
Gün ışığının camların üstünde buzlarla dans ettiği, ortalamanın üstünde sıcak olan mutlu sayılabilecek bir kış sabahında, ortamın bu tatlı sakinliğini bozan tek şey genç kadın ve adamın fısıldamalarıydı. Kadın yorgunluktan çökmüş kahverengi gözleriyle yalvarırcasına baktı adama, "Lütfen, lütfen onları al ve götür, ben arkanızdan geleceğim. Söz veriyorum, sadece onu biraz daha oyalamam lazım".
Bu sözler adamın beyninde yankılandı, bir yanı sevdiği kadını bırakmak istemiyorken, diğer yanı bunun hepsi için daha iyi olacağını söylüyordu. Derin bir nefes aldı adam. Bulundukları küçük odada ki eşyaları incelemeyi tercih etti. Eğer şu anda karısına bakarsa eğer doğru kararı veremeyeceğinden çok emindi. Gözleri odanın diğer köşesinde uyuyan kızlarına takıldı.
İki yaşındaki küçük kız, henüz bir bebek olan kardeşine sarılmıştı. Her ikisi de başlarına gelen kötülüklerden habersiz devam ediyordu uykularına. Derin bir nefes daha aldı adam, beyni ve kalbi arasındaki bu savaşı beyni kazanmıştı. Kızlarım için diye düşündü.
"Peki" dedi ufak bir fısıltıyla.
Genç kadın uzun süredir tutmakta olduğu nefesini bıraktı ve adamın yüzüne baktı, sanki bunun onu son görüşü olacağını biliyormuş gibi adamın yüz hatlarını beyine kazımaya çalıştı. Yanaklarındaki gamzesini, bir zamanlar umut dolu olan fakat şimdi endişeden başka bir şey barındırmayan ela gözlerini, kahverengi her zaman dağınık olan saçlarını ...
Yavaşça oturduğu yerden kalktı kadın, kızlarına bakmak dahi istemiyordu. Eğer onlara son bir kez daha bakarsa az sonra yapacağı şeyler için yeterince gücü olmayacağının farkındaydı. "Kızlarım için" diye düşündü her anne gibi, kocasının o dönene kadar çocuklarına iyi bakacağını biliyordu. Yavaşça sevdiği adamın dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu ve adam daha itiraz edemeden kendini evin dışındaki sonsuz beyazlığa bıraktı.
****************************************
Üç uzun kış sonrası, yeni bir kışın şafağında tekrardan aynı şeyleri düşünürken buldu adam kendini. Sevdiği kadının son öpücüğünü ve hayatlarından çıkışını unutamamıştı hala. "Geleceğim" demişti kadın, peki niye gelmemişti ?
Derin bir nefes aldı adam ve gözü dışarıdaki engin denize takıldı. Tam o sırada düşüncelerini alarmın acı çığlığı kesti. Kalkmalıyım diye düşüşündü, kalkmalı, hazırlamalı, işe gitmeli ve hayatına devam etmeliydi.
"Baba".
Arkasını döndü adam ve kızıyla karşılaştı. Küçük kızın kahverengi saçları birbirine karışmıştı, aynı zamanda adını da aldığı deniz mavisi gözleri göz yaşlarıyla dolmuştu. İçi sızladı genç adamın. Kızının maviliklerinde alışkın olmadığı bir hüzün gördü.
"Deniz'im" dedi adam usulca. "Ne oldu ?". Gerçi gerçeği biliyordu ama yine de sordu. "Neyin var bebeğim?"
"Ben de geleyim seninle ne olur" diye yalvardı küçük kız, "Ne olur bende açılayım seninle denize, ben de yakalayayım balıkları seninle ,lütfen beni bırakma". Her ne kadar kızın yalvarışları adamın kalbini acıtsa da onu yanında götüremeyeceğini biliyordu. "Hayır, hayatım" dedi adam yumuşak bir şekilde. "Sen burada kalmalı ve ben gelene kadar küçük kardeşine bakmalısın, Deryayı ben yokken kim koruyacak yoksa" dedi adam. Küçük Deniz'i ikna edecek tek şey Deryaydı. Kızlarının arasındaki bu güçlü bağ gelecek için küçük umutlara gebeydi sanki.
Çalan zille beraber ikisi birden irkildi. Yan komşularıydı gelen; kızların babası ne zaman çalışmaya gitse kızlara hep o bakardı. Durumu daha fazla zorlaştırmamak ve uzatmamak için kızın alnına küçük bir öpücük kondurdu ve "Akşama görüşürüz" dedi. İki kelimelik tek cümle büyük fırtınalara yol açacaktı fakat o anda bunu ne küçük Deniz ne de babası bilebildi. Küçük kız babasının arkasından yaşlı gözlerle bakarken sözler buhar olur karşıdaki okyanusa karıştı. Küçük Deniz o günden sonra ne babasını bir daha görebildi ne de o küçük eve geri dönebildi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |