
“Asil Beyle görüşeceğim.” Asistan bana boş gözlerle baktı. “Karan Bey şu an müsait değil. Randevunuz yoksa randevu ala-” ezbere konuştuğu cümle arkamdan gelen sesle kesildi.
“Gizem, Umay'dan bahsettim sana. Dikkatli ol, tamam?” dedi göz kırparak.
“Anladım Karan Bey.” dedi kız az önceki umursamaz tavrını bırakarak. Asil, beni asansörlere yönlendirdi. “Çok uğraştırdı mı seni?”
“Yok, sorun değil.” diyebildim sadece. Yaklaşık yedi dakikadır onunla uğraşmıyordum sonuçta! Başını salladı usulca ve asansöre bindik. Birkaç dakika sonra odasına girdiğimizde geniş ve ferah yapısı, boğucu değildi. Asil’in inşaat mühendisliği okuduğunu biliyordum. Soykar Holding inşaat alanında kurulmuştu, son zamanlarda başka alanlarda da ilerleme kaydetmişti. Her şeyi takip ediyordum
“Otur,” dediğinde masanın önündeki deri koltuğa oturdum. O da karşımdaki koltuğa geçti. Aynı anda monoton bir şekilde konuştuk.
“Ben bir şey buldum,” dedim.
“Ben bir şey buldum,” dedi.
Ona öncelik verdiğimde o da bana verdi ve uzatmayıp telefonumdan bulduğum haberi açtım. “Bu haber 2 sene önceye ait ama sildirilmiş, daha sonra bu sene tekrar yeni bir haber gibi paylaşılmış ama silinmiş. Bir bilgin var mı?”
Haberin içeriğinde, Tuğrul Soykar ve Ferit Kıran arasında imzalanan bir tatil beldesi proje anlaşmasıyla ilgili şeyler vardı. Asil haberi okudu ve başını salladı. “Haberim var, o sene iptal edildi proje Kıranlar yüzünden. Doğu Kıran, tanıyor musun?” Yakinen!
“Tanıyorum, Ferit Kıran’ın oğlu. Ankara’da yaşıyor ailesinden ayrı.” Başını salladı. “O sene İstanbul’a geldi. Babasına kafa tutmuş pezevenk. Sonra da Ferit sıçtı batırdı işleri. Babam ortaklıktan çekildi, haberler geç çıkmıştı zaten. Basına duyurulmadı önce,”
Bunları biliyordum, Doğu’nun neden babasına kafa tuttuğunu da biliyordum ama bir şey demedim. Doğu sadece görevini yapmıştı ne de olsa, ne kadar Asil’in dediği gibi pezevenk olsa da görevine olan saygısı takdir edilesiydi. “Sızdırıldı sonra. Sildirdik haberleri Semih’le tabi ama gören gördü.”
Bir süre düşündüm. Birkaç saat önce olan konuşma aklıma geldi. Dikkatleri Ferit Kıran’ın üzerine çekeceğim. Doğu’nun üzerine dikkat çekilmesini sağlayacağım.
Sanırım başarıyordum. Ne diyebilirim ki? İşimin ehliydim.
“Sen ne buldun?” diye sordum sessizliğimizi bozarak. O zaten beni izliyordu. Önüme attığı zarfa baktım birkaç saniye ama sonra açmam gerektiğini anlayarak uzandım ve içini açtım. İçinde bir sürü fotoğraf karesi vardı ve hepsinin ortak noktası…
“Magazin?” Ona döndüğümde kehribar harelerindeki şüphe, Ferit Kıran’a oynamak istediğini gösterdi. Başını salladı. “Bunlar magazinden silinen fotoğraflar, Doğu’nun magazin haberleri bitmez ama bunlar özellikle silinmiş, araştıracağız biraz”
Odanın kapısına üç kez vuruldu ve gir komutuyla açıldı. Asistan, elindeki tepsiden çayları alıp önümüze bıraktı ve çıktı ama o kapıyı kapatmadan içeri bir kadın girdi. Sarı saçları neredeyse beline kadar uzanıyordu ve magazinden fırlamış gibiydi. Bir insan günlük yaşamında neden bu kadar süslü olurdu? Fino köpeğine benziyordu hafiften.
“Karan, niye telefonlarımı açmıyorsun?” gözleri bana ilişince sustu. Elimdeki fotoğrafları geri zarfa koydum ve ayağa kalktım. “Akşam konuşuruz. En azından elimizde bir şeyler var artık. Ben gideyim,”
Asil de kalktı. “Dikkat et, bir şey olursa-” gülümsedim. “Kartal’a gidiyorum.” Başını salladı. Kapıya doğru yürüdüğümde kadının gözleri bendeydi. Gözleri aslında hep bendeydi.
“İyi günler,” dedim gülümseyerek. O da yüzüne zorla bir gülümseme kondurdu. Tamam, Umay. Herkes iyi rol yapamaz.
Odadan çıktım ve kapıyı kapattım arkamdan. Şirketten çıkar çıkmaz arabama yürüdüm ve çantamı arkaya attım. Torpidodaki telefonu çıkarıp şifreyi girip açtım. Kod adını yazıp mesaj bıraktım. Çok kolay olmuştu ve içimden bir ses sandığım kadar olmayacağını ve bunu bildiğimi bağırıyordu.
Ortanca Soykar, Ferit Kıran’dan şüpheleniyor.
🐦⬛
Gözlerimi, aşağıdan gelen seslerle açtım. Sanki dibimde kavga ediyorlardı. Asil’in yanından çıkıp eve geldiğimde direkt uyumuştum, gece kâbusum yüzünden yine düzgünce uyuyamamıştım.
Yataktan doğruldum gözlerimi ovuşturarak. Harbiden kavga ediyorlardı!
Üzerime yatağın köşesinde duran sweatshirtü geçirdim hızlıca ve kapının kilidini açıp çıktım. Merdivenlere doğru yürürken gelen sesle yerimde zıpladım. “YETER!” ve sustular.
Ben aşağı inene kadar, Asil onları azarlamaya devam etti. Hatta ben girdim ve Kartal’ın yanına oturup onun kızışını izledim, gözleri birkaç dakika sonra bana ilişince sustu. Sonra devam etti. “…Kız uyanmış sesinize bir de! Sizin kavganıza sokuyum! Evimde aynı alanda aldığınız nefesin oksijenine sokuyum!” Çok yaratıcı küfürler ettiğini kabul ediyordum. O sustuğunda etraf ölüm sessizliğine büründü. Geçip tekli koltuğa oturdu. Sabah bana verdiği zarfı kabanının cebinden çıkarıp sakince masaya koydu. Az önceki meydan muharebesinden eser yoktu.
“Ferit Kıran.”
“Şüpheleniyorsun?” dedi Algan gözlerini zarftan ayırmadan.
“Şüpheleniyoruz. Ama şüpheyle yürümez, bir planım var,” dedi Asil. Kartal gülümsedi ve arkasına yaslandı. “Oğlu Doğu Kıran. Bizim yaşlarımızda olduğu için kandırmak kolay olur. Salağın teki zaten,” katılıyorum.
“Bir süre yakın duracağız. Haftanın üç günü İstanbul’da. Takıldığı mekânları buldum. Gidip normal insanlar gibi takılırız, o görünce duramaz, götünde kurt var zaten. Burada iş sana düşüyor, Umay.” Has bir siktir hocam!
“Seni tanımıyor. Biraz suyuna gidersin,” kaşlarımı çattım. “Merak etme, bir bok yapamaz.” Neler yaptığını bir bilsen!
“Ne zaman İstanbul’a geliyor peki?” dedim dikkat çekmemek adına. Soğuk soğuk terlemiştim şu an. Acilen Doğu’yla konuşmam gerekiyordu.
“Cumartesi. İki günümüz var.” Yukarı çıkar çıkmaz Doğu’yla konuşmalıydım, emindim artık.
“Pek temiz bir tip değil. Nerede illegal iş var bunda ama sabıkası tertemiz. Babası yapmıştır tabi ama birkaç kez ülkeden kaçmış ve o tarihlerde de bu örgüt olayları patlak veriyor hep.” Algan bunları nereden biliyordu?
“Örgüte dâhil olduğundan mı şüpheleniyorsun?”
“Neden olmasın? Senden de şüpheleniyorum.” Başımı salladım. “Şüphelerin doğru çıkarsa haber ver, Soykar.” dedim bir kavganın suyunu kaynattığımı bilmeden.
“O gün haber vermeme gerek kalmadan fişini keserim, Alpagu.” Görüşeceğiz Algan Soykar.
Cevap vermek için ağzımı açtığımda geri kapatmak zorunda kaldım. “Umay.” dedi bıkkın bir sesle.
Ayağa kalktım. “Başka bir şey yoksa?” Başını salladı. Salondan çıkarken Kartal iyi geceler dediğinde gülümsedim.
Odaya girer girmez kapıyı kilitledim ve komodinin üzerindeki telefonumu alıp Doğu’yu aradım. “Efendim?”
“Beni tanımıyorsun,” Güldü.
“Sen kimsin?”
“Cumartesi buradasın,”
“Hay hay,” birkaç saniye sonra devam etti. “Başka bir şey?”
“Olursa ararım. Görüşürüz.”
“İyi geceler,” Telefonu kapattığımda sessize aldım ve yatağın köşesinde fırlattım. Yatağa uzandım ve ellerimi başım altına aldım. Aklım bugün olanlara gitti. Asil’in yanına gitmeden önce olanlar…
Doğu’yla telefon konuşmamızdan sonra bir anlık kararla örgüt binasına gelmiştim.
Ağaçlık alanın sonundaki binaya geldiğimde arabadan indim ve içeri girdim. Normal bir iş binası olarak görünen örgüt binası, aslında yeraltı odaklı bir yapıydı. Bir yeraltı şehri bile sayılabilecek kadar büyüktü ve 7 kattan oluşuyordu. Asansöre bindiğimde -6.katı tuşladım. Başkanın odasının önündeki korumalar beni görünce kapının önüne geçtiler. “Çekilin,”
“Fallon, başkan şu an görüş-”
“Başlatma görüşmesine! Aç şu kapıyı!” Yüksek çıkan sesimle kapının önünden çekildiler. Çift kanatlı kapıyı sertçe itip açtım. Büyük odasında, koltuğunda oturan başkan bir an afallasa da benim olduğumu görünce gözlerindeki bakış değişti. Onu terslemem bile gurur sebebiydi.
“Fallon, bende seni çağıracaktım.”
“Beni çağıracaktın? Beni yem ettin onlara sen!” dedim sesimin tonunu kontrol edemeden. “Ne düşünüyorsun bunu yaparken? Neydi amacın? Öldürmekse eğer böyle ölmem ben, haberin olsun.”
“Sakin ol önce. Beni dinlemezsen anlaşamayız,” Sakinliği beni daha da delirtti ama bir şey demedim. “Bak, Rosa bunu yapamayacak. Onu görevden çekmeyeceğim, üç aydır yapmaya çalıştığı şeyi üç günde yaptın ve bunu bilmiyor bile. Onu dumura uğratmak istemez misin? Yapamazsın demiyor muydu sana?” Seni de geberteceğim, diye geçirdim içimden. Yüzümde mimik oynamadı.
“Dikkatleri Ferit Kıran’ın üzerine çek. Doğu’dan da şüphelensinler. Sen işini bilirsin, bu işi hallet. Güvenlerini kazan.” Ayağa kalkıp önümde durdu. “Ekibin emrinde. Herkese bu işin nasıl yapılacağını göster. Artık Rosa Karga’yı değil, Karan’ı istiyor. Sen duygularını işine katmadan nasıl yapılacağını göster ki seninle boy ölçüşemeyeceğini bilsin.” Elini omzuma koydu. “Eğer duyguların seni bulursa, seni onlara gerçekten yem ederim.” Tehdit, tehdit, tehdit.
“Anlaştık mı, Fallon?” Başımı salladı. “Anlaştık, başkanım.” Omzumu sıktı ve odadan çıktı. Birkaç dakika öylece dalıp gittim, en sonunda çıkmam gerektiğini fark ettim. Az önce elini koyduğu omzumu silkerek odadan çıktım ve kapıdakilere tüm içten duygularımla tiksinç bakışlar atarak uzaklaştım.
Daldığım andan kapıya ardı ardına vurulmasıyla ayrıldım ve kalkıp kapıyı açtım. Asil, elinde tuttuğu tepsiyle duruyordu yine. “Sabah da bir şey yemedin,” dedi yine boş bakışlarıma karşılık. “Aç değilim.”
“Umay, yapma böyle. En azından seni gözetmeme izin ver. Sen bu kadar şey yaparken,” Özür dilerim, Asil. “Ben elim kolum bağlı duramam. Biz sadece babamın katilini aramıyoruz, bize senelerdir zarar veren düşmanımızı arıyoruz. Bu çok büyük bir şey, sana bir şey olurda ben seni koruyamazsam diye ödüm kopuyor.” Özür dilerim, Asil.
Kenara çekildiğimde içeri girdi. Ben kanepeye yürürken o da kapıyı kapattı ve gelip tepsiyi dizlerime bıraktı. Yanıma oturdu. Tabaktaki makarnaya baktım, salçası boldu ve dumanı tütüyordu. Soğuk makarna yemekten nefret ederdim ve midem bulanırdı hemen. Bir saniye… Hatırlıyor muydu bunu gerçekten yoksa bu rastlantı mı?
“Soğumadan bakışmayı kes ve ye hadi. Soğuyunca yemezsin.” Hatırlıyordu! Bu adam kesinlikle sandığımızdan daha fazlasıydı. Beklemeden çatala doladığım makarnayı ağzıma götürdüm.
“Diğerleri bilmeyecek şimdi konuştuklarımızı, rahat olabilirsin.” Başımı salladım. “Doğu genelde bizim mekânlardan birinde takılıyor ve hatta cumartesi geceleri özellikle maçlar için geliyormuş.” Kaşlarımı çattım. Çatal ağzımda kaldı, ona döndü ağır ağır gözlerim. Gülümsedi ama hemen toparladı kendini. “Dövüş maçı. Baya para bayılıyormuş bu işe. Daha önce dikkat etmemiştim ama hep geliyormuş. İkimiz gideceğiz o gün maça, Kartal hep uzaktan dâhil olur zaten. Algan birkaç günlüğüne şehir dışına çıkıyor. Annem için,” durdu. Duraksamasını fırsat bildim. “Aslıhan Abla nasıl?”
“Ankara’da kalacak birkaç gün. Duramıyorum o evde diyor, Algan da ben götürürüm, dedi. O da duramıyor belli, hiç duramadı zaten.” İç çekti. “Miran karışsın istemiyorum. Bir şeyler yapmak istiyor, bir ay sonra on sekizine giriyor. Zapt edemem onu, Umay. Daha fazla kayba dayanamam artık,” Dedi bıkkın çıkan sesiyle. Karşımda koskoca bir enkaz vardı. Bu enkaz ilk başta kendinden yara almış, daha sonra başkalarının vurduğu çivilere maruz kalmıştı. Temelden hasarlıydı ama kimse fark etmemişti onu.
“Bir de sen böyle yapınca içim gidiyor be, Umay. Sen baştan koy mesafeni, tamamım ben. Ama en azından seni koruyacak kadar yer aç bana,” yemeği falan bırakmış sadece ona bakıyordum. İçi gidiyordu. İçin gitmesin lütfen, Asil. Pişman etme beni.
“Sana bir şey olursa herkesten önce kendimi suçlarım. Seni getirmek için bile akla karayı seçtim ben, Umay. Ne der, ne tepki verir diye düşündüm o havaalanına geldiğimde bile. Farkındayım yaptığım şey doğru değildi, kaçırmaktan başka çarem yoktu ama. Sen gelip bulmasan beni, dönüyordum eve. Sen geldin. Çarptın bana, pişman olurum dedim ama yaptım. Herkes değişir, o da değişmiştir belki dedim. Algan ağzını bile açmadı çünkü seni getirebileceğime inanmıyordu. Ama getirdim, Umay. Beni buna pişman etme, senden tek istediğim bu. Mesafeyse mesafe, koyarız sınırını. İki gün oldu ama iki gündür bile diken üstündesin sanki. Seni tutmaya çalışıyorum ama itiyorsun beni, bırakırsam batacak biliyorum ama seni de zorlamak istemiyorum,” Gerçekten onu itiyor muydum?
Yutkundum ama o bile olmadı. Lâl olmuştum sanki. “Sen beni itmezsen yemin ederim sıkı tutmam seni. Sen nasıl istersen öyle olur, istersen konuşmayız bile. Rahatsız mı oluyorsun buradan? Başka yer ayarlarız, olanlar dışında iletişim bile kurmayız ama ben sana göz kulak olayım, Umay.” Pişman edeceksin beni, Asil. Beni de kendini de.
“Seni itmiyorum, aksine size zarar vermek istemiyorum. Algan benden şüpheleniyor, bilemiyorum ne yapacağımı. Mesafe koymak değil amacım, sadece yerimi korumak istiyorum.” Sesim onun aksine sakindi. Kucağımdaki tepsiyi sehpaya bıraktım ve ona doğru döndüm yarım şekilde. “Korumak istiyorsan koru, Asil. Engel olmam. Planına da sana da engel olmam.”
“Engel?” Birden yükseldi. “Engel ne? Allah aşkına yapma. Sen engel değilsin. Ben senin için engel falan bırakmam yıkar geçerim, sen gelmişsin bana engel olmam diyorsun. Kim diyor onu? Algan mı? Onu da yıkar geçerim. Kartal mı? Onu da yıkarım, kimseyi bırakmam olduğu yerde. Ben bu işe seninle girdim onlarla değil.” Sanırım bunu söylememesi gerekiyordu ki durdu. Kaşlarım havalandı.
“Nasıl yani?” Arkasına yaslandı. “Öyle yani,” diye mırıldandı. “Öyle yani, nasıl yani? Ay oyun oynuyoruz sanki! Anlat işte.”
“Neyi anlatıyım kızım? Biz kendimiz yapabilsek yapardık zaten. Seni boşuna alıp getirmedim. Senelerdir Tuğrul Soykar bulamadı, biz nasıl bulalım?” Kaşlarımı çattım sanki daha çok çatabilecek gibi. “Biz nasıl bulacağız o zaman, Asil? Niye ben?”
Bakışlarında anlam veremediğim şeyler oldu. Farklı bakıyordu. Kötü değildi ama anlayamıyordum. “Sen lazımsın bana çünkü.”
Sırf soğukkanlılığımı korumak için ağzımdan çıkan kelimelerle hemen dilimi ısırdım. “Gökçe’yle arasay-” Eğer pot kavramı somut olsaydı ben onu paramparça ederdim tam şu an.
“Gökçe?” dedi anlamayan gözlerle bakarken. “Gökçe, işte. Miran bahsetti biraz. Bir de bugün gelen kadın,” diye mırıldandım önüme dönerken.
“Ha,” dedi uzatarak. Dudakları kıvrıldı yukarı doğru ama koluna vurdum. “Gülme!” Gülmedi. “Gülmüyorum ki. Gökçe yapamazdı, Umay. Dayanamaz o.” Sen öyle san! Sarı çıyan. Kaşlarım havalandı, niye onu sorguladığını bile bilmiyordum. “Ne bakıyorsun, yapamaz işte.”
“Yapabilse?” diye sordum ifademi bozmadan. “Yapabilse bile yine sen olurdun.” İfadem değişmedi, tepsiyi kucağıma aldım ve ona bakmadan yemeye devam ettim. Birkaç dakika sonra ben çıkıp gider derken o iyice arkasına yaslandı. “Merak etme, babamın ortaklarından birinin kızıydı, sonra ortaklık bitti ama Gökçe sanırım içinde bitiremedi beni.” Çenemi sıktım ve ona baktım ama o eğlenir gibiydi.
“Bana ne canım, Allah Allah?” Ama dayanamadım. “Neyini bitirememiş içinde?” Öne doğru eğildi ve yüzlerimizi aynı mesafeye getirdi ama aradaki mesafeyi kapatmadı. “Bilmiyorum valla, Umay Hanım. Öğrenirsem kendisinden söylerim size de.”
Umursamazca önüme döndüm ve biraz daha makarna aldım çatala. “Bana ne ya. Merak ettim sadece. Senin özel hayatın sonuçta, belki yengemiz bile vardır yani. Olabilitesi var sonuçta.” Güldü ama ne gülmek. Ben ilk kez böyle bir gülüş gördüm. Bilerek yanlış yolu seçerdi insan, bir de derdi üstüne bu yol değil, diye. Ben şu an o yolda yürüyordum.
“Sen hiç ihtimal verebiliyor musun gerçekten hayatımda bir kadın olsa başka bir kadını evime alacağıma?”
Yutkunamadım. “Ne alaka? Kardeşin gibiyim ben senin sonuçta. Öyle her şeyi kıskanan bir tiple zaten sevgili olmazsın sen.” Çenesi kasıldı, bir an dudaklarını birbirine bastırdığına şahit oldum ama sonra ayağa kalkıp kucağımdaki boş tabağın bulunduğu tepsiyi aldı. “Çok hayal kurma, Umay. Yat uyu.”
Güldüm o kapıya doğru yürürken. “Anca rüyanda görürsün mü diyorsun?” dedim arkasından alayla. Söylediğim şeye cevap vermedi ama son duyduğum şey o çıktıktan sonra ağzımı açık bıraktı. Ne anlamda söylediğini bilmesem de kalbimde anlam veremediğim bir sürü his doluştu.
“Kardeşmiş. Gökçe’ye bile kardeş derim, sana yine demem.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
