
Umut.
Umut herkes için farklı şekillenir. Kimisi onu gümüş bir ip gibi tanımlar, kimisi büyük renkli bir balon. Küçük bir çocuk için büyük bir şekerken karanlıkta yaşayan biri için güneşi ilk defa görmek denilebilir.
Peki benim için neydi ? Yıllardır hissetmediğim, daha doğrusu hissetmeye cesaret edemediğim bir duyguydu. En karanlık odalarıma saklamış, en kör kuyularda hapsetmiştim. Ve şimdi Egeden gelecek bir telefonun ihtimali karanlığımda bir ışık hüzmesi gibi belirmişti.
Egeye gelen telefondan sonra pek de bir açıklama yapma fırsatı olmamıştı, eşyalarını toplayıp hızla uzaklaşmıştı. Son sözleri rüzgara karışırken bana son bir kez dönüp bakmıştı.
“Seni arayacağım.”
Son bir saattir yaptığım gibi milyonuncu kez telefonuma baktım. Evet, gelecek olan telefonun anlamı benim için çok farklı farkındayım. Ya sonun başlangıcı olacak ya da bir başlangıcın sonu. Fakat bu ihtimaller nehrinde ben ilk defa olumlu olanı seçmeyi deniyorum.
Dikkatimi dağıtmak için kendimi işe vermeye karar verdim. Bilgisayarımı açtığımda yeni bir farkındalık ile aydınlandım. Sahi ben en son ne zaman ofise uğramıştım ? Elektronik postamı açtığımda gelen bildirimlerle şoka uğradım. Evet, ben uzun zamandır çalışmamıştım.
Güzel, dedi mantığım; eğer işimize odaklanırsak en azından zamanı geçirebiliriz. Ve öyle de yaptım. Kendimin çevirilmek için bekleyen raporlar denizinde bir süre sürüklenmesine izin verdim.
****************************
2 saat 35 dakika.
2 saat 35 dakika sonrasında yaklaşık 2 raporu çevirmeyi bitirmiş, saatler önce düşünceli oturduğum sandalyeden daha özgüvenli kalkmıştım. Çünkü çalışmak seni rahatlatıyor diye ekledi beynim her zamanki özgüvenli sesiyle. Olaylara her zaman söyleyecek bir şeyi olan kalbim ise ilk defa bu kadar sessizdi. Belki de kendini gelmekte olan fırtınadan korumaya çalışıyordur kim bilir.
Kendi iç monoloğum bir anda Dilek’in aşağıdan gelen şefkatli sesiyle bölündü. Sahi ? Ne zaman gelmişti onlar ?
Merdivenleri dikkatli ama hızlı adımlarla inip mutfağa girdiğimde her şey eskisi gibiydi. Dilek teyze elinde fırından yeni çıkarttığı bir tepsi börekle bana bakıyordu.
“Acıkmışsındır diye düşündüm.” Dedi içten bir sesle.
“Teşekkür ederim.”
Sesim bir fısıltıdan ibaretti. Sanki saatlerdir içimde tuttuğum tüm duygular bir anda yüzeye çıkmıştı.
Dilek’in biçimli siyah kaşları cevabım karşısında bir anda çatılırken sol gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Kimsenin görmemesi için başımı eğdiğimde bedenime sarılan bir çift kolu hissettim.
Anne sevgisi neydi bilmiyorum, hayatımda hiç tatmadığım ya da en azından hatırlayamadığım bir duyguydu fakat Dilek bana sarıldığında şefkat ne demekti artık anladım.
Hıçkırıklarım artarken Dilek teyze ise kırılmaya hazır porselen bir bebekmişim gibi sırtımı okşuyordu. Bir an bu kadını annem yerine koyamadığım için kendimden nefret ettim. ‘Çünkü sen nefretten başka bir şey bilmezsin Deniz’ diye yankılandı geçmişten gelen bir ses.
Başını omzundan kaldırdığımda Dilek teyzenin endişelerle süslenmiş kahverengi gözleri bana bakıyordu.
“Deniz..” şefkat dolu başlamıştı sözlerine. Yapma Dilek teyze, ben bu kadar sevgiyi hak etmiyorum. “ … Deniz gözlü kızım…” Babamda böyle severdi hep beni. Bir hıçkırık daha kaçtı boğazımdan. “Söyle bana senin bir derdin var. Bayıldığın günden beri bir şeyler saklıyorsun benden. Ve hayır, sakın iyiyim diye geçiştirme. Anneler hisseder.”
Hisseder miydi gerçekten ? Peki ya benimki ? Bizi bırakıp gittiğinde nasıl hissetmişti ?
Yüzüme sahte olduğu her halinden belli olan yarım bir gülümseme taktım.
“İyiyim Dilek teyze, gerçekten.”
Sesimi içtenlikle çıkartmaya çalışsam da rol yaptığım her halimden belliydi. Dilek teyze inanmayan gözlerle baksa da daha fazla sorgulamadı. Beni azıcık tanıdıysa bir şeyi anlatmak istemediğimde asla anlatmayacağımı biliyordu.
Onun yerine benim için yapabileceği en iyi şeyi yaptı. Masaya bir tabak taze börek ve bir bardak çay bıraktı.
*********************************************
Birkaç tane börek ve bir bardak çaydan sonra hala aynı yerdeydim. Kahve rengi ahşap masanın başında oturmuş bir gözüm telefonumda Egeden gelecek olan telefonu bekliyordum.
Dilek yarım saat benimle oturmuş, daha iyi olduğumdan emin olduktan sonra salona gitmişti.
Zaman zalimdir derler hep. Şu anda gerçekten de öyleydi. Dakikalar dakikaları kovalarken şüphe kurtçukları beynimi kemirmeye başladı. Kesin bir şey oldu diye düşündüm Ters giden bir şeyler var.
Öyle deme dedi kalbim. Uzun zaman sonrasında ilk defa konuşmuştu. Belki işi uzamıştır. İlk defa iyimser bir insan olmayı ve onu dinlemeyi çok istedim. Tam kalbim ve beynimle uzun bir savaşa girmeye hazırlanıyordum ki telefonumdan gelen bildirim sesiyle yerimden sıçradım. Mesajın Egeden geldiğini görmemle elim titremeye başladı.
‘ Benimle karakolda buluş.’
*******************************************
İzafiyet teorisine göre hız arttıkça zaman yavaşlarmış. Başıma gelen şey tam olarak buydu. Egenin mesajından sonra hızlıca evden çıkmıştım. Fakat ne kadar hızlı gidersem gideyim bir türlü varacağım yere ulaşamıyordum. Yüzyıllık bir yolculuğa çıkmışım gibi ben ne kadar hızlı gidersem karakol benden o kadar uzaklaşıyordu.
Heyecandan nefesimin titrediğini hissettim. Çok doğal bir tepki bu Deniz dedi beynim sakin bir şekilde. Hayatının en önemli bilgisine ulaşmak üzeresin.
Elim telefonuma gitti. Deryayı aramak istiyordum, onun sesini duymak istiyordum. Hayır, şu anda en çok ihtiyacım olan şey kız kardeşimin sesini duymaktı.
Deryanın ismini bulduğumda elim ekranın üstünde duraksadı. Hayır, diye düşündüm aniden. Onu bu fırtınadan uzak tutacağıma söz vermiştim, bir şeyler netleşmeden onu aramamaya karar verdim.
Yaklaşık yarım saatlik yolculuğun ardından arabamı tanıdık otoparka park ettim. İyice gece olmuştu. Gözüm arabadaki saate takıldı. 00.36. Yeni gün çoktan başlamıştı. Birazdan alacağım haber ise belki de benim için yeni bir başlangıç olacaktı.
Titreyen bacaklarıma rağmen tüm gücümle önümdeki binaya doğru yürümeye başladım. Mermer beyaz merdivenleri çıkıp üst kata çıktığımda ise heyecandan ayakta duramayacak haldeydim. Gecenin tüm karanlığına rağmen bu boş koridorda içimde yeni bir umut doğmaya hazırlanıyordu. Bir kez daha yutkundum. Her şey güzel olacak Deniz, babana kavuşmaya artık bir adım uzaklıktasın.
Üstünde Egenin adının yazılı olduğu odanın kapısını son kalan gücümle açtım.
*********************************
Odaya girdiğimde içim içime sığmıyordu. Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Bu gece babama çok yaklamıştım. Gülümsemem solmadan odayı Egeyi bulmak için hızlıca taradım. İşte ordaydı ; umudum, kurtarıcım olan o adam masasının arkasında oturuyordu. Bilgisayar ekranına o kadar odaklanmıştı ki geldiğimi bile fark etmemişti.
Bir an onu inceleme ihtiyacı duydum. Açık kahve saçları dağılmıştı. Çok sevdiğim elalarının altında koyu halkalar belirmişti. Çok yorgun görünüyordu, hatta hayatımda ilk defa onu bu kadar yorgun görüyordum. Gözlerimi üstünde hissetmiş olacak ki ağır bakışlarını bana çevirdi.
Gülümsemesi gerekirdi değil mi ? Babamla ilgili notu bırakan adamı bulmuştuk sonuçta. Onun da mutlu olması gerekirdi. Fakat biçimli yüzünde aradığım gülümsemeyi bulamadım.
Bir şeyler yanlıştı. Hayır, bir şeyler korkunç derecede yanlıştı.
Az önceki gülümsememin donuklaştığını hissettim.
“Deniz…” dedi yorgun bir sesle. Gözlerinde yorgunluk dışında bir duygu daha vardı. Hüzün? Belki acıma ? Bacaklarım beni daha fazla taşıyamadığında yere yığıldım. Yere çarpmayı bekliyordum fakat güçlü kollar beni yakalamıştı. Burnuma dolan yoğun tarçın kokusundan Egenin beni yakaladığını anladım. Gömleğini avuçlarımın arasına sıktım. Bütün hayatım ona bağlıymış gibi Egeye tutunuyordum.
“Lütfen” dedim yalvaran bir sesle. “Lütfen onu yakaladığınızı söyle. Lütfen babamı bulmaya bir adım yaklaştığımızı söyle.”
Sesim düşündüğümden daha umutsuz çıkmıştı. Bir anda yeniden 5 yaşında babasının balıktan dönmesini bekleyen Deniz olmuştum.
Ela gözleri bana yoğunlukla bakarken bir şey söylemedi. Söylemek istediğinden değil de sanki ağzından çıkacakların beni yıkacağını biliyormuş gibi gerçeği benden gizlemeyi seçmişti.
O anda dünyamın başıma yıkılacağını anladım.
Ege beni sandalyeye oturttuğunda bir robottan farksızdım. Vücudum onun yönlendirmeleriyle hareket ediyordu. Bedenim uyuşmuştu belki fakat zihnim hala canlıydı. Beklentiyle ona bakarken o gözlerini benden kaçırmayı tercih etmişti.
En sonunda elalarının mavilerime değdirmeye cesaret etti. Yüzümde ne gördü bilmiyorum fakat sıkıntılı bir şekilde nefes verdi.
Oturduğumda sandalyenin önüne çömeldi ve ellerimi ellerinin içine aldı.
“Fıstığım..” sıkıntılı bir nefes daha verdi. “Adamı bulduk.” Kalbimin atılının hızlandığını hissettim. Söndürmeye çalıştığım umut balonunu yeniden şişirme cesaretinde bulunsam da bu kelebeğin ömrü gibi anlık geçici bir histi. Beklentiyle ona bakmaya devam ettim.
Boğazını temizledi, omuzlarını dikleştirdi. Daha cesur durmaya çalışıyordu, farkındayım.
“Adamı bulduk, fakat evine vardığımızda adam çoktan ölmüştü. Özür dilerim.”
İşte, işte yine olmuştu. Lanetim beni asla bırakmıyordu. İçimde yeşerttiğim çimenler bir cümlede solmuştu. Umut balonu patladı, tüm ışıklar söndü. Kafamdaki sonsuz senfoni sonlandı, perde kapandı. Tekrar karanlığıma geri döndüm.
Kulaklarım çınlıyordu. Sanki bir sisin arkasından bakıyordum dünyaya. Zaten ölü olan birini tekrar kaybedebilir miydik bilmiyordum bu geceye kadar. Aldığım bilgiyle bunun mümkün olduğunu öğrenmiştim.
“Anladım.” dedim mekanik bir sesle. Beynim uyuşmuştu, bedenim kendi kendine hareket ediyordu. Ayağa kalktığımı fark ettim acı sisinin arkasından. Kapıya doğru yürümeye başladığımda Egenin adımı söylediğinin farkındaydım fakat tepki veremedim.
Kapını koluna dokunduğumda kolumdaki baskıyla kafamı kaldırdım. Egenin kolumu tutmuş gitmeme izin vermiyordu. Boş gözlerle ona baktım.
“Bu bir son değil, hala bir şeyler yapabiliriz.”
Sözleri benim için bir anlam ifade etmiyordu. Ne yapabilirdik Ege? Ölen birini hayata döndüremezdik değil mi ? Peki ya iki defa ölen biri ?
Kafamı çevirdim. Hayatımda ilk defa onu dinlemek istemiyordum. Acımla yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Gözlerim hala kolumda durmakta olan eline ilişti.
İçime bir balonun patladığını hissettim. Hayır, umut balonu değil onu çoktan söndürmüştüm. Bu yeni ve daha güçlü bir duyguydu. Öfke dedi mantığım usulca. Şu anda oldukça öfkelisin.
Yasın beş evresi vardır derler. Ben inkar seviyesini çoktan geçmiştim. Şimdi sıra öfkedeydi.
“Beni rahat bırak.” Dedim bir hışımla. “Lütfen Ege beni bu gece yalnız bırak.”
Ona bağırmak istememiştim ama kendime engel olamadım. Odadan çıktığımda arkamda bir enkaz bıraktım biliyorum fakat hayatımda ilk defa umursamamayı tercih ettim.
Umutla geldiğim merdivenleri büyük bir öfke dalgasıyla indim. Dışarıdan bakıldığında deli bir kadın gibi görünüyordum biliyorum fakat bu beni durdurmadı. Arabama bindiğimde gökyüzünün aydınlanmaya başladığını gördüm ve ben çok uzun zamandır yaptığım gibi yeni bir güne nefretle başladım.
********************************
Ne kadar uzun zamandır yoldaydım bilmiyorum. Telefonumu çok uzun zaman önce kapatmıştım. Sahile geldiğimde ise arabamı her zamanki gibi en uzak köşeye park ettim.
İşte buradaydım. Tüm acılarımın kaynağı bir o kadar da var oluş sebebim olan sonsuz maviliğe baktım. Onu suçlamak istercesine önümdeki Denize baktım. Neden almıştın babamı benden. Ben sendim, deniz bendim. Peki öyleyse neden bütün acılarımın kaynağıydın?
Yürüme yolunun sonundaki kayalıklara oturdum. Bir gecede ikinci kez dünyam başıma yıkılmıştı. Ben hayatım boyunca kendi karanlığımla savaşmışken ilk defa bir şeylerin değişeceğini düşünme cesareti bulmuştum. İlk defa ektiğim umut tomurcuklarının bahara erişeceğini düşünmüştüm fakat 20 yıl önce başlayan kışım baharımı yok etmişti.
Bacaklarımı kendime çektim. Ağlayabilirsin istersen dedi beynim. Mantıklı bir seçenekti. Kendime sarıldım ve göz yaşlarımı serbest bıraktım.
*************************
O sahilde ne kadar uzun süredir ağladım bilmiyorum fakat göz yaşlarım kurumuştu artık. Ne pınarlar kurudu senin göz yaşların mı kurumayacak ? İçli bir şekilde nefes aldım. Belki dedi kalbim belki de bir çıkış yolu vardır. Her zaman bir çare bulunur derler. Kalbimi dinlememeyi tercih ettim, bir daha çocukça hayallere inanmaya yetecek gücüm yoktu bunu artık biliyordum.
Önümdeki sonsuz maviliğe bakarken arkamdaki ayak seslerini duysam da aldırış etmedim. Ta ki o alaycı sesi duyana kadar.
“Kaç saattir sizi arıyorum haberiniz var mı hanım efendi ? Gerçekten görgü kurallarından bir habersiniz.”
Arkamı döndüğümde Yiğit Ateş ile karşılaşmayı beklemiyordum. Alaycı bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Yüzüme baktığında ise ifadesi bir anda değişti, kaşları çatılmıştı.
“Ağladın mı sen ?”
Bak, her zaman bir çıkış yolu vardır dedi kalbim usulca.
Ve ben benden beklenmeyen bir şey yaptım. İki gün önce tanıştığım adama sarılıp hıçkırarak ağlamaya başladım.
Herkese merhabalar :)
Bu bölüm Deniz için zor benim için ise yazması oldukça zor bir bölümdü. Umarım sevmişsinizdir :)
Bu bölüm biraz geçiş bölümüydü. Önümüzdeki bölümlerden itibaren olaylar hızlanıyor.
Yorum yapmayı ve yıldız bırakmayı unutmayın :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |