Herkese merhaba! Çok uzun zaman oldu biliyorum ama inanın geçerli sebeplerim var. Üniversite son sınıfım ve yoğun bir sene geçiriyorum. O yüzden bu şekilde gecikmeler meydana geliyor. Bundan sonra daha sık yazmaya çalışacağım fakat bu süreçte desteğinizle bana motivasyon sağlamayı lütfen eksik etmeyin.1
Yeni bölümü bol yorum ve oylarla taçlandırın, öpüldünüz!
-
Bölüm 13: Dokunma, Yanarız
🌃
"Ne yani abi? Cogito, erso sum işte."
"Kızım mal mal konuşma o ne demek?"
"Seven sevdiğiyle güzelleşir demek."
Derin bir nefes alırken eş zamanlı olarak da elindeki çatalı masaya bıraktı. Gözü bir Cihangir'e bir bana kayarken aklındaki fitili şeytanın yaktığını fark edip olaya müdahale ettim.
"Şaka abicim, şaka. Düşünüyorum, öyleyse varım demek. Descartes'in sözü."
Alaycı bir bakışla yüzüme bakıp tekrar çatalını eline aldı. Cihangir, abimin bana karşı olan tavrıyla keyiften dört köşe olurken onun keyfinin tüm köşelerini münasip bir şekilde... Neyse.
"Annemler sana söylemedi mi?" Abim, ağzına attığı zeytini öğütmeye başlarken pür dikkat de bana bakıyordu. "Neyi?" Yan bir sırıtışla bana bakmaya devam etti. "Doğuştan beyinsiz olduğunu. O yüzden düşünemezsin, varlığında şaibe."
Cihangir, ciğerlerini kusmak istercesine bu iğrenç şakaya gülerken ben somurtmakla yetindim. "Sen ne anlarsın zaten!" Zeytin çekirdeğini çatalına çıkarırken bana da cevap verdi.
"Ya kızım, gitmiş evin her köşesine işemişsin, gelmiş burada düşünmekten bahsediyorsun. Bende seni akıllı bir şey zannederdim. Hurafe hurafe şeyler. Evi sidik kokutmaktan başka bir şey yapmamışsın." Burun kıvırıp çayımdan koca bir yudum aldım. Dilim inceden yanarken fiyakamı çizdirmemek adına renk vermedim. "Niye öyle diyorsun? Büyü diye bir şey var. Düşmanlarımız-"
"Sus Sare, sus. Bizim düşmanımız mı var? Her neyse. Bak saat geçiyor, hadi işe artık sen. Bizde kalkıyoruz," diyip çayından son bir yudum daha aldıktan sonra masadan kalktı. Cihangir'de onun peşinden kalkarken, yanımdan geçerken bana doğru eğilip kulağıma doğru fısıldadı. "Cogito, erso sum! Seven sevdiğiyle güzelleşir." Aksanına tükürdüğüm, Latince'yi nasıl bu kadar güzel telaffuz edebilir ki? 1
Kıkırdayıp yanımdan uzaklaşırken sinek kovalar gibi kulağımın dibinde elimi salladım. Yetmedi elimi yelpaze gibi yapıp yüzüme de salladım. Boynuma doğru üflenen sıcak nefesin izini kaybetmek ister gibi bir posta da elimi oraya doğru salladım. O da yetmedi, genzimi yakan parfüm kokusunun izlerini silmek için bu kezde elimi burnumun önünde salladım. Yanaklarıma hücum eden sıcaklıkla etkilenecek başka bir şey bulamamış olamama okkalı küfürler edip masadan kalktım. Restoranda taş gibi Gökalp dururken bu çalı süpürgesinden etkilenecek halim yok ya! Çokta çalı süpürgesi değil aslında. Omuzları... Aman, ne diyorum ben!
Burnumu dikleştirip masadan kalktım. Erken saat olduğu için annemler uyanmamıştı. Hazırladığım kahvaltı masasını onlar için bırakırken boşları mutfağa taşıdım. Bu süreçte Fil Yavrusunun kokusu bir an olsun burnumdan gitmedi ama konumuz bu değil, işe geç kalıyorum. 1
***
Tüm havamla -internetten aldığım 100 TL'lik güneş gözlüğüyle- restorandan içeri girdim. Sabah saatleri olmasına rağmen restoran tıklım tıklımdı. Yıldıray olmak böyle bir şey işte. Zenginlik paçalarından akıyor adamların.
Düşünceler içerisinde havalı havalı gözlüğümü çıkarmayı planlarken yüzüme doğru atılan önlükle tüm havam, cakamla birlikte paçalarımdan süzüldü. Evet, benim paçalarımdan akabilecek tek şey: REZİLLİK!
Doğukan, buradaki eleman eksikliği nedeniyle diğer restorandan buraya geçmişti. İtiraf etmesi güç olsa da iyi bir arkadaştı. Sadece biraz tuhaftı. Yüze önlük atmak gibi huyları vardı mesela.
Gözlüğümü çıkarıp çantama attıktan sonra elimdeki önlükle arkadaki çalışan odasına gittim. Eşyalarımı dolabıma koyup kilitledikten sonra önlüğü belime bağlayıp çıktım odadan.
Önlüğün önünden adisyonu ve tükenmez kalemi alıp masa B23'e doğru yürümeye başladım. Arkası dönük olan bu müşteri yaklaştıkça hiçte yabancı gelmemeye başladı. Masaya iyice yaklaştığımda gördüğüm yüz beni şaşırtsa da belli etmemeye çalıştım. Sonuçta burası prestijli bir restorandı ve Cihangir'in babasının da burada kahvaltı yapması gayet olağandı, değil mi?
"Hoş geldiniz," diyip gülümsemeye çalıştım. Sesimle birlikte o da gülümseyip bana bakmaya başladı. Elini karşısındaki sandalyeye doğru uzattı. "Oturmaz mısın?" Hangi sebeple? "Müşterilerle oturmamız yasak efendim?" Yüzüne yamuk bir gülümseme yerleşti. "Rica ediyorum, sadece beş dakika. Sorun olursa ben açıklama yaparım."
Burnumun ucu şiddetle kaşınırken hunharca kaşıyıp karşısına oturdum. Hala rahatsız edici bir şekilde gülümsüyordu.
Elini kaldırdı hafif bir şekilde. "Bey demene gerek yok, amca diyebilirsin." Altı ay ömrü falan mı kaldı bu adamın? Mahallede deccal gibiydi şimdi umreden yeni dönmüş dedem gibi davranıyor.
Kırlaşmış kısa sakallarını kaşıdı. "Cihangir, hep asi bir çocuk oldu. Onu dizginlemek için çok çaba sarf ettim. Ama hep başına buyruk davrandı. En son okusun, şirketin başına geçsin diye yurt dışına gönderdim, gitmemiş bile. Polis oldum diye dikildi karşıma. O, benim tek oğlum. Ben hep yaşamayacağım. İşlerimi devam ettirecek biri gerekiyor ama o, bunu bir türlü kabul etmek istemedi. Hoş, artık devam ettireceği bir işte kalmadı."
Neriman teyzeyi aratmayacak bir merakla kulaklarımı kabartıp, önemli bir dedikodu yakalayacak olmanın heyecanıyla öne doğru eğildim.
Gözleri boğaza doğru kayarken beni şoka uğratacak o sözleri söyledi. "İflas ettim." 2
Verdiğim tepkinin saçmalığı Koca Vahit'i güldürürken beni utandırmıştı. "Keşke şaka olsa, Sare ama maalesef, değil."
Bok gibi parayı hangi çukurda kaybettin be adam, demek istesem de yalnızca "Üzüldüm," diyebildim.
Ağır ağır başını salladı. Masanın üzerindeki bıçağı yavaş yavaş eliyle çevirirken konuşmaya devam etti.
"Senden bir şey rica etmek için geldim buraya." Şaşırsam da bunu gizlemeye çalıştım. Bana düşecek kadar batmıştı demek. "Tamam anladım, lafı bile olmaz. Ama benden fazlası çıkmaz. En fazla üç bin lira çıkar."
Yüzündeki tüm kırışıklıklar meydana çıkacak şekilde gülmeye başladı. Öyle ki olmayan göbeği bile sallanmaya başlamıştı. "Cihangir'in senden neden kopamadığını şimdi daha iyi anlıyorum." Gülmelerinin arasında söyledikleri beni şaşırtsa da üzerine düşünmek istemedim. Zira içinde Cihangir olan hiçbir düşünceyi şu sıralar beynim kabul etmek istemiyordu.
Kendini toparlayıp konuşmaya devam etti. "Teşekkür ederim ama borç istemiyorum." Merakla kaşım yukarı kalktı. "Ne istiyorsunuz o halde?" "Oturduğumuz evi de kaybettim. Bir ay içinde kalan eşyalarla boşlatmamız gerekiyor ve gidecek yerimiz yok. İflasın eşiğinde olduğumu bildiğim için Cihangir’in oturduğu evi aldım. Hacze gitmesin diyede Cihangir’in üstüne yaptım."
Durup yüzüme bakmaya başladı. Anlamıştım. "Cihangir’i ikna etmemi mi istiyorsunuz?" Başını ağır ağır salladı. "İyi de Cihangir siz bu durumdayken tabi ki de sizi evine alır ki." Tekrar başını salladı. "Beni alır ama eşimi almaz," diye devam etti. Annesini neden almasın ki?
Yüzüne mahçup bir gülümseme yerleşti. "Eşim, Cihangir’in annesi değil."
"Haaa!" Şaşkınlıktan ağzımdan kaçan nidaya mani olamadım. Bunları bilmiyordum. Bir an, kısa bir an, yalan uzunca bir an kalbimin bir köşesiyle bu duruma üzüldüm. Cihangir, bunlardan hiç bahsetmemişti. Annesi neredeydi?
"Sizi anlıyorum fakat ben nasıl ikna edebilirim ki?" Oturduğu yerden kalkarken cevap verdi. "Onun üzerindeki etkin sandığının aksine çok daha büyük," derken elini ceketinin cebine soktu. İçinden çıkardığı kartı masanın üzerinde bana doğru ittirdi. "Bu benim numaram. Güzel haberlerini yakın zamanda bekliyorum malum, çok vaktimiz yok."
Öylece beni masada bırakıp giderken gözüm bir numaraya birde gittikçe uzaklaşan Vahit'e takılıyordu.
HAY AĞZINI KIRAYIM, BEN NASIL İKNA EDECEĞİM CİHANGİR'İ! Filli pijamalarımı giyip dondurma yemeye mi davet etsem? Tabi, hemen tav olur.
Gözlerim masadaki numara da takılı kalırken yanı başımdan gelen sesle irkildim. "Hayırlı işler."
Gökalp, tüm yakışıklılığıyla yanımdaydı. Az önce Vahit'in oturduğu yere geçip otururken geriye yaslanıp kollarını da sandalyenin yanlarına koydu. Görsel şölen zalımın oğlu. Kaşına gözüne kurban olacağım şimdi. Aklımı hayalimle birlikte aldın be. Bu anın ortasında çok kısa bir an beynimde aksanlı bir Latinceyle cogito ekso sum sesi yankılandı. Sesle birlikle gördüğüm yüz beni dumura uğratsa da bunu belli etmemeye çalıştım.
"Hayırlı işler dedim." Başımı iki yana sallayıp kendime gelirken cevap verdim. "Teşekkür ederim." Dudağının kenarını ısırıp gülmemeye çalışıyordu. "Çok yorucu bir gün sanırım." Dudağımı büktüm. "Bayağı." Gülmesini daha fazla tutamamış olacak ki kısa bir kahkaha attı. İçim eriyecek sandım.
"E sana bir çay söyleyelim, dinlen biraz."
"Bu masa iyi mi yoksa şurası daha boğaz manzaralı oraya mı geçmek istersin?" "Ne?" Ne? Gerçekten ne? ADAM SENİNLE DALGA GEÇİYOR SALAK.
Lava oturmuş gibi hızla yerimden kalktım. Dengem sarsılırken geriye doğru düşmemek için kısa bir çaba sarf ettikten sonra dik durmayı başarabildim.
"Çok özür dilerim, Gökalp. Kaytarmış gibi oldum." Gülmesi solarken öne doğru eğilip eliyle sandalyeyi işaret etti. "Otur lütfen, kusurluk bir şey yok. Sadece diğer herkes çalışırken senin oturman adaletsizlik olur. Ama mevzu bu da değil. Biriyle oturuyordun, yanlış anlamazsan kimdi o?"Tekrar geri yerime oturdum. Hayran olunası bir adamdı. Her haliyle. "Cihangir'in babasıydı." Tek kaşı havalanırken ağır ağır başını da salladı. "Hmm, ne için gelmiş?" "Bir şey rica etti." Detayını veremezdim. "Özel sanırım." "Onların özeli." Anladığını belirtir bir şekilde başını salladı. "Problem yok değil mi?" Omzumu silktim. "Yok herhalde."
Gözleri masadaki numaraya takıldı. "Numara sana mı ait?" Az kalsın unutacakken hatırlatmış olmasına minnet duyarak numarayı alıp önlüğümün cebine attım. "Unutuyordum az kalsın."
"İyi o halde. Marş marş, iş başına!" O, hızla ayaklanırken bende peşinden ayaklandım.
Geriye kalan günde beynimde kapsamlı düşüncelerle çalışmaya devam ettim.
İkna edilmesi gereken bir Cihangir.
estağfurullah. 1
***
"Böcek, şu kumandayı uzat bakayım."
Berfu, küçük dudaklarını öne doğru büzüp kumandayı ayaklarını sürüye sürüye getirdi. Sonra da feryadı kopardı. "ANNEEE! Zare bana böcük diyooğğ!" Konuşmasına karşı kahkahamı tutamazken annemden cevap gelmeyince daha çok zırlayan kardeşimi camdan çöp konteynerine fırlatmamak için haklı sebepler arıyordum.
"Berfu, ablam, abim sana barbie bebek almış biliyor musun? Ama odasında saklıyo-" Daha cümlemi tamamlayamadan koşar adımlarla abimin odasına doğru gitmeye başladı. Yer cücesi.
Televizyonda eğlenceli bir içerik bulamayınca İnternete bağlandım. Oradan bir komedi filmi açıp keyif yaparken annem mutfaktan seslendi.
"Sare, gel annem sofrayı kuralım." Lan ben zaten garsonum bir de evde sofra kurmak nedir? "Geliyorum anne." Yiyorsa söyle içinde kopan fırtınaları. Yemez, yemiyor.
Sofrayı kurduk derken abimlerde geldi. Sessiz bir şekilde yenen akşam yemeğinden sonra sofrayı toplayıp bulaşıkları da makineye yerleştirdik. Ev eşrafı içeride çay beklerken garson Sare çay başı bekliyordu. Evin tek kızı olmak böyle bir şey işte. Pamuk prenseslik hayal, varsa yoksa Kül Kedisi gibi çay demle.
Suyun kaynamasını beklerken aynı zamanda da sosyal medya hesaplarımı kontrol ediyordum. Gökalp'in story paylaşımını görünce heyecanla üstüne tıkladım. Yukarıda gördüğüm iki dakika önce yazısı kafamı kaynar sulara sokma hissi uyandırmıştı. Alarm mı kurdun be zalımın kızı ya! Baktım zaten hakedilsin, diyip storye odaklandım. 1
Bugün bizim oturduğumuz masadan boğazın bir fotoğrafını paylaşmıştı. Güzelde bir müzik çalıyordu. Can Ozan-Selin, Seni Gördüğüm An. Storyi başa sarıp tekrar tekrar izlerlerken enseme vuran nefesle irkildim. "İçine düşeceksin."
Göz devirip telefonu arka cebime attım. Arkamı dönüp tezgaha yaslandım. "Kişisel sınır diye bir şey duymadın mı sen?" İki kaşını birden kaldırıp "cık" diye bir ses çıkardı. Eş zamanlı olarak da üstüme doğru gelmeye başladı. Nefesim yolunu şaşırırken ne yaptığını sorgulayamayacak kadar uyuşmuştu beynim. Sokrates aşkına, ne oluyor bana bugün?
İyiden iyiye yaklaşırken aramızda yalnızca birkaç santimlik bir mesafe kalmıştı. İlk defa dikkatle yüzünü inceledim. Yeni kesilmiş sakallarının uçlarını görecek kadar yakındım. Yüzü bir erkeğe göre oldukça pürüzsüzdü. Bembeyaz teni de onu süsleyen yegane unsurlardandı. Kalın ve pembe dudakları vardı. Kaşları seyrekti. Gözleri kahvenin güzel bir tonuydu. Kirpikleri de o kadar uzun değildi. Ama bakışları derindi. Yutkunduğunu adem elmasının hareket etmesinden anladım. Sol elini tezgaha yaslarken bu hareketi sonrası aramızdaki mesafeyi sıfıra indirmişti. Alnım çenesine vururken heyecandan ne yapacağımı bilememiş ve hiç olmayacak bir şey söylemiştim.
"Üvey annenden hiç bahsetmedin?" 2
Nefes almadığını hissettim. Durdu. Durdum. Alnım hala çenesinde, eli hala tezgahta, kalbi hala kalbimin yanında atıyor ama kırık, hissediyorum.
Geri çekildiğinde elinde çay demliği vardı. Bilinçli olarak elinde tuttuğunu düşünmüyordum çünkü bakışları çok boştu. Hoşlanmayacağım derecede boş.
Gözleri yüzümün her zerresinde dolaştı. Bir adım geri çekildi ve elindeki demliği olduğu gibi yere bıraktı. 1
Bu kadar ses demlikten mi geldi yoksa onun kırık kalbinden mi? İyi de neden? 1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |