45. Bölüm

bölüm43|❝Ortaya Dökülen Köşeye Çekilir❞

⚜SNC⚜
almelia

Küçük bir iç dökmeyle başlayacağım affınıza sığınarak... Birtakım arkadaşlar, muhtemelen bunu gizliden gizliye okuyup üstünüze alınmıyorsunuz ama lütfen alının. İki seneden uzun bir zaman oldu ki bu kitap ve kurgu için emek veriyor, araştırıyor, düşünüyor, kafa patlatıyorum ve bazıları etimden, kemiğimden olan kitabımın içinden, kıyısından, köşesinden seçiyor, alıyor bambaşka bir kurguya dönüştürüyor ve ben deliriyorum. Yahu bir noktada bunu yapmanızdan daha çok üzüldüğüm bir şey var ki o da sizin kendi zekanıza, yeteneğinize, ruhunuza ihanet ediyor oluşunuz. Neden kendini ruhunuzda gezinmiyor, üretmiyorsunuz? Neden bir başkasının ürettiğinin üzerine ekleyip çıkarıp sunuyorsunuz? Nereye varacağınızı sanıyorsunuz böyle olunca?

Serzeniş bitmiştir güzeller keyifle okuyun, oylar ve yorumlarla beni destekleyip yeni yaşımı güzelleştirin. Ben iyi ki doğdum, siz iyi ki varsınız! Seviliyorsunuz ve bunu öylesine söylemiyorum. 🪷

🕑

Yere bırakılmış ufak bir yalan zararsız görünebilirdi, o ufak, değersiz yalan görünmeyecek kadardı belki de ve en tehlikeli yalan buydu. O yalanı kimse görmez, üstüne basar geçer, toprağın üzerindeyse bir çiçek eker, bir temel atar üzerine, koca bir ev dikerdi. O yalanın kökleri toprağı deler, uçları göğe değerdi ve onsuz bir hayat düşünülemezdi.

"Halkınızı diğer tüm ideolojilere düşmanlık besleyene dek kışkırttığınızı kabul ediyor musunuz?" diye soruldu ben babama dünyada ondan ve etine yapışan yalanından başka bir şey kalmamış gibi kilitlenmişken. "Sırf sahip olamadığınız için?"

Bu kadar basit olamazdı, koca bir ideoloji babamın kıskanç, hırslı aptal kafasının eseri olamazdı. Babam önemsiz bir soruyu geçiştirir gibi onaylarken dilim kabarıp boğazımı tıkıyor, kelimelerimi boğuyordu artan şaşkınlığım.

"Peki, sizi rejimi değiştirmeye zorlayanın Sayın Kurthan olduğunu mu iddia ediyorsunuz?"

"Ben de aynısını yapardım," derken hırsını yenip takdir ederce başını salladı. "Dostunu bir düşman gibi ortadan kaldırdıktan sonra kontrol edemeyeceği bir krallık düzeni istemezdi." Bir an için fazla umursamaz göründü babam gözüme, bir an sonra gözü dönmüşçesine hırslı. "Seryum'da bir krallık devam etseydi DYK ülkeme giremezdi ama Kurnaz Kurthan'a bir kukla lazımdı, bir kralı kontrol edemeyeceğini biliyordu."

"Kurucu başkanımız hakkında daha saygılı konuşursanız sizi toplantıdan men etmek zorunda kalmam." Adam yerinde kıpırdanıyor, sahte bir baharın Güneş ışınları yüzünde dalgadan izler yaratıyordu. Babama bakmamak için etraftaki her detaya tutunuyordum uçurumun kenarında yuvarlanmış gibi telaşla.

"Öteki kurucu başkanı ortadan kaldırdıktan sonra bu koltuktaki adamlara saygılı davranma özelliğimi kaybettim."

"Sözlerinize neden güvenelim?" diyerek babamın saptırdığı konuya geri dönüldü ve babam Kılıç'a döndü. Odakları kararmış gibi düşmanca birbirlerine kenetlendi tekinsiz bakışları.

"Bunları seneler sonra anlatırken neyi amaçladığımı sormalısınız belki de?"

Kılıç babamın bakışlarına meydan okuyordu ancak bir heykel kadar hareketsiz ve sessizdi. Elimi avucuna hapseden teninin sıcaklığı olmasa onun gerçekliğini sorgulamaya başlardım.

"Lütfen açıklayın."

"Bay Seryum'un açıklamasını tercih ederim," dedi Mizan sandalyesinde hafifçe Kılıç'a dönüp. Dirseğiyle kolçağa yaslanan eli şakağında büyüyen ağrıyı ezmek ister gibi etine saplanmıştı.

"Bay Seryum," diye başladı babam tükürürcesine. "Benim yerime açıklayamaz. Henüz annesinin karnındayken sizin sevgili babanızla kurduğum yok etme planını bilemez. Doğumunun üzerinden bir iki saat ancak geçtikten sonra planı devreye soktuğumu bilemez. DYK ona ulaşıp ülke adına tehdit unsuru diye kullanmaması için onu güvenle Serenyum'a teslim ettiğimi, kendime bir düşman büyüttüğümü, düşmanımı senelerce koruduğumu o bilemez. Ben bilirim."

Gözlerimi öyle hızlı kırpıyordum ki kirpiklerim birbirine karışıyor, batmaya başlıyordu. Soluklarım da aynı şekilde hızlanmıştı ve düşüncelerimin kaydığı yer beni süratle kaçmam için kışkırtıyordu. Belki Kılıç babamı bunca sene öldürmediyse, hak ettiği koltuğu daha önce almadıysa bunda babamın onu sağ bırakması ve güvenli bir yere teslim etmesinin payı vardı. Kılıç bu felaketler silsilesinin sahibini o silsilede kendisini, kendi çıkarı için bile olsa koruduğu için olabildiğince hoş görmüştü.

"Ama bunca zaman sonra üstünü örtmek için öz kızını kullanacak kadar gözü dönmüş bir haldeyken bir anda neden kendi isteğinle ortaya dökecek noktaya geldiğini bilirim."

Kılıç'ın sözleri, tüm gözlerin üzerime dönmesi başımı önüme eğdi. Elim onunkinin içinde bir ölü gibi buz kesti ve avcu benim için bir tabuta dönüştü.

"Kurucu başkanı senelerce bu konuyla tehdit ettikten sonra artık tehditlerin mevcut başkanda işe yaramadığı için paçanı kurtarmak adına son çare olarak itiraf ettiğini bilirim." Kılıç düşünme molası vermiş gibi aniden sustuğunda bu molayı öğrendiklerimi sindirmek için kullandım. "Büyüttüğün düşmanı hafife alma."

Babamın yüzüne bakamadım, burnundan soluyuşu yirmi kişinin arasında bir gök gürültüsü kadar sesliydi benim için.

"DYK başkanlığına seçilmeye hakkı olan bir düşmanı hafife alır mıyım?"

Alaycı sözlere rağmen gerçeklik payı başımı kaldırmama, Kılıç'a bakmama sebep oldu. O ise masanın parlak yüzeyinde parmaklarıyla tutturduğu ritmi bir saniye için bile bozmadan babamı izlemeyi sürdürüyordu. Dudaklarım aralandı ancak Kılıç avcunu açtı, parmaklarını benimkilerin arasına yerleştirdi ve bu savaşta beraber olduğumuzu hatırlatırcasına, kaçmamdan korkarcasına bizi birbirimize kenetleyince konuşmaktan vazgeçtim.

"Sizi dinlememiz, sözlerinize inandığımız anlamına gelmez," dedi bir üye.

"İnanmış olsaydınız hayal kırıklığına uğrardım," diyen Kılıç önündeki kapaklı dosyayı Mizan'a doğru sürdü. Ona ulaşması için üyeler bu itme işlemini sürdürürken Kılıç devam etti. "Bu sebeple girizgahı Kamer Mahver'in yapmasına izin verdim fakat esas kanıt elinizdeki belgelerde."

"Ne var o belgelerde?" Masanın öteki ucundaki üyelere Mizan'ın incelediği dosyalara merak ve kaygıyla bakarken görebilirlermiş gibi beyaz kağıda kilitlenmişlerdi.

Mizan ise ilk kez görüyor olduğunu bir an için belli ettikten sonra saniyeler içinde toparlanarak omurgasını dikleştirdi.

"Kamer Mahver'in sözlerini doğrulayacak her şey."

"Ne demek bu?"

Mizan önemini yitirmiş gibi dosyayı masanın üzerine bıraktı ve parmak uçlarıyla ileri itti. Üyeler hızla kapıp dosyayı karıştırırken homurtuların yükselmesine izin verdi

DYK başkanı.

"Bu kuruluş belgelerini nereden bulduğunu sormalı mıyım?"

Kılıç, Mizan'ın sorusunun ardında masanın etrafını saran üyelerin üzerlerini dolaştı nehir gibi şeffaf ancak kuyu kadar derin bakışlarla.

"Öğrenmek istemezsin," dediğinde tepki alsa da, saygısızca bir tutum gibi görünse de Kılıç'ın Mizan'ın üyeleri arasında küçük düşmesini istemediğini, gizlice eski merkezlerine girip eliyle koymuş gibi alıp çıktığını söyleyerek DYK başkanını ona güvenen adamların arasında itibarsızlaştırmaktan kaçındığını anladım. Ve bu göğsümde şişip kafamı işgal eden kirli kalbimdeki irini bir nebze olsun akıtınca yüreğim göğsüme sığmaya başladı.

"Yani yeni bir oylama mı yapacağız DYK başkanı seçmek için?"

Bu soruyu her kim sorduysa koca bir sessizlik ve hoşnutsuzlukla karşılaştı.

"Bu üzerimize atılan suçlamaları haklı çıkarmaz, mahkeme kararı verilene dek değişiklikten uzak durulmasını talep ediyorum."

"Belki de yeniden iki başkanlı sisteme geçilir." Bu düşünce yenmek için daha fazla insan demekti ve huzursuzluğumu perçinliyordu. Sesler yükseliyor, toplantı bir kargaşaya dönüyordu.

"Saraf Kurthan'ı bilgilendirmek zorundayız."

"Bilmediği ne var ki?" Gürültüye rağmen babamın sesini tanıdım. Alay ediyor fakat gerginliğini benden gizleyemiyordu. "Bugün DYK yolsuzlukla suçlanıyorsa yolları kapatan o adam var olduğu için. Benim sevgili düşmanım Bay Seryum'un başkan koltuğunda yeri var ve bunu o, sizden evvel, bu çocuk daha doğmadan biliyordu. Asıl mesele sizi bilgilendirmekti. Şimdi ne yapacaksınız?"

Mizan'a kaydı odağı babamın ve Mizan yalnız Kılıç'a bakıyordu. Bakışlarına karşılık aldığını Kılıç'a dönmeden bile biliyordum. Ne hissettiklerine dair hiçbir tahminim yoktu ve onların da düşüncelerini belli etmemekte usta oluşları işleri daha da çıkmaza sokuyordu. Mizan bana kasanın anahtarını verdiğine pişman mıydı? Arkadaşlık kurmuş olmaktan ya da... Mizan oturduğu koltuktan kaldırılırsa bu bizim yüzümüzden mi olurdu? Amacımız o koltuğu yok etmekken Kılıç'ı oturtmak nasıl olurdu?

"Mahkeme sonuçlanana dek bu konu gündeme gelmeyecek," dedi Kılıç sanki DYK başkanı oymuş da toplantıya yön veriyormuş gibi. "Ve bugün daha önemli meseleler için toplandık." Sadece Kılıç DYK'nin başkan koltuğunda yeri olduğu konusunu arka plana atıp ülkelerin özgürlüğünü daha önemli görebilirdi.

Mizan'ın kasasından aldığım tehdit ve şantaja dair belgeleri, imzalı anlaşmaları bir bir masaya sererken davacı ülke başkanlarının şaşkınlık ve rahatlama dolu solukları yükseldi odanın yüksek tavanına.

 

🕑

 

Yakında oturacak bir koltuk kalmayana dek başkanlık ettiği kuruluşu yakıp kül etmek niyetinde olmamıza rağmen Mizan toplantıdan saatler sonra, evden ayrılmamızdan hemen önce "Bir beyaz bayrak çekiyorum Seryum," diyerek Kılıç'ın karşısına dikildi.

"O bayrakla DYK ile savaşımı bitireceğini mi sanıyorsun?" Kılıç'ın tiksinti ile karışık alayına rağmen istifini bozmayan Mizan "İkimizin arasındaki savaşı bitirmeyi umut ediyorum, DYK için savaşmayacağım," dediğinde nefesim sesli biçimde kesildi ve iki adamın gözleri de üzerime eğildi. Mizan bizimle birlikte savaşırsa DYK'nin ne kadar şansı kalırdı ki?

"Neden sana inanayım? Sersem suratın bile güvenilmez olduğunu bağırıyor." Kılıç bu prosedürlük lafları ederken inanmıyor olduğu belliydi, Mizan'ın bana anahtarı kendi elleriyle verdiğini biliyordu, toplantıda canhıraş bir DYK savunması yapmadığını görüyordu, üyeler etrafta yokken bu başkanlığın kaypak yanlarından ne kadar bıktığını gizlemiyordu. Kılıç görür, izlerdi, tüm bunlara vakıf olduğunu biliyordum ve Mizan da öyle. Ama yine de "Bana inanman için ne yapabilirim, benden bir şey iste," diyerek beni şaşırttı, Kılıç ise duymamış gibi düz bir ifadeyle bakmayı sürdürdü. Hiçbir şey istemeyeceğine tamamen ikna olduğum anda konuştu nazik kral ve isteği benim için hiçbir anlam ifade etmedi. O an için...

Karşımda tedirgin kıpırtılarla dikilen adamların yüzlerini taramaktan gözlerim kararma raddesine gelmişti. O iki tanıdık yüzün odakları arkamda dağ gibi dikilen Kılıç ve benim üzerimde telaşla koştururken soluklarının hızı göğüslerini yükseltiyordu. Gri mahkum tulumları içinde kaybolmaya başlayan bedenlerinden burada çektikleri ızdırabın bir kısmını kestirebiliyordum.

"Özür dilememiz için geldiyseniz biz emirleri yerine getiren üyelerdik, özür dilenmesi gereken biziz," diye savunmaya geçti adam bizden hiçbir ses çıkmayınca. İlk konuşan gözünün altında kılcal damarlardan bir düğüm olan üye oldu, hep en ürkütücü bulduğum oydu ve şimdi o zamanları seneler evvel yaşamış gibiydim, oysa yalnızca haftalar geçmişti. Belki aylar...

"Özür için değil, " dedi kısaca, Kılıç. Mizan'dan beni kaçıran-en azından suç üstüne kalınca tutuklanan- üyeleri görmeyi istediğinden beri anlam veremiyordum. Zaten cezalarını çekiyor olan üyeleri yeniden cezalandırmak ister ve uygun bir ceza arar gibi kollarını göğsünde bağlayıp sessizce ikiliyi süzen Kılıç'a kaçamak bir bakış attım.

"Bizden ne istiyorsunuz?" Sonunda doğrudan sorulmuş bu sorunun yanıtını ben de merak ediyordum.

"Benden ne istiyorsunuz?" şeklinde karşılık verdi Kılıç buz kadar soğuk sesiyle ve yanımdan geçip adımlara yaklaştı. Tulumunun içinde sinen üye saldırı bekler halde ellerini yukarı kaldırırken "Sana ihanet ettiğini kabul etmişti," diye bağırdı. "Bizden onca şey isteyebilirken bir hain olduğunu sana söylememizi istedi, sana bir casus olarak yaklaştığını söylememizi istedi. Her şeyi... Her şeyi isteyebilirdi ama bunları isterken öyle yüksek sesle bağırdı ki katları aşıp senin duymuş olabileceğini bile sandık."

Kaslarımı örten ince bir tabakadan olan tenim betonla kaplanmış gibi kasıldım, cildim öyle gerildi ki aldığım derin bir soluk, dışarıdan esen sert bir rüzgar beni darmaduman etmeyi başarabilirdi. Buraya gelirken bir beklentim yoktu ancak doğrudan hatalarımla yüzleşmeyi, hayır, hatalarımın yüzüme haykırılmasını, Kılıç'a haykırılmasını bir an bile beklemiştim. Elimde olsaydı bundan sonsuza dek kaçınırdım da. Gözlerimi Kılıç'ın yakınlarına bile çeviremedim kederden, ona kendimi açıklamaya öyle utandım ki duyduklarına duyduğu şekilde inanmasını tercih ederdim.

"Yani sizi çarptırıldığınız bu ağır cezadan daha fazlasına maruz bırakmamam için savunmanız bu mu?"

Sesinde duygudan eser yoktu, ne hüzün ne sevinç...

"Ona güvenemezsin," diyordu hislerini Kılıç kadar olmasa da iyi biçimde kontrol altına alan üye. Kılıç yan yana duran adamların arkasına geçti, ikisinden de bir baş büyük olan müstakbel kral gözlerini benimkileri çekiştirmek üzere bana yönelttiğinde dudaklarımı çiğnemeyi kestim. Huzursuz göğsümdeki kıpırtı çılgınca arttığında karmaşa bir an için durağan bir şeymiş gibi görünmeye başladı. Gözlerimi onunkilerle buluşturdum. Yüzü bir çelik kadar bükülmezdi, gözleri ateşte eriyorken. Ne hissediyordu bilmiyordum ama gizlemediği belliydi.

"Bunu kabul etmeyecektir, belki de yeni bir planı vardır seninle ilgili ama doğruyu söylüyoruz."

"Kabul ediyorum," dedim ikisini de şaşırtarak. Tüm gücümü Kılıç'a ihanet ettiğimi haykırmak için kullandığım o anı az evvel olmuş kadar net ve keder içinde hatırlarken olanları inkar edemezdim. Kılıç'ın gözlerinde etekleri titreten alev artmadı ve azalmadı.

"Burada işiniz bitmiş olmalı o zaman," diyen üyenin sesinde rahatlama kendini belli ederken Kılıç ve ben baş başaymıççasına birbirimizle kenetliydik ve bunu kimse bozamazdı sanki.

"Oturun." Gözlerini benden ayırmadan verdiği emre isteksizce uydu iki adam. Kılıç onlar oturana dek benden odağını çekmediyse de bir noktada bu iki üyeyle birlikte cezamı keseceğini hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Ağır, güçlü, kendinden emin adımlarla, oturan üyenin arkasına ilerledi. Kendi adımlarını izlediği süre boyunca ben onu izlemiştim.

"Burada size iyi muamele gösteriyorlar mı?" Sesi, insanı canlı canlı eşerken gözlerinizi bile kırpmayacağınız şekilde nazik çıkmıştı ve kafa karıştırıcı.

"Biz," derken kekeleyen üyenin sözünü devraldı öteki. "Kurallara uyuduğumuz için ceza aldıktan sonra burada kötü davranışlar sergilemeye cesaret edemiyorlar. Her biri bir gün sırf kurallara uyduğu için ceza alma ihtimaliyle yüzleştikten sonra bizi suçlu olarak görmekte zorlanıyor."

Kılıç onayla başını salladı, empati kurduğu çok net anlaşılıyordu ve bu sözlere hak vermemek benim için de imkansızdı.

"Senerlerce bu kuruluş için yaptıklarınızdan sonra daha iyisini hak ediyordunuz."

Kılıç hala endişe uyandıracak derecede sakin, anlayışlıydı.

"Kesinlikle," diye hararetli bir söze giren üye arkasını dönüp Kılıç'a bakmak istediğinde Kılıç hiç zorlanmadan omzuna geçirdiği parmaklar ile adamı önüne bakmaya zorladı. Daha da kafa karıştırıcı oluyordu artık. "Bu işe başlarken aklımda bana birilerini kaçırtıracakları yoktu, saygı görecektim, saygın bir iş yapacaktım ve yaptığım şey için suçlanmayacaktım."

İçim bu adam için sızladığı esnada Kılıç hislerime müdahale etti.

"Birilerini kaçırmak pek de saygın değil, değil mi?"

Kimseden ses çıkmadığında Kılıç yanıt beklemiyormuşçasına devam etti.

"Biri kafanıza silah dayamış olmasaydı böyle bir şeyi asla yapmazdınız..."

Hala sessizlik somut denecek ağırlığıyla sürüyordu.

"Size bir seçenek bırakmamış olmalılar. Senelerce kuruluşunuzdan bu tarz saygın olmayan yöntemlerin yapıldığını duydunuz ama size yaptıracaklarını hiç düşünmemiştiniz. Çok acı olmalı," derken derin bir soluk aldı nehir yeşili gözleri dalgınca adamın omzundaki eline konan Kılıç. "Pek çok usulsüzlük görüp duyarken sessiz olmak zorunda kalsaydım çekeceğim acıyı tahmin bile edemiyorum."

İki adamın rengi atmış yüzlerine bakmak için kendime çok kısa süreliğine izin verdim. Anlıyorlardı, biliyorlardı. Yanlışa susmanın da yanlışı yapmaya denk olduğunun farkındalardı, belki de yeni farkına varmışlardı.

"Gözünün önünde yaşanan onca usulsüzlükten sonra geri dönmeye meyledersen sana neler yapabileceklerinin endişesi ile hareket edemez hale gelmenin nasıl hissettirdiğini de tahmin edemezsin."

Bu sözleri duyduktan sonra Kılıç'ın nezaket maskesinin kaydığını gördüm ve yeniden yerine oturtturmayı başaramadı.

"Korkuyor muydunuz?" Soruş şekli de insanda korku yaratıyordu. Bu soruya sesli bir şekilde yanıt vermeye cesaret edememiş olacaklar ki belli belirsiz baş onaylarını takip ettim ve Kılıç nezaket maskesini vahşi biçimde tamamen yırtıp attığı an geri çekildim.

"O da korkmuştu." Cümlesi bittiğinde adamın omzundaki elini başının arkasına çıkardığını zor fark ettim, saniyeler içinde alnını demir masaya iç sızlatan bir gürültüyle çarpmıştı ve adamı güç kullanıp geri çektiğinde ise hasar alan masanın ezik yüzeyine kilitlenip kaldım. Öteki üyenin Sandalyesini itip kaçmaya yeltendiğini güçlükle fark etsem de idam sırasını bekleyen mahkum gibi kalakalmıştım yerimde. Müdahale edemiyor, intikamımı alan Kılıç'ı durduramıyordum. Yeni bir çınlama ile diğer üyenin suratı da masanın yüzeyinde kanlı bir ezik bıraktı. Sanki yarayı alan masaydı, pürüzlü yüzeyinde biriken kan masadan sızıyordu, sızlayan masanın canıydı. Adamın sandalyesinden devrilip tok bir sesle taş zemine çarptığını duydum, sandalyede yığılı olan ilk üyenin acı içindeki inlemelerini de aynı Netlikte duyuyordum ancak göremiyordum. Bir sis perdesi tarafından kuşatılmıştım, beni alacağım darbeden koruyamazdı fakat gerçeği görmekten koruduğu açıktı.

"Bebeğim?" Alnıma çarpan sıcak nefese kadar gözlerimi bile kırpmadığımı fark ettim. "Bir kez daha bu adamlar yüzünden kabus görmene, bir kabustan uyanmana izin vermeyeceğim." Elleri omuzlarımı buldu bense yüzüne bakmak için güç buldum. Her zamanki nazik adamın yüzüydü, her zaman şiddetli halini benim yüzümden görüyordum. Onu bir kez bile başka bir nedenle şiddete başvururken görmemiştim ve bu iyi ya da kötü değil, tamamen garip bir histi.

"Onlara son bir kez daha bak Karnelyam. Sana bir daha zarar veremeyeceklerinden emin olana dek bak," dedi ancak gözlerimi onun nehiri andıran yeşillerinden ayırmadım ve başımı iki yana sallarken dudaklarım bir şey söylemek için aralıktı ama ne? Ne söyleyecektim?

"Eğer seni bir kez daha koruyamazsam bana yapmanı istediğim bu. Beni kanlar içinde bırak ve çek git. Seni koruyamıyorsam yanında yerim yok."

İşte sesimi yerine getiren sözler bunlardı.

"Beni korumak zorunda değilsin Kılıç. Yanımda olmak için çaba göstermene gerek yok."

Görüşümü kendisinden başka hiçbir şey göremeyeceğim şekilde kısıtlamış, önümde koruyucu bir halde dikiliyordu ancak arkasından gelen acı dolu inleme seslerini, yanımızdan geçen üniformalı çalışanların telaşsız robotik seslerini duyuyordum. Dünya dönüyordu ancak bizimle değil, bizim etrafımızda ve bu bir sorun olmanın çok ötesindeydi.

"Çünkü sen benimsin." Dünyanın temelinde yatan salt gerçekten bahsediyor gibiydi sesi. "Ve ben de öyle Nimfea. Tamamen seninim."

 

🕑

"Söylediği şeyler hakkında ne düşünüyorsun?" Ağzım bir çöl kadar kuru, sesim çatlak ve cılızdı. Ürkek göründüğümün ben bile farkındaydım. Kılıç tabağına eğik başını kaldırdığında elindeki çatalı bir çınlamayla tabağın içine bırakmıştı. Düşüncelerini belli etmeyen yüzünde göreceğim en ufak mimik bile beni korkutup kaçırabilirdi, bu sebeple de onun bu haline ilk kez içerlemiyordum. "Hepsi doğruydu..." Kekelemeye başladığımda öyle yoğun duygular altında eziliyordum ki utanç kendine bir boşluk bulamıyordu bile. "Söyledikleri... Söylediğimi iddia ettikleri yani. Hepsini söyledim."

Zihnimi okur, kıyafetimin altındaki çıplak teni görür gibi bakan, yakan, soyan gözlerinden kaçmak için gözlerimi tavana dikip titrek bir soluk aldım.

"Biliyorum," dedi yalnızca ve eğlenmek ister ancak şu an uygun olmadığını bilir gibi boğuk çıkan sesinin yüzünde nasıl bir ifade bıraktığını görmek için çatık kaşlarla bakışlarımı ona diktim.

"Ama sandığın şekilde değil." Nedense kendimi savunmak istiyor ve bu yüzden huysuzlaşıyordum. Kekelemem son bulmuş, sesim daha gür çıkmıştı böylece.

"Kesinlikle sandığım anlamda söyledin aşkım."

Sandalyesini geri itti, araladığı bacaklarını göreceğim kadar çekti masanın altından ve bacağına vurduğu eli ile beni kucağına çağırdı. Ve bir fino köpeği gibi itaatle bacağına yerleştim.

"Benim için tehlikeye girmeni istemedim, ben-"

"Biliyorum," diyerek sözümü kesti ve sahiden de biliyor olduğunu bana inandırdı. Beni anlaması için ona açıklama yapmama gerek yoktu, beni tanıyordu.

Yaşadığım en uzun günü geride bırakırken öğrendiğim onca şeyin ağırlığı altında eziliyor, uykuya dalmakta zorluk çekiyor ve daldıktan saniyeler sonra sıçrayarak uyanıyordum. Eğer Kılıç koruyucu kollarını gövdeme sararak her gözlerimi açışımda yatıştırıcı bir şekilde beni izliyor, sırtımı ve saçlarımı okşuyor olmasaydı neler olurdu bilmiyorum. Ya da aramızda yüzlerce paylaşılmamış sır olmasaydı, tüm öğrendiklerimi bugünden önce ondan öğrenmiş olsaydım nasıl olurdu, bunu bastıramadığım bir iştahla merak ediyordum. Ona tüm bunları ne zamandır bildiğini sormaktan kendimi alıkoyamamıştım ve yanıt omuzlarıma çöken ağırlığı bir nebze de olsa hafiflettiği için memnundum. "Başından beri şüpheleniyordum," demişti. "Babanla ne zaman konuşsak önüme kemik atar gibi ipuçları atar, bilmediğim o Yüce şeyi bildiği imasıyla kozu elinde tuttuğunu gösterirdi fakat eski merkezde bulduğum kuruluş belgeleri, Seryum'un adı geçen pek çok kağıdı görünce emin oldum."

"DYK başkanı olma ihtimalin var," demiştim saatler sonra bölük pörçük bir uykudan uyanıp da onu beni izlerken bulduğumda. "Belki de artık kurulu yok etmek istemezsin."

Sırtının üzerine devrilip dolu bir solukla ciğerlerini şişirdiğinde onu izleyen ben olmuştum. Kaygılıydım, bildiği ve benim bilmediğim onca şey varken ona yeteri kadar güvenemiyordum, bunu yapamıyordum. Bir sabah uyandığımda yeni bir şok dalgasının beni yatağa çarpma ihtimali vardı ve belki de bu gece bu yüzden uyuyamıyordum, yanımdaki Kılıç'a rağmen, belki onun yüzünden.

"O kurul yok olana dek durmayacağım."

Ağzımı yeni bir soru için açtım fakat yumağın ucunu bulup ona uzatamıyor, belirli bir soru seçemiyordum. Bu işkenceymiş de Kılıç beni kurtarmak istermiş gibi "Uyu Nimfea," demişti gözlerini kapatarak. "Bunları konuşmak için çok vaktimiz olacak."

 

Gayet açıktı ki tüm bu olanları henüz sindirememiştim ve bu gündüzümü mahvettiği kadar gecemi de mahvetmiş, yetmemiş bir de Kılıç'ın gecesini de etkilememe yol açmıştı.

Kılıç, saat 05.43'ü gösterirken beni uyutmak için uğraşmaktan vazgeçmiş ve sıcak bir çay almak için mutfağa inmişti. Hava almak için araladığım pencerenin ardından cırcır böceklerinin belirsiz silik sesi geliyor, rüzgarda hışırdayan yeşilliğin sesiyle bir senfoni oluşturuyordu. Karmaşadan doğan seslerin rahatlatıcı olması gerekirken huzursuzluğumu artırdığını hissederek pencereyi örtmek için ayaklandım.

"Senin için patates kızartması yaptırıyorum aşkım," diyerek odaya giren Kılıç'ı duyduğumda kapıyı açtığını fark etmemiştim bile, hızla döndüm ona. Ayakkabısının topuğuyla kapıyı itti, tam kapanmayan kapı bir süre gıcırdadı.

"Şu kelime konusunda seninle ciddi bir konuşma yapmamız gerekiyor, değil mi?"

Elindeki tepsiyi konsola bırakırken yüzünde sevimli ancak sinsi bir tebessüm büyüdü.

"Patates mi? Patates kelimesi garip tınlıyor değil mi ama? Senin için ona başka bir isim verebiliriz, önerin var mı?"

Safmış gibi davranan bu kurnaz tilkinin iyi bir derse ihtiyacı olduğunu bilerek ona yürüdüm.

"Şımarık."

Dirseğini tepsiden kalan boşluğa yaslamış, eğik başıyla izliyordu beni ve ona doğru yürüdüğümü gördüğünde neşeli bir kavuşma yaşıyormuşuz gibi bana doğru geldi. Beni ortada yakalayıp gövdelerimizi birbirine yasladığında benim yüzümden uykusuz kalması ve göz altlarında belirmiş olan koyu halkalar yüzünden debelenmeden kendimi ona bıraktım. Ders verme girişimim sekteye uğramış oldu.

"Özür dilerim." İçimi çektim gürültüyle, özrüm fısıltı gibi dağıldı etrafa.

"Neden bebeğim?" Kısa bir duraklamanın ardından pürüzlü bir sesle sorduğu soruya net bir yanıtım yoktu fakat denedim.

"Yorucu bir gün geçirdin ama uyuyup dinlenme fırsatın olmadı."

Aldığı soluk göğsünü şişirdi, şişen göğsü beni kollarının arasında arkaya itti.

"Sen yanımdayken Karnelyam, dinlenmek için uyumaya ihtiyacım yok."

"Neden?"

Başından beri sormam gereken en doğru soruydu bu.

"Çünkü sen benim için panzehirsin Nimfea. Ne kadar zehirlenirsem zehirleneyim günün sonunda senin yanına gelebiliyor olmak şifanın ta kendisi."

Bu kez soluğuyla göğsü şişen bendim, Kılıç'ın taş gibi gövdesi onu itmeme izin vermeyip göğsümü ezdi.

"Ama neden ben? Ve sence bu ne kadar daha sürecek?"

Kolları uyutmak istediği bir bebekmişim gibi beni nazikçe sallamaya başladığında yüzümü göğsüne gömüp aldığım solukların, bana aitmiş gibi hissettiren kokusunun tadını çıkardım. Kollarındaydım, kollarımdaydı. Yaşıyorduk, savaşıyorduk, beraberdik ve bu bir mesele olmaktan çıkıp doğal bir şey haline gelmişti.

"Ölümden sonra devam eden bir yaşam varsa bu sonsuzluğa kadar devam edecek," dedi sonunda ve sesinde şüpheye yer bırakmayan kesinlikle.

"Ya yoksa?"

"O zaman ben ölene dek Karnelyam. Seni düşünmeye, hissetmek için çabalamaya, seni korumaya, güldürmek için dünyadaki tüm çılgınlıkları yapmaya devam edeceğim."

Güldüm ve cılız kahkaham kollarının arasında boğuldu, güldüm çünkü bu sahiden çılgınlıktı.

"Bu bir aşk ilanı gibiydi."

"Aşkım," derken ayaklarımı yerden kesti ve yüzümü yeterince yaklaştırdığı an dudaklarımın üzerine kapandı. Karşılamak için beklemedim, damağına yerleşmiş nane çayının lezzetiyle onun salt tadı karışmış ve şimdi ikisi de bana karışmıştı, zevkle tattım. "Aşk değil, o kadar basit değil."

Omuzlarına tutunup ayaklarım yerle buluşana dek direndim, anlık bir duraksamanın üzerine. Hissettiğim hayal kırıklığının haksız yere olduğunu bile bile hissetmekten yine de kurtulamadım. Ve son zamanlarda öyle çok hayal kırıklığı yaşamıştım ki onu gelir gelmez tanıdım. Bir adamın bana aşık olmasına dair delice bir istek duyuyor olmalıydım çünkü aşık olmak istiyordum. Aşkıma karşılık görmek istiyordum. Aşk ve savaş... İstediğim buydu.

Kollarından sıyrılırken omuz askısındaki silahın kabzası bileğime değdi, evdeyken takmasına gerek olmadığına göre bir yere gitmeyi planlıyordu ve yaklaşan mahkeme tarihi herkesin tetikte hissetmesine yol açıyordu. Kendi kollarımı sardım gövdeme ondan ayrılsam da uzaklaşmadan.

Askısını düzelttikten sonra eli cebine gitti, ikimizin arasına uzattığı kol saatinin gümüş kasası tavandaki ışığın desteğiyle parlıyordu ve kafamı kaldırıp Kılıç'a baktığımda bir çeşit parlama da onun gözlerindeydi. Hiçbir şey söylemeden bileğimi yakaladığında beni kendine çekti, ona çarpmamak için göğsüne tutunduğumda ona ait olduğunu bildiğim, ne zaman evden çıksam cebime attığım saati bileğime taktı. Tam olmuştu, benim için kordonunu kısaltmıştı, bir erkeğin bileğinde oldukça zarif duracağını bilsem de benim kolumda iğreti duruyor, büyük kasası bileğimin çoğunu gizliyordu ancak yine de göğsümün genişlemesini durduramadı bu görüntü. Az evvelki hayal kırıklığım toz olup uçtu. Odanın içinden ya da dışından gelen tıkırtılar belirginleşirken duymak istediğim tek ses onunki oldu.

"Sana bir evi dolduracak kadar saat alabilirim Karnelyam ama hiçbiri bana ait bir şeyi istekle taşıman kadar tatmin olmuş hissetmemi sağlamayacaktı." Baş parmağı elimin üstünde yumuşak daireler çiziyordu, gözlerindeki hareleri andırıyordu bunlar ve içime işlemek niyetindeymiş gibi bakıyordu bana. Ama bana aşık değildi, ne garip. Boğazım kurumuştu, yutkunup konuşmaya hazırlandım, teşekkür etmeliydim. "Eğer dışarıda takmaya çekinirsen cebinde taşıyabilirsin ya da sana yeni bir saat daha alırım aşkım, ama yine de bunu bir şekilde yanında taşımanı istiyorum. Anlaşıldı mı?"

Sesi yumuşaksa da bir kral kadar hükmediciydi hala ve ona kapılmak işten bile değildi. Gözlerimi kağıttan zımba ayırır gibi zorlukla onunkilerden ayırıp bileğimdeki saate baktım.

"Bu saati seviyorum," dedim onay niyetine.

"Bir gün ağzından doğru sözü duyacağım ama şimdilik bununla yetineceğim." Alaycı bir gülüşle birlikte sarf edilen sözlerin üzerine yeniden başımı kaldırıp ona baktım.

"Ne demek bu?"

Kaçırdığım bir şey varmış gibi hissediyordum ve ipucu olmadan onu yakalamam imkansızdı.

"Neden sana aşkım dememden rahatsız oluyorsun?"

Soruma karşılık bir soru değildi beklediğim ama bu soru hiç değildi. Bir süre omuz silkip sessiz kaldım çünkü yanıt benim ağzımdan çıkmıyorken ağzımdan çıkan bir soru oldu onunki gibi.

"Neden bana aşkım diyorsun? Az önce bana aşık olmadığını söyledin."

Dersini yanlış anlamış ufak bir çocuğa bakıyorcasına dudaklarını birbirine bastırdı gülüşünü ortaya dökmemek için. Ardından bakışlarını odada gezdirdi, gülüşünü serbest bırakışını izledim. Yeniden bana döndü, yüzümde gördüğü bir şey olmalıydı, o kadar bilmiş ve dikkatli bir ifadeyle bakıyordu ki aynaya bakma isteği uyandırıyordu bende.

"Çünkü aşk senin için hissettiğim şeyin altında kalıyor Karnelyam. Onun bir merdiven olduğunu düşün ve ben orayı çok hızlı tırmandım. Şimdiden sonra sana asla yalnızca aşık olmam, belki bir süre sana aşıktım, o süreçte sana çiçekler almak istiyor, hediyeler vermek istiyor, seni güzel bir yemeğe çıkarmak istiyordum."

O nefes almak için duraksadığında bende tuttuğum soluğu ciğerlerimden akıttım, heyecanlı bir romanın en kritik kısmında işim çıkmış gibi bir an önce geri dönmek istiyordum başına, Kılıç'ın konuşmasına.

"Şimdiyse senin için bahçeler almak, o bahçelere çiçekler ektiğini görmek istiyorum. Beni anlıyor musun?"

Yemin ederim ki anlamıyordum. Beynimin sınırları vardı ve Kılıç'ın hisleri kesinlikle kapasitemin epey üstündeydi. Sanırım bunu fark etmiş olacak ki aralanmış ağzım, irileşmiş gözlerime müşfik bir sıcaklıkla bakıp yüzümü kavradı. Kuru, sıcak, sert ellerinin tenimin üzerinde çıkardığı hışırtı kalbimde taşmak üzere olan kanın patlayarak etrafa saçılmasına neden olduğunda kan kaybederek, can çekişerek "Öp beni," dedim bir solukta. Şu an tek istediğim buydu, uzun zamandır istediğim ve yakın zamana kadar asla dillendiremediğim şey de buydu. Bana istediğimi veren nazik kralın doyumsuz dili beni tüketirken beni saran tüm yoğun duygularla kendimi ona bıraktım. Sözleri güzeldi, hisleri büyük ve kapsayıcıydı, istediğim aşk kavramına uymuyordu, evet ancak o ve ben çok uzun bir yol kat etmiştik ve vücudumda bizi bir araya getiren savaşın yaralarını taşıyordum. Gerçektik, hisler fazla yoğunken gerçek üstü bir sisle göz bulandırmasına rağmen gerçektik ve bir aradaydık.

"Bugün dikişlerinin alınması gerek," dedi derin sesiyle, dudaklarını geri çekip kıyafetimin üzerinden köprücük kemiğimi okşayarak. Az evvel benimle aynı şeyleri düşünmüş gibi kurduğu bu cümle beni tanımlayamadığım bir hisle sardı, Kılıç'a daha fazla sokulmama yol açacak şekilde. Boğazımı temizleyip gerçeğe dönmek için beklediğimde alnıma yaslı olan alnına nem bıraktığımın farkındaydım.

"Biraz uyuyabilecek misin? Doktoru öğleden sonra çağırabilirim, ister misin?" diye sordu ben ses çıkaramayınca. Tadı hala dilimin üzerindeyken, dudaklarımı ıslatmaya çalıştığımda onun bıraktığı nemlilikle karşılaşırken nasıl kolayca toparlanabilirdim? O nasıl toparlanabilmişti?

"Sen gidecek misin?"

"Doktor geldiğinde burada olacağım."

Geri çekilip dizlerimdeki gücü geri topladım, Kılıç ellerini cebine itip topukları üzerinde yaylanırken haylaz bir çocuğu andırıyordu.

"Neden garip görünüyorsun?"

Omuz silkti ve ne kadar iri, yaşlı (göreceli olarak tabii) olduğu silinip gitti gözümde. Çocukça bir hal sardı etrafını ve saçları daha açık, gözleri daha parlak görünüyor haldeyken "Fareleri sever misin?" diye sordu, öyle rastgele, herkesin birbirine sorabileceği rahat bir soruymuş gibi.

Bir tuzak hissederek gözlerimi kıstım. "Onlarla aynı ortamı paylaşmadığım sürece severim tabii."

Dudak büküp etrafa dikkatsiz bakışlar attı.

"Onlar seninle aynı ortamda olmayı da seviyor gibi görünüyor," dediğinde yarım dakika kadar bomboş bir ifade ile yüzünü seyre dalmış bulundum ancak bu sessizlik sayesinde yağlanmamış bir kapıdan çıkan sesi andıran cıyaklamalar gürültülü bir şekle büründü. Ve son yarım dakikamı da şokla geçirmemin ardından bir adım uzağımdaki konsolun üzerine çıktım dehşetle harekete geçtiğim için kaba hareketler ve kulak tırmalayan uzun bir çığlıkla. Çay dolu tepsiyi istemeden devirdiğimde etrafta çınlayan ses yüzünden tüm duygularımı tükürür gibi bir çığlık daha atmıştım.

"Bu mu yani?" Bağırıyordum öfkemi çıkarmam içinmiş gibi orada durup gülen Kılıç'a. "Buna mı gülüyorsun? Seni güldürmek için farelerle dolu bir odada mı olalım yani?" derken tüylerim diken diken olmuştu ve dizlerimi altıma alıp konsolun ağırlığımla gıcırdamasına yol açtım.

"Ya, böyle şeyler beni pek güldürür," diyerek bilmediğim bir yaşlı adamın taklidini yaptığında üzerine atlayıp onu boğmak istiyordum ancak sesi duyulan minik iki farenin kovalamacasına şahit olduğumda kalbim bir saniye kadar durup beni cehenneme uyandırdı.

"Bana geliyor bunlar!" Sahiden de zeminde zıplaya zıplaya koşturan minikler konsolun arkasına yerleşince sanki tırmanıp sırtıma tutunmuş, kıyafetlerimin altına girip etimi kemirmeye başlamışlardı. "Kılıç! Üstümdeler mi? Yiyecekler beni, bir şey yap!"

"Altındalar," dedi gülüşünü bastırarak, net bir sesle.

"Seni yeseler keşke pislik! Al onları çabuk!"

"Ben fareden korkarım aşkım, üzgünüm." Ne üzgün ne de korkmuş görünüyordu fakat nasıl görünüyordu anlatayım, dayak yemek istiyor gibi, özellikle benden iyi bir şamar istiyorcasına ışıldıyordu yakışıklı yüzü.

"Kılıç öldüreceğim seni! Beni al burdan, üstüme tırmanacaklar."

Sesleri kesilmişti ya da duyulmayacak bir yere girmişlerdi. Ne kadar sürede bir delik açıp çekmecelerden birine girebilirdi bunlar? Belki de üstümdelerdi bile! Çılgınca silkelenip canımı yakacak kadar sert vurdum her yanıma. "Gidin! Ona gidin. O daha lezzetlidir." Ben delirmiş halde saçmalıyorken Kılıç'a yardım için bağırmayı da ihmal etmiyordum.

"Bilemedim şimdi," dedi sakallarını sıvazlayarak. "Daha nazik bir şekilde istemeyi deneyebilir misin? Korkuma iyi geleceğini düşünüyorum."

"Sik kafalısın!" Sesim haddinden gür çıkınca boğazım yanmaya başlamıştı. "Beni burdan bir al, sana göstereceğim nazik olmayı. Pis aptal!"

Başını tasvip etmediğini ortaya döker şekilde iki yana salladı soğuk kanlılıkla.

"Sanırım kendimi yanlış ifade ettim. Nazik biçimde isteyeceksin aşkım, güzel kelimeler, tatlı sözlerle. Seni oradan indirmemin başka yolu yok."

Kılıç sözleriyle beni alev almışım gibi öfkelendirince bu hareket etmeme, ayaklarımı konsoldan sarkıtıp inmeye meyletmeme yol açtı. Fakat çok açık bir şey vardı ki ben pek şanslı tiplerden sayılmazdım. Ayaklarım yere değmeden evvel konsolun bir yerinden uçar gibi fırlayan fareler göründü ve konsolu sarsarak,büyük bir feryat kopartarak geri kaçtım.

Nazik ama aptal kral topukları üzerinde yaylanıp beni keyifle izlemeyi sürdürmekle çok meşguldü.

"Lütfen," dedim dişlerimin arasından. "Beni buradan indirir misin? Fareler beni kemirmeden ve ben seni öldürmeden önce."

Dudaklarını büzdü, memnuniyetsiz ve şımarıkça başını iki yana sallamayı da ihmal etmedi.

"Yapamam. Korkularımı dindirecek sözlere ihtiyacım var."

Gevşek gevşek konuşmasına sinir olmak korkumu dindirdi ancak fareler odanın ortasında fink atarken bana karşı aşktan daha yüce hisler besleyen karşımdaki herifi tokatlayacak cesareti kendimde bulamıyordum. Daha önce fare görmüşsem de bir yanılgı gibi silinip gitmiş, ıssız köşelere sığışmıştı hayvan ancak bu arsızlar nedense fazla cesurdu ve Kılıç onları çıkarmamakta ısrarcıydı. Kendimi korkak, ufak bir çocuk kadar utanç içinde hissediyordum fakat elim mahkum Kılıç'ın yardımı için bakışlarımı bir yavru köpek kadar savunmasız şekle soktum.

"Kılıç, bu yaptığın çok haince, farkındasın değil mi?"

"Mesela 'aşkım' diyebilirsin. Etkili olacağından eminim." Beni duymazdan gelip kendi düşüncelerine kapılmıştı. "Dene Karnelyam, duymak istiyorum."

"Asla! Başka bir şey iste, beni buradan al Kılıç ya da şunları çıkar."

Elleri cebinde beni duymazdan gelirken ben parmak uçlarımda durup kollarımı da dizlerime dolamıştım. Bu pozisyonda olmaktan ve Kılıç'ın umursamamasından o kadar nefret etmiştim ki sinirden gözlerim doluyor, görüşümü boğuyordu.

"Bekliyorum Karnelyam," diyerek belli etti ne kadar kalpsiz olduğunu Kılıç. "Bana aşkım dediğini duymak istiyorum, sana çok yakışacak."

"Senden nefret ediyorum." Çatlayan sesim fareleri bile rahatsız etmiş olacak ki konsola doğru yeniden koşarken sesimle bocalayıp çekmeceye çarptılar ve havaya sıçrayıp hareketlerine ivme kattılar. Gözümden öfke ve biraz da korkudan kaynaklanan bir damla yaş düştü, Kılıç'ın olur olmaz yerlerde tutan inadı da öfkemin temel kaynağı oldu.

"Kılıççığım, bir tanem," diye başladım dilim ağzımın içinde şişmiş ve kelimelerin şeklini bozmuş gibi boğukça. "Beni buradan kurtarır mısın yoksa kafanı kırmak zorunda kalacağım."

Bir an yüzündeki ifadeler kargaşaya kapıldı, ne hissettiğini kestiremedim ve sonra kaşlarının hafif çatıklığından başka bir şey kalmayınca ayağını yere vurdu sinirle. "Basit bir kelimeyi söylememek için bu kadar direnmen yüzünden seni bırakıp çıkmalıyım aslında."

Yine de bana doğru attığı güçlü adımları görünce içim rahatlamıştı.

"Beni seviyor musun?" diye sordu huysuzca.

"Ne alakası var şu an bunun? Fareler içime girip etimi kemiriyor olabilir Kılıç!"

Huysuz, memnuniyetsiz ruh halini destekleyen gözleri kısık, ışığı sönüktü. Önümde durduğunda ellerim omuzlarını buldu ama beni kucağına çekmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Ağır konsolu iki yanından tutup parkelerin üzerinde gıcırdatarak odanın ortasına kadar çektiğinde ben hala üzerindeydim ve ellerim onun omuzlarında. Farelerin gizlendiği yer açığa çıktığı için yeniden çılgınca koşturmaya başlamışlardı ancak yeniden bana yaklaşmadılar, yeni köşeler, yeni kuytular aramak için biri aynalı dolabın arkasına koşarken öteki yatağın altını seçti.

"Bana bir şey söyle aşkım," dedi serbest bıraktığı çaresizlikle Kılıç ve sesini duyar duymaz hızla ona döndüm. Güzel sözler için hileye başvurmuş olsa da buna ne denli ihtiyaç duyduğunu bir an için benden gizlemedi ve aramızdaki garip bağın sağlamlığına güvenemeyen, sürekli beni kaybedecekmiş gibi hisseden adamın muhtaç yüzü belirdi karşımda. Bu öyle hızlı, şiddetli, beklenmedik biçimde kalbimi sızlattı ki nefesim acı içinde kesildiğinde beynim bunun fiziksel bir acı olduğuna kandı. Acıya daha fazla dayanamadığımda omzundaki ellerim yüzünü iki yanından kavradı şefkatle. Otuz altı yaşındaki bir adamın şefkati karşılayacak pek yeri olmuyordu, yirmi yedi yaşındaki bir kadının da. Dört yanımızı sarmış gergin hava cam gibi yere çarpıp dağıldı ve dudaklarımı alnındaki dalga şeklindeki izin üzerine sayısız öpücük bırakması için yerleştirdim. Koca adamın ellerimin arasındaki gevşeyiş ve teslimiyeti kalbimde peydah olan az evvelki sızıyı kazıyarak attığında yerine pamuktan merhamet yığdı, yüreğimi şişirecek ve ruhumu hafifletecek kadar çok merhamet doldum ona karşı.

"Bir daha beni uzaktan izlemek zorunda kalmayacaksın, biliyorsun değil mi?" Yumuşak sesim onun pürüzlü teninde kayıp gitti. Başını kaldırmadı, dudaklarımdan ayrılmamak için kıpırdamadan dursa da elleri belimi bulmuştu ve kısa ömürlü bir kelebeği kaçırmaktan korkar gibi sıkı sıkı tutuyordu beni.

"Belki 'aşkım' dersen inanırım," dediğinde öfkelenmek yerine şaşkınlıkla kıkırdadım. Evin içinden gelen tıkırtılar artmıştı, gün ağarmıştı ve Kılıç'ın yorgun ancak taze kokusu göğsümü şişirmişti.

"Birbirimize aşık olmadığımıza göre o kelimeyi benden duyamayacaksın."

Öfkelenip geri çekilmesini beklesem de o daha da yaklaştı ve dişlerini omzuma geçirerek tepki verdi. Ben sızlanıp acıdan kaçmaya çalışırken Kılıç beni havaya kaldırıp ayaklarım yere değene dek dişlerini omzumdan çekmemişti.

"Kötü bir adam oldun sen," diye yakarıyordum o dudaklarını boynuma çekip omzumla aynı kaderi paylaşması için dişlerini geçirirken. "O kelimeyi senden duymadan ölmek istemeyen kötü bir adam oldum ama," dediğinde dudakları hala tenimdeydi fakat bizi yumuşatan enerji hüzünle yer değiştirmişti. Boğazımı temizleyip onu itmeye uğraştım, belim konsolun çıkıntısına saplanana dek geri çekildim bir yandan da.

"Kötüye bir şey olmaz diye duymuştum," diyordum ki sesim istediğim kadar sert çıkmadı. Başımı kaldırıp onu görmek için direndiğim esnada onun ve benim aramda bir uçurum derinleşmiş gibiydi, birbirine yoğun duygular besleyen ancak ortak paydada buluşmayan iki kişiydik sanki. Kılıç onu görmem için geri çekilmek üzereyken odanın kapısının sertçe açıldığını duydum ve dönüp bakmama kalmadan Kılıç kafamı, gövdemi sertçe gövdesine yapıştırdığında bir kayaya yaslandığımı hissedeceğim kadar taş kesti. Sesimi çıkaramadan "Kızdan uzaklaşıp ellerini kaldır," diyen sert erkeksi bir ses duydum. Damarlarımı dolaşan normallik yerle yeksan olduğunda boşlukları telaş doldurdu hızla. Kılıç'ın yalnız bir elini kaldırdığını hissettim, öteki beni kendine bastırmaktan vazgeçmemişti fakat göğsü öyle sık inip kalkıyordu ki onun tarafından korunmak beni rahatlatmıyor, kahrediyordu.

"Ne istiyorsunuz?"

"Ellerini kaldır!" diye bağırdı öteki, Kılıç'ı yanıtsız bırakıp. "İkisini de!"

Kılıç bunun için bir girişimde bulunmadı ancak ben onu itmek ve arkamda olan biteni görmek için uğraştım. Kılıç bir kozaydı ve beni öyle sıkı sarmıştı ki nefes almam bile mucizeydi.

"Kim gönderdi sizi?" Sesi hızlı soluklarındaki telaşı hiç yansıtmıyordu. Fakat ben yine de biliyordum, fakat ben yine de hayatımızın birazdan mahvolacağına emindim ve az evvelden nemli gözlerim sonraki an olacaklar için yeniden ıslandı.

"Eğer kızı bırakmazsan o da zarar görecek. Onu bırak, ellerini havaya kaldır ve bizimle gel."

"Nereye?"

Kısa bir duraksama oldu, Kılıç'ın göğsüne gömülüyken olan biteni takip etmek imkansızdı ve felaket senaryoları benimle baş başa vermiş soluğumu göğsüme tıkıyordu. Ellerimi Kılıç'ın gövdesinde dolaştırdım, sanki yine yalnız ikimizmişiz gibi ona sıkıca sarılmak istesem de yapamadım. Neden yapamıyordum? Neden bir arada olmamız felaketlere yol açıyordu? Neden Kılıç'ı öldürmek için geçirdiğim onca zamanın üzerine şimdi ona gelecek en ufak zararın ihtimali bile elimi kemerindeki silahın kabzasına sarılmama yol açıyordu?

"Çaldığın belgeleri teslim edecek ve bizimle geleceksin."

"Bunu kim istiyor?"

Kılıç başımın arkasındaki mengene baskısı yaratan eli çekip silahın üzerindeki elime yaslayıp beni durdurmak istediğinde arkamda kalan adamın telaşla haykırışı yerimden sıçramama neden oldu.

"Ellerini yukarı kaldır yoksa ikinizi de vururum."

Kılıç sakince iki elini de kaldırdığında kemere sıkışan silahı çıkarmak için uğraşmayı sürdürdüm ve paniğe kapılmamak için aldığım soluklar Kılıç'ınkilerle çarpışınca birbirimizin göğüslerini itmeye başladık.

"Birbirinizden uzaklaşın!" talimatının ardından hemen bir yenisi geldi. "Sen bizimle geliyorsun, zorluk çıkarma çünkü senin sağlam olmana ihtiyacım yok, kanlar içinde, vücudunda sağlam bir kurşunla da olsan seni istediğimiz yere götürebiliriz."

"İddialı sözler," dedi Kılıç, o kadar yakındık ve ben o kadar korkaktım ki belindeki silahı kavramışsam da emniyeti indirip hazır hale getiremiyor, Kılıç'ın yakınlığıyla ilk kez buz gibi oluyordum. Biliyordum ki kurşunun hemen önünde kalsam bile o kurşunu kendine isabet ettirmenin bir yolunu bulurdu ve ben ona isabet eden bir kurşuna şükretmezdim. Ciğerlerimi yakacak kadar derin bir nefes çektim içime, göğsüm şişti ve kulaklarımda soluklarımdan bir rüzgar esti. Görüşümü kapatan gövdeden kurtulmak için başımı çevirecektim, biraz çekildim ve bu, saniyeden kısa süren an aralık pencerenin, birinci kattaki odamızın penceresinin pervazına tutunan karalar bağlamış adamla göz göze gelmeme neden oldu. İşte cehennem ateşinin altımızda gürlediği an bu andı, her yanı sardığı an ve bizi yuttuğu an...

🫀

Uzun bir bölümdü, umarım sıkılmadan okumuş ve bölümü beğenmişsinizdir. Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum. Son sekiz bölümümüz kaldı, yolculuğumuz bitmek üzere ve ben 2023 senesinin bir yaz akşamı, ansızın Karnelyan'ın Kılıç'ın dizlerinde ağladığı anın zihnime düşmesiyle birkaç gün duvarı izlediğimi hatırlıyorum. Daha sonra beni rahat bırakmayan o sahnenin yanına yeniler eklendi, birbirlerine bağlandı ve kendimi bir anda kurgum üzerine araştırmalar yaparken buldum. Herkes emek veriyor, biliyorum ama arkadaşlar... Sahiden emek verdim, çok çok emek verdim. Çoğu zaman, olur olmadık zamanlarda telefonu aldım elime tıkır tıkır bölümler yazdım, geceleri uykumdan uyandım notlar aldım, etrafı Kılıç ve Karnelyan'ın gözünden izlediğim çok zaman oldu, sırf derinliklerini kitabıma yansıtabilmek için. Ve biraz üzücü de olsa son iki yılımı müthiş derecede yalnız geçirdim. Bir evde hep tek bir odada olmaya başladım, bir kafede tek oturan olmaya başladım, bir parkta en tenha banka yerleştim, inanın çok düştüm, doğrulamasam da bir şekilde kalktım ve çok uzun bir süre Kılıç ve Karnelyan'ın yanımdaki varlığını hissettim. Şaka gibi gelse de iki senedir zihnimde bu karakterler vardı ve birilerinin zihnimden doğan bu insanları, olayları okuması hem mahrem hem de gurur verici geliyor. Diliyorum ki daha fazla insana ulaşırım, diliyorum daha fazla insan kitabıma, kitaplarıma ulaşır, diliyorum kurduğum hayal gerçek olur...

Bölüm : 15.02.2025 00:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
⚜SNC⚜ / İŞGAL ÜSTÜ / bölüm43|❝Ortaya Dökülen Köşeye Çekilir❞
⚜SNC⚜
İŞGAL ÜSTÜ

6.59k Okunma

2.39k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
bölüm1|❝Kılıç Düşer Taç Yükselir❞bölüm2|❝Çiçek Batarken Bataklıkta Bir Çiçek❞bölüm3|❝Cennetin İblisleri, Cehennem Meleği❞bölüm4|❝Beraber Savaş Yalnız Öl❞bölüm5|❝Karanlığın İçinde Gün Yüzü❞bölüm6|❝Avda Kurt Ağda Örümcek❞bölüm7|❝Daha İyisi İçin En Kötüsü❞bölüm8|❝Ölüler Dirilir Diriler Ölür❞bölüm9|❝Güneş Yükselirken Alçalan Gece❞bölüm10|❝Anlaşma İmzala, Savaş Başlat❞bölüm11|❝Dikensiz Güller, Mezarsız Cesetler❞bölüm12|❝Hainin Nasırlı Eli Dostun Yumuşak Karnı❞bölüm13|❝Güven Sorunları, Çözüm Yolları❞bölüm14|❝Zalimin Kanı, Zulmün Gücü❞bölüm15|❝Zehirli Öpücük, Şifalı Hançer❞bölüm16|❝Düşmanın Kollarında Rastlanan Dost❞bölüm17|❝Ruhun Nefesi, Canlı Hayaleti❞bölüm18|❝Güven Vermeden Evvel Kayıp Ver❞bölüm19|❝Yıkılan Duvar, Yakılan Köprü❞bölüm20|❝Şehirden Uzaklaş, Şeytanla Yakınlaş❞bölüm0|❝Seryum Evreni Karakterleri❞bölüm21|❝Gerçek Yalanlar, Yanlış Doğrular❞bölüm22|❝Geleceği Şekillendiren Geçmiş❞bölüm24|❝İhanetle Açılan İhanetle Kapanır❞bölüm25|❝Kırılır Karnelyan, Saçılır Taşlar❞bölüm26|❝Kuş Adımları, İnsan Kafesi❞bölüm27|❝Acılı Yüzler, Acı Veren Güçler❞bölüm28|❝Gözün Üstünde Kaş Altında Yaş❞bölüm29|❝Karada Filizlenir Ak❞bölüm31|❝Sırt Sırta Ver, Karşı Karşıya Gel❞bölüm32|❝Yoldan Dönerken Kaybolan❞bölüm33|❝Birden Bine, Serden Dibe❞bölüm34|❝Dalından Kopmadan Dökülünce Yaprak❞bölüm35|❝Yitip Gitmeden Bitip Tükenen❞bölüm36|❝Namlunun Ucu, Sonun Başlangıcı❞"Hayat Biraz Böyledir" İsimli Kurgum Hakkındabölüm37|❝Doğudan Doğar, Batıdan Döner❞bölüm39|❝Evsiz Kalınca İğnesi Kırılan Kanca❞bölüm40|❝Anahtar Kilidi, İtiraf İhaneti Açar❞bölüm41|❝Kalabalıktan Kaç, Kalbini Kovala❞bölüm42|❝Ait Olunca Sahip Olmak❞bölüm43|❝Ortaya Dökülen Köşeye Çekilir❞bölüm44|❝Ölüm Kalım, Ölümcül Kahır❞bölüm45|❝Izdırapla Islah, Nefretle Sevgi❞bölüm46|❝İyiyle Kötüyü Ayıran Acı❞
Hikayeyi Paylaş
Loading...