10. Bölüm

9

Ally Ally
allyy05

Zaman değişir, dünya değişir, hayat değişir. En güçlü kayaları yıkmaya bir avuç su yeterken bir insanı yıkmak için bir saniye yeterlidir.

Benim değişimim kurtarıcımın dudaklarından dökülen bir cümleyle başlamıştı. Ve şimdi yine ben asla yapmam dediğim bir şeyi yapmış, en zayıf anımda hiç tanımadığım bir adamın kollarına kendimi bırakmıştım. Ağlamaktan nefret eden ben; şimdi bir yabancının yanında ağlıyordum.

Zırlama seansım sırasında sarıldığım beden kaskatı bir şekilde duruyordu; ne beni ittirmişti ne de bana sarılmıştı. Ne kadar süre o şekilde kaldım bilemiyorum fakat geri çekildiğimde hafiflediğimi hissettim.

Burnumu son bir kez daha çektiğimde kafamı kaldırmaya utandım. Ben yeri incelemeye devam ederken karşımdaki adamın boğazını temizlediğini duydum. Gözlerim onunkilerle buluştuğunda gözleri her zaman baktığı gibi ifadesiz değildi. Beklentiyle karışık meraklı bir şekilde bana bakıyordu.

“Özür dilerim.”

Sesim bir fısıltıdan ibaretti fakat o beni duyabilecek yakınlıktaydı. Sözlerime karşılık tek kaşını kaldırdı. Kafamla aramızı işaret ettiğimde yüzünde yarım bir gülümseme oluştu. Tanıştığımız o andan itibaren ilk defa mantıklı bir şekilde iletişim kurmuştuk. Sözlerimiz olmadan sözsüz bir iletişimdi bu. Uyumlu bir dans gibi…

“Dileme.” dedi. Kalın sesi ilk defa bu kadar duygu ile çıkmıştı. “Bazen dertlerimi bir yabancıya anlatmak tanıdıklarımıza anlatmaktan daha kolaydır.”

Sorgulayan gözlerle kafamı yana yatırdım. Onu anlamaya çalışıyordum ilk günden beri kedi köpek gibi birbirimizi yiyorduk. Ve her nedense bütün bu çatışmaya rağmen en karanlık anımda beni o kurtarmıştı. ‘Belki de kaderimiz o’dur’ dedi kalbim minnoş bir sesle. ‘Saçmalama’ dedi beynim, ‘bizim kaderimiz Ege.’

Karşımdaki adamı incelerken bir iç daha çektim.

“Hayırdır, beğendiğin bir şey mi gördün ?”

Bunu kendine güvenen bir gülümsemeyle söylemişti. Tamam, büyü bozuldu. Eski Yiğit geri döndü.

“Sende görmediğim kesin.” dedim daha güçlü bir sesle.

“Evettt, eski Deniz geri döndü.”

Bütün bu konuşma boyunca gözleri beni dikkatle izlemeye devam etmişti. Yüzünü incelemeye o kadar dalmıştım ki kolumda bir baskı hissettim.

“Hadi.” dedi her zamanki tonuyla “Şuraya oturalım da anlat bakalım Amazon kraliçesi Deniz’i ne üzdü öğrenelim.”

Konuyu kapatıp eve gitmeyi düşünüyordum. ‘Bak’ dedi kalbim, ‘tek bir çıkış yoluna sahip olmak zorunda değilsin. Diğer yardımları da kabul etmek bize zarar vermez.’ Yorum yapmak istedim, yapamadım. Onun yerine beni en yakın banka yönlendirmesine izin verdim.

**************************************************

Hayatımda ilk defa Ege dışında birine kendimi açmış dertlerimi anlatmıştım. O, beklenmedik kurtarıcım, ise yorum yapmadan tüm dikkatiyle beni dinlemişti.

“Yaa, işte öyle.” dedim hayat hikayemi sıradan bir şeymiş gibi anlatırken. Aynen Deniz aynen, sıradan bir hikayen var. Yazsak 3 kitap 5 sezonluk dizi olur.

Bir yorum yapmak, bir şeyler söylemek istedi. Ağzının açılıp kapandığını gördüm fakat aklına ne geldiyse söylemekten vazgeçti. Arkasına yaslanıp önündeki sonsuz maviliği incelemeye başladığında ise ağzından durumu çok güzel özetleyen o sihirli sözcükler döküldü:

“Ne kadar da boktan bir durum.”

Kendi kendime kıkırdadım. Hayır, bir anda kahkaha atmaya başlamıştım. Sinirim o kadar bozulmuştu ki artık ne tepki vereceğimi bilemiyorum.

“Ne kadar da kafadan kırık kadın.” Dedi kahkahalarıma eşlik ederken. Sonrasında durulmuş ve bana bakmaya başlamıştı. Bir şey söylememi bekliyordu biliyorum fakat beynim cümleleri toparlamakta zorlanıyordu.

“Ee” dedi tekrardan “Peki şimdi ne yapmayı düşüyorsun ?”

Derin bir iç çektim. “Bilmiyorum Yiğit. Bu sefer gerçekten de bir planım yok.”

Mavinin yeşille buluştuğu gözleri beni dikkatle incelerken ben de onu incelemeye başladım. Yüzü yine ifadesizdi, gözlerinde yoğun bir duygu vardı ve ben milyonuncu defa bunun ne olduğunu çözemedim.

“İstersen biz sana yardımcı olabiliriz.” Dedi tok sesi kendinden emin bir şekilde.

‘Allah’ım olabilir mi öyle bir şey, olsun çünkü lütfen.’ Kalbimin bu küçük tepkisini görmezden geldim. Saatler önce en derin karanlıklara gömdüğüm umut tomurcukları kıpırdanmaya başlamıştı. Hayır Deniz, bu hayal kırıklığını bir kere daha kaldıramayız. Yıkılırız, yok oluruz.

Olumsuz anlamda kafamı salladığımda hafifçe kaşlarını çatarak bana bakmaya devam etti. Kafamda neler döndüğünü anlamadığı her halinden belliydi. Bugün bir kere daha açıklama yapma ihtiyacı duydum.

“Teşekkür ederim Yiğit, ama ben bir kere daha bu hayal kırıklığını kaldıramam. Bak, sabaha karşı kalbim paramparça oldu benim. Önce parçaları toparlamam ve zaten daha önce binlerce kez parçalanan şeyi yeniden onarmam lazım.”

Çatılan kaşları yumuşamıştı. Aklından her ne geçiyorsa beni ikna edebileceğini düşünüyordu.

“Bazen, bazı şeylerin paramparça olması bozulduğu anlamına gelmez. Hatta bazen eskisinden daha iyi olmak için tamamen parçalanmak gerekir. İzin ver bu sefer o polis arkadaşın yerine biz sana yardım edelim. ”

Meraklı gözlerle ona bakmaya devam ettim. Çok küçükken bir kitapta okumuştum. Her olgun ruhun arkasında kırgın bir yaşanmışlık var derlerdi. Günler öncesinde kafamda öküz adam olarak kodladığım bu adamın derin ve duygulu cümleler kurabilmesi oldukça şaşırtıcıydı. Sahi Yiğit Ateş, seni ne bu kadar yıkmıştı ?

Teklifini kabul edip etmeyeceğimden emin olamadım. Bir yanım bunu çok isterken diğer yanım bundan olabildiğince kaçmaya çalışıyordu.

“Bilemiyorum.” Dedim yumuşak bir sesle. “Bana biraz zaman ver, bu teklifi düşünmem lazım.”

Kafasıyla beni onayladı ve devam etti. “Eğer yardımımı kabul edersen biz buradayız.”

Ben hayatım boyunca yardım istemeye ve yardım almaya alışık değildim. Tüm hayatım boyunca işlerimi yalnız halletmeye çalışmıştım. Ve şimdi, hiç tanımadığım bir insandan gelen bu yardım teklifi tüm benliğimi çıkmaz bir paradoksa itiyordu. Söylediklerini sindirmeye çalışırken aklıma bir nokta takıldı.

“Siz derken ?”

Kafası karışmış bir şekilde bana bakmaya devam etti.

“Yardıma hazırız dedin. Siz derken ?”

Anlık gülümsedi. Kabul ediyorum, bu adam daha çok gülümsemeliydi.

“Ben ve Hakandan bahsediyorum.”

“Hayır.” Dedim aniden. “Hakan’a bundan bahsedemezsin.”

“Neden ?”

“Çünkü Hakana söylersen eğer gider Deryaya her şeyi anlatır. Ben kendime onu bu işten olabildiğince uzak tutacağıma söz verdim. Hakan olmaz.”

Cevabı uzun bir sessizlik sonrasında geldi.

“Kardeşini korumaya çalışmanı anlayabiliyorum ama Deryayı bu işten fazla uzak tutamazsın Deniz. Söz konusu kişi onun da babası, bilmeye hakkı var.”

“Lütfen” dedim yalvarırcasına “Lütfen, gerçekleri ondan biraz daha saklamaya ihtiyacım var.”

Bir yorum yapmadı, onun yerine ayağa kalktı. İlk tanıştığımızda yaptığı gibi bana elini uzattı. Bir şey demesine ihtiyacı yoktu, gitme vaktimizin geldiğini anlamıştım. Bana uzattığı eli ikinciye tuttum ve ayağa kalktım. Ne bu onun bana uzattığı son yardım eli olacaktı ne de benim onun yardımını son kabul edişim. Fakat ikimizde şu anda bunun farkında değildik.

*******************************************

Yarım saattir sessiz bir arabanın içerisinde ilerliyorduk. Kimse konuşma ihtiyacı duymamıştı, herkes kendi dünyalarının rahatlığında kaybolmuştu adeta.

Saate bakmak istediğimde elimi telefonuma attım. Hay aksi, şarjım bitmişti. ‘Yanındaki adam bunu sana saatler önce söyledi.’ dedi beynim. Sessizce ofladığımda yanımdaki Yiğit kafasını telefonundan kaldırıp bana baktı.

“Şarjım bitmiş.” Dedim elimdeki telefonu kaldırıp ona göstererek.

Bana bir şey söylemedi fakat ön taraftaki şoföre seslendi.

“Ahmet”

Arabanın ön tarafına baktığımda Ahmet’i inceleme şansı buldum. Yirmili yaşlarda olduğunu tahmin ediyordum ama arkası bana dönük olduğu için yüzünü inceleme şansı bulamamıştım. Sadece kahverengi özenle şekillendirilmiş düz saçlarını görebilmiştim.

“Buyurun efendim.” Dedi Ahmet saygılı bir şekilde.

“Deniz hanıma oradan powerbank’i uzatır mısın ?”

Işıklarda durduğumuz sırada Ahmet patronun sözlerini ikiletmedi. Uzandığı torpido gözünden bana şarj aletini uzattığında yüzünü inceleme fırsatı buldum. Tam da tahmin ettiğim gibi, oldukça genç görünüyordu. Kahverengi iri gözleri yüzünde ilk dikkat çeken şeydi. Patronunun ve etrafındaki tüm çalışanlarının aksine oldukça arkadaş canlısı duruyordu.

“Buyurun Deniz hanım.” Dedi saygılı bir şekilde ve önündeki yeni akmaya başlayan trafiğe odaklanmaya devam etti.

“Teşekkür ederim.” Sesim fısıltı halinde çıksa da bu sessizlikte beni duyabildiğine eminim.

Tekrar Yiğit’e baktığımda ise telefonuna odaklamış olduğunu gördüm. Arabaya bindiğimiz andan itibaren bana tek kelime söylememişti. Bu benim için iyi bir şeydi aslında, benim de kendi sessizliğimde olmaya ihtiyacım vardı.

Telefonum yeterince şarj olduğunda telefonumu açmamla gelen onlarca bildirimi görmem bir oldu.

Dilek Teyze 10 arama

Derya 33 arama 40 mesaj

Ege 50 arama 100 mesaj

Saatlerdir kayıp olduğum gerçekliği o anda yüzüme vurmaya başladı. İnsan beni merak etmişti. Elim Egenin isminin üstünde durakladı. Çok merak etmiş olmalı. Merak etmeli de diye düşündüm. Bir tarafım, çok küçük bir tarafım bütün bu olanlar hakkında onu suçlamak istiyordu. Karşısına geçip beni nasıl hayal kırıklığına uğratırsın diye bağırmak istiyordum fakat içten içe onun da bir suçu olmadığını biliyordum. ‘Çocuk elinden gelen her şeyi yaptı dedi kalbim’. ‘Daha fazla çabalamalıydı’ dedi beynim. Elimi Egenin isminin üstünden çektim. Önce Deryayı aramalıyım.

“Ne o sevgilinden bu kadar çabuk mu vazgeçtin ?”

Kafamı hızlıca sağıma döndürdüğümde beni izleyen Yiğitle göz göze geldim.

“Ha ?”

“Öncelikle ‘Ha’ değil ‘Efendim’ denir Deniz hanım. Biraz kibarlık öğren. Sevgilini diyorum aramaktan çok çabuk vazgeçtin.” Dudaklarını büzdü ve devam etti. “İlk onu arasın diye düşünmüştüm. Malum, saatlerdir ortalıkta yoksun. Özlemiştir.” Son kısmı derin bir kinayeyle söylemişti.

“O benim sevgilim değil sadece çok yakın arkadaşım.” Dedim bir hışımla. “Hem sana ne beni kimin özleyip özlemediğinden.”

Küçümser bir ifadeyle bana baktı.

“Emin ol, seni kimin özlediği umurumda değil Deniz. Sevgilin olup olmadığının da umurumda olmaması gibi.” Dedi kahkahayla ilk verdiğim cevaba ithafen. Ona uygun bir cevap verebilirdim, saatlerce kedi köpek gibi birbirimizi de yiyebilirdik. Ama şu anda bunu yapmamaya karar verdim. Beni merak eden bir sürü insan vardı ve önceliğim onlardı. Kafamı pencereye çevirip Deryayı aradım. Telefonu ilk çalışımda açtı.

“NEREDESİN SEN ?” O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım.

“Derya…” dedim sessizce fakat o kendi sesinden beni duymuyordu bile.

“NEREDESİN ABLA SEN ? SAATLERDİR ORTALIKTA YOKSUN. NE KADAR KORKTUM HABERİN VAR MI ?”

“Özür dilerim kardeşim.” Sesim bir fısıltıdan ibaretti fakat bu sefer beni duymuştu.

“Çok korktum abla, sana bir şey oldu sandım.” Dedi içli bir sesle.

“Özür dilerim ponçiğim.”

Cevap vermedi derin bir iç çekti. Konuşmaya devam ettim.

“ Biraz kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı, haber vermem gerekirdi biliyorum.”

“Önemli değil abla ama bir daha böyle yapma lütfen. Çok korktum.” Dedi yumuşak bir sesle. “Sana ulaşamayınca Ege abiyi aradım fakat ona da ulaşamadım. En sonunda çareyi Yiğit abiden yardım istemekte buldum.”

“Biliyorum.” Kendi kendime onun bu paniğine gülümsedim. “Şu anda yanımda kendisi de.”

“Ha ?” dedi.

Yanımda Yiğit’in güldüğünü duydum. Fısıldadı; “Sizde böyle cevap vermek genetik galiba.”

Yanımdaki insan görünümlü öküzümsü varlığı yok saymaya devam ettim ve ilgilimi telefondaki kardeşime verdim.

“Sen arayınca Yiğit abin de beni aramaya karar vermiş sağ olsun.” Bakışlarım sözü geçen adama döndüğünde kinayeli sözlerime karşılık gözlerini devirmekle yetindi. Tüm dikkatimi yeniden telefondaki kardeşime verdim. “Şimdi onunlayım, beni eve bırakıyor. İyim Derya, artık endişelenmene gerek yok.”

“Tamam.” Dedi sessizce. “Eve gittiğinde bana haber ver, seni görmeye geleceğim.

Tam itiraz etmek için ağzımı açsam da Deryanın melodik sesi itirazımı bölercesine devam etti.

“İtiraz etmeye çalışma abla, seni görmeye geleceğim.” Onu onaylayan bir mırıltı çıkarabildim sadece. Telefonu yüzüme kapatmadan önce bir cümle daha kurdu. “Ve, Yiğit abiye selam söyle.”

Yüzümde kardeşimle konuşmuş olmamdan kaynaklı salak bir gülümsemeyle telefona bakakaldım. Dönüp Yiğit’e baktım. Bana baktığında bir şey söylememi bekliyordu.

“Deryanın selamı var.” Dedim sessizce ve camdan manzarayı izlemeye devam ettim.

*****************************************************

Yaklaşık iki saattir yoldaydık. Evler değişmiş, ağaçlar ve yollar değişmişti fakat arabanın içindeki rahat sessizlik değişmemişti. Kendi iç monoloğumu sonraya saklayıp yanımdaki adamı incelemeye karar verdim. Uzun ve iri cüssesine rağmen bacak bacak üstüne atmış zarif bir şekilde oturuyordu. Kabul etmeliyim, aristokrat bir havası vardı, asil duruyordu. Hiç tanımasam ve biri bana bu adamın bir Lord olduğunu söylese inanırdım.

Zaten adamı tanımıyorsun.’ Dedi zihnim. Bir susun Allah aşkına, şimdi sizin konuşma sıranız değil.

Mavinin yeşile çalan tondaki gözleri önündeki telefona odaklanmıştı. Her ne okuyorsa siyah kaşları ara ara çatılıyordu fakat düzgün şekillenmiş yüzünde başka mimik belirtisi olmuyordu.

Kabul etmeliyim yakışıklı bir adamdı. Başka bir zamanda belki başka bir evrende kendisinden hoşlanabilirdim. ‘Egenin var olmadığı bir evren yani’ diye ekledi kalbim usulca.

Ege’nin koyu elaları zihnimde belirdi bir anda. Çocukluk arkadaşım, sırdaşım, kahramanım, ilk aşkım… Benim için bu kadar önemli bir yeri olan adamı suçlamaya çalışmak benim ruhumun bana yapmaya çalıştığı büyük bir şaka olmalıydı. Elinden gelen her şeyi yapmış olsa da daha fazlasını yapabilir miydi düşüncesi beynime zehrini salmaya başlamıştı. Hayır dedim kendi kendime, bizim için büyük bir anlama sahip olan kişiyi boş vesveselerle suçlamayacağız.

İnsanlara hak ettiğinden fazla değer verme.

Beynimde dalgalanan bu sesin sahibi fazla tanıdıktı ama bana bir o kadar da uzaktı. Hangi anıya ait olduğunu, kime ait olduğunu bulmak için zihnimi kurcalamayı denedim fakat cevap yerine büyük bir boşluk vardı. Beynimdeki kadın sesinin tınısı içime büyük bir sıcaklık yayıyordu, göğsümün tam ortasında donmuş kalbimi canlandırıyordu. Sesle gelen nostaljik hisle burnuma ıhlamur ve deniz kokusu doldu. Geçmişten gelen bir öğüttü belki de ya da bir uyarı. Hiçliklere kafa yormayı bırakıp şimdilik günümüze odaklanmaya karar verdim. Şimdilik.

Cep telefonumun titremesiyle irkildim. Ekrana baktığımda gördüğüm isim normal şartlarda midemde kelebekler uçurmaya yeterdi fakat şimdi kalbimi boğuyordu sanki. Ege Kayalı.

Daha fazla tereddütte yer vermeden ikinci çalışta telefonumu açtım.

“Defne” İsmim onun için bir nefes gibiydi sanki. Yıllardır içinde tutuyormuşçasına bir çırpıda dudaklarından dökülüvermişti. Defne olduğumu onaylayan bir mırıltı çıkarttım. Konuşamadım, sesime kendim de güvenmiyordum. Normalde sesini saatlerce dinleyebileceğim adam konuştuğunda beynimde şüphe yarasaları kanat çırpmaya başlamıştı.

“İyi misin ?” dedi. Sesi rahatlamış geliyordu.

“İyiyim.” Tek kelimelik cevabım onun için yeterli gelmemişti ki duraksadı. Yutkunduğunu duydum. Bir şeyler söylemek istiyordu, farkındayım, fakat ne ben ne de o ne diyeceğimizi bilemez durumdaydık.

“Neredesin, seni almaya geleyim mi ?” İlkine göre daha soğuk olan cümlesi bir sorun olduğunun farkında olduğunu bildiriyordu. Normalde olsa bu ton kalbimi on parçaya bölerdi fakat şimdi değil. Artık bugün değil.

Sevdiklerini asla kırma güzel kızım. Beynimdeki tatlı kadın sesi yeniden ortaya çıkmıştı. Kimdi bilmiyorum ama son beş dakikadır kendini belli ediyordu. Yok saymayı tercih ettim.

“Gerek yok, geliyorum.” Cevabım onun için yeterli değildi biliyorum fakat sorgulamadı.

“Tamam, size geliyorum. Gelince görüşürüz.”

Cevabımı beklemeden telefonu kapattığında ofladım. O kadar sorun arasında bir de bu çıkmıştı. Normalde insanları istemsiz kırıp döken ben bu sefer kendimi oldukça haklı görüyordum.

Yeniden yanımda oturan Yiğite baktım. Sorgulayan mavileri bana baksa da bir açıklama beklemedi, yeniden telefonuna odaklandı. Benim de zaten yapacak ne bir açıklamam ne de bir sebebim yoktu. Yeniden yola odaklandım.

*********************************************************

Yaklaşık 3 saat süren bir yolculuğun ardından pahalı siyah araba evimin önündeki bozuk yollara giriş yapmıştı. Var olan sorunların doğuracağı daha büyük sorunları bilmeme rağmen eve geldiğim için rahatlamıştım. Araba evin önünde durduğunda arabasına yaslanmış Egeyi gördüm. Bir dejavu gibiydi benim için. Birkaç gün önce yine aynı manzarayı görünce canlanan kalbim şimdi derin bir uykudaydı.

“Geldik.” Dedi Yiğit tok bir sesle.

“Biliyorum.” Cevabım genel olarak kaba olsa da yanımdaki adam bu sefer yorum yapmamayı tercih etti.

“Sevgilin gelmiş.” Dedi dışarıdaki Egeyi göstererek.

“Görüyorum.” Duraksadım “Ve hayır, o benim sevgilim değil.”

Yine yorum yapmadı, başını sallamakla yetindi. Daha fazla bu araba kalmamın sebebi olmadığı için eşyalarımı toplayıp kapının koluna dokundum. İnmeden önce son bir kez daha Yiğit’e baktım. “Sağ ol.”

Karşımdaki adamdan bir cevap beklemeden arabadan inmek için kapıyı açtım fakat kolumu tuttuğunda duraksadım. Sorgulayan gözlerle ona baktığımda tek bir cümle yankılandı arabanın içerisinde. “Sana yaptığım teklifi düşünmeyi unutma.”

“Düşüneceğim.” Dedim ve kendimden beklenmeyen bir zariflikle arabadan indim. Siyah araba hızla yanımızdan uzaklaşırken bakışlarım yeniden Egeyi buldu. Çatık kaşlarla giden arabaya bakıyordu. Arabayı ve içindeki adamı tanımıştı bunu biliyorum fakat bu konuda bir yorum yapacak mıydı işte orası belirsizdi.

“Ege” sesim ona ulaştığında gözlerini yoldan çevirip bana baktı. Elalarından geçen yoğun duygu bulutlarının bazılarını tanımlayabiliyordum. Rahatlamıştı, bu vücut dilinden de belliydi. Fakat başka bir duygu daha vardı. Özlem ? Ne olduğunu çözemeden ondan beklenmeyen bir şey yaptı. Üç büyük adımda yanıma gelerek bana sarıldı.

Bana bir daha gitmemden korkuyormuşçasına sımsıkı sarıldı. Başını boynuma gömdüğünde derin bir nefes aldığını duydum. Ben de ona geri sarıldım. Burnuma beni hep rahatlatan tarçın kokusu dolmuştu. Fakat bu koku ilk defa beni rahatlamadı tam tersine içimi daha fazla gerginlikle doldurdu.

“Çok korktum.” Diye fısıldadığında sanki karşımda o koca adam değil de yedi yaşındaki çocuk Ege duruyordu. İstemsizce ona daha sıkı sarıldım. Evet şüpheler de umut çiçekleri gibi yeşerebilirdi fakat şu anda bu duyguyu yok saymaya karar verdim. Çocukluğum ve gençliğim, tüm umudum dediğim bu adama daha da sıkı sarıldım.

Kollarını bedenimden çözdüğünde geri çekilmeden önce başıma küçük bir öpücük kondurdu. Bunu bir istekten ziyade bir ihtiyaçtan ötürü yapmış gibiydi. Aynı hava gibi su gibi…

Bir adım gerilediğinde onu dikkatlice incelemeye başladım. İlk dikkatimi çeken şey o çok sevdiğim gözleri oldu. Sevdiğim elaların etrafı kıpkırmızıydı. Ağlamış gibi duruyordu. Ağlamamıştır diye düşündüm ağlaması için bir sebep yok. Kahverengi saçları dağılmıştı ve hala bir önceki günkü kıyafetleri giyiyordu. Hiç uyumamıştı sanırım. Çok yorgun olduğu her halinden belliydi.

Bu halini görmek içimi titretti. İçimdeki ona karşı oluşan sitemi yok saymaya çalıştım fakat bu olmadı. Konuşmak her şeyin çözümüdür derdi babam ben çok küçükken. Bu sefer onu dinlemeye karar verdim . Zihnimde boş yere onu suçlamak bizi yormaktan başka bir şeye yaramazdı zaten. Ve ben, bu sefer bir yetişkin gibi hareket etmeye karar verdim.

“Konuşmamız lazım.”

“Araban nerede ?”

İkimizde aynı anda konuşmamızdan dolayı afalladık. Ne ben ondan böyle bir cümle bekliyordum ne de o benden.

“Ha ?” Evet artık klasikleşen tepkimi bir kez daha vermiştim.

“Arabadan nerede ?” dedi sakince. Benim söylediğim cümleyi tamamen yok saymıştı.

Sahi arabam neredeydi benim ? Gerekli cevabı zihnim verdi ‘sahilde kaldı.’

Oflayarak elimi alnıma attım.

“Sahilde kaldı.” Dedim usulca.

Egenin gülümsemesini duydum.

“Tamam hangi sahilde söyle gidip aldırayım.”

Onun bu rahatlığı karşısında kaşlarım çatıldı. Büyük bir problemimiz vardı çünkü ben hangi sahil olduğunu bilmiyordum.

“Bilmiyorum.”

Şimdi kaşlarını çatma sırası ondaydı.

“Ne demek bilmiyorum ?”

Gerilmeye başladım. Gereksiz açıklamalar yapmak beni her zaman yoran şeylerdi.

“Bilmiyorum. Arabayı saatlerce nereye sürdüğümü bilmiyorum. Deniz kenarında bir yere gelince durduğumu hatırlıyorum. Sonrasında zaten Yiğit gelince arabam aklıma gelmedi.”

Yanlış kuruşmuş bir cümleydi kabul ediyorum. Yiğit’in ismini duymasıyla kaşları daha da çatıldı.

“Deniz, o adam tehlikeli bir daha görüşme demedim mi ben ?”

Sözleri içimdeki volkanın patlamasına yetti.

“YA ALLAH AŞKINA YA KONUMUZ ŞİMDİ BU MU ?” Sesimin tonunu bir tık daha düşürerek devam ettim. “Babamı bulmak için yakaladığım tek şans da o adamla birlikte öldü. Bir zamanlar babamın hayatta olma ihtimali beni ayakta tutuyordu ama bu ihtimal de ellerimden alındı benim. Gerçekten soruyorum şimdi, tek sorunumuz benim Yiğitle mi görüşmem?”

Yutkundu. Gerçekleri duymak benim canımı ne kadar acıttıysa onunkini de acıtmış olmalıydı. Gözlerindeki öfke yerini daha yumuşak bir duyguya bırakmıştı, belki de bana acıyordu. Bilmiyorum.

Bir şey söylemek için ağzını açtı fakat elimi kaldırıp onu durdurdum.

“Şimdi, seninle konuşmamız lazım Ege Kayalı. Beni takip et.”

Sözlerim ona ne kadar ulaştı bilmiyorum fakat demir bahçe kapısı açıldığında beni takip eden güçlü adımları duydum.

Bölüm : 16.02.2025 20:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ally Ally / Deniz / 9
Ally Ally
Deniz

123 Okunma

52 Oy

0 Takip
11
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...