
Bölüm 10:
"Yabancı İkilemler"
Bölüm Müziği: Yiruma-River Flows in You
🐸
Çıplaklık.
Saf ve kemiksiz.
Utanç.
Belki de hiç olmadığı kadar.
Ve ihanet.
Yıkılan inanç surları.
Aşk, her zaman karşılık bulmadığı gibi ihanette bağlılığın olduğu kişiye yapılmaz. İhanet, bazen yalnızca kendinedir. Kendine olan saygına ihanet edersin. Kalbinde filiz filiz büyüttüğün aşka ihanet edersin. Bazense yalnızca inançlarına ihanet edersin.
İhanet ettim.
Tarık’ın yaşadığım bu ihanet duygusundan bir haber olduğundan eminim. Fakat damarlarımda ettiğim ihanetten dolayı müthiş bir utanç kıvranıyor. Ve inancım yıkıldı. Öyle bir anda oldu ki nasıl oldu anlamadım bile. Bakışlarında gördüm. Yaşadığı hayal kırıklığı aslında inancımın da yıkımıydı. Bize dair olan ne kadar inancım varsa yeşil gözlerinde öldürmüştü bir anda.
"Lale!"
Dakikalardır içimden Fırat’ın susması için yankılı ikazlar da bulunuyordum. Ve hayır, bunu ona hiç söylemedim. Kendi sesimi duymaya hazır değilim. Sessizliğim yaşanılanların gerçekliğini sorgulamama sebep oluyor ve burada mutluyum. Eğer konuşursam gerçeğe döneceğim ve Tarık’ın sırtı her şeyden daha can yakıcı olacak.
"İyi misin? Rengin çok soluk duruyor."
Hiç iyi değilim, Fırat. Gözlerim uzun süredir boşlukta. Tarık’ın hayalini görüyorum. İçinde bulunduğum bu elbise canımı çok sıkıyor. Saçlarımı örtecek bir kapüşona ihtiyaç duyuyorum. Ruhum çırılçıplak sanki. Utanç duyuyorum. Herkes bana bakıyor gibi rahatsız oluyorum. Tüm tüylerim diken diken, buraya ait değilim, biliyorum. Ve evet, hiç iyi değilim, Fırat.
"Endişe ediyorum artık."
Bende endişe ediyorum, Fırat. Çok endişe ediyorum. Tarık, bir daha yüzüme eskisi gibi gülmezse bulutlu göğümün karanlığa hapsolacağını biliyorum. Ben zaten güneşi senede birkaç kez görürken karanlığa nasıl alışırım bilmiyorum. Çılgınca düşünceler dönüyor zihnimde. Kendi sesimde boğuluyorum. Biri omuzlarımdan tutup sarssa, belki kendime gelirim diye umuyorum. Ve evet Fırat, bende endişe ediyorum.
"Pardon, soğuk bir su alabilir miyim?"
İçimdeki yangını bir tek soğuk bir su söndürür zaten. Abartıyor muyum? Hangi duygu abartılmalı, bilmiyorum. Yalnızca Tarık’ın sırtını dönüp gitmesi ve gözlerine oturan hayal kırıklığı abartılması gereken olaylar. Çünkü insan henüz hiç dokunmadığının sırtıyla göz göze gelince yıkımı da büyük oluyor.
"Lale, hadi şu suyu iç."
Fırat, keşke bana dokunmasan. Seni çok fazla hatırlamıyorum. Bana kırmızı bir gülle çıkma teklifi ettiğin çok net aklımda. Kalbim o kadar Tarık'la doluydu ki gülü, yazdığın notla birlikte hiç okumadan çöpe atmıştım. Hem ben gül sevmem, Fırat. Lale severim çünkü Tarık’ın en sevdiği çiçek laledir.
"Lale!"
Elini tekrar kolumun üstünde hissedince irkilerek geri çekildim. Dünyadan kaçış sürem kaç dakika sürmüştü, bilmiyorum. Fakat şimdi gerçekle yüz yüzeyim.
Can ve Fırat neyin iddiasına girdi, bilmiyorum. Bir iddianın mezesi olduğum için kızgınım. Tarık gördüğü için ayrıca kızgınım.
Kolumu hızla geri çektim. Elini yavaşça yukarı kaldırdı. "Tamam, sadece suyu iç."
Uzattığı suyu alıp bir dikişte içtim. Dişlerim de başlayan soğukluk, boğazımdan mideme kadar indi. Kısa süreli bir şok etkisi yaratmıştı ve azda olsa iyi gelmişti.
"Daha iyi misin?"
Gözlerim etrafa kaydı. Herkes kendi halinde yemeğini yiyordu. Masaya baktım. Buraya ait değildim. Ağaca çıkan balık gibi abes duruyordum. Balığın yeri her daim sudur. Benimde yerim her daim Tarık'ın yanı olmalı. Özgürce, dilediğim gibi hareket ettiğim Tarık'ın yanı...
"Kalkmak istiyorum."
Bunu söylerken bakışlarımı masaya gömüp ellerimle elbisemi delicesine sıkmıştım.
Çıplaklık.
Saf ve kemiksiz.
Ruhumdan bedenime vücut bulmuş halde.
"Tamam. Hiç problem değil. Yalnızca iyi olduğunu söyle bana."
Yalnızca bir iki defa gözlerimiz değmişti. Cesaret edip tekrar baktım gözlerine. Rol yaptığını düşünüyordum ta ki gözlerinde yatan endişeyi görene kadar.
Bir yere kadar yufka yürekli bir insandım. Bu yüzden onu daha fazla endişe içinde bırakmadan yavaşça başımı salladım.
"Hadi gidelim o zaman."
Elbiseyi bir defa daha sıktım. Bu şekilde hiçbir yere gidemezdim.
"Önce bir tuvalete gideyim."
Cevap beklemeden masadan kalkıp kör bakışlarla tuvalete geldim. Askıda duran çantamı alıp kabine girdim. Çıkardığım kıyafetleri geri giydiğimde özüme dönmüş gibi hissediyordum. Bu elbise tamamen zıttı ruhuma.
Kabinden çıktığımda aynadan kendime baktım. Yüzüm bembeyazdı. Saçlarım daha kabarık. Kapüşonu kafama çekip bu görüntüyü az da olsa kamufle etmeye çalıştım. Bu esnada tuvalete giren kadının garip bakışları beni buldu. Korktuğunu düşündüm. Kim tuvalette böyle birini görse korkar. Yanından geçerken kenara kayması da bu düşüncemi destekledi.
Tuvaletten çıkıp masaya geri döndüğümde Fırat, öylece dışarı bakıyordu. Onunla bu halimi paylaşmak her ne kadar içimden gelmese de şu anlık başka çarem yoktu.
Başını çevirdi. Ve kademe kademe bakışları değişti. Önce gözleri büyüdü sonra ağzı bir açılıp bir kapandı. Yüzüme baktı. Tekrar kıyafetlerime baktı. Bir müddet crocslarımı incelediğine emindim.
"Sen," deyip duraksadı.
"Ben çıkıyorum."
O da kalktı. "Şey... Kusura bakma. Beraber çıkalım. Suyu ödeyip hemen geliyorum."
Fırat'a kısa bir baş sallayıp ruhumu daraltan kafeden çıktım. Çıktığım halde tüm herkesin bana baktığını hissediyordum. Sanki herkes, buraya farklı kıyafetlerle gelip tuvalette değiştirdiğimi biliyormuş gibi bakıyorlardı bana. Ve muhakkak aralarında bazıları da biliyordu. Sosyal fobimin artmasında ki yegane unsurlardan biri de buydu. Keşke kimse kimseye bu kadar çok dikkat etmeseydi.
Fırat, kafeden çıktı.
Bana doğru geldiğinde kafamda yaptığım konuşmayı ona yapmam gerektiğini tekrar ettim kendime.
Tam karşımda durdu.
"Neler olduğunu anlatacak mısın?"
Bakışlarımı göğsünde sabitleyip konuşmaya başladım.
"Bir şey anlatmak durumunda değilim. Bir iddia uğruna beni oyunlarınıza alet edip bu şekilde kullanmanız çok terbiyesizce. Can’a borçlu olmasaydım asla gelmezdim."
"Lale..."
"Dinle lütfen. Dediğim gibi bu durum bana karşı yapılan büyük bir saygısızlık. Ben sizin oyuncağınız değilim. O yüzden bu gece aslında hiç yaşanmadı. Ben unutacağım, sende unutsan iyi edersin."
Sözlerim biter bitmez arkamı dönmüş gidiyordum ki bir çırpı da önüme geçti.
"Lale, bak düşündüğün gibi değil."
Sırt çantamın kolunu daha sıkı tuttum. Abim ve Tarık dışında bir erkekle yaptığım en uzun konuşmaydı bu. Geriliyordum. Gerildiğim zaman cümle kurmam da bir hayli zorlaşıyordu.
"Can... Yani ben seninle yemeğe çıkmak istediğim için paradan vazgeçip bunu ayarlamasını söyledim. O da yapabileceğini söyledi."
Söyledikleri umurumda bile değildi. Tek düşündüğüm buradan bir an önce uzaklaşmaktı. Hatta fırına gitmek. Tarık’la konuşmak.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"Emelinize ulaştınız. Beni artık rahat bırak." Yanından geçmeye çalıştım. Tekrar önüme geçti.
"Sence bunca yıl sonra neden tekrar şansımı deniyorum."
Yavaş yavaş kızardığımı biliyordum. Lisedeyken de içine kapanık bir kız olduğum için erkekler bana çok fazla yaklaşmak istemezlerdi. Ayrıca çirkindim de. Benden çok daha güzel kızlar vardı okulda. Onlar dururken bana yaklaşmak istemeleri zaten çok saçma olurdu.
Fırat hariç.
O, oluşturulan tüm tabuları yıkıp bir gülle hayatıma girmeye çalışmıştı.
"Bak, bunlar beni ilgilendirmiyor. Yalnızca gitmek istiyorum."
Eli koluma doğru uzanırken bir adım geri çekildim. O da tekrar bir adım bana doğru geldi.
"Seni de ilgilendirmesi için çabalıyorum işte."
"Çekil önümden."
Minik bir adım daha atıp daha çok yaklaştı. Yaşanan bu gerginliği daha fazla uzatamayacağımı bildiğim için yanından hızla geçmeye çalıştım. Dirseğimden yakaladı. Kolumu çekeceğim esnada...
"Bıraksana lan kızı!"
Gitmişti. Kendi gözlerimle görmüştüm. Gitmişti. Ya da gitmemiş miydi?
Fırat'ı göğsünden ittirip bir adım geri düşürdüğünde kalkan yumruğuyla korkuyla ona doğru atıldım.
Zaten darptan yeni göz altına alınmıştı. Bir ikincisi, sonu olurdu.
Ellerim göğsünde sabit kalırken var gücümle geriye doğru ittim.
"Tarık abi! Lütfen!"
Bana bakmadı.
"Bir şey yaptı mı sana?"
"Ben Lale’ye zarar vermem."
"Yapmadı," dedim, hızlıca.
Bana yine bakmadı.
Gözleri yalnızca Fırat'taydı. Yanına düşmüş kolları öfkeyle kasılıp duruyordu.
"Sen kim olarak karışıyorsun?"
Yüzünde bir anlık oluşan afallama beklediğim bir şey değildi. Düşündü. Neyi düşündü? Abisiyim diyecekti. Maalesef abisiyim.
"Sana hesap mı vereceğim? S*ktir git, akşam akşam asabımı bozma benim."
"Şimdi gidiyorum ama tekrar görüşeceğiz... Lale."
Ellerim altında ki göğsü tekrar ileri atılınca bir kuvvet tutmaya çalıştım.
"Hala görüşürüz diyor. Defol lan!"
Burnundan aldığı derin nefesler yüzümü yalayıp geçiyordu. Ne kadar süre ellerimle göğsünü tuttum bilmiyorum. En son bir hışım geri çıktığında bu son buldu.
Öfkeyle iki adım ileri gidip tekrar geri döndü. Saçlarının arasından elini sertçe geçirdi. Yerde gördüğü ufak bir taşa gelişine tekme savurdu. Ağzının içinde arsız bir kaç küfrün savrulduğunu duydum.
Nihayetinde durduğunda boş bakışlarla bir müddet yeri izledi. Elleri belinde saniyelerce bekledi. Bende bekledim. Bana baksın diye bekledim.
Bana bakmadı.
"Yürü gidiyoruz."
Bunları da bana bakmadan söyledi.
Eliyle önünü işaret ettiğinde sessizce önüne geçtim. Yaklaşık bir adım geriden beni takip etti.
Bizim sokağa girdiğimizde de takip ve sessizlik devam etti.
Tüm yol boyunca içim içimi yedi. En azından bir söz olsun söyler sanmıştım. Oysa hiçbir şey söylemedi. Elbiseyi sorsun istedim. Neden orada olduğumu sorsun istedim. Hiçbir şey sormasa bile öylesine bir şey söylesin istedim. Ama o, sessizliğiyle cezalandırmaya devam etti.
Apartman kapısının önüne geldiğimde hala bir adım arkamda olduğunu biliyordum. Bir cesaret geri döndüm.
Bakışları yerdeydi.
Ve yine bana bakmamaya devam etti.
"Tarık abi," dedim cılız bir sesle.
Bakmadı.
"Söyle." Net. Keskin.
"Şey..." Sustum. Alt dudağımı acımasızca kemirdim.
"Söylemeyeceksen, iyi geceler."
Acımasızdı. Affı yoktu. Duvar örünce sert, yüksek ve kalın örerdi. Yakınındaysan en güzel yüzünü gösterirdi ama bir kez uzağına düşünce gülüşüne hasret bırakırdı işte.
"Ben... Oraya, o elbise. Yani." Yutkundum.
İleriye doğru kısa bir adım attım. Bana baksın istedim. Gözlerini görürsem ne hissettiğini de anlardım belki. Neden yüzüme bakmadığı orada yazıyordur belki.
"Yani?" dedi sabırsızca.
Diyemedim. Can’ın yüzünden diyemedim. Bir iddia uğruna diyemedim. Eğer dersem yine başı belaya girerdi. İstemedim.
"İyi geceler, Tarık abi."
İşte o an yüzüme baktı. Başını öyle hızlı kaldırdı, yüzüme öyle bir baktı ki, hüngür hüngür ağlamak istedim.
Bu yaşıma kadar yeşil gözlerinde görmediğim bir karanlık vardı. Ardı bomboş... Kara delik gibi. Baktıkça içine çekiyor. Aynı zamanda üşütüyor. Ve ömrüm boyunca bir daha bu bakışı görmemeyi diledim.
Çaresizce.
İyi geceler, der diye bekledim. O ise arkasını dönüp öylece gitti. Apartmana girdi. Demir kapıyı sertçe çarptı. Yüzüme çarpılmış gibi irkildim.
Savunmasız hissediyorum. Yirmi iki yıldır sol yanım doluyken şimdi oradan sert bir rüzgar estiğini hissediyorum.
Kimliksiz.
Evet, kim olduğumu bilmiyorum. Tarık'la varolmuşken şimdi onun gülüşü olmadan nasıl varolunur, bilmiyorum.
🐸
Tarık, odasına girdiğinde burnundan soluyordu. İçinde kaynayan bir ateş vardı. Fakat aynı zamanda da buz yanıkları kalbinin üstünde sızlıyordu. Ateş ve buzun dengesiz ikilemini derinden yaşıyordu.
Bu hayatta anlam veremediği çok az şey olurdu. Bu da onlardan biriydi. Bu haline anlam veremiyordu. Lale’yi o elbiseyle ve o adamla gördüğünden beri hiç iyi değildi.
Lale’yi ilk elbiseyle gördüğü an, yüzünde şaşkın bir gülümseme meydana gelmişti. Hatta öyle bir gülümseme ki bu, oldukça uzun sürmüştü. Onu, ilk defa böyle görüyordu. Çok farklıydı fakat güzel olduğundan oldukça emindi. Lale, Tarık’a göre zaten çok güzeldi. Lale’nin güzelliğini fark etmesi için böyle elbiseler giymesine gerek yoktu. Her daim kafasına örttüğü kapüşonla bile Lale’nin güzelliğini fark edebiliyordu. Bu yüzden hiçbir zaman onun için kıstas olan güzel elbiseler, makyajlar, takılar olmamıştı. Onun için tek bir kıstas vardı, her ne varsa içinde Lale’nin olması. O varsa zaten güzelleştiriyordu her yanı. Tıpkı Lale çiçeği gibi. Dağların eteklerinde yetişen ve rengiyle süsleyen Lale çiçeği gibi...
Sonra masaya geçmişti. Uzun bir süre öylece izledi. Tedirginliğini o mesafeden bile anladı. Ne kadar utandığını görüyordu. Onun için öyle bir elbiseyle kalabalığın içinde oturmak zulümden farksızdı. Bu anlarda Tarık’ın gülüşü soldu. Lale, böyle bir ortama bu şekilde bir kıyafetle ait değildi. Onu oradan alıp çıkarmak istedi. Fakat sırası değildi. Neden buraya geldiğini öğrenmeliydi.
Sonra o adam çıka geldi. Tarık’ın yüzüne dehşet bir ifade oturdu. Tüm mimikleri donmuş gibiydi. İçinde harlanan öfkeden korktu.
Onun Lale'si, onun nadide çiçeği, onun her daim koruduğu utangaç kız, burada bir adamla mı buluşacaktı?
Beyni zonklamıştı. Evet, tam anlamıyla beyni zonklamıştı.
Lale’yle göz göze geldiklerinde ve o adam Lale’nin elini tuttuğunda ise bu zonklama şiddetli bir ağrıya dönüşmüştü ve yalnızca da başında değil, kalbinde de... Sonra yavaş yavaş büyün vücudunu sarmıştı. Nefes alamıyor gibi hissetmişti. Nedenini bilmediği bir hayal kırıklığı özgürce damarlarında dolaşıyordu. Şu dakikalarda ateşli bir hastalık geçirdiğini bile düşünmüştü. Yoksa tüm bunları neyle açıklayabilirdi?
Açıklayamazdı.
Hala açıklayamıyordu.
Üzerindeki tişörtü bir çırpı da çıkarıp yatağına attığında da açıklayamadı.
Keza kemerini söküp atarken de bu böyleydi.
Kıyafetlerini çıkardığında dolaptan siyah bir şort alıp giydi. Üstüne herhangi bir şey giymek istemedi. Belki sırtı biraz rüzgar almalıydı. O zaman aklı başına gelebilirdi. Nafile olduğunu anlayacaktı elbet ama bunun içinde epey bir zamanın geçmesi gerekiyordu.
Çılgınca atan bir yürekle pencere kenarına geçip karşıdaki karanlık odaya baktı. Lale, hala odasına geçmemişti. Karanlık odaya bakmak bile ruhunu kemiren ateşe fazladan odun atıyordu. Bu yüzden perdesini hızla çekti.
Odanın içinde volta atmaya başladı. Dakikalar geçtikçe iyi hissetmek bir yana dursun iyice kafayı yiyecek gibi oluyordu.
"Lavuk! Nereden bulduysa bu ibneyi de!"
Aklında yer eden sorulardan sadece biriydi.
"Yetmezmiş gibi hiçbir açıklama yapmadan iyi geceler diyor. Kafayı yersin. İyi geceler! Kolaysa sana iyi geceler!"
Söylediklerini çokta kulakları duymuyordu. Öfkenin müthiş bir dışa vurumuydu ve böyle anlarda zaten kulaklar genelde sağır olurdu.
Bir müddet daha söylenerek döndü oda da. Döndükçe öfkesi arttı. Döndükçe yitirdi aklını. Öyle yitirdi ki çıplak ayakla sertçe dolabına vururken buldu kendini.
Acıyla ayağını tuttu.
"Beynime tüküreyim!"
Seke seke yatağa geçip uzandı. Göğsü hala dinmeyen bir öfkeyle inip kalkıyordu.
Gözünün önüne bir anda Lale’yi elbiseyle gördüğü ilk an geldi. Tekrar yüzünde oluşan aptal sırıtışa mani olamadı. Ve ardından yine o adamın yüzü belirdi. Lale’nin elini tutan eli... Şimdi de dişlerini sıkarken buldu kendini. İşte böyleydi. Bu kadardı.
Çıldırmanın eşiğinde delice dans ediyordu. Ruhuna ızdırap veren yabancı duyguların ikilemiyle savaşıyordu.
Gözlerini kapattı. Henüz saatin dokuz çeyrek olduğunu bilmeden hemde. Tarık, asla bu saatte uyumazdı. Yaşadığı duygu karmaşasından kaçmak istediği için gözlerini kapattığını da bilmiyordu. Yaptığına yalnızca dinlenmek adını vermişti. Evet, dinlenecekti. Tüm bunların Lale’yi hayatında ilk defa bir erkekle görmesiyle alakası yoktu. Lale’nin bir açıklama yapmamasıyla da alakası yoktu. Yalnızca dinlenmek istiyordu. Dinlenmek ve unutmak... Gördüklerini, duyduklarını ve en çokta hissettiklerini... Uyandığında yine eskisi gibi abi rolü yapacaktı. O kadar iyi yapacaktı ki uzun zamandır hislerine örttüğü perdeyi tekrar örtecekti. Ve bu evrende Lale, kardeşi olarak kalmaya devam edecekti.
Bir yere kadar.
Duygular ne kalbe ne kalıbına sığamayana kadar.
-
buluşmamız bu kez uzun sürdü sanırım:)
oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen...
şuraya da bölüm hakkındaki yorumlarınız bekleniyor:))
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.93k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |