gerçekten anlamalısın… Sadece Ege’ye duyduğum duygular değil, seninle olan dostluğum da benim için çok değerli.”
Alaran, Naz’ın cevabını duyduğunda, hissettiği karışıklık biraz olsun hafifledi. En azından Naz’ın ne düşündüğünü biliyordu. Ama Ege’nin Alaran’a olan ilgisi, hala bir tehdit olarak varlığını sürdürüyordu ve bu, Alaran’ı daha da zor bir duruma sokuyordu. Naz, eski sevgilisiyle ilgili duygularını sorgulasa da, Ege’nin takıntısı Alaran’ın zihninden çıkmıyordu.
Bir süre sonra, Naz ve Alaran arasında sessiz bir an oldu. Alaran, sonunda konuştu: “Sana zarar vermek istemiyorum, Naz. Ama Ege’nin takıntısı her geçen gün artıyor. Bu durum sadece seni değil, beni de etkiliyor. Bu konuda bir şeyler yapmak zorundayım.”
Naz, başını salladı ve hafif bir gülümseme belirdi. “Biliyorum, Alaran. Seninle bunu konuşmak benim için de zor. Ama artık bir karar vermeliyim. Hem Ege, hem de biz… Bir şekilde, bir sonuca varmalıyız.”
Alaran, Naz’ın kararlı tavrını görünce içindeki belirsizliklerin biraz olsun azaldığını hissetti. Evet, işler karmaşıklaşıyordu ama Naz’a karşı duyduğu dostluğu ve sadakati her şeyin önündeydi. Ege ile yüzleşmek, belki de artık kaçınılmaz hale gelmişti.
Alaran, Naz’a cesaretle baktı. “O zaman birlikte çözmeye çalışalım. Ege’nin bu durumu bilmesi gerek. Bunu ona anlatmalıyız.”
Naz, bir anlığına derin bir nefes aldı ve gözlerine bakarak cevap verdi: “Evet, haklısın. Artık bu duruma son vermek lazım. Ama önce biraz düşünmem gerek, Alaran. Zamanla her şeyin yoluna gireceğini biliyorum.”
Alaran, Naz’ın söylediklerine başını sallayarak onayladı ve bir süre sessizce hayatlarına devam ettiler Alaran, son birkaç aydır içinde birikmiş olan duyguları artık daha fazla bastıramıyordu. Naz ile aralarındaki mesafe, hislerini iyice karmaşık hale getirmişti. Ne yapacağını, hangi yoldan ilerleyeceğini bilemiyordu. Ama bir şeyden emindi: Ege’nin takıntısından tamamen kurtulması gerekiyordu. Ege’nin her hareketi, Alaran’ı daha da sinirlendiriyor, onu sürekli bir tehdit gibi hissettiriyordu.
Bir gün, Alaran’ın sabrı son noktaya ulaşmıştı. Ege, okulun koridorunda ona yaklaşmaya çalışırken, Alaran hızla yürüyüp Ege’nin önüne geçti. Ege şaşkın bir şekilde durdu, çünkü Alaran’ın gözlerinde biriken öfkeyi hemen hissedebiliyordu.
“Ege, artık yeter,” dedi Alaran, sesi titreyen ama kararlı bir şekilde. “Benimle uğraşmayı bırak! Efeyi seviyorum, bunun farkında değilsin belki ama ben onunla olmak istiyorum. Seninle olan hiçbir bağım yok, bu kadar takıntılı olmanı anlamıyorum. Bana olan bu takıntın, peşimi bırakman gerekiyor. Senin yüzünden başıma neler geldi, hiç farkında mısın? Hala peşimi bırakmıyorsun!”
Ege şok olmuştu. Hiç beklemediği bir anda, Alaran’ın ona karşı duyduğu öfkeyi bu kadar açıkça dile getireceğini düşünmemişti. Bir an için ne diyeceğini bilemedi. Ege, Alaran’ın gözlerinin içine bakarak sadece sessiz kaldı, çünkü ne diyeceğini bulamıyordu.
Etrafındaki öğrenciler, Alaran’ın söylediklerini duymuştu ve hızla dedikodular yayılmaya başlamıştı. Hemen hemen herkes Alaran’ın Efeden hoşlandığını, hatta ona ilgi gösterdiğini duymuştu. O anın hemen ardından, Alaran, Efe’ye yöneldi. “Efe, duyduğum kadarıyla her şey sana kadar ulaşmış. Ama lütfen dikkatli ol, çünkü bu durum bizi farklı yerlere götürebilir. Benimle ilgili dedikodular çıkarıyorlar, ama bilmeni istiyorum ki, seninle olma gibi bir amacım yok. Bu sadece Ege’ye karşı bir uyarıydı. Seninle olan ilişkimiz her şeyden çok daha farklı.”
Alaran, Ege’ye söylediği her sözden sonra rahatlamıştı. Belki de Ege’nin takıntısından kurtulmuştu, ama başına yeni bir belayı açtığının farkında değildi. Efeye söyledikleri, bu durumu daha da karmaşıklaştıracak gibiydi. Şimdi, Efe’nin kafası karışmış ve Alaran’ın gerçekten ne hissettiğini anlamak için ona yaklaşması gerekebilirdi. Ama Alaran, sadece Ege’nin peşini bırakması için bu sözü söylemişti. Gerçek duygularını kimseyle paylaşmaya cesaret edemiyordu.
Alaran’ın, bu çıkmazı bir şekilde çözmesi gerekiyordu. Hem Efeye, hem de Ege’ye karşı duyguları birbirine karışmıştı. Ama bir şey netti: Bu savaşı sadece kendisi kazanabilirdi. Alaran, içindeki boşlukla ve karmaşık duygularla başa çıkmaya çalışırken, her şeyin üst üste geldiği bir dönemdeydi. Naz’a duyduğu özlem, sürekli olarak içinde bir eksiklik yaratıyordu. Naz’la aralarındaki mesafe, Alaran’ın ruhunda bir yara bırakmıştı ve bu boşluğu sporla doldurmaya çalışıyordu. MMA ve voleybol, onun tek sığınağı olmuştu. Artık ders çalışmak, okul ve diğer her şey ona uzak bir dünyada gibiydi. Sadece spor yapmak, bir an için de olsa kafasını dağıtabilmesini sağlıyordu.
Bir gün, okulun koridorunda eski bir tanıdığıyla karşılaştı: Yunus. Alaran, Yunus’a bakarken geçmişin yükünü hissediyordu. İkisi de bir zamanlar yakın olmuşlardı ama sonrasında yolları ayrılmıştı. Yunus, Alaran’ın içindeki boşluğu ve karmaşayı fark etti ve ona bir şans vermek istedi. Alaran, yıllar sonra eski arkadaşına içini dökme cesaretini buldu.
“Yunus, seni kırdım, farkındayım,” dedi Alaran, gözlerinde biriken hüzünle. “Sana karşı çok sert davrandım. Gerçekten üzgünüm. Ama bazen kendimi kaybettim. Birçok şey oldu ve her şey o kadar karıştı ki…”
Yunus, Alaran’ın söylediklerini dikkatle dinledi ama bir tepki vermedi. Gözlerinde herhangi bir değişiklik yoktu, sadece sessizdi. Alaran, Yunus’un tepkisini beklerken, içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Ama Yunus, sadece “Sıkıntı yok, her şey yolunda” diyerek hızla uzaklaştı. Alaran, Yunus’un umursamaz tavrından sonra daha da yalnız hissetti. O an fark etti ki, aslında Yunus’un onun için hiçbir anlamı kalmamıştı. Yunus, sadece geçmişte kalan bir figürdü ve onun artık hayatında bir yeri yoktu.
Ama birden, o an içindeki karmaşık duygular yeniden şekillenmeye başladı. Yunus’un umursamaz tavrı, Alaran’ı tuhaf bir şekilde etkiledi. Daha önce hiç bakmadığı bir açıdan bakmaya başladı. Yunus’un soğuk ve mesafeli tavırları, Alaran’ı düşündürmeye itti. Onun tavırları, Alaran’a kendini sorgulatıyordu. Yunus, ne kadar uzak olsa da, bir şekilde ona çekici gelmeye başlamıştı. O kadar soğuk ve ilgisizdi ki, bu durum Alaran’ın içinde bir şeyleri uyandırdı. Farkında olmadan, Yunus’a karşı bir ilgi duymaya başlamıştı.
Bir yanda, Efe ona her geçen gün daha yakın olmaya çalışıyordu. Alaran, Efe’yi de düşünüyordu ama onunla olan ilişkisinin duygusal bir yük taşımadığını fark etti. Efe’nin ilgisi, Alaran’a bir şekilde rahatlık veriyordu, ama bir yanda da Yunus’un mesafeli duruşu ona daha çekici gelmeye başlamıştı. Alaran, kalbinin hangi tarafa doğru gittiğini bilmiyordu. Hem geçmişi hem de şimdiki durumu iç içe geçmişti. Yunus’un umursamaz tavrı, Alaran’ı hem sinirlendiriyor hem de ona olan ilgisini artırıyordu.
O günden sonra, Alaran her fırsatta Yunus’a farklı bir gözle bakmaya başladı. Yunus, onun gözünde artık sadece eski bir tanıdık değil, bir gizem haline gelmişti. Alaran, Yunus’un soğuk ve uzak tavırlarına karşı kendini çekilmeden, ilgiyle bakıyordu. Ama bu karışıklık, onu biraz daha içsel olarak zorladı. Alaran, bir yanda Efe’ye olan ilgisini reddediyor, diğer yanda Yunus’a karşı tuhaf bir çekim hissediyordu. Alaran, Yunus’u düşünmekten bir türlü kurtulamıyordu. Her fırsatta onunla konuşmaya çalışıyordu ama Yunus’un tavırları, eski dostu olmaktan çok uzaklaşmış gibiydi. Alaran, Yunus’a eskisi gibi sıcak ve samimi yaklaşmak istese de, Yunus’un ona olan ilgisi neredeyse sıfır olmuştu. Her şey, eskiye dayanan bir kırılma noktası gibi hissediliyordu.
Bu durum Alaran’ı kafasına taktı. Eskiden olduğu gibi Yunus’un ilgisini kazanmak için gösterdiği çaba yoktu. Ancak bir şeyler Alaran’ı harekete geçirdi. Eskiden yapması gereken ama hiç yapmadığı şeyleri yapmaya karar verdi. Yunus’u araştırmaya başladı. Sosyal medya hesaplarına girmeye, eski paylaşımlarını incelemeye, onun ne sevdiğini ve hangi aktiviteleri yaptığını öğrenmeye çalışıyordu.
İlk başta, Yunus’un fotoğraflarına bakarken içinde bir tedirginlik vardı. Ama zamanla, her yaptığı paylaşımdan, yazdığı notlardan Yunus hakkında daha çok bilgi edinmeye başladı. Yunus’un sevdiği şeyler, hobileri, arkadaş çevresi, hatta günlük hayatında neler yapmayı sevdiği hakkında çok fazla şey öğrendi. Alaran, Yunus’un hala aynı insan olup olmadığını merak ediyordu. Eski tavırlarına nazaran daha mesafeli bir insan olmuştu ama belki de Alaran ona yeni bir fırsat sunmak zorundaydı.
Alaran, Yunus’un son zamanlarda katıldığı etkinlikleri ve yaptığı spor aktivitelerini takip etti. Bu, onun daha önce ilgisini çekmeyen şeylerdi. Şimdi her bir detayı bir ipucu gibi değerlendirmeye başlamıştı. Yunus’un müzikle ilgili paylaşımları, hangi mekanlarda zaman geçirdiği, nelerden hoşlandığı ve daha fazlası… Alaran, ona ait her bir bilgiyi topluyor, her hareketini analiz ediyordu. Ama ne kadar fazla şey öğrendiyse, Yunus’u bir o kadar çok düşünmeye başladı.
Bir gün, Alaran cesaretini topladı ve Yunus’a doğrudan yaklaşmaya karar verdi. O anı, bir şekilde Yunus’un ilgisini yeniden kazanabileceğini düşündü. Ama ne kadar uğraşsa da, Yunus ona bir adım bile atmayacak gibi hissediyordu. Onun ilgisi ve Alaran’a verdiği değer, neredeyse hiç kalmamıştı. Ancak Alaran, bu yeni halinin bile Yunus’a çekici gelip gelmediğini görmek için, kendi içindeki cesareti toplamaya devam ediyordu. Alaran, Yunus’u düşündükçe daha da içinden çıkılmaz bir hale geliyordu. Artık her anında, her düşüncesinde Yunus vardı. Eskiden görmediği her detayı fark etmeye başlamıştı. Yunus’un gülüşü, gözlerinin parlaması, konuşma tarzı, mizahı… Her şeyi mükemmel görünüyordu. Alaran, artık onun için delirir hale gelmişti. Ne zaman bilgisayar oyunlarında Yunus’un iyi olduğunu duysa, kalbi hızla çarpmaya başlıyordu. Daha önce hiç fark etmemişti, belki de gözleri bağlıydı o zamanlar. Ama şimdi her şey çok netti, Yunus’a karşı hisleri çok derindi.
Bir gün, Alaran cesaretini topladı. Artık bu durumu içinden atamayacağını fark etti. Kendini bir köşeye sıkışmış gibi hissediyordu ve Yunus’a her geçen gün daha çok bağlanıyordu. O yüzden, bir anlık cesaretle kararını verdi. Yunus’un önüne geçti, derin bir nefes aldı ve diz çökerek, hiç olmadığı kadar samimi bir şekilde, “Beni affet, çok pişmanım,” dedi. “Sadece bir şans daha verir misin? Lütfen, gerçekten istiyorum. Sana olan hislerimi çok geç fark ettim ama şimdi seni kaybetmekten korkuyorum.”
Alaran’ın gözlerinde büyük bir pişmanlık ve çaresizlik vardı. Yunus’a yaklaşmak için her şeyini ortaya koymuştu. Yalvararak, ona içindeki duyguları dökmek, bu kadar baskıyı atmak istiyordu. Bütün kalbiyle Yunus’a bir şans vermesini diliyordu ama ne olursa olsun, bu anı kaybetmek istemiyordu. Alaran, Yunus’a duyduğu hislerin ne kadar güçlü olduğunu her geçen gün daha da fark ediyordu. Ancak Yunus, ona hiçbir şekilde ilgi göstermiyordu. Alaran’ın çaresizliği büyüdü, Yunus’un soğuk ve uzak tavırları, Alaran’ın kalbini paramparça ediyordu. Her geçen gün biraz daha içe kapanıyor, sadece Yunus’u düşünüyordu. Okuldan sonra, adeta bir takıntıya dönüşen bu hislerle, her fırsatta Yunus’u takip ediyordu. Onunla tek bir kelime bile konuşmak, göz göze gelmek bile, Alaran için artık imkânsız bir hayale dönüşmüştü.
Dinlediği her şarkı, bir şekilde Yunus’a bağlıydı. Her sözde onu buluyor, her melodi onunla anlam kazanıyordu. Alaran, bir gün belki de Yunus’un dikkatini çekebileceğini, belki de bir şekilde onunla konuşabileceğini umarak okul çıkışlarında onu takip ediyordu. Yanında başkaları varken, Yunus’u bir saniye bile yalnız yakalayabilmek, Alaran için bir mucize gibi bir şeydi. Ama Yunus, ne yazık ki ona sırtını dönmüş, sadece sınavlara odaklanacağını söylemişti.
Her şeyin boş olduğunu düşündü. Ama bir yandan da içindeki bu duygulardan kaçamıyordu. Yunus’un ilgisizliği, ona daha fazla saplantı haline gelmişti. Alaran, ne yapacağını, nasıl bir adım atacağını bilemiyordu ama içindeki duygular, her geçen gün daha da büyüyordu. Alaran, Yunus’a olan takıntısı ve duygusal karmaşasıyla başa çıkmakta zorlanıyordu. Her şeyin ne kadar yanlış gittiğini biliyor, ama bir türlü duramıyordu. Yunus’un gün boyu ne yaptığını o kadar iyi biliyordu ki, bu bilgiye ulaşmak için neredeyse her şeyini feda etmeye başlamıştı. Artık adeta bir röntgenciye dönüşmüştü. Yunus’un gittiği her yeri takip ediyor, her hareketini izliyordu. Sadece okulda değil, okul dışında da, Yunus’un hayatına dair her küçük ayrıntıyı öğrenmeye çalışıyordu.
Bir gün, Yunus’un oturduğu semti öğrenmişti. O semt, Alaran’ın bilmediği bir bölgeydi, ama o kadar takıntılıydı ki, sadece Yunus’un orada yaşadığını bildiği için, sokak sokak, her köşeyi ezberlemeye başlamıştı. Yeni yerleri keşfetmek, sokaklarda dolaşmak, hatta bazen tesadüfen Yunus’un geçtiği yoldan geçmek, ona bir şekilde ona yakın olma hissi veriyordu.
Fakat bu durum, Alaran’ı daha da yalnızlaştırmıştı. İçindeki boşluk büyüdükçe büyüyor, Yunus’a olan ilgisi takıntıya dönüşüyordu. Fakat Yunus’un umursamaz tavırları, Alaran’ı daha da yıkıyordu. Gerçekten her şeyi gözden geçirmeliydi ama bir türlü cesaret bulamıyordu. Tabii, yazdığınızı daha düzgün ve duygusal açıdan derinleştirerek yazacağım:
Alaran, Yunus’a olan takıntısını ve ona duyduğu ilgiyi daha fazla gizleyemez hale gelmişti. Onun her hareketini, her anını takip etmek, adeta bir obsesyona dönüşmüştü. Bilmediği bir semti, sadece Yunus orada yaşıyor diye ezberlemişti. Gün boyunca yaptığı her şeyi, ne yediğini, nerede olduğunu neredeyse biliyor, her saniye Yunus’un etrafında olabilmek için fırsat kolluyordu. Zihninde Yunus, artık sadece bir aşk değil, her şeydi.
Yunus’un ilgisizliği, Alaran’ı tahrik ediyordu. Çünkü bu ilgisizlik, bir yandan Alaran’ı daha fazla itiyor, bir yandan da onun için bir tür gizem yaratıyordu. Alaran, her fırsatta Yunus’a yaklaşmak için çaba sarf ediyordu. Matematik kursuna kaydolmuştu. Matematiği sevmesine rağmen, asla iyi yapamazdı. Ama bu sefer, bir amacı vardı: Yunus’un bulunduğu dersin tam ortasında yer almak, belki bir şekilde dikkatini çekebilmek. Yunus’un hiç farkına varmadığı bir şey vardı: Yunus, Alaran’ın gözlerinde bir takıntıya dönüşmüştü.
Alaran, matematik hocasının derslerinde de başarılı olmak için azimle çalışmaya devam etti. Artık sadece derse odaklanmıştı, tek bir hedefi vardı: Matematikte başarılı olmak ve Yunus’a kendini göstermek. Hoca, sınavdan önce şöyle demişti: “Bu sınav çok zor olacak, ama sınavdan 100 alan öğrenciyi ve bir arkadaşını kantinde ödüllendireceğim.”
Alaran, bu fırsatı kaçırmamak için her gün daha fazla çaba harcıyor, derslerine yoğunlaşıyordu. Voleybol antrenmanlarından sonra eve gelip yalnızca yemek yiyip, MMA derslerine geçiyor, gece geç saatlere kadar matematik çalışıyordu. Sınav günü geldiğinde, kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Sonunda sınav sonuçları açıklandı. İlk önce Yunus’un notu duyuruldu: 95.
Sonra hocası Alaran’ı çağırdı, kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Herkesin gözü üzerindeydi. Sonunda hocası bağırdı: “100! 100! Aferin kızıma!” Alaran o an adeta dünyadan kopmuş gibi hissetti. Zıplamak istedi, sevincini dile getirecek bir şeyler söylemek istedi. Ama zıplarken masanın köşesi vücudunun özel bir yerine çarptı. Acı içinde yere yığıldı.
O an, tüm uğraşlarının, çabalarının ve azminin karşılığını almıştı. Ama aynı zamanda bir acı da vardı; fiziksel değil, duygusal bir acı. Yunus’a duyduğu sevda, ona her şeyi unutturmuştu. Ve Alaran, bu takıntıyı sona erdirmenin nasıl bir şey olduğunu bilemiyordu. Onun için bu, sadece bir başlangıçtı. Alaran, sınavın sonunda Yunus’un dikkatini çekebilmek için her şeyi yapmıştı. Hedefi, en yüksek puanı alıp onu etkilemekti. Ama sınavın ardından beklediği şey, aslında çok farklıydı. Yunus, Alaran’ın başarıya sevinçle zıplarken masanın köşesine çarpıp yere düşmesine sadece bakıp gülmüştü. Alaran’ın tüm içindeki heyecan, onu izlerken beklediği dikkat ve ilgi aniden yok oldu. O kadar az bir şeydi ki, Yunus’un gülmesi, Alaran’ın kalbini paramparça etti.
O an, Alaran bir yanda hâlâ sevinçten titrerken, diğer yanda kalbinde derin bir boşluk hissetti. Zihninde, her şeyin doğru gittiğini ve sonunda Yunus’un onunla ilgilenmeye başlayacağını düşünmüştü. Ama gerçek, hiç de düşündüğü gibi değildi. Yunus’un bakışı, gülüşü, hiçbir şey değişmemişti. Alaran, bir kez daha Yunus’a ulaşmanın, onun ilgisini kazanmanın imkansız olduğunu hissetti.
Yunus, sadece Alaran’ın düşüşüne gülmüştü. Alaran’ın içindeki umut kırıldı. Bu, Yunus’un hiç ilgilenmediği bir anıydı. Onun için, Alaran’ın yaşadığı duygu ve çabalar, sadece bir şaka gibi olmuştu. Ve Alaran, bu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı: Yunus’un kalbini kazanmak, her şeyin düşündüğü kadar basit bir şey değildi. Neyse ki, Alaran sınavdan bir şey kazanmıştı. Hocası, başarılı öğrencilere ödül olarak bir ders boyunca istedikleri arkadaşlarıyla kantinde vakit geçirme fırsatı vermişti. Bu, Alaran için bir nevi zaferdi. Zihninde, “İşte düştün tuzağıma, Yunus,” diye düşündü. Bu fırsat, Yunus’un ilgisini çekebilmek için bir şanstı. Matematikte gösterdiği başarı ve onunla geçireceği vakit, belki de Yunus’un soğuk tavırlarını kırabilir, belki de son bir kez daha ona yaklaşabilirdi.
Alaran, her ne kadar Yunus’tan yeterli ilgiyi göremese de, bu ödülü kazanmıştı ve artık bu şansı değerlendirmek zorundaydı. O an, içinde hem öfke hem de hüzün vardı ama bir yandan da küçük bir umut ışığı yanmaya başlamıştı. Yunus’la o kadar yakın bir zaman geçirmek, belki de bu duyguları daha net anlamasını sağlayacaktı. Her şeyin tek bir fırsata bağlı olduğunu biliyordu; şimdi bu fırsatı kullanmalıydı.
Hoca gülümsedi ve “Kimi seçiyorsun?” diye sordu. Alaran, cevabını hiç beklemediği bir şekilde verdi. “Yunusu götürmeyi istiyorum,” dedi. Hoca şaşkın bir şekilde gözlerini açtı, ardından gülerek, “İyi seçim, hadi bakalım, ne alırsanız ben ısmarlıyorum, şimdiden iyi eğlenceler,” dedi.
Alaran, hocanın söylediklerini duysa da gözleri Yunus’a kaymıştı. Yunus, biraz şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. Alaran, bu şaşkınlığı anlamakta zorlandı. “Neden şaşırıyorsun?” diye düşündü. Yunus, bir süredir ne kadar uğraştığının farkında bile değildi sanki. Alaran, içinde biraz öfke, biraz da kırgınlık hissetti. “Onun için kaç aydır neler çabaladığımı bilmiyor,” diye düşündü. Ama bir yandan, bu fırsatı kullanarak onunla vakit geçirebilmek, belki de duygularını daha açık bir şekilde ifade edebilmek için en iyi zaman olduğunu biliyordu.
Yunus, Alaran’ın yanına oturduğunda aralarındaki sessizlik, birbirlerinin ruhlarına dokunmak ister gibi ağır bir hal almıştı. Alaran, gözlerini Yunus’un gözlerinden ayırmadan bakmaya devam etti. O an, Yunus’un gözlerinde gördüğü şey, bir çıkmaz sokağa sapmış gibi hissetmesine yol açtı. Birçok kez, gözlerinde bir karmaşa vardı ama bu sefer farklıydı. Yunus, bir şeyleri saklıyordu. Alaran’ın içindeki çelişkiler, hep bu gizemli tarafla birleşiyordu.
Alaran, Yunus’un ona ilgi göstermemesinin sadece bir oyun olmadığını anlamıştı. Yunus, ona yeniden ilgi gösterirse, Alaran’ın ona olan ilgisini kaybetmesinden korkuyordu. Çünkü Alaran, ulaşılmaz olanı severdi. Yunus, Alaran’ın bu yönünü çözmüş ve ona sevgi gösterdiği takdirde, Alaran’ın ilgisini kaybetmesinden endişeleniyordu. Bu düşünce, Yunus’un içinde bir ikileme neden oluyordu; sevgi göstermek mi, yoksa bir adım geri durarak Alaran’ı daha fazla kendine çekmek mi?
Alaran, Yunus’un bu içsel savaşını fark etmeye başlamıştı. “Yunus, neden bana daha fazla yaklaşmıyorsun? Neden her seferinde biraz uzaklaşıyorsun?” diye düşündü. Gözleri, ona ne kadar yaklaşmaya çalışsa da, Yunus’un içindeki korkuları görüyordu. Alaran, Yunus’a tekrardan yaklaşmak istiyordu, ama bunu bir oyun haline getirmektense, onun hislerine değer vermek istiyordu. İçinde biriken tüm sevgi ve özlem ona doğru ilerliyordu, ama Yunus’un tavırları hep bir adım geri atmasına neden oluyordu.
Yunus, Alaran’a duygularını göstermek istese de, Alaran’ın ona karşı soğumasını istemiyordu. Her şeyin bir oyun haline gelmesinden, Alaran’ın bu ilgiyi kaybetmesinden korkuyordu. Bir noktada, Alaran’a gösterdiği ilgi ne kadar içtendi, ne kadar gerçekti? Bunu da sorgulamaya başlamıştı. Ama içindeki sevgi, buna engel oluyordu. Yunus, Alaran’a olan hislerini her geçen gün daha çok hissetse de, ona açılmak, onu kaybetme korkusuyla baş başa kalmak demekti.
Bu karmaşık duygular içinde, Alaran bir an duraksadı. Yunus’un tavırları bir çeşit savunma mekanizmasıydı. Onu gerçekten seviyor ama her şeyin bir oyun halini almasını istemiyordu. Bu yüzden, Yunus’un ona göstermediği ilgiyi görmezden gelmek, ondan geri adım atmak Alaran için kolay değildi. Ama bir şeyler daha derin bir şekilde hissediliyordu. Yunus’un gözlerinde bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Ve Alaran, buna ne kadar ulaşmak istese de, Yunus’un korkuları ve savunmaları arasında sıkışıp kalıyordu.
Bu şekilde, Alaran ve Yunus arasındaki duygusal gerilim, Yunus’un Alaran’a karşı duyduğu sevgi ve korkularının etkisiyle daha belirginleşmiş oldu. Yunus’un ilgisini göstermek istememesi, Alaran’ın ilgisini kaybetme korkusu üzerine kurulu bir içsel çatışma yarattı Alaran, okulun son dersine girdikten sonra zilin çalmasını bekledi. Zil çaldığında, dersin bitmesiyle birlikte hafif bir rahatlama hissetti. O gün okulda her şey oldukça yoğundu ama sonunda voleybol kursu zamanı gelmişti. Alaran, vo
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |