44. Bölüm

bölüm42|❝Ait Olunca Sahip Olmak❞

⚜SNC⚜
almelia

 

Oy vermeyi, yorum yapmayı, yazarımızı motive edip desteklemeyi unutmayalım dostlar. İşte vakit buldukça köşeye geçip tıkır tıkır bölüm yazdığım bir süreç olduğu için hem kendime güldüm hem de halime biraz acıdım sjsjsjs Destek önemlidir...

🪷Keyifli okumalar! 🪷

Saat 22.42. Mizan'ın evinde geçirdiğimiz ikinci gün ve Kılıç şimdiye dek ne kadar huysuzluk çıkarırsa çıkarsın hep birkaç öpücükle uysallaşmayı başardı. Köşkün her zamanki kalabalık hali yaklaşan toplantının gerginliğiyle ezilirken rol yapmak hepimiz için zor bir hal almıştı ve bu kalabalığın daha erken ayrılmasını sağlamıştı. Etrafın iyice sessizleşmesini beklemeliydim Kılıç'ın odama gelip uyumamı sağlaması için.

 

 

Geçen sabah gördüğüm meyve ağaçlarını izlerken en son bu köşke gelirken giydiğim bordo kabanım üzerimdeydi, kalın külotlu çorabım bacaklarımı ne kadar iyi sarsa da keskin soğuktan korumayı başaramıyordu. Etrafı taradım dikkatle ve kimsenin bahçeye adım atmamış olduğundan emin bir halde elma ağacının kalın gövdesini tırmanmaya başladım. Çocukça olabilirdi fakat senelerce en sevdiğim meyve olan çilekten uzak kalmışken kendimi elma sevmeye zorlamıştım, ağacın dolu dalları nispet yapar gibi ne zaman başımı çevirsem aheste aheste sallandığından beni günaha davet ettiğini hissetmeye daha fazla katlanmak istemiyordum.

 

 

 

 

Bir dala oturdum ve sallanması bitene dek gövdeye sıkı sıkı tutundum.

 

 

 

 

"Orada olmamalısın."

 

 

 

 

Boğazımdan kopan çığlığın ardından oturduğum daldan gelen çatırma sesiyle yeni bir çığlık kaçtı ağzımdan ve gürültüden kaçarken gürültünün ta kendi oldum.

 

 

 

 

"Ne işin var burada?" diye bağırsam da amacım suçlayıcı olmak değil öfkemi atmaktı.

 

 

 

 

"İstediğim yerde olurum Karnelyan. Bu ev benim."

 

 

 

 

Yüzümü buruştururken Mizan'ın caka satışlarını duymazdan gelmeye çalıştım. Yeşil bir elmaya uzandım, güçlü bağını koparırken yerimde daha da sallanmıştım ve diken üstünde hissediyordum.

 

 

 

 

"Düşeceksin ve seni tutacak kimse yok."

 

 

 

 

"Senin ellerin de armut mu topluyor, neden yardım etmiyorsun?"

 

 

 

 

Dönüp nerede olduğuna bakmadım ama sesi ağacın altından geliyordu.

 

 

 

 

"Hayır, ellerim ceplerimde."

 

 

 

 

"Seni ve DYK'yi affetmek için bir istekte bulundum ve sen bir anda centilmen halinden sıyrıldın. Tebrikler."

 

 

 

 

Kabanımın cebine birkaç elma sıkıştırmaya çalışırken biri düşme korkusu ile titreyen ellerimden kaydı ve toprağa çarpma sesini beklesem de bir süre sonra kütürdeyen bir ısırma sesi duydum.

 

 

 

 

"O benimdi."

 

 

 

 

Bir elmaya daha uzandım ve bunun son olacağına dair kendime söz verdim, düşmeden evvel inmeliydim.

 

 

 

 

"Birincisi bu ağaç benim, elmasıyla birlikte," dediğinde ukala halleri için ona çıkışacak zamanı bana tanımadan konuşmaya devam etti. "İkincisi de Karnelyan, centilmen halimden sıyrılmak için istekte bulunmanı değil isteğini gerçekleştirmeyi bekledim."

 

 

 

 

Bu kez elimden kayıp giden elma toprağa çarptı, bu kez elimden kaymasının nedeni şaşkınlıktı. Dalların arasından eğilip Mizan'ı görmeye çalışırken soğuktan ve ne idüğü belirsiz bir kaygıdan tir tir titriyordum.

 

 

 

 

"Yaptın mı?"

 

 

 

 

Olumsuz bir yanıt duyarım korkusuyla sesim cılızdı ancak Mizan'ın keskin baş sallaması onun standartlarına göre en olumlu yanıt olmuştu.

 

 

 

 

"İnanmıyorum," diye mırıldandım ne düşüneceğimi bilemeden. "Benden kimliğimi, bilgilerimi bile istemeden bunu nasıl başardığını öğrenmek istemiyorum ama yine de şaşkınım."

 

 

 

 

"Beni bir süperstar olarak görüyorsun, biliyorum."

 

 

 

 

Karşı çıkmayı beceremedim bile, öğrendiğim şeyin tadını çıkaramıyor, bir an evvel Kılıç'a koşmak ve onunla paylaşmak istiyordum. Sanki özgürlüğümün tadını yalnız başıma çıkarmak ona haksızlık olacaktı. Elmaları ceplerimde iyice derinlere itip aşağı inmek için ayağımı denk getirebilecek bir dal aradım. Çıkarken yaşadığım rahatlık inerken ortalıklarda değildi fakat Mizan ne kadar ukala konuşmuş olsa da davranışlarına yansımamış olacak ki adımlarımdan biri boşluğa kaydığında elini topuğumun altına yerleştirdiğini hissettim.

 

 

 

 

"Kahretsin, gerçekten gözümde süperstar olmaya mı çalışıyorsun?"

 

 

 

 

"Hayır," dedi önce düz bir sesle, ardından derinleşen tonu "bunun için çalışmama gerek yok," diyerek sözlerini noktaladı.

 

 

 

 

Özgürdüm, kısmen, gülebiliyordum ve bunu gizlemeyi bir anda bırakmıştım.

 

 

 

 

"Mutavazı adamlar ne kadar da cezbedici."

 

 

 

 

"Neden göründüğünden ağırsın?" dedi alaycı sözlerimi umursamayıp yere inmeme yardım ederken. Cebimden kaçan elmaları eğilip almadan evvel dağılan saçlarımı düzelttim ve konuştum. "Mizan, sadece tek bir bacağımın ağırlığını hissettin."

 

 

 

 

Ben elmalarımı kollarımın arasında toplarken o ellerini cebine itti ve ruhsuz suratı bir saniye için özünü gösterdi. Koyu gözlerinde temiz bir gölge akıp geçti o dudaklarını aşağı çeken minik bir tebessümle aydınlanırken. O an ona ulaşmanın daha kolay olduğunu hissettiren bir cesaret duydum. Merak ettiğim, onunla ilgili merak ettiğim şeyi sorsaydım beni yanıtlardı sanki.

 

 

 

 

"Eski başkana meydan okuyabildiğin için bir süperstara en yakın şeysin." Sır paylaşır gibi, yaralı bir hayvanı ürkütmekten kaçınır gibi kısık bir sesle şekillenmişti sözcüklerim. Mizan ise duymamış gibi bir dakika kadar yüzüme tek bir kası bile seğirmeden uzun uzun baktı.

 

 

 

 

"Uzun zamandır eski başkana meydan okuyarak geçen yıllarıma haksızlık ediyorsun."

 

 

 

 

Ne düşünürüm sanarak ettiğini bilmediğim bu cümle onun haberi bile olmadan babası ile arasındaki uçurumu derinleştirdi. Zamanını babasına meydan okuyarak geçirmişti, belli ki bundan bezmişti.

 

 

 

 

"En başta," diye bir cümleye başladımsa da devamı hemen gelmedi, başımı eğip yutkunurken devamını getirmekte kararsızdım. "Neden beni görmek istedin? Yalnızca kurulun hatasını telafi etmek için bu kadar özverili davranmadığını ikimiz de biliyoruz. Bir planın vardı ve sanırım ben onu çözmeden sen planından vazgeçtin."

 

 

 

 

Mizan şaşırmış gibi değil ancak yüzüne vurulmasını beklemiyormuş gibi sessizleşti, durgunlaştı. Göz teması kurmak için beklerken yüzünün çevresini turluyordum eğik başı izin verdiğince.

 

 

 

 

"Senin kralı kızdırmanın eğlenceli olacağını düşünmüş olabilirim," dediğinde gözlerim fal taşı gibi açılmış ve adama bakakalmıştım. Mizan durumu daha da kötüleştiren konuşmasıyla devam ettiğinde şaşkınlık daha ezici bir şeyin altında silinip gitmişti. "Durum bu kadar basit değil. Başında olduğum kurulun bekası için başvurmam gereken yollar olduğunu biliyordum, sen de biliyorsun. Bir an için sizi mücadelenizde yenilgiye uğratmam gerektiğine inandırdım kendimi. Benden beklenen buydu, iyi bir başkan olduğumu ispat etmem için geçmem gereken bir sınavdınız."

 

 

 

 

Yeniden donuklaşıp boğazını temizledi. Daha anlatması gereken çok şey olduğunu hissediyor ve bekliyordum da fakat çok ağır bir şekilde topuğunun üzerinde dönüp yürümeye başlamıştı. Kafa karışıklığım onun benden birkaç adım uzaklaşmasına neden olsa da kendimi toparlayıp arkasından ilerledim.

 

 

 

 

"Bu sınavı geçmemeye mi karar verdin?"

 

 

Başını çevirip bana bakmadı ama benden tarafa olan dudağı yukarı doğru hüzünle kırıldığını gördüm.

 

 

 

 

"Sınavı es geçmeye karar verdim. Eğer isteseydim, sizi yenilgiye uğratmayı gerçekten isteseydim Karnelyan. Seni kullanıp Kılıç'ı düşürmekle uğraşmazdım. Sen adımı bile öğrenemeden kaybettiğin savaşa bir ad verilirdi."

 

 

 

 

Öfke, şaşkınlık, onları itip yerleşmeye çalışan çaresizlik bir girdap şeklinde kaburgalarımda dönerken adımlarım bocaladı, aniden durduğumda Mizan da attığı adımı yarıda kesti ve yan dönüp bana hissiz biçimde bakmaya başladı.

 

 

 

 

"Sen izin verdiğin için mi kazanacağımızı sanıyorsun? Hiç bu kadar ucube görünmemiştin gözüme."

 

 

 

 

Bu kez güldüğünde kendini beğenmişlik ya da hüzün yoktu dudaklarında, minik bir muziplik dolaştı ve gitti. Gülüşü dindiğinde açtı ağzını.

 

 

 

 

"Ben izin verdiğim için değil, ben savaşmadığım için. Bu benim gücümle alakalı değil Karnelyan. DYK senelerdir ayakta kalabilmek için aklının alamayacağı hilelere başvuran kök salmış bir kuruluş. Sistem burada böyle işliyor, eğer şimdi o koltukta oturan ben değil de bir başkası olsaydı koltuğunu kaybetmemek adına yapabileceği en kötü şeyi yapmaya razı olurdu. Mesele yalnız başkanlık da değil, bu kurulun her bir üyesi olduğu yeri kaybetmemek için savaş vermeye hazır. Ve anlatmaya çalıştığım şey, kazanamayacaksınız. Ben savaşmasam bile tümüyle galip gelmeniz mümkün değil."

 

 

 

 

"Ne demek bu?"

 

 

 

 

Yeniden yürümeye başladı, yeniden arkasına takıldım.

 

 

 

 

"Sana kurulun çelik gibi işlediğini söylüyorum. Ben zinciri kırdım ama tüm ilmikleri birbirinden ayırmak benim ya da senin gücünün yeteceği kadar basit değil. Bu gerçekten uzun bir savaş olacak."

 

 

 

 

Bir dalga çarpmış da sağ kalmak için çırpınıyor, korku ya da kaygı yaşamak için vakit bulamıyordum sanki. Belirsiz bir savaşta önümün daha açık olduğunu görüyordum, daha aydınlık değil.

 

 

 

 

"Bizimle savaşacak mısın?" diye sorarken sesime de his karışmamıştı, karmaşa içinden birini seçip çıkaramamıştım. "Bizim yanımızda."

 

 

 

 

Yanına vardığımda, omzum omzuna değdiğinde başını çevirdi, karanlıkta gözleri bebekleriyle birlikte yitip gitmiş görünüyordu.

 

 

 

 

"Ben tahtta oturan bir kral sayılırım, senin işgalci Kül Seryum'un gibi şövalye olmak için doğmadım."

 

 

 

 

Konunun ağırlığı hızla dağıldı, hislerim sinirle gerilse de saçlarım etrafta uçuştu.

 

 

 

 

"O bir işgalci değil," demek oldu ilk yaptığım. "Şövalye falan da değil. Gerçek bir kral olmak istiyor ve krallar halkı için bizzat savaşır."

 

 

 

 

Mizan yüzüme, beni tuzağa düşürdüğünü açık ederek bakarken omuzları dikleşti, eğik başı yükseldi, ağırlık bir süre için bizi rahat bıraktı.

 

 

 

 

"Artık bir sik kafalı olduğunu düşünmüyorsun anlaşılan."

 

 

 

 

"Ben öyle bir şey söylemedim."

 

 

 

 

"Söyledin," dedi sakince. "On üzerinden on birlik bir sik kafalı olduğunu söyledin."

 

 

 

 

Oflayıp elmalarıma baktım.

 

 

 

 

"Bunu reddettiğimi söylemediğimi açıklamaya çalışıyordum." Her ne kadar bu konuda artık emin olamasam da...

 

 

 

 

"Seni kurtarmak için Raxeria'daki binamın kapısını söken, ortalığı ayağa kaldıran bir adama sil kafalı demek ayıp gibi geliyor. Ama çok daha hoşuma gidiyor."

 

 

 

 

"Neden ondan hoşlanmıyorsun ki?"

 

 

 

 

Sorumun saçmalığı soru işareti eklendiği an yüzüme çarptı. Çünkü Mizan "Bana kaç kez yumruk attığından haberin var mı?" diye soruyla karşılık vermekte gecikmemişti.

 

 

 

 

"Hatırladığım kadarıyla bir kez."

 

 

 

 

"Senin nehirden döndüğün gece karnıma attığı yumrukları görmüş olsaydın bu soruyu sormazdın."

 

 

 

 

"Neden sana vurdu ki? Senin yaptığını mı sandı."

 

 

 

 

Omuz silkti önce.

 

 

 

 

"Senden hoşlandığımı, ondan daha iyisini hak ettiğini söyledim diye olabilir ama ilk yumruk bu sözlerden önce bana doğru yola çıkmıştı. Müthiş reflekslerim yüzümü o yumruktan korusa da egom incinmekten kurtulamamıştı."

 

 

 

 

İlk iki kelimeden sonrası sis bulutunun ardına karışmış, beni çenem göğsüme uzanana dek ağzımı açık bir halde bıraktı.

 

 

 

 

"Ona ne söyledin?"

 

 

 

 

Dehşet içinde donakalmıştım, sesim çıksa da elimi kolumu bağlayan şoktan sıyrılmayı bir türlü beceremiyordum.

 

 

 

 

"Duymadın mı yoksa yeniden mi duymak istiyorsun?"

 

 

 

 

Gamsızlığı beni kendime bir nebze getirince "Neden böyle bir şey söyledin ki?" diye haykırırken buldum kendimi.

 

 

 

 

"Canını sıkmak istedim."

 

 

 

 

Koluna yapışıp onu durdurduğumda kucağımdaki elmaları tamamen unutmuş, toprağa çarpmalarına neden olmuştum.

 

 

 

 

"Mizan, delirdin mi? Böyle bir şeyi söylemen çok saçma."

 

 

 

 

"Hayır, değil." Kolundaki elimi nazikçe indirip ellerim pislik içindeymiş de üzerinde iz bırakmış gibi silkelendi. "Seninle ilgili her ne yapıyorsa yanlış yaptığı belliydi ve silkelenmesi gerekiyordu. Daha da önemlisi milyon değerindeki yüzüme ikinci yumruğu atabileceğini sanırken de çok yanlış bir yolda ilerliyordu. Bir derse ihtiyacı olduğunu düşündüm."

 

 

 

 

Mizan'ın donuk, ruhsuz kişiliği müthiş sinir bozucu bir hale bürünmüştü, neye daha çok şaşıracağıma karar veremiyordum bile.

 

 

 

 

"Böyle bir şeye gerek yoktu, onu daha fazla öfkelendirmekten başka bir şeye yaramadı bu yaptığın."

 

 

 

 

Bir anda topuğunun üzerinde dönüp geldiğimiz yolu yürümeye başladığında kuyruk gibiydim arkasında.

 

 

 

 

"İşe yaramamış olsaydı onlarca üyeyle birlikte yenmesi için hazırlattığım ziyafet sofralarında sanki yenebilecek en leziz tatlı oymuş gibi adama bakmazdın."

 

 

 

 

Konuşmak için ağzımı açtım fakat şaşkın bir nida kopup elamalarımla aynı kaderi boylamak üzere ayaklarımın dibine düştü.

 

 

 

 

"Kimseye öyle bakmıyorum ben, sen delirmiş bir adam olduğunu belli ediyorsun şu an."

 

 

 

 

"Evet, onun dışında kimseye," dedi önce. Fakat sonra beni bir yorganın altına girip senelerce çıkmak istemeyecek kadar rezil hissettirecek laflar ettiğinde olduğum yerde dondum. "Hala işe yaramadığını iddia ediyorsan diye söyleyeyim... El değmemiş bebek masumiyetiyle senelerce ayakta kalan kış bahçemde adamın kucağına yerleştiğinde Kılıç'a yaptığım şeyin gerçekten işe yaramış olduğu da kanıtlanmış oldu. Bana teşekkür etmelisin."

 

 

 

 

Tükürüğüm soluk boruma kaçtı, utançla birlikte soluksuzluktan ölme raddesine gelmiştim ve dizlerimin bağı çözüldüğü için yerin yarılıp beni içine çekmesi an meselesiydi. Mizan beni kamburlaştıran bu sözleri nasıl kuş gibi hafifmiş gibi söyleyebilirdi, aklım almıyordu.

 

 

 

 

"Kucağına oturmadım," dedim sanki iyi bir savunma olabilirmiş gibi ancak sesimin cılızlığı en büyük savunmayı bile etkisiz kılardı.

 

 

 

 

"Gözlerimin bozuk olduğunu mu ima ediyorsun?"

 

 

 

 

Yürümeyi kesmiş, benden bir metre ötede dikilip üstten bakışlarıyla beni ezmeye başlamıştı.

 

 

 

 

"Seni sapık!"

 

 

 

 

Öfke duygusu tanıdık bir dost gibi yetişti imdadıma.

 

 

 

 

"Öyle bir şeyi gördüysen bile izlemen şart mıydı? Kendinden utanmalısın."

 

 

 

 

"Utanmam çünkü Kılıç'ın kucağında olan sendin ve kış bahçesi de benim gözlerime hitap etmek için tasarlandığı için birilerinin camla kaplı bir kulubede sevişeceğini düşünmeyerek özgürce bakabilmek benim hakkım."

 

 

 

 

"Hayır, öyle bir şey olmadı," diyerek savunmaya geçtim. Ellerim sözlerimi destekler nitelikte havada sallanıyor, Mizan ifadesizce çırpınışımı izliyordu. "Öyle bir şey olmadı."

 

 

 

 

Yalnızca omuz silkecek kadar umursamaz olan adamın karşısında canhıraş biçimde kendimi açıklamaya çalışıyordum ki sonunda sanki az evvel sözünü ettiği şey önemsizmiş gibi beni buna inandırmaya çalıştı. Ben ise arkamı döndüm, düşürdüğüm elmaları eğilip aldım ve koşarak köşke ilerledim.

 

 

 

 

Kılıç'ı orada ilk öpen ben olduğum için fitili ateşleyenin ben olduğumu da biliyor ve suçlayacak birini bulamıyordum. Kahretsin! Kahretsin!

 

 

 

 

"Kahretsin!" Sessiz çığlığımla Kılıç'ın odasına daldım. Bir dizi ötekinin üzerine yan bir şekilde yerleşmiş, sandalyede rahat bir şekilde oturup Mizan'ın kasasından aldığımız dosyaları masanın başında inceleyen Kılıç beni hiç ama hiç beklemiyor olacak ki hızla doğruldu. Endişeyle "Sorun ne?" sorusuyla ayaklanırken elimi kaldırıp onu hemen durdurdum. Elmalarım yeniden düştüğünde ettiğim küfürlerin arasından "Bir sorun yok, bizim için elma toplamıştım," sözüyle Kılıç'ı sandalyesine yeniden kurulmaya ikna etmiştim. Oturduğu yerden şüpheci gözlerle beni süzdüğünü bilirken doğruldum ve bakışlarımızı ince işçilikli bir örgü gibi sıkıca birbirine kenetledim. Yüzü bu birleşmeyle anlık biçimde aydınlanan adam az evvelki hararetimi dindirdi, aklımdaki tüm endişeler o an için kapı dışarı oldu ve Kılıç kilidi kendi elleriyle vurarak bizi baş başa bıraktı. Artık özgürdüm. Hiçbir zaman evli değildim fakat şimdi resmen bekardım. Karnelyan Mahver'dim, kendi sesim vardı, yankı olmaktan kurtulmuştum, şayet istiyorsam saraya asla dönmeyebilirdim fakat dönersem de bu ben istediğim için olurdu. Göğsüm huzurla kaynadı Kılıç'ın karşısında.

 

 

 

 

"Bizim için elma mı topladın?"

 

 

 

 

Bu masum cümleyi akıl sınırlarını aşan günahkar bir güfteyle söylediğinde güzel bir şarkı dinliyor gibi hissederek gözlerimi yummak, derin bir soluk almak istedim. O güzel sesin etkisini kendi çatlayan sesimle bozmaktan kaçındığım için dikildiğim yerde başımı sallamıştım yalnızca. Mizan'la edilen sohbetin ağırlığı çoktan toza dumana karışmıştı ben Kılıç'ın karşısına çıktığımda, utanç da usul usul damarımda yitiyor, beni yeni günahlara aç bir halde bırakıyordu.

 

 

 

 

"Bizi cennetten kovdurmak mı istiyorsun aşkım?" Yine aynı hoş ses tonuyla söylenmiş bu sözle nasıl karşılık vereceğimi bilemeden bir süre kekeledim, mantıklı bir cümle kurana dek sabırla bekleyen Kılıç'ın gözlerinde keyiflenince parlayan yıldızlar artıyordu. O eğlenirken lise müdürümün karşısında azarlanmayı bekleyen toy bir çocuk gibi davrandığımı idrak ettiğim an gözlerim kısıldı, duruşum dikleşti ve ağır ağır beni süzen adama yürüdüm.

 

 

 

 

"Bana aşkım demeye devam edersen doğrudan cehennemi boylayacaksın," derken sesim de tavrım da ona iltifat eder gibiydi. Gözlerinde çakan şimşeğin anlamını biliyordum, yine de sessiz kalıp gizemli zevkiyle süzmeye devam etti.

 

 

 

 

Masanın köşesine elmaları bırakıp kabanımı çıkarırken Kılıç başını hafifçe arkaya itmişti yüzümü görebilmek için, aralık bacaklarındaki kasların yakınlığımla beklenti içindeki kasılışı gözümden kaçmamıştı.

 

 

 

 

Hareketlerimi daha yavaşlattım, daha cilveli bir hal aldı tavırlarım. Kabanımı çıplak omuzlarımdan itip bileklerime akmasına izin verirken gözlerim Kılıç'ınkilerde, onunkiler vücudumun her yanındaydı. Elbisemin ince askısı kabanımla birlikte koluma düşmüştü, Kılıç bunun tahrik edici bir yanı varmış gibi o noktaya kilitlendi.

 

 

 

 

"Neden buradasın Nimfea?"

 

 

 

 

Konuşurken zorlandığını duymak göğsümü kabartınca Kılıç'ın dikkati bu kez oraya çekildi.

 

 

 

 

"Gelmemeli miydim?"

 

 

 

 

"Hiç gitmemelisin," derken gözlerime keskin bir karanlıkla baktı, tenime bulaşan renksizlikten sıyrılmak için saçımı omzumun arkasına ittim. Uzun bacaklarının arasına yerleştim, başını yana eğdi beni izlerken. Ve şu an bir heykel gibi donup kalsaydı onun günahkar şekli yüzünden dünyada yasaklanan bir eser olurdu.

 

 

 

 

"Burada kalıp ne yapacağım ki?" Uysal tavrımı bozmadan elbisemin askısını kaldırdım. Bacakları beni kapan gibi sıkıştırmak için kapandı, dizlerimle nazikçe ittiğimde ise hiç zorluk çıkarmadan yeniden bana alan açtılar. Dizimi bacağının içine sürttüğümde iç çekişi beni güldürdü.

 

 

 

 

"Ne istersen." Bir emir verir gibi keskin cümle bir çırpıda çıktı dudaklarından. Uzanıp bir elma aldım masanın üzerinden, hareketlerimi takip ederken elmadan aldığım ısırıkla çıkan ses gözlerini kırpıştırmasına yol açtı. Şöminenin çıtırdayan yangını soluklarımızda dumandan izler bırakıyor, gölgesiz ateşin aydınlığıyla üzerimizi dolaşıyordu. Elmayı Kılıç'ın dudaklarına yaklaştırdım, büyük bir ısırık alışını, yutkunurken hareket eden adem elmasını, yutkunduktan sonra ıslanan dudaklarını diliyle temizleyişini önünde köstekli saat sallanan bir aciz gibi hipnoz olarak izledikten sonra aynı hipnozun etkisi ile kalın bacağına oturup ona daha yakından bakmaya başlamıştım. Otomatik bir hareketmiş gibi eli belime kondu hemen.

 

 

 

 

"Senin isteklerinin önemi yok mu?" Bacağına sürtünerek iyice yaklaştım ona, dirseğim omzuna yaslandı ve Kılıç her anından keyif aldığı bir masaj seansındaymış gibi hülyalı duruşuyla beni iyiden iyiye cesaretlendirdi. "Şu an ne istediğini söyle bana."

 

 

 

 

"Beni öpmeni," dedi düşünmeden ve ben de düşünmeden hareket edip talebini uyguladım. Dudaklarında az evvel yediği elmanın tatlı ekşi izleri vardı, kendi baharatlı lezzetine karışmış ve beni kana susamış bir vampirmişçesine iştahlandırmıştı. Derinleştirmek için başımı eğdiğinde, talepkar elleri vücudumda özgürce dolaşmaya başladığında zorlukla da olsa geri çekildim. İki dirseğimle omuzlarına yaslanıp kirpiklerimin arasından yoğun duygular taşan adama baktım.

 

 

 

 

"Şimdi?"

 

 

 

 

"Beni pantolonumun içinden çıkar."

 

 

 

 

Sesi ve sözü daha talepkar bir hal aldı ve ben bundan delice keyif alarak itaat ettim. Fermuarını belli belirsiz tireyen ellerimle indirip şişen sert organını avcumla kapadığımda duyduğum boğuk inleme gözlerimin zevk içinde yüzen benmişim gibi yumulmasına neden oldu.

 

 

 

 

"Başka..." Sesim arzuyla dolmuş bir havuzdan boğulur gibi çıktı ve yutkundum. "İstediğin başka bir şey var mı nazik kral?"

 

 

 

 

"İstediğim şeylere dair ufak bir ipucu bile seni koşarak kaçırmaya yeter Nimfea." İki eli kalçalarıma konduğunda sahiden kaçıp gidecekmişim gibi beni sıkıca tuttu. İkimizi saran şehvet perdesi rüzgarla uçuşup tenlerimize değiyordu.

 

 

 

 

"Hayır," dedim boğazımı temizlemeden önce. "Bana bir ipucu ver, kaçmayacağıma söz veriyorum."

 

 

 

 

Öfkeli bir adam gibi sert bir soluk verdi, uğultulu bir homurdanışla birlikte cezalandırmak istercesine etimi yoğurdu.

 

 

 

 

"Neyle karşı karşıya olduğuna dair hiçbir fikrin yok." Dişlerinin arasından büyük zorlukla çıkan sözcükler öfkenin ateşten elleriyle yoğrulmuştu, sabrı tükenmek üzereydi. Ama daha yeni başlıyorduk. Elim üzerinde aşağı yukarı hareket ederken organı avucumda nabız gibi atan bir yangını çağrıştırıyordu. Sandalyeden kayıp elime iyice yerleştiğinde "Benden isteyebileceğin iki şey biliyorum," dedim. Bu köşkte, birbirimize karıştığımız, sanki hiç ayrılmayacakmışçasına birbirimize tutunduğumuz o akşamki ateşli sözlerini hatırlıyordum, hayır unutamıyordum. Kılıç'ın bunu gözlerimde gördüğünden emindim.

 

 

 

 

"Ağzının sıcaklığını hissetmek istiyorum," dedi sonunda. Elimdeki aleti seğirdi ve ben parmaklarımın arasından kayabilirmiş gibi onu sıktığımda Kılıç'ın göğsü kaynayan su gibi fokurdadı. Bir süre dudaklarımı çiğneyerek cesaret topladım fakat o cesaret omzumdaydı, beni destekleyerek omzumu ovuyordu.

 

 

 

 

Kılıç hiçbir şey yapmıyor, inip kalkan göğsünün hareketi dışında göz bile kırpmadan beni izliyordu. İddia ettiği gibi ürküşümün tadını çıkarıyordu ve yanılıyordu.

 

 

 

 

"Sana bunu verebilirim." Bu cesur söze eşlik edemedi sesim fakat Kılıç sesimi duymamış da hissetmişti sanki. Sıkı sıkı örtülü dudaklarının arkasındaki hırlama sesi içindeki arzunun ilkel yanını ortaya açıkça seriyordu. "Sana istediğini verebilirim Kılıç. İstersen ve istersem seni yüzlerce üyenin karşısında öpebilirim, istersen dünya bizi izlerken ben elini tutabilirim."

 

 

 

 

Sanki sert aleti çıplak biçimde parmaklarımın içinde değilmiş gibi ciddileşerek omuzlarımı kavradı, yüzümü dikkatle izleyişinde şüpheci bir yan vardı ve sözlerimin altında olumsuz bir anlam yatıyor mu diye anlamaya çalışıyordu.

 

 

 

 

"Aşkım," diye başladı ancak boğazında bir düğüm atılıydı, sesli bir şekilde yutkundu ondan kurtulmak ve konuşmaya devam etmek için. "Ne demek bu?"

 

 

 

 

Omuz silktim yalnızca, karnına yaslanan sert aletin etrafından elimi çekmiş yalnızca parmağımla üzerinde tüy gezdiriyor gibi dolaşmaya başlamıştım.

 

 

 

 

"Benden en çok istediğin şey ne?"

 

 

 

 

Çatık kaşlarıyla aydınlık yüzü koyu bir hal almıştı, şüphe bulutları altında kalsa de elimi sert aletin üzerine yeniden koydu ve ikimizin eliyle aşağı yukarı bir ritim tuttururken boştaki eli ensemi kavrayıp dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdı. Açlıkla vahşileşmişti, hareketleri hoyratlaşmıştı, sorum cevaplanmak üzere asılı kalıp bizi gözlüyordu.

 

 

 

 

Dudaklarımızı ayırdım ancak Kılıç buna izin vermedi, yine de "Hadi söyle bana," demeyi başarabildim o tüketici biçimde çenemi emerken.

 

 

 

 

"Benim olduğunu söyle."

 

 

 

 

"En çok istediğin bu mu?"

 

 

 

 

Dudakları boynuma ulaşmıştı, ıslak öpücük izleriyle kendimi günahkar hissetmeme yol açıyordu ve kahretsin ki ait olduğum yerdeymişim gibi hissettiriyordu. Herkes şayet varsa cennete gitmek isterdi, ben de öyle ancak herkes cennete ait olamazdı. Cehennem kendinden olanı bilir ve kendine çekerdi, birileri de oraya aitti, oraya doğmadıysa da öldükten sonra oraya uyanmalıydı...

 

 

 

 

"Söyle," diye kükrerken ensemde birleştirdiği saçlarımı çekerek başımı arkaya eğdi ve açık bir arazi gibi boynumu önüne serdi, dudakları toprağı eşeler, tohum eker gibi tenimi boydan boya sürerken bir süre bunun tadını çıkardım. Fakat Kılıç öyle iştahla, beni yalayıp yutmaya çalışır şekilde öpüp yalıyordu ki tadını çıkaran kesinlikle oydu, en çok o.

 

 

 

 

"Seninim," dedim sonunda soluk soluğa. "Hep öyleydim."

 

 

 

 

Kılıç tüm gövdesi zincirlerle kapalıymış da onlar sözlerimle parçalara ayrılmış gibi kükreyerek ayaklandı. Bir kolu beni havalamdırmışken boştaki eli üzerimdekileri parçalayarak benden kurtarmaya çalışıyordu.

 

 

 

 

"Bir daha," diye emretti beni yatağa bırakmadan hemen önce. Sırtım yatakla buluştuğu an doğruldum.

 

 

 

 

"Seninim Kılıç, bana ait olduğun kadar sana aitim," diyerek onu oturtmaya çalıştım. İnce askılarını kopardığı için belime kadar düşen elbisemi, sütyenimin açılan kopçası yüzünden özgürce salınan göğsümü umursamadan açık bacaklarının arasında diz çöktüm. "İzin ver sana göstereyim."

 

 

 

 

Eli saçlarımı kavrayıp yüzümden uzaklaştırdı, bakışlarındaki yoğunluk hem çırılçıplak hissetmeme hem de bir battaniyeye sarılmış gibi ısınmama neden oluyordu. Yanlış bir şey yapma endişesini içimden silip attı onun hayran bakışları, ne yaparsam yapayım zevk alacak ve benimle gurur duyacaktı sanki. Daha fazla beklemeden avcumun içinde sıktığım sert ereksiyona eğildim.

 

 

 

 

"Benimsin," diye inlemek oldu dilimi ilk hissettiğinde verdiği tepki.

 

 

 

🕑

 

 

 

 

"Sivri sineğe benziyorum."

 

 

 

 

Gözlerimin devrilmesine engel olamadım. Camlı saatin yüzeyinden belli belirsiz yansımasını izlerken gri ceketinin yakalarını düzelten Kılıç bir saat sonra olacak toplantı için gerilmek yerine giydiği zorunlu takım yüzünden huysuzdu ve bunu başarabilmesi bile beni şaşırtıyordu.

 

 

 

 

"Sivri sineğe benzer bir yanın yok Kılıç, kendine bakmıyor musun hiç?"

 

 

 

 

Onu zorla kendime döndürdüm, kravatını düzeltirken olabildiğince temas etmeye çalışıyordum iri bedenine. Bir şelale gibi durdurulamaz biçimde ona aktığımı hissediyordum, aynı odadaysak ona doğru çekiliyordum, sırt sırtaysak göz göze gelmenin yollarını arıyordum, yatıyorsak kolunun altında olmalıydım, duşa girecekse küvette onu bekliyordum ve bunlara anlam yüklemeyi dün gece bırakmıştım. Sevgili değildik, arkadaş da sayılmazdık ama ben onun için doğmuşsam o da benim için doğmuştu, biz tam olarak buyduk.

 

 

 

 

Omuzlarına masaj yapan ellerimi kapıp yüzüne kaldırdı beni öpmeden önce. Sıcak ağzını hissetmek beni her seferinde güneşin altında eriyen şeker gibi tüketiyordu, yeniden bir araya getirilemez halde kollarında akarken tutamadığım inlemeyi onun boğazına çarparken yakaladım.

 

 

 

 

"Sana bakmakla o kadar meşgulüm ki Karnelyam. Çok güzelsin."

 

 

 

 

Etekli gri takımım üzerime dikilmişti ve her kıvrımımı layığıyla ortaya seriyordu, yüzümde temiz bir makyaj vardı ve aynada gereğinden fazla görünen yüzüm anlık olarak beni bile büyülemişti bu sabah. Güzel hissediyordum, gergin de aynı zamanda.

 

 

 

 

"Sen de her zamanki gibisin Kılıç," dedim yatıştırıcı bir sesle. Alnını alnıma yasladı ve ikimizin arasında esen rüzgardan derin bir soluk aldı.

 

 

 

 

"Bir hayduta benzediğimi söylüyorlar," dedi kalın sesiyle. "Bu izleri yüzümde taşıdığımı unutuyorum zaman zaman ve bir kaçamak bakış bana hep neye benzediğimi hatırlatıyor."

 

 

 

 

Yutkunmaya çalıştım, nabzımın boynumu delip geçmeye çalışır gibi atmaya başlaması beni panikletti. Bu acıydı, öyle olmalıydı. Acı çekiyordum, onun bir zamanlar daldığı yangının hayaleti yakıyordu beni.

 

 

 

 

"Nazik bir krala benziyorsun." Sesim çatladı, yüzündeki ellerimle beraber titredi. "Gördüğüm en, en, en çekici, yakışıklı kralsın."

 

 

 

 

Ağır havayı dağıtmak için alaycı, keskin bir soluk verip alınlarımızı ayırdığında onun kadar çabuk toparlanmaya çalıştım.

 

 

 

 

"Kralların hepsi yaşlı olduğu içindir. Zaten gördüğün kralların sayısı bir elin parmaklarını geçmez."

 

 

 

 

"Affedersin, seni yaşlı kral kategorisine koyarken kafamda hiç soru işareti yoktu." Böylece silkinerek kendimize gelmiştik.

 

 

 

 

"Karnelyan." Dişlerinin arasından çıkan ismim çiğneniyordu sanki, edepsizce sırıtmama yol açtı bu. "Cezalarım hoşuna gidiyor olabilir ama beni daha fazla zorlarsan kıçını şaplaklamak zorunda kalacağım ve bu kez senden daha fazla keyif aldığımdan emin olacağım."

 

 

 

 

Ürkerek geri çekilsem de yüzüme bunun izlerini taşımadım.

 

 

 

 

"Canımı yakmayacağını ikimiz de bilirken böyle iddiali sözler beni sadece güldürüyor." Artık ben de huysuzdum.

 

 

 

 

"Canını yakmayacağımı bilecek kadar bana güveniyor olman da beni sadece tahrik ediyor."

 

 

 

 

Nefesimin kesildiğini hissettim, bir tartışma yaşarız sanırken onun ani çıkışına hazırlıksız yakalanmıştım ve bunun sürmesi tehlikeli bir yere varacağı için uzatmamak adına konuyu değiştirdim boğazımı abartılı biçimde temizleyerek.

 

 

 

 

"Takım elbisende de renginde de bir sorun yok. Artık insan içine karışalım."

 

 

 

 

Son bir kez yansımasına bakmak için başını çevirdiğinde ellerimizi ikimizin arasında aşağı indirmişti. Yüzündeki ifade yeniden huysuz hissettiğini gösteriyordu.

 

 

 

 

"Nazik kral, gri takım elbiselerden nefret ediyor, ilginç."

 

 

 

 

Kılıç yüzünü buruşturdu fakat onu bir heykele dönüştüren, taş maskesini yüzüne takmasına neden olan bir ses yankılandı ikimizin üzerinde.

 

 

 

 

"Nazik kral huysuz görünüyor."

 

 

 

 

Mizan'ın adımları onu bize taşıyordu, Kılıç toplantı için duymadığı gerginliği ona karşı duymaya başladığı için bileklerimi saran parmakları beyazlamıştı.

 

 

 

 

"En azından kıçında sopa varmış gibi görünmüyor," derken gözlerinin ışıltısı yok olmuştu. Mizan onu kızdırmanın eğlenceli olduğunu düşünmüş olabilirdi ancak şu an ben hiç eğlenmiyor, iki vahşi alfanın birbirlerinin boyunları arasındaki kırılgan tampon gibi hissediyordum. İkisi arasında parçalanacakmış gibi kaygılıydım.

 

 

 

 

"Çocukken attan düşüp kaba etime tahta çitin saplandığını hatırlıyorum." Mizan beklediğimin aksine sahiden eğleniyordu ve gerginliğim bir nebze dinmişti. "Ama çıktığından emin oldum, endişene minnettarım."

 

 

 

 

"Siktir git," diye homurdanan Kılıç beni karşımda yetişkince bir terbiyesizlik yapan çocuk varmış gibi dehşete düşürdü.

 

 

 

 

"Kılıç!"

 

 

 

 

Onu azarlamak istedim çünkü günlerdir Mizan'ın evinde medeni bir şekilde misafir ediliyor ve güvende hissediyorken, daha da önemlisi artık biz denen şeyi kabul ediyorken ona böyle davranması anlamsızdı.

 

 

 

 

Mizan'a attığım kaçak bakışta adamın dudak büktüğünü gördüm Kılıç ise beni duymamış olacak ki "Kıçına yeni bir sopa istemiyorsan kaybol," diyerek adamı kendi evinden kovma girişiminde bulunuyordu. Mizan tembel hayvan yavaşlığında göz kırpışıyla ona bakarken daha fazla dayanamadım.

 

 

 

 

"Onunla bu şekilde konuşamazsın."

 

 

 

 

İkisi de kaşlarını çatıp hızla bana döndüklerinde kardeş kavgasını körüklediğimi hissettim, bir anne gibi.

 

 

 

 

"Onun misafirleriyiz ve bize hiç saygısızlık yapmadı."

 

 

 

 

"Onunla istediğim gibi konuşurum, istersem onu şimdi yumruklayabilirim."

 

 

 

 

Kaygısız yüzüne yumruk atma isteği sözleriyle daha da perçinlendi ve bileklerimi ondan kurtardığımda dirseğini konsola yaslayıp kendini beğenmiş, sözlerini yerine getirmeyi vaat eden bakışlarla baktı yüzüme.

 

 

 

 

"Öyle bir şey olm-"

 

 

 

 

"Lütfen dene Seryum," diye sözümü kesti Mizan. "Bu kadar sivri sineğe benzer şekilde karşımda dururken seni yumruklamak için bahane aramama gerek kalmaz."

 

 

 

 

Kılıç sakince bana döndü. "Gördün mü?" dercesine bakışın ardından Mizan'ın üstüne atıldı fakat izin vermeyerek aralarına girdim.

 

 

 

 

"Başlatan sendin," derken elimle yoklayarak Mizan'ın koluna girmeye çalışıyordum. "İnsanlar gelmeye başlamıştır. Biz toplantı salonuna gidiyoruz. Sen de sineğe benzemediğini kabullenip yapman gereken işleri hallet."

 

 

 

 

Kısa süreliğine yüzündeki maskeyi indirip gerçek bir mutsuzlukla baktı bana, arkamı dönüp Mizan'ı da kendimle sürüklemeden önce ifadesini ezberledim ve bir daha görmemeyi umdum.

 

 

 

 

"Benziyor bu arada." Mırıldanan Mizan'ın kolundan çıktığımda dirseğim beline sertçe çarptı bir tesadüf eseri gibi. Adam yan tarafını ovarken "Beni savunmana gerek yoktu," dese de çıkışıyor gibi değildi , daha çok şaşkınlık ve memnuniyet karışımıyla tınlamıştı sesi.

 

 

 

 

"Biliyorum."

 

 

 

 

"Neden yaptın o zaman?"

 

 

 

 

Merdivenleri tırmanırken onu birkaç adım geride bırakabilmek için hızlandım, koca bacakları bana yetişince pes edip yanıtladım onu.

 

 

 

 

"Arkadaş sayılırız."

 

 

 

 

Omzumun üzerinden bir bakışla onu yokladığımda kafa karışıklığı ve bilinmez bir kederle baktığını gördüm, bana değil boşluğa.

 

 

 

 

"Sayılır mıyız?"

 

 

 

 

"Sayılmaz mıyız?"

 

 

 

 

"Sayılırız Karnelyan," dedi bir an sonra. "Arkadaş sayılırız, bazen evlat sayılırız bazen büyük bir adam... Biri bana her şeyin sayılardan ibaret olduğunu söylemişti, biz hep sayılırız, birileri de hep sayar."

 

 

 

 

Mizan'ın kırılma anına bir kez şahit olmuştum, kısacık sürmüştü, bu kez ondan da kısaydı fakat yine de merdivenin sahanlığında durup onu da durmaya zorlamama engel olmadı bu.

 

 

 

 

"Biz arkadaşız." Tane tane döküldü sözler, anlasın diye usulca. "Bazen birbirine karşı savaşan arkadaşlar sayılırız bazen sırt sırta."

 

 

 

 

Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı sağır olmuş da sözlerim kulaklarına çarpıp yere düşmüş gibi fakat sonra onları yerden aldı, anladı ve gözlerini devirdi.

 

 

 

 

"Dramatik hallerine on üzerinden on bir verirdim."

 

 

 

 

"Sik kafalı sensin."

 

 

 

 

Başını iki yana salladı yürümeye başlamadan önce.

 

 

 

 

"On üzerinden iki kadar olabilirim."

 

 

 

 

Karınca gibi etrafta dolaşan üyelerin olduğu odaya dalmış olmasaydık ona başka bir hakaret edecektim ancak şartlar el vermemiş, üyeler başkanlarını gördüğü an üzerine atılıp onu çevrelemişlerdi.

 

 

 

 

"Toplantı için fazla davetkar bir kombin."

 

 

 

 

İzel yanımda bittiğinde etek ve gömleği aynı tonda olan gri takımı içinde karşı konulmaz derecede güzel görünüyordu, gözünde benimkini andıran kemik çerçeveli geniş bir gözlük vardı ve ufak üçgen yüzünü daha çekici gösteriyordu.

 

 

 

 

"Sen de burası için fazla güzelsin İzel. Kocan bir yerlerde tırnaklarını yiyor olmalı."

 

 

 

 

Kıkırdarken çekici görüntüsü pus gibi dağıldı ve onu minik neşeli bir kıza dönüştüren sesiyle "O huyunu bırakalı çok oldu, muhtemelen odanın izbe köşelerine konuşlanıp beni tavlamanın yollarını arıyordur," diyerek koluma girdi. Üyeler günler süren samimiyetsiz yakınlıklarını terk edip bizi rahat bıraktığı için aralarından rahatça süzüldük ve sandalyelerin arkalarına montelenmiş pirinç tabelalarda ismimizi bulduğumuzda oturduk. Kılıç'ın hemen yanındaki sandalyede ismim yazıyordu, daha önceki toplantıya katılamamışken bu kez başkanımın hemen yanında benim için yer açılmıştı ve bu 'arkadaş sayıldığım' Mizan etkisiydi.

 

 

 

 

"Sen hazır mısın?"

 

 

 

 

İzel'in neyi kast ettiğini bilecek kadar çok düşünmüştüm bugünü, kendimi hazırlamak için vaktim olmuştu ve hazırdım. Ne öğrenirsem öğreneyim şaşırmayacaktım, Kılıç'a sormaya cesaret edemediğim gerçeklerle yüzleşince korkmayacak ve hepsini kolayca kabul edecektim. Bugün hiçbir şey sürpriz olmayacaktı benim için.

 

 

 

 

"Öyleyim, bu süreçte hırsızlık yapıp mülklere gizlice girmeyi öğrenmiş biri olarak fazla bile hazırım."

 

 

 

 

Birbirimize aynı yerden yara almış, aynı merhemle iyileşmiş insanların hüzünlü gülüşleriyle bakarken temizlenen bir boğaz, sessizleşen kalabalık bizi de içine çekti.

 

 

 

 

"Baylar yerleşelim." Bu kez Mizan'dan gelen boğaz temizleme sesiyle konuşan üye "Ve hanımlar," diye ekledi. "Toplantı başlamadan yerlerimizi alalım. Kuralları biliyorsunuz ve uymayanlar için belirlenmiş talimatları da."

 

 

 

 

Açıkçası kurallara dair hiçbir fikrim yoktu fakat kendi aralarında konuşan, yerlerine yerleşen üyelerin ses tonları daha kısık bir hal alınca ve tavırları durgunlaşınca onları taklit ederek kuralları biliyormuş gibi davrandım.

 

 

 

 

Kısa süre sonra toplantı resmi olarak başlamış, İzel eşinin yanındaki yerini almış ve Kılıç da hemen yanı başımdaki sandalyeye kurulmuştu. Bacağı dizime değiyor, kor parçası sıcaklığı yayıyordu içime. Tam karşımızdaki iki sandalye boştu ancak toplantı başlamıştı. Şimdilik üyelerin kendi bildiği yol üzere konuşuluyor, davacı devlet başkanlarının delilsiz oluşları yüzlerine vuruluyor, onları davadan vazgeçmenin kendi istikballeri adına daha sağlıklı olacağına inandırmaya çabalanıyordu. Kılıç başından beri sessizdi, Serhan Ala zaman zaman kendini tutamıyor gibi görünerek üyelere karşı tutum sergiliyordu ve Kılıç neyi bekliyorsa hepimiz gergince onu bekliyorduk.

 

 

 

 

"Efendim geldiler," diyerek Mizan'ın kafasının arkasından bildiren görevliye başını sallamakla yetindi Mizan. Kılıç'ın dizindeki eli yumruğa dönüşse de yüzünden hiçbir şey belli olmuyordu fakat yine de neler olduğunu biliyordum. Beklediğim gelmişti.

 

 

 

 

Kanatlı kapı açıldı, pimpirikli görünen görevlilerin arasında iki adam ilerledi içeriye ve tüm gözler onların üzerine döndüğünde Kılıç ifadesizce karşımızdaki boş sandalyeleri izledi. O boş sandalyeler Kamer Mahver ve Keskin Karma ile dolduğunda ise gözlerimi onlardan ayırmadığım için Kılıç'ın desteğine duyduğum ihtiyaçla elimi sert uyluğuna bastırdım. Bir yardım çağrısı olduğunu anlayana Kılıç bacağındaki elimi yakalayıp avcunun içine aldı.

 

 

 

 

"Eski başkanların ve eski üyelerin toplantılara katılmaya hakkı yok," diye başladı bir üye ve o devam ederken ben Keskin'in eski üye olarak anılmasının şokunu Mizan'la paylaşmak için ona döndüm. Adam bana göz kırpıp hiçbir şey hissetmeyen buz donukluğundaki ifadesine anında geri döndü. Beni ondan kolayca boşamış ve onu görevinden etmişti, babamın en güçlü ittifakı hiç olmuştu. "Fakat ekstrem durumlarda o durumlara uygun kural esnetmeleri yapma hakkı bulunan Başkan Mizan Taban, Kamer Mahver ve Keskin Karma'nın resmi DYK toplantısına katılmasını uygun görmüştür."

 

 

 

 

Yutkundum ve bilinçsizce Kılıç'a doğru eğim alan gövdemi doğrulttum. Ne babam ne de eski kocam bana bir kez bile bakmadı.

 

 

"Bize neden burada bulunduğunuzu açıklayın Sayın Kamer."

 

 

 

 

"Anlatmak için," dedi kısaca ve memnuniyetsizliği her yerinden akarken Kılıç'a da aynı ifadeyle dikti bakışlarını.

 

 

 

 

"Neyi anlatmak için?"

 

 

 

 

"DYK'nin gerçek yüzünü, onlarla kurduğum ittifakı, yüz üstü bırakılışımı... Her şeyi," diye noktaladı kibirle ve hırsla. Yüzü olduğundan daha koyuydu sanki, içindeki ışığın tamamen söndüğünü görebiliyordum. Kalbi kararmış insanların rengini almıştı, hayır sonunda bunu ben de tamamen kabul etmiştim.

 

 

 

 

"DYK'nin gerçek yüzünden kastınız nedir?"

 

 

 

 

Mizan ve Kılıç ortamdan kopmuşçasına sessizdi, babama sorular soran üye dışında diğerleri her an konuşmaya, savunmaya hazır görünüyordu.

 

 

 

 

"Kurucu başkan Saraf Kurthan yok etmek üzere beni kandırıp kullanmasaydı iki merkezli bir kuruluş olduğu."

 

 

 

 

Kalbim göğsümde büyüdü ve kafa tasımı gümbürtüsü ile işgal etti.

 

 

 

 

"Ne demek bu?" Ağzımı açabilseydim bu sorunun sahibi ben olurdum.

 

 

 

 

"Ne demek olduğunu hepiniz biliyorsunuz," derken gözleri beni atlayarak insanların üzerinde dolaştığında yok sayılan bir kız çocuğu gibi hissettim, yeniden. "Formalite şaşkınlıkları ve soruları geçelim. Saraf Kurthan ve Seryum'un son kralı Esteran Seryum Dünya Yönetim Kurulu denen sahtekarlar ordusunu yarattı ve Kurthan bunun ne kadar delice bir güç olduğunu anladığında sahip olduğu kudreti paylaşmaktan sıkıldığına karar verdi."

 

 

Derin bir sessizlik oldu, yalnızca kafamın içinde büyüyüp beni ele geçiren.

 

 

 

 

"Darbe ile tahttan indirdiğiniz, canına kast ettiğiniz adamın ikinci DYK başkanı olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Var olan rejimi değiştirerek çıktığınız yolda Rastaban ülke başkanı ve DYK kurucu başkanının Seryum'a yaptıklarınızda nasıl etkisi olabilir?"

 

 

 

 

Babamı kışkırtmak üzere seçilmişti her bir kelime. Kılıç yanımdaydı ve yokmuş gibi kıpırtısızdı. Tüm bunları biliyor olduğunu anladım, merak ettiğim ne zamandır biliyor olduğuydu.

 

 

 

 

"Kurucu başkanla kurduğum ittifak sonucu yapılan bir darbeydi," diyen babam sahte sakinliğini kaybetmeye başlamıştı. Solukları daha hızlı, sesi daha sertti. "Saraf Kurthan onu tek başkan yapmam üzerine bana bir kraliyet verecekti, amacım rejim değiştirmek ve DYK'ye bağımlı bir başkanlık yaratmak değildi, hiç olmamıştı."

 

 

 

 

Bir savaş meydanında üzerime dev bir top geliyordu da ben donup kalmıştım, kaçamazdım ancak üzerine koşup ölümümü hızlandırabilirdim ve şaşkınlıkla soluk soluğa çıkan sesimi "Krallığa dair her şeyden nefret ederdin?" diye sorarken duydu kulaklarım. Ne kadar cılızsa da babamın keskin işitme radarından kaçmamıştı. Göz göze geldik, iki kılıcın çarpışması gibi bir kıvılcım çaktı aramızda, bir ses çınladı.

 

 

 

 

"Sahip olamadığım her şeyden nefret ederim."

Bölüm : 02.02.2025 19:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
⚜SNC⚜ / İŞGAL ÜSTÜ / bölüm42|❝Ait Olunca Sahip Olmak❞
⚜SNC⚜
İŞGAL ÜSTÜ

6.61k Okunma

2.39k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
bölüm1|❝Kılıç Düşer Taç Yükselir❞bölüm2|❝Çiçek Batarken Bataklıkta Bir Çiçek❞bölüm3|❝Cennetin İblisleri, Cehennem Meleği❞bölüm4|❝Beraber Savaş Yalnız Öl❞bölüm5|❝Karanlığın İçinde Gün Yüzü❞bölüm6|❝Avda Kurt Ağda Örümcek❞bölüm7|❝Daha İyisi İçin En Kötüsü❞bölüm8|❝Ölüler Dirilir Diriler Ölür❞bölüm9|❝Güneş Yükselirken Alçalan Gece❞bölüm10|❝Anlaşma İmzala, Savaş Başlat❞bölüm11|❝Dikensiz Güller, Mezarsız Cesetler❞bölüm12|❝Hainin Nasırlı Eli Dostun Yumuşak Karnı❞bölüm13|❝Güven Sorunları, Çözüm Yolları❞bölüm14|❝Zalimin Kanı, Zulmün Gücü❞bölüm15|❝Zehirli Öpücük, Şifalı Hançer❞bölüm16|❝Düşmanın Kollarında Rastlanan Dost❞bölüm17|❝Ruhun Nefesi, Canlı Hayaleti❞bölüm18|❝Güven Vermeden Evvel Kayıp Ver❞bölüm19|❝Yıkılan Duvar, Yakılan Köprü❞bölüm20|❝Şehirden Uzaklaş, Şeytanla Yakınlaş❞bölüm0|❝Seryum Evreni Karakterleri❞bölüm21|❝Gerçek Yalanlar, Yanlış Doğrular❞bölüm22|❝Geleceği Şekillendiren Geçmiş❞bölüm24|❝İhanetle Açılan İhanetle Kapanır❞bölüm25|❝Kırılır Karnelyan, Saçılır Taşlar❞bölüm26|❝Kuş Adımları, İnsan Kafesi❞bölüm27|❝Acılı Yüzler, Acı Veren Güçler❞bölüm28|❝Gözün Üstünde Kaş Altında Yaş❞bölüm29|❝Karada Filizlenir Ak❞bölüm31|❝Sırt Sırta Ver, Karşı Karşıya Gel❞bölüm32|❝Yoldan Dönerken Kaybolan❞bölüm33|❝Birden Bine, Serden Dibe❞bölüm34|❝Dalından Kopmadan Dökülünce Yaprak❞bölüm35|❝Yitip Gitmeden Bitip Tükenen❞bölüm36|❝Namlunun Ucu, Sonun Başlangıcı❞"Hayat Biraz Böyledir" İsimli Kurgum Hakkındabölüm37|❝Doğudan Doğar, Batıdan Döner❞bölüm39|❝Evsiz Kalınca İğnesi Kırılan Kanca❞bölüm40|❝Anahtar Kilidi, İtiraf İhaneti Açar❞bölüm41|❝Kalabalıktan Kaç, Kalbini Kovala❞bölüm42|❝Ait Olunca Sahip Olmak❞bölüm43|❝Ortaya Dökülen Köşeye Çekilir❞bölüm44|❝Ölüm Kalım, Ölümcül Kahır❞bölüm45|❝Izdırapla Islah, Nefretle Sevgi❞bölüm46|❝İyiyle Kötüyü Ayıran Acı❞
Hikayeyi Paylaş
Loading...