
Yaşadığım şoku atlatamamıştım. Saatlerdir sövdüğüm adam Hakanın kardeşi çıkmıştı. Ben şaşkınlıktan tutulup kalmışken ortamın sessizliğini Derya bozdu.
“Siz birbirinizi tanıyor musunuz?”
Maalesef ablacım maalesef. Kendi adıma açıklama yapmaya karar verdim.
“Yok ablacım pek tanıdığımız söylenemez.”
Derya sorgulayan bir şekilde bakarken ela gözlerini bana dikmişti.
“Yoo tanıyoruz aslında.” Dedi derinden gelen bir ses. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde öküz adamın, hayır, Yiğit Ateş’in, konuşmaya lütfettiğini gördüm.
“Hayır ablacım, tanışmıyoruz.” Her kelimeyi üstüne basa basa söylemiştim.
“Hayır tanışıyoruz.” Dedi Yiğit yılışık bir şekilde gülerek. “Nasıl unutursunuz hanımefendi ? En son bana al bu şemsiyeyi götüne sok deyip suratıma fırlatmıştınız.”
Yüzüm kızarmaya başlamıştı fakat bunun altında kalacak değildim. Ben Denizsem bana atılan her lafın cevabını vermeliydim.
“En son hatırladığımda siz de bana hakaret ediyordunuz beyefendi.”
Karşımdaki adamın yüzünün girdiği şekli izlerken kahkahama zor engel oldum. Evet, keyfim yerine gelmişti.
Adam, hayır, Yiğit, bana sinirli bir şekilde bakarken ortamı Hakanın kahkahası doldurdu.
“Bir dakika, bir dakika” elini karnına koymuştu, gülmekten yüzü kızarmıştı, nefessiz bir halde konuşmaya devam etti. “Abi sen o öküz adam mısın ?”
Öküz adam mı ? Hakancım açık sözlü olmanın sırası mı ?
“Öküz adam mı ?” dedi Yiğit burnundan soluyarak. Yüzüm kızarmaya başlamıştı. Utanmıştım.
“Şeyy..” Deniz, kızım, sen 4 dil biliyorsun, verdiğin tepki bu olmamalı.
Derya ortamın gerginliğini fark etmiş olacak ki ortamın gerginliğini azaltmak adına harika bir öneride bulundu.
“Neden bu konuyu bir kahve eşliğinde konuşmuyoruz?”
*****************************************
Yaklaşık kırk beş dakika ve iki latte sonrasında karşımda kahkahalarla boğulmak üzere olan Derya ve Hakan ile sinirden patlamak üzere olan bir adet Yiğit bulmuştum.
“Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim.” Dedi Hakan, bir taraftan gülmekten gözünden akan yaşlarını silmeye çalışıyordu.
“Ablamla abinin bu şekilde tanışacağını düşünmemiştim.” Diye ekledi Derya yüzünde büyük bir gülümsemeyle.
Kardeşime yarım bir gülüş sunsam da dikkatimi karşımdaki adama çevirdim. Bu masada suratında tek mimik oynamayan kişi oydu. Tabiri caizse bana boka bakar gibi bakıyordu. Gözlerimi devirmekle yetinsem de mavinin ve yeşilin mükemmel oranda buluştuğu gözlerinde tek bir duygu bulamamak canımı sıkmıştı. Robot muydu neydi bu adam !?
Daha büyük bir sorunumuz var dedi kalbim. Sen az önce o adamın gözleri için mükemmel mi dedin? Olmaz öyle şey dedi mantığım sessizce; bizim için tek mükemmel göz Ege’nin elaları olmalıydı.
Sahi, niye aklımdan öyle bir düşünce geçmişti ?
Beynimdeki savaşı susturmak adına kafamı salladım ve kendi kendime gülümsedim.
“Deli misin sen ?”
İç savaşımı öküz adamın sesi bölmüştü.
“Hı ?” dedim tekrardan. Hı mı ? Denizcim 4 dil bildiğini yeniden hatırlatmama gerek var mı ?
Yeniden konuştu Yiğit. “Sana sordum, deli misin sen ?”
Sinirlenmiştim. Bu adam nasıl oluyordu da tek bir sorusuyla bütün ayarlarımı bozuyordu.
“Ne alaka ?” diye ekledim kahvemden bir yudum alırken.
Tek kaşını kaldırdı Yiğit. Maviliklerinden bir duygu hüzmesi geçse de anlamadım. Yüzüne alaylı bir gülüş kondurarak devam etti.
“Genelde deliler kendi kendine konuşur. Sen de üç saattir kendi kendine kafanı sallayıp gülüyorsun.”
“Aa ne münasebet !? Asıl deli sensin. Öküz.” İstemsiz bu sert çıkışım Derya ve Hakanın kendi aralarındaki sessiz muhabbeti bölmüş olacak ki endişeli gözlerle bana döndüler.
Yiğit sinirlenmişti. Çenesi kasılmış ve alnında bir bir damar belirginleşmişti.
“Bir.daha.bana.öküz.deme.” dedi dişlerini sıkarak. Tam cevap vermeye hazırlanıyordum ki kolumda Deryanın elini hissettim. Bakışlarıyla beni uyarıyordu. Uslu dur, abla.
Sorgulayan gözlerle Deryaya baksam da uyarısını dikkate almaya karar verdim. Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim. Oturduğum sandalyede arkama yaslanıp kahvemden bir yudum daha aldım. Normalde son sözü söylemeyi severdim fakat hayır, cevap vermeyecektim.
İlgim telefonumdaki bildirim sesiyle dağıldı. Ekranıma baktığımda Egeden mesaj geldiğini gördüm.
Derya ile görüşebildin mi ?
Seni merak ettim.
Bir saate bizde ol.
Sana anlatmam gerek şeyler var.
Deryanın evinde yaşadıklarımı sadece Egeye anlatabilirdim. Beni bir tek o anlardı. Senelerdir olduğu gibi diye ekledi kalbim. Bu düşünceyle içimin ısınmasına engel olamadım. Sonsuz evrenimdeki tek güneşimdi Ege, keşke benim için ne anlama geldiğini bilse. Derin bir iç çektim. Onu görmek, sesini duymak bile benim için ihtiyaçtı.
“Gitmem lazım.” Dedim aniden.
Masadaki üç çift göz bana dönmüştü. Derya ve Hakan meraklı gözlerle bana baksa da karşımdaki robotta mimik oynamamıştı.
“Biraz daha kalsaydın ablacım, daha sana özlemim geçmedi.”
Derya bunu yüzünde buruk bir gülümsemeyle söylemişti. Onun elalarında hüznü görmek kalbimi bin parçaya bölse de gitmem lazımdı. Ortada daha büyük bir sorun vardı. Ebeveynlerinin tavrı ve şüphelerim benim beynimde şüphe danslarına başlamışken ona bu durumdan bahsedememek kalbimi yoruyordu. Sahi, bu benim Deryadan sakladığım kaçıncı sırdı? Onun minik kalbini kırılmasın diye saklıyoruz dedi vicdanım. Elbet sonunda öğrenecek dedi kalbim. Derin bir nefes aldım, yüzümde sahte bir gülümsemeyle kardeşime döndüm.
“Gitmem lazım ablacım, Ege bekliyor. Ama en yakın zamanda tekrar görüşeceğiz.”
Kafasını sallamakla yetindi ponçiğim.
“E biz de kalkalım o zaman, abimin işleri yarım kalmasın. Benim de eve geçmem lazım. Deniz abla sen Deryayı eve bırakır mısın?”
Hakanın bu sözleri Deryada sevinçle karşılanırken bu çocuk bir kez daha gözüme girdi. Belki de, en sonunda belki de kardeşimi benim dışımda kollayacak biri vardı.
“Elbette.” diye onayladım Hakanı. Bir taraftan da elim çantama gitmişti. Cüzdanımı arıyordum.
“Aa deniz abla lütfen, ne yapıyorsun ?” Kolumu tuttu Hakan. Anlaşılan ödememe izin vermeyecekti. Tamam tatlı çocuktu, tamam kardeşimizi emanet edebilecektik ama kendi kahvemi de kendim ödeyebilirim.
“Lütfen Hakancım, öderim ben.” Dedim yumuşak bir sesle.
“Ödeme. Gerek yok.” Dedi Yiğit sert bir sesle.
Benim kaşlarım ani bir sinirle çatılmışken maviliklerim onunkilerle buluştu. Kendi gözlerimdeki başlayan yangını hissediyordum fakat onunkilerde duygu kırıntısı yoktu. Sıkılmış duruyordu.
“Eril egonuzu tatmin etme isteğinizi anlıyorum Yiğit bey fakat günümüzde kadınlar kendi kahvelerini kendileri ödeyebilir.”
Çenem havada sinirle ona bakarken onun genzinden bir ses yükseldi. Gülmüş müydü o? Alaycı gözlerle bana döndü. İlk defa bir duygu kırıntısı göstermişti. Sağ olsun.
“ Feminist manifestonuzu asıl ben bölmek istemem Deniz hanım ama emin olun konunun benim egomla alakası yok. Bu restoran bizim o yüzden ödemenize gerek yok dedim.” Alaycı bir gülümsemeyle arkasına yaslanırken kısılmış mavilikleri bana odaklanmıştı.
Ha !? Ne !? Restoran bizim mi dedi yoksa yanlış mı duydum ben. Çok mantıklı kız diye ortama dalıverdi beynim. At restoran? Ateşin kısaltması olan at. Yanındaki ateş simgesinden anlamalıydım. Kız Deniz diyerek adeta içeriye atladı kalbim. Bak adam zenginmiş. Hem zengin hem yakışıklı. Biz Egeyi bırakıp buna mı yürüsek? Derin bir nefes aldım. Saçmalamayın dönün geldiğiniz yere. İç monoloğuma verdiğim ufak ayarla önümdeki adama döndüm.
“Asla şaşırmadım beyefendi. At isimli restorana ateş sembolü koymakta ancak sizden beklenen bir vizyonsuzluk. Öküz adam. Hem öküz hem vizyonsuz.”
Yiğit şaşkınlıkla bana bakarken Hakan kahkahalarını daha fazla tutamamıştı. Gözlerimi devirerek Deryayı kolundan tutup restorandan çıktım.
****************************************
Arabam dar ama düzenli yollardan ilerlerken hala sinirden saydırıyordum. Derya ise tamamıyla benden farklı bir ruh hali içerisindeydi. Gözümün ucuyla ona baktığımda yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Mutluluğu bulaşıcıydı miniğimin. Sakinleştiğimi fark ettim.
“Ee” dedi neşeli bir sesle “Nasıl buldun bizimkileri?”
“Hakan çok tatlı birisi. Hayatına böyle birini aldığın için çok şanslısın meleğim.” Duraksadım. “ Hayır, asıl hayatına senin gibi birini aldığı için o şanslı.”
Kıkırdadı. Sesi kulaklarıma melodi gibiydi. Kardeşimi çok özlemiştim.
“Peki” diye devam etti, bu sefer daha meraklı bir tonu vardı. “ Abisini nasıl buldun, ablacım. Yiğit abiyi yani ?”
O öküz adamın adını duymamla gözlerimi devirdim.
“Ay bırak şunu be, çok şükür bir daha görmek zorunda değilim.”
Derya kahkaha atarak önüne döndüğünde ben de yola odaklandım.
Hava daha da kararmıştı. Uzakta şimşekleri görüyordum. Fırtına gelmek üzereydi. Tıpkı kendi hayatına gelmek üzere olduğu gibi.
Yolumuza huzurlu bir sessizlikle devam ederken yağmur damlalarının camdaki dansı ortamdaki tek müzikti. Tüm koşullara ve olumsuzluklara rağmen huzurlu bir andı bizim için. İçimdeki karabasanlar inlerine dönmüştü fakat zincirlerini kırmak üzereydiler. Onların anlık yokluğu huzursuz bir huzur yaratıyordu bende. Tekrar ediyorum, sanki fırtına öncesi sessizlik.
“Abla” dedi Derya minik bir sesle “Bize geldiğinde annemlerle ne konuştun?”
Direksiyondaki tutuşum sertleşirken en içten sahte gülüşümü takınarak ona döndüm.
“Hiçbir şey tatlım. Öyle havadan sudan işte.”
“Abla bana yalan söyleme.” Ciddiyetle devam etti. “Bana yalan söylediğini anlayabiliyorum.”
Derin bir nefes daha aldım. Sahi, şu aralar buna ne kadar çok ihtiyaç duyuyordum böyle. Tüm sahteliğimle devam ettim.
“Güven bana tatlım. Endişe edilecek bir şey yok.”
Alnındaki çukur derinleşirken “Peki ya o not ?” diye sordu.
Ah, bütün kabuslarımı gerçeğe çeviren o not. Kalbimde hem umut ateşini yakıp hem de en derin kabuslarımı canlandıran o not.
“Ne olmuş tatlım nota?”
“Bir gelişme var mı? Yani kimin gönderdiğiyle alakalı?” Bunları söylerken hem parmaklarıyla oynuyor hem de dışarı bakıyordu. Bu gelişmenin onu ne kadar rahatsız ettiğini görebiliyordum. Ama merak tomurcukları en derin şüphelerinde açmaya başlamıştı, hissedebiliyordum.
“Dert etme ablacım sen bunları, Ege abin ve ben hallediyoruz.”
İçten gülümsemelerimden birini ona sunmaya çalıştım. En azından ona bunu sunabilirdim. Kendime söz vermiştim. Asla ve asla onu bu işe karıştırmayacaktım.
Tam itiraz etmeye çalışmıştık ki büyük siyah demir kapının önünde durduğumuzu fark ettim ve arabayı durdurdum. Deryanın ilgisi dağılmıştı. Ne sorusu varsa geri yuttu.
“Geldik.” Dedim buruk bir sesle. Bizim için ayrılan sürenin sonuna gelmiştik. Ayrılık vaktiydi.
Derya bir şey demedi, gözünde biriken nemleri görebiliyordum. Hiç beklemediğim bir şey yaptı. Kemerini açıp bana sıkı sıkı sarıldı. Şaşkınlığımı hızlıca atıp ona sıkı sıkı sarıldım. Burnumu saçlarına gömerken pahalı parfümle karışık kokusunu içime çektim.
“Görüşürüz ablacım.” dedi titreyen bir sesle ve cevap vermeden arabadan indi.
Demir kapıdan girişini izlerken gök gürültüleri artmış yağmur hızlanmıştı. Fırtına artık buradaydı.
******************************
Evimin olduğu sokağa döndüğümde yağmur hızını arttırmıştı. Yoldaki belli başlı çukurlar yolu daha da engebeli hale getiriyordu. Araba sarsılırken yola dikkatimi vermekte zorlanıyordum. Kalbimin endişe kapıları açılmaya başlamıştı. Tüm yaşananları kafamda birleştirmeye çalışıyordum fakat mantıklı bir noktada hiç biri buluşmuyordu. Telefonumun mesaj sesiyle irkildim. Gelen bildirimi gördüğümde karanlık kalbim sıcaklıkla doldu. Ege.
Geldim, sizin evin orada bekliyorum.
İstemsizce gülümsedim. Evin önüne yaklaştığımda işte tam karşımdaydı. Siyah arabasına yaslanmış tuttuğu şemsiyeyle tüm heybetiyle beni bekliyordu. Arabayı mümkün olduğunca en hızlı şekilde park ettim ve arabadan indim. Kalbim bütün gün yaşadıklarıma yenik düşmüştü. Boğazımdan kaçan bir hıçkırık aramızda yerini bulmuşken göz yaşlarım yağmura karıştı.
Islanıyor olmadan kendimi kollarına bıraktım. Tarçın kokusunu içime çekerken güçlü kolların beni sardığını hissedebiliyordum. Kızım, senin evin burası dedi kalbim. Yuvan burası. Boş ver seninle aynı duyguları hissetmesin, yine de evimizi kaybetmeyelim diye ekledi beynim.
Başımı göğsünden kaldırıp ona baktım. Elaları sıcak bir şekilde bana bakıyordu. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. “Selam.” Dedi kadife gibi bir sesle. Cevap vermek için ağzımı açsam da sesim beni terk etmişti sanki. Göz yaşlarımı fark etmiş olacak ki kaşları çatıldı. Bu yağmurda bile yaşlarımı hissetmişti. Zaten her koşulda ve her yerde bir tek beni Ege görürdü.
Belimdeki kollarını gevşetti ve bir adım geri çekildi.
“Ne oldu? Neden ağladın?”
Sesi düşündüğünden daha sert çıkmış olacak ki boğazını temizledi.
“Kim üzdü seni?” Sesi bu sefer daha yumuşaktı. Parmaklarıyla göz yaşlarımı silerken benden bir cevap bekliyordu.
“Deryanın ailesi.” Diyebildim sessizce. “Bazı şüphelerim var.”
Tek kaşı havalanmıştı. Devam etmemi istiyordu. Bir gök gürültüsü beni gerçekliğe döndürürken hala yağmur altında dikildiğimizi fark ettim.
“Uzun konu, neden içeride konuşmuyoruz?” diye ekledim etrafımızı göstererek.
O da yağmurun yeni farkına varmış olacak ki anlık şaşırmış gözlerle etrafına bakındı.
“Haklısın” dedi sessizce. Kafamı sallayıp iki katlı küçük evime yürümeye başladım. Arkamdan Egenin sert ama güven verici adımlarını duyabiliyordum. Elimi küçük bahçe kapısına attığımda arkamdan gelen korna sesiyle ikimizde yönümüzü sokağa çevirdik. Tam önümüzde siyah bir araba durdu.
Arabanın kapısı açılırken bir gök gürültüsü daha göğü deldi. Fırtına artık tam içimizdeydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |