
Bölüm 14:
"Voltajı Yükselen Aşk Hattı"
Bölüm Müziği: Taylor Swift-All Too Well
🐸
Hani bazen güçlü duygularla her yanınız sarıp sarmaladığında yanlış fiiller yapacak olursunuz ve farkına varmazsınız ya... Sonra -aman yapayım, en fazla ne olabilir ki- dersiniz ya... Ve en sonunda da pişmanlıktan yanıp kavrulursunuz ya...
Evet, ne olduysa iki gün önce olmuştu. Kampta... Her hatırladığımda utançtan kafamı yastıklara gömdüğüm, o olay.
Tam iki gündür evden çıkmıyordum. Utancım sırtıma ağır geldiğinden perdelerimi bile açamıyordum. Olur da göz göze gelirsek ne yapacağımı kestiremiyordum çünkü.
Bir hata... Bana göre hata değil fakat durumu özetlemek için kullanılması gereken sözcük bu. Bir hata... Tüm her şeyi alt üst etmişti.
"Lale," diye bağırdı abim içeriden.
Evet, artık işe gitmiyordu. Çünkü artık bir işi yoktu. Beyefendi uygun olmayan iş koşulları yüzünden istifa etmişti. Ve tam iki gündür de başımın etini yiyordu.
"Efendim!" diye geri bağırdım.
"Tarık gelecek. Banyoya giriyorum ben. Kapıyı sen açarsın."
Hızla "Açamam!" diye bağırdım.
Yataktan ne ara kalkıp ayağa dikeldim, anlamadım bile.
"O niyeymiş?"
Sesi git gide yakınlaşırken, ne demem gerektiğini çok da hesap etmeden...
"Çıplağım çünkü."
"Giyin o zaman, Lale. Salak mısın?"
"Sıcak ama."
Konuşmanın yanlış bir yöne evrildiğini anlayınca sessiz kaldım.
"Belli, yine kafan iyi değil senin. Banyoya giriyorum. O kapı açılacak."
Ağzımı açıp geri kapattığımda yatağıma oturdum. Umutsuzca ellerimi yüzüme kapattım. Ağlamaklı sesler eşliğinde kapıyı nasıl açacağımı düşündüm.
Yüzüme bakar mıydı?
Ya o günle ilgili konuşmak isterse?
Ne yapacağım?
Ah aptal kafam!
🐸
İki gün önce...
Yeşil gözleri müthiş bir gülümseme eşliğinde kısılmıştı. Ya henüz ne dediğini fark etmemişti ve o yüzden gülümsemeye devam ediyordu ya da söylediği söz, onun için çok da bir anlam ifade etmiyordu.
Peki ya benim için?
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Heyecanımı bu şekilde tek düze bir anlatımla ifade etmek hoşuma gitmese de tarif edecek kelime bulamıyordum.
Bana diyordu ki, en sevdiğim koku senin kokun... Bu ne demekti? Ben, fazla kitap okurum, fazla hayal kurarım. Bu da kurduğum hayallerden biri miydi?
Sesler kulaklarımda uğulduyordu. Aşktan sarhoş olmuş olmalıyım, gözlerimde neredeyse bulanık görüyor.
Boğazımın kuruduğunu hissediyorum. Konuşsam sesim beni rezil edecek de, edilen bu iltifat unutulacak diye korkuyorum.
Çekingen bakışlarla yüzüne bakmaya devam ederken, onun tarafından yolunu şaşırmış bir balık gibi gözüktüğümü düşündüm.
Tam belli belirsiz bir soluk almış konuşacakken, abim geldi.
Enseme arkadan yapıştırdığında başım öne savruldu.
"Bari burada aç şu kapüşonu ya!" deyip elini başıma uzattığında geri çekilmeye çalıştım.
"Ben mutluyum böyle."
"Pişeceksin kızım."
"Ya abi sana ne!"
"Abiye sana ne denmez. Gel buraya!"
Kapüşonumu arkadan tutmuş çekerken ben de önden çekmeye çalışıyordum. İnsanların bu küçük çaplı tartışmaya dönüp baktıklarını hissettim. Böyle bir topluluk bize bakarken saçlarımı açamazdım. Kıvırcıklardı ve kıvırcık saçlar çok sevilmezdi. Zaten çirkinken daha fazla çirkin gözükmek istemiyordum.
Yüzüm utançtan kızarmışken başımın üstünde bir el daha hissettim.
"Bırak kızı, Harun. Nasıl rahat hissediyorsa öyle devam etsin."
"Heh, ben de diyorum nerede kaldı kurtarıcı prensimiz."
Söylenerek geri çekildi. Tarık’ta elini çektiğinde yüzüne minnetle baktım. Göz kırpıp abime laf yetiştirdi.
"Oğlum, senin neden işe yarar tek bir hareketin yok?"
Abim, ağzının içinde bir küfür yuvarlayıp yerden aldığı küçük bir taşı ona doğru attı. Bazen aklen büyüyememiş bir ergen gibi davranıyordu.
"Çok konuşma, çok işe yarayan eleman! Madem işe yarayan bir hareketim yok, çadırlar ellerinden öper."
Tarık, abime karşı yalnızca gülümsedi. Bana döndüğünde ise "Lale, bana yardım eder. Değil mi?"
Ufaktan başımı salladım.
"İyi, ne haliniz varsa görün."
Abim, dünden razı bir şekilde işi başımıza yıkıp salınarak yanımızdan ayrıldı. Yine güzel bir anı mahvedip, gitmişti. Edilen iltifat rafa kalkmış yerini kurulması gereken çadırlar almıştı.
Başladık çadırları kurmaya. Herhangi bir beklentiye girmedim. Çadır kurarken romantik anlar falan... Hepsi hikaye. Filmlerde yaşanır belki ama bizim gerçekliğimizde bu pek mümkün değildi.
Tarık, elini attığı her işi öyle ustalıkla halleder ki, sadece bakarsınız. Küçükken de bu hep böyleydi.
Çadırlar bittidiğinde gün, öğleden sonraya dönmüştü. Etrafta müthiş bir hengame vardı. Herkes, bir işle uğraşırken bazıları da mangal yakmaya başlamışlardı. Tarık’ta mangalın başına geçenler arasındaydı.
Tüm bunlar olurken ben, iki çadırın arasına kurulmuş yerdeki taşlarla oynuyordum.
Her ne kadar ormanı dinlemek istesem de buradaki kalabalık buna müsaade etmiyordu. Yine de aradan sızan kuş cıvıltıları mest etmeye yetiyordu.
Tarık’ı ve söylediklerini düşündüm. Bir başkası benim yerimde olsa tüm bunları aşka yorabilirdi. Fakat ben yoramıyordum. Çünkü Tarık... Tarık işte. O, her haliyle iyi olandı. Ben ise henüz başındaki kapüşonu bile açmaya cesareti olmayan asosyal bir kızdım. Her ne kadar kırıcı bir tabir olsa da Tarık, bana bakmazdı. O, daha çok...
Yanıma yaklaşan kişiye baktım. Gonca...
Evet, Tarık daha çok Gonca kadar güzel olan kızlara bakardı.
"Selam," deyip yanıma oturdu.
"Selam," dedim yerdeki taşlarla uğraşmaya geri dönerken.
"Neden burada yalnız başına oturuyorsun? Şurada voleybol oynuyoruz. Sen de gel."
Hayır, diyeceğimi bile bile neden bunu yapıyordu, anlamıyordum.
"Teşekkür ederim. Ben iyiyim böyle."
Elini omzuma atarken "Hadi ama," diye ısrar etti.
"Siz oynayın lütfen," deyip yana çekilerek elinin boşluğa düşmesine sebep oldum.
"Peki..." Gitsin diye beklerken o, oturmaya devam etti.
Aslında buraya bunun için gelmediğini biliyordum. Başka bir şey söylemek istiyordu fakat nasıl söyleyeceğini bilmiyormuş gibi bir tavrı vardı.
"Şey..." dedi en sonunda.
"Dinliyorum."
"Aslında ihtimal vermiyorum ama..." Sesi kinayeliydi. Devam etti "Tarık’la aranızda bir şey mi var?"
İhtimal vermiyorum... Uzaktan bir göz için bile ne kadar da imkansız duruyorduk.
"Nereden çıkardın?"
Her ne kadar yüzüne bakmak istemesem de baktım.
Gözleri, mangalın başında etleri çeviren Tarık’taydı.
"O... Hiç kimseye sana davrandığı gibi davranmıyor."
Bana baktığında yüzünde anlam arayan bir ifade vardı.
"Her yerde, her an seni ve iyiliğini düşünüyor. Benimle doğru dürüst konuşmuyor bile."
Yüreğimde yer eden sevinci belli etmemeye çalışarak dudak büktüm.
"Çocukluktan beri yan yanayız. O yüzdendir."
Bakışları tekrar bana döndüğünde söylediklerime ikna olmamış bir hali vardı. Birkaç saniye yüzüme öylece bakıp hiçbir şey söylemeden kalkıp gitti.
Karın ağrısı buydu demek.
Gerçekten de dışarıdan böyle mi gözüküyordu? Her koşulda beni düşündüğünü ben de biliyordum fakat dışarıdaki insanların bunu fark ettiğine olanak vermiyordum.
Etlerin pişme süresince de bunları düşünüp durdum. Çocukken de böyleydi. Hem, Gonca’nın dediği gibi bir şey olsa hissetmez miydim? Hissederdim, değil mi?
Tekrar büyük bir sofra kurulduğunda ben yine abim ve Tarık'ın arasında oturuyordum. Abim, soluksuz bir şekilde yerken Tarık, uzanamadığım tabaktan seçtiği kanatları önüme koyup duruyordu. Bunu her yaptığında Gonca’nın bakışlarını üzerimizde hissediyordum. Bazen yemeyi bırakıyor ve öylece bize bakıp duruyordu. Bu durum bir yandan keyif verse de diğer yandan garip hissettiriyordu.
Elimdeki kanatı yemeye devam ederken edilen sohbetleri dinliyordum.
Karşımızda yeni nişanlı bir çift vardı. Tanıyordum ama isimleri aklıma gelmiyordu.
"Hayırlı olsun, Gökhan abi," dedi biri. Çift tebrikleri kabul ederken bir başkası "Abi, çocukluk arkadaşınla nişanlı olmak nasıl bir his?" diye sordu.
Ağzımdaki lokmayı çiğnemeyi durduğumda daha dikkatli bir şekilde onlara bakmaya başladım. İkisinin de yüzünde mesut bir ifade vardı. Mutlu oldukları o kadar belliydi ki. Biz de... Bu düşüncenin devamını getiremedim.
"Acayip güzel kardeşim. Beraber büyüdük şimdi de beraber yaşlanacağız. Hoş, yengenizi ikna etmesi biraz zor oldu ama..."
Gülüşmeler artarken kadın lafa girdi "Kolay mı canım! Yıllarca abi bilmişim, bir gün karşıma dikilip sana aşığım demişsin... Boynuna mı atlasaydım?"
Çiğnediğim lokma boğazıma takılırken şiddetle öksürdüm. Elime uzatılan bardağı alıp öksürüklerimin arasında içmeye çalıştım. Nihayet soluk boruma kaçan parça çıktığında kırmızı bir yüzle doğruldum.
"Heh, bak aynı böyleydi son zamanlar. Ağzımın içine bakıyordu."
Kadının son söyledikleriyle tüm bakışlar bize döndüğünde ben, yalnızca ona baktım.
Utancımı yenmek için en çok da ne tepki verdiğini görmek için.
Temiz olan eli ensesine gittiğinde bir müddet orayı kaşıdı. Bakışları yerdeyken bir an da bana baktı. Göz bebekleri titriyordu sanki. Hayal gördüğümü düşünmesem onu ilk defa böyle gördüğümü söyleyecektim.
"Yani, dün abi dediğinize yarın kocam diyebilirsiniz kızlar. Ona göre dikkatli olun."
Kahkahalar sofrada uçuşurken biz hala birbirimize bakıyorduk. Bakmaya da devam ederdik, abim koluma çimdik atmasaydı.
"Önüne dön. İlk defa mı görüyorsun? Saçma sapan muhabbetler ediliyor zaten."
Abim, söylenmeye devam etti. Bense bir daha başımı yerden kaldıramadım. Tarık, kanat koymaya devam etti. Düşüncelerim arttı. İhtimal, yüreğimde belki de yer etti.
Yemekler yenmiş, sofradan kalkılacakken duymaktan nefret ettiğim o ses, yanı başımızda duyuldu.
"Selam millet!"
Başımı kaldırıp baktığımda Can’ı ve Fırat’ı gördüm. Tarık, doyamadığım bir şekilde ağzının içinde söylendi. Abim, çekinmeden küfrünü etti.
Fırat, dosdoğru bana bakıyordu. Rahatsız hissediyordum. Bunu belli edercesine yerimde kıpırdandığımda Tarık, "İstersen gece kalmayalım," diye fısıldadı.
"Yok. Yani iyiyim."
Peki dercesine başını salladı.
Görmezden gelebilirdim. Hep yaptığım şeydi ne de olsa.
Onlar kalabalığa karıştı. Ben de yalnızca oturuyor olmamak için sofranın kaldırılmasına kıyıdan köşeden yardım ettim. Bu fasıldan sonra bir grup -içine abim ve Tarık'ta dahil- gece ateş yakmak için odun toplamaya gittiler. Ben de kamp alanında kalmamak için daha doğrusu Can ve Fırat'la denk düşmemek için kampın aşağısında ki göle doğru yürümeye başladım.
Her adımda sesler biraz daha azalırken bu güzel yerde ihtiyacım olanın bu olduğunu düşündüm.
Uzaktan gördüğüm gölde yüzen ördekler gülümsememe sebep oldu. Daha dünmüş gibi hafızamda canlanan anıya sarıldım.
🐸
Lale, üzerindeki tişörtün eteklerini çekiştirip duruyordu. Zaten çıplak gibi hissediyordu. Üstüne bir de Tarık abisi -sana yüzme öğreteceğim- diye tutturmuştu. Küçük Lale, sudan korkuyordu işte. Ama Tarık, bunu kabul etmemekte ısrarcıydı. Her konu da öğretmeni olduğu Lale’ye, bu konuda da öğretmen olmak istiyordu.
Geldikleri küçük yüzme tesisinde onlardan ayrı birkaç çocuk daha vardı. Lale, onlar olduğu için ayrıca da gergindi. Yine de Tarık abisine güveniyordu.
"Bak Lale, ben gireceğim sonra sen gireceksin. Korkma ama tutacağım ben seni. Sonra gösterdiğim hareketleri yapacaksın. Hem, hemen öğrenirsin sen."
Lale, tedirgin bir yüz ifadesiyle onayladı abisini.
Tarık, dediğini yapıp havuza atladı. Suyun yüzüne çıktığında kenara yaklaşıp alttan Lale’ye baktı.
"Hadi gel!"
Lale, sıkıntıyla tişörtünün kenarlarını sıktı. Bir adım ileri atıp havuzun kenarına oturdu. Ayakları suya girince bile tedirgin olmuştu.
Tarık, ayak bileklerinden yakalayıp yavaşça suya çekti. Suya düşünce de batmasına izin vermeden yakaladı küçük bedenini.
Lale, korkuyla sarıldı Tarık’ın boynuna. "Bırakma beni, Tarık abi!"
Tarık, kıkırdadı. Kendini süper kahraman gibi hissediyordu. Lale’yi daha sıkı tuttu.
"Korkma, Lale. Ben, hep tutarım ki seni."
Sonrası ise küçük yüzme hareketlerini göstermeye çalışmakla geçti. Fakat Lale, Tarık’ın boynunu bırakmak istemediği için henüz hiçbir yol katedememişlerdi.
Dakikalar geçerken havuzda yüzen bir diğer çocuk alttan giderken Lale’ye takıldı. Lale, ansızın Tarık’ın boynundan koparılırken saniye geçmeden de suyun dibine battı. Tarık, tedirginlikle ona doğru gidecekken aynı çocuk bu kez de ikisinin arasından geçti. Ve Tarık'ın Lale’ye ulaşması biraz daha gecikti.
Yüreğinde müthiş bir korku vardı. Lale’nin çaresizce suyun dibinde onu beklediğini biliyordu. Öyleydi de...
Lale, su yutmamak için sıkı sıkıya ağzını kapatmış olsa da tedirginlikle burnundan su çektiğinin farkında değildi. Tarık abisi hala gelmemişti ve delice çırpındığı için de çoktan nefesi tükenmişti.
Ona doğru yaklaşan karaltıyı gördüğünde yuttuğu sular bilincini kapatmak üzereydi. Bu kadar çabuk boğulmanın mümkün olmadığını biliyordu fakat tedirgin olduğu için bu süreyi öne çekmişti.
Bedenine ince kolların sarıldığını hissetti. Sırtı soğuk fayansla birleştiğinde karnına bastırılan eller sonrası boğazını yakan suyu öksürerek çıkardığında bilincinin açıldığını hissetti.
Korkuyla "Bir daha suya yaklaşmayacağım," dedi. Sözünü tamamlar tamamlamaz Tarık, kollarını sıkıca boynuna doladı.
"Hiç yaklaşma. Asla ısrar etmem. Çok korktum sana bir şey oldu diye."
İki afacan sıkı sıkıya sarılmaya devam ettiler.
🐸
İskelede yürürken gülümsüyordum. O gün çok korkmuştum fakat yine de Tarık'ın bana ulaşacağını biliyordum. Çünkü hep öyle olurdu. Hep, en zor anımda yetişir, elini uzatırdı.
İskelede biraz daha ilerledim. Gölün epey ilerisindeydim artık. Yine de iskelenin ucuna gitmek istemedim. Bir adım kala durdum. Buradan da ördekleri izleyebilirdim.
Kuşların ve ördeklerin sesine odaklandım. Sonra gölü dalgalandıran rüzgarı dinledim. Şu dakikalarda oldukça huzurluydum.
İskelenin altına yaklaşan ördeklere baktım. Daha yakından izleme şansım vardı fakat korkum buna engel oluyordu. Bir şey olmayacağına dair kendime defalarca telkinde bulunduktan sonra bir adım daha attım.
Keşke atmasaydım...
Yerinden çıkmış tahta, bastığımda şiddetle yerinden oynadı ve bedenimi ileri doğru savurdu. Saniyelik bir anda suya düşeceğimi biliyordum ve korkuyla avazım çıktığı kadar bağırdım:
"Tarık abi!"
Bedenim gölün derin suyuna gömüldüğünde sakin kalmaya çalıştım. Artık çocuk değildim.
Tarık’ın bana öğrettiği hareketleri aklıma getirmeye çalıştım. Ayaklarını iyi kullan demişti. Evet, ayaklar.
Ayaklarımı düzensiz bir şekilde savurduğumda, kısa bir süreliğine de olsa yüzeye çıkmayı başardım. Derin bir nefes aldım ama tekrar aşağı battım. Aynı hareketi yine yaptım. Tekrar yüzeye çıktım fakat bu kez daha kısa sürdü.
Sürükleniyordum. Daha derine batıyordum ve beni burada bulabilecek kimse yoktu.
Tekrar yüzeye çıktığımda aldığım nefesle tekrar "Tarık!" diye bağırdım. "Abi" demeye nefesim yetmemişti.
Ayaklarım yorulmaya başladığında kollarımla çırpınmaya devam ettim. Fakat bu, işe yaramak bir yana, beni daha da derine itti. Sona yaklaştığımı hissettim. Burada, öylece boğulacaktım.
Nefesim tükendiğinde, burnumdan içeri giren suyun genzimi yakışını hissettim. Bir yerden sonra ağzımdan da içeri dolan sular, ciğerlerime kadar ulaşıyor ve bilincimi yavaş yavaş kapatıyordu.
Henüz karanlığa tamamen hapsolmadan önce suya bir şeyin düştüğünü hissettim. Fakat sonrası... karanlıktı.
🐸
Tarık, göle yakın tarafta odun topluyordu. Bu süre içerisinde de aklını işgal eden tek bir kişi vardı: Lale.
Son zamanlarda hadsiz bir şekilde fazla fazla düşünüyordu, Lale’yi. Çoğu zamanda kendini gülümserken buluyordu.
Yine öyle bir andı.
Gülümsüyordu. Neden gülümsediğini bilmeden hem de.
Sofrada konuşlanları düşündü. İhtimal bile vermediği bir gerçeklik yaşanmıştı. Abi kardeş büyüyen ikili evlilik yolunda bir adım atmıştı. Bu düşünce sebepsiz yere onu heyecanlandırdı.
Yerden aldığı büyük bir odunu daha koltuğunun altına koyduğunda düşüncelerinden kaynaklı Lale’nin "Tarık abi!" diyen sesini işittiğini duydu. Bir anlık duraksamadan sonra tekrar odun toplamaya devam etti.
Saniyeler geçerken tekrar "Tarık!" diyen o tanıdık sesi işitti. Fakat Lale’nin ona hiçbir zaman Tarık, demeyeceğini bildiği için bunu da duymazdan geldi.
Fakat artık düşünceleri bulanıktı. Kalbine çöreklenen bir sıkıntı vardı.
Doğrulup ormanlık alana ve ağaçların arasından gözüken göle baktı.
"Göle biri düşmüş!" diye yanından koşarak geçen bir gence ve söylediklerine odaklandı. Her şey çok kısa süre de gelişti. Duyduğu sesi düşündü.
"Lale!" diye bağırdığını ve topladığı odunları öylece savurup koştuğunu biliyordu.
Nefessiz.
Korkulu.
Çok korkulu...
Göle yaklaştığında öyle koşuyordu ki diğer koşan insanları bir çırpıda geçip iskeleye ulaştı. Suyun yüzeyinde belirgin bir hareket yoktu. İskele boyunca koştu. Ucuna geldiğinde ise tahtaların arasında sıkışmış Lale’nin spor ayakkabısını gördü.
Kalbi bu görüntü karşısında sıkışırken bir an bile düşünmeden göle atladı.
Yer yer yosun kaplamış su da görüş kısıtlıydı. Biraz daha derine daldı. Nefessiz kalan ciğerleri nefes için dileniyorlardı. Hiç istemese de yüzeye çıkıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar daldı.
Onunla birlikte birileri daha dalmıştı fakat kim oldukları umurunda bile değildi.
Biraz daha derine daldı. İlerledi. Elinde olsa suyun altında avazı çıktığı kadar bağıracaktı.
Nefesi tükeniyordu. Dayanmaya çalıştı. Göğsünde patlamaya hazır bir volkan vardı sanki. Son bir gayetle biraz daha ilerledi ve Lale’nin suda süzülen bedenini gördü.
Kalbinin atıyor olması için dualar ederek ilerleyip bedenini yakaladı. Nefes alması gerekiyordu fakat ona rağmen Lale’nin yüzündeki saçlarını çekerek yüzüne baktı. Gözleri kapalıydı.
Bedenini sıkıca kavrayıp yüzeye doğru yüzmeye başladı. Çıktıklarında eli hızla Lale’nin yüzüne gitti.
"Yapma, yapma hayır! Hayır!"
"Tarık! Yaşıyor mu?"
Harun, yaklaşık üç metre öte de, suyun içinde bağırıyordu. Gücü kalmamıştı. Tarık, nefes almıyor dese öylece suya batacaktı sanki.
Tarık, Harun’a cevap vermedi. Nabzını kontrol etmeye cesareti yoktu.
Hızlıca kıyıya yüzdü. Kenardakilerin yardımıyla Lale’yi taşıdılar.
Tarık, hayatında hiç olmadığı kadar güçsüz hissediyordu. Sanki kalbinden bir parça kopuyor gibiydi.
Lale’nin solgun yüzüne baktı. Gözlerini kapatıp elini boynuna götürdü. Parmaklarının altında atan bir nabız yoktu. Korkuyla geri çekildi.
Titreyen elleri yüzüne uzandığında burnunu iki parmağıyla kapatıp soğuyan dudaklarına dudaklarını kapattı. Kalbinde yeşeren heyecana şu an için küfretti.
Bir saniyelik nefes verdikten sonra geri çekilip bir kez daha nefes verdi.
"Hadi!" dedi, sesini duyar umuduyla.
Bir kez daha tekrar etti bu döngüyü.
Sonra biraz kez daha.
Dakikalar geçti.
Tekrar suni teneffüs için dudaklarına kapandığında Lale, ciğerlerindeki suyu öksürerek dışarı çıkardı.
Etrafta sevinç çığlıkları koparken Tarık, sessizce kollarını Lale’ye sardı. Çok geçmeden bu ikiliye Harun’da dahil oldu.
🐸
Yaktığımız küçük ateşin çevresinde oturuyorduk. Herkesin ara ara dönüp bana baktığını hissediyordum. Bu ilgiden rahatsızdım. Aptallığıma ara ara küfürler saçıyordum. Sonra ilk uyandığımda dudaklarımın üstünde hissettiğim dudakları hatırlayınca daha büyük bir aptallıkla -iyi ki düşmüşüm- diyorum.
"Daha iyi misin?" diye sordu.
Sessizce başımı salladım.
Geldiğimizden bu yana gözleri boşluğa dalıp dalıp gidiyordu. Nedenini sormak istesem de cesaret edip soramıyordum.
Ateşin diğer tarafında çalan müziğe odaklandım. Sonra gözlerim tekrar Fırat’la kesişti. Buraya oturduğumdan beri kesintisiz bir şekilde bana bakıyordu. Ve ben yine rahatsız hissediyordum.
Oradan kalktığımda "Biraz başım ağrıyor," dedim, abime ve Tarık'a. Sessiz kaldıklarında çadırların olduğu tarafa geldim.
Sabah oturduğumuz ağacın önüne oturup sırtımı da ona yasladım.
Ucuz anlattığımı tekrar tekrar düşünerek cırcır böceklerinin seslerini dinlemeye başladım. Ve sonra yine o ve dudakları süsledi düşlerimi...
Heyecanla dudaklarımı ısırdığım. Tam bu an da henüz yeni tanıdık olmaya başlayan o sesi duydum.
"Çok endişelendim senin için."
Önüme uzatılan çaya ve çayı uzatan Fırat’a baktım.
Boş bakışlarım sürerken çayı almayacağımı anlamış olsa gerek ki geri çekip yanıma oturdu.
Çaydan kısa bir yudum aldı.
"Neden bana bu kadar mesafelisin?"
Sessiz kaldım. Konuşmak içimden gelmiyordu.
"Oysa bir şans versen..."
"Yalnız kalmak istiyorum."
"Lale..."
"Ben de yalnızsın sanıyordum."
Karanlığın içinden gelen tanıdık sesle Fırat’tan uzaklaşmak adına elimden güç alarak biraz daha kenara kaydım.
Tarık, fenerden yayılan ışığa çıktığında bakışları düz bir şekilde Fırat’taydı.
"Konuşuyoruz," dedi kinayeli bir sesle.
Tarık’ın kaşları havalanırken onay almak istercesine bana baktı.
"Konuşmuyoruz," dedim hemen.
Fırat, bu tavrıma sinirlenmiş olsa gerek, hızla ayaklanıp elindeki çayı da fırlattı. Çok geçmeden de gözden kayboldu.
Onun kalktığı yere Tarık oturmasın diye kalkıp çadırların arasına oturdum. Yüzündeki gülümsemeyle gelip yanıma oturdu.
"Yüzüncüye sormuş olacağım ama iyi misin?"
"İyiyim," dedim ve "Sayende," diyerek devam ettim.
"Saçlarını iyi kuruladın mı? Geç kurur senin saçların."
Bu ince düşüncesine manidar bir gülümseme yolladım. "Kuruladım."
Bundan sonra aramızda sessizlik oluşmaya başladı. Ben, ne diyeceğimi bilemiyordum. O ise sürekli hareket edip duruyordu.
Bütün gün olanları, söylenenleri ve en sonunda da dudağıma konan dudaklarını düşündüm. İnsan, böyle anlarda çok fazla duygularıyla hareket ediyor belki de.
Ben de öyle yaptım.
Yapmamam gerektiği halde, hiç düşünmeden yaptım.
Önce bir "Teşekkür ederim." Sonra yanağına konan küçük bir buse...
🐸
İki gün sonra...
O anlar tekrar zihnime doluştuğunda utançtan kulaklarıma kadar kızardığıma emindim.
Kendimle hesaplaşmam bitmemişken kapı çaldı. Nefesim boğazımda tıkanıp kalırken, önce oda da iki kez hızla volta atmış, sonra gereksiz bir şekilde saçlarımı parmaklarımla taramış ve nihayetinde de koşarak kapıya ulaşmıştım.
Durursam açamayacağımı düşünüp tek seferde kolu indirip, kapıyı açtım.
Göz göze geldiğimizde beni beklemiyor olsa gerek ki ilk şaşırdı, sonra bakışlarını kaçırdı sonra da "Merhaba," dedi.
"Merhaba," dedim ben de.
Öylece kapı da birbirimize bakarken "Akılsız kafam! İçeri gel, Tarık abi," deyip kenara çekildim. O da yeni hatırlamış gibi hemen ayakkabılarını çıkardı.
Kapıdan girdiğinde iki gün önce düşünmeden öptüğüm yanağına baktım. Tekrar kızardığımda bakışlarımı kaçırdım.
Kapıyı kapattım. Portmantonun önünde dikilirken bir an da bana doğru gelmeye başladı. Ne yapacağımı bilemediğimden sağa doğru hareket ettim, o da benimle aynı yöne gitti. Sola gittim, yine aynı... Ortadan geçeyim dedim... Burun buruna geldik.
Öylece birbirimize bakarken oldukça manasız bir şekilde bu hale geldiğimizin farkındaydım. Ben, ne yapacağımı bilmediğimden, peki ya o?
Yüzlerimizin arasındaki küçük mesafeye odaklandım. Bir el kadardı. Nefesini ilk defa değil belki ama uzun zaman sonra ilk defa bu kadar yakından hissediyordum.
"Lale... Ben..." deyip durduğunda öylece yeşil gözlerine bakmaya devam ettim. Kalbim, aniden duracak kadar hızlı atıyordu. Ve kalbime tezat, zaman durmuş gibiydi. Mekan, durmuş gibiydi. Tek gerçek olan o ve ben gibiydik.
"Sen," dediğimde yavaşça yüzüme doğru yaklaşmaya başladı.
-
oldukça tatlı bir bölümden selamlaaar
bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfen:) saatlerdir bu bölüm için çabalıyorum. neredeyse 3 bin kelimeye varmışız...
veeee
duyurulardan haberdar olmak için ayrıca da sohbet etmek için kanala gelmeyi unutmayınnnn

https://chat.whatsapp.com/CsqFlMoDnyhGzhfJg2xwrm
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.87k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |