
Bölüm 16:
"Umudun İpi"
Bölüm Müziği: Tuğkan-Derya
🐸
Rüzgar, bir kedi zarafetiyle hırkamdan içeri süzülüp, tenimi gıdıklamaya başladığında, kalkıp camımı kapattım.
Gözlerim bu aralıkta karşı dairenin penceresine kilitlendi. Yüzümde yayılan nahoş gülümseme, içimdeki kelebekleri sessizce uyandırırken, utanç yanaklarımdan süzülüyordu.
Elim, gayri ihtiyarı, henüz bir saat önce ellerinin okşadığı saçlarıma uzandı. Yüzümdeki gülümseme geniş bir hal alırken, parmaklarım fuların üstünde bir müddet oyalandı. Benim için kıymeti büyüktü.
Uzaktan biri görse, saçlarımda ki bu çiçek tanelerini bedenimde abes bulabilirdi. Ki öyleydi de. Aynadan kendime baktığımda yabancı biriyle göz göze geldim sanki. Fakat diğer yandan, belki de yıllar sonra kendime gülümsedim ve sevimli geldim.
Elim, saçlarımdan düşüp pencereye konduğunda, sanki ona uzanıyormuş gibi parmaklarıma şefkat yüklemem akıl karı mıydı?
Heyecanıma yenik düşerken, karnımdan yüklenen zarif sancı, iki büklüm olmam için beni zorluyordu.
Pencereden uzaklaşıp odanın ortasında durduğumda, ne yapacağımı bilmiyordum. Bedenim, kuşlar kadar özgürdü ve yerden kesilen ayaklarım bir an olsun yere değmeyi düşünmüyorlardı sanki.
En makul seçenek olarak cebimden telefonumu çıkarıp yatağıma kuruldum.
Sessizde olduğu için gelen bir iki bildirimi de duymamıştım. Bir mesaj, belediyenin bilgilendirme mesajıydı. Diğeri ise...
Fırat...
Sosyal medya hesabıma mesaj isteği göndermişti. Az önce karnıma saplanan heyecan sancısı, şimdi pasif bir kıvrantı olarak başını gösterdi.
Sıkıntıyla bildirime tıkladım.
"Lale, sadece tek bir şans istiyorum. Lütfen, bunu bana çok görme."
Gözlerimi devirirken mesaj isteğini sildim. Fırat’ın bana saf duygularla yaklaştığını düşünmüyordum. Muhtemelen reddedilmenin, daha doğrusu ben tarafından reddedilmenin utancını kaldıramadığı için bu kadar ısrarcı davranıyordu. Görmezden gelmek en iyisiydi.
Uygulamadan çıkacakken uzun zamandır girmediğim kurbagaprenses hesabıma girdim. Parmağım direkt olarak mesaj kısmına uzandığında hiç düşünmeden açıp, Tarık’ın ismine tıkladım.
Uzun zamandır yazmıyordum. Daha doğrusu yazmak zaten aklımın ucundan geçmemişti. Bu faslı kapatmıştık. Onun, bile bile tanımadığı birine ümit vermeyeceğini biliyordum. Bu, konuşarak bile olsa... Diğer yandan, bunca yıl hiçbir kızla duygusal ilişkiye girmeyen adam, kalkıp anonim bir kıza ilgi mi duyacaktı? Hayaldi tüm bunlar.
Yine de parmaklarımın klavye üzerinde kaymasına engel olamadım.
kurbagaprenses: Nasılsın?
Mesaj gönderildiğinde, yine de heyecanlandım. Bu, onunla konuştuğum için olan bir şey değildi. Gizliden ona yazdığım içindi.
Mesajım görüldü olmazken, abimle olduğunu aklıma getirip odamdan çıktım. En azından bu süre zarfında bir şeyler yiyebilirdim. Fazla heyecan, acıktırmıştı.
Koridordan geçip mutfağa ulaşacakken kapı açıldı ve annem, yorgun yüzüyle evden içeri girdi. Onun bu perişan hali, her seferinde içimi dağlıyordu ve babamdan daha çok nefret etmeme sebep oluyordu.
Ellerinin soyulan, nasır tutan yerleri, şişen ayakları... Annem. Vefakar kadın.
Terliklerini giyinip ayakkabılarını yerleştirdikten sonra başını kaldırğında, "Hoş geldin, anne," dedim.
Gözleri yüzümde dolaşırken bir anda müthiş bir heyecanla bana doğru gelmeye başladı.
"Lale!" diyerek heyecanını sesine vurduğunda, ne olduğunu anlamış değildim.
Yanıma gelip saçlarıma uzandığında ve yüzüme sayısız öpücük kondurduğunda da ne olduğunu anlayamamıştım.
"Çok güzel olmuşsun. Zaten güzeldin ama şimdi ışıl ışılsın."
Neyden bahsettiğini anladığımda yüzüme tekrardan geniş bir gülümseme kondu.
"İlk defa seni koyu renklerden başka bir renkle görüyorum. O kadar mutlu oldum ki... Lale!" deyip, sarıldığında ellerimi beline doladım. Annemi belki de uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutlu görüyordum.
"Yakışmış mı gerçekten?" diye sessizce fısıldadım.
Geri çekilip, yüzümü iki elinin arasına aldığında gözleri dolu doluydu.
"O kadar yakışmış ki..."
Derin bir nefes aldığında yanağıma sulu bir öpücük kondurdu.
"Bir anda nasıl böyle bir şeye karar verdin?"
Gözlerimi annemden kaçırırken, tane tane konuşmaya başladım.
"Tarık abim almış."
Gözlerinde minnettar bir gülümsemenin izlerini okuyordum.
"Ah şu Tarık! Küçüklükten beri senin için yapmadığı kalmadı."
Yüzünde muzır bir gülümseme oluşurken, "Lale, yoksa bu çocuk sana yanık olmasın?"
Annemin, bu dürüstlüğü karşısında gözlerim kocaman olurken, domatesle renk yarışı yaptığıma emindim.
"Anne!" dedim, utangaç bir sesle.
"Aman, fena mı? Onun gibisi şu mahalle de yok. Bak, kendi oğlumda dahil. Ayrıca, hep senin iyiliğini düşünüyor. Koruyor, kolluyor... Daha ne olsun?"
Yanaklarım alev alev yanarken, ellerinin arasından kaçmak için bir hamle yaptığımda, parmaklarıyla kollarımı acıtmayacak kadar sıkarak beni durdurdu. Kahverengi gözleri ışıl ışıldı. Sanki, az önce yorgunluktan bitap bir halde olan, o değilmiş gibiydi.
"Dur bakayım. Sen niye böyle alev alev oldun?"
Tek kaşı, sorgulayan bir ifadeyle havalanırken, mümkünmüş gibi daha çok kızardım. Şimdi, utançtan bayılabilirdim.
"Sıcak. Ev sıcak anne."
Göz devirdi.
"Sıcak ve hırkayla duruyorsun?"
Gergin bir nefes aldım.
"Bana bak! Yoksa sen, Tarık’ı..."
Gözlerim kocaman olurken, elimi annemin ağzına kapattım.
"Anne! Yok öyle bir şey. Lütfen bir daha dile getirme."
İrisleri, sevinçle büyürken, yerinde durmayıp kolundaki çantasını olduğu gibi yere attı.
"Lale... Ne zamandır?"
Şimdi, utancımdan, ağlayacaktım.
Hızla salona girdim ve tabi ki annem de peşimden geldi. Koltuğa yığılırcasına oturdum. Annem, ayak ucuma oturup üzerime eğildi.
"Bu utanılacak bir şey değil ki, birtanem."
Ellerimden başka bir yere bakamazken, annem yüzümü nazikçe okşadı.
"Çok sevindim. Kalbin o kadar güzel ki... Ve eminim, Tarık kıymetini çok iyi bilecek."
Bunca yılın dolmuşluğu mu, yoksa artık biriyle dertleşmek istediğimden mi, bilmiyorum. Bir an da kendimi konuşurken buldum.
"Beni kardeşi olarak görüyor."
Annem, ağzından sevinçli bir çığlık bırakırken "Bekle, çay yapacağım," deyip koşarak mutfağa gitti.
"Ama bekleyemem. Gel, mutfakta anlat," diye gider gitmez bağırdı.
Gülümseyerek dediğini yaptım.
Mutfak masasına oturduğumda, hızla demliğe su koyup, karşıma geçti.
"Kardeş devri bitti. Kocaman insanlar oldunuz."
Annemin gözlerinin içine bakamazken, konuşmaya başladım.
"Bilmiyorum anne. Bazen, kendime eziyet ediyormuşum gibi geliyor."
Masanın üzerinden uzanıp, elimi tuttu.
"Bak, ben neredeyse elli yaşıma geldim. Ve bunca yıllık tecrübemle sana diyebilirim ki, hiç kimse, kanından olmayan biri için bir yerden fazlasını yapmaz. Fakat Tarık, senin için hapse bile girdi."
Düşüncelere dalarken, annemin bana umut vermemesi için içten içe yalvarıyordum. Eğer bu bataklığa düşersem çıkamazdım ve her şey çok daha güç olurdu.
Annemle konuşmamız epey bir zaman aldı. Öyle ki saat neredeyse on ikiye geliyordu. Onun da yorgun olduğunu bildiğim için odama çekildim.
Onunla konuşmak bir çok yandan iyi gelmiş olsa da bir diğer yandan kötü hissettirmişti. Çünkü ben umudun iplerine tutunmak istemiyordum ve annem, aksi olarak umuda tutunmam için diretiyordu. Aşkın, yalpalatan bir yolculuk olduğunu düşünürsem bu dediği, oldukça can yakıcı gözüküyordu.
Telefonum kadrajima girdiğinde, kalbim heyecanla tekledi. Mesaj attığımı neredeyse unutmuştum.
Hızla telefonuma uzanıp ekranı açtığımda gördüğüm bildirimle, zaten heyecanla atan kalbim iyice hızlandı.
tarikdarica: İyiyim, sen nasılsın?
Bu mesajı yaklaşık yarım saat önce atmıştı. Ve abimde geleli neredeyse yarım saat oluyordu.
Hızla cevap yazdım.
kurbagaprenses: İyiyim. Nasıl olduğunu merak ettim. Rahatsız ettiysem, kusura bakma lütfen.
Mesaj, kısa süre içerisinde görüldü olurken, nefesimi tuttum.
Yazıyor...
Ve... Tık!
tarikdarica: Estağfurullah, rahatsızlık vermedin.
kurbagaprenses: Sevindim. Nasıl gidiyor?
tarikdarica: Bilmem, iyi gibi. Senin?
kurbagaprenses: İyi benim de.
tarikdarica: Sana bir şey sorabilir miyim?
Kalbim, hızla attığında, titreyen parmaklarımla cevap yazdım.
kurbagaprenses: Tabi.
Yazıyor...
tarikdarica: Birini sevdiğini nasıl anlarsın? Yani... Beni sevdiğini nasıl anladın?
Mesajı defalarca okudum belki de. Aklımdan türlü çeşit ihtimaller geçti. Bir yandan annemin söyledikleri yankı yaparken, diğer yandan Gonca'nın yüzü beliriyordu.
kurbagaprenses: Ben... Bilmiyorum. Sadece seni düşünmediğim bir anım bile olmuyor. Hep aklımdasın.
tarikdarica: Birini sürekli düşünmek, onu sevdiğimiz anlamına mı gelir?
kurbagaprenses: İnsan, sevdiğini düşünmez mi zaten?
tarikdarica: Orası öyle.
kurbagaprenses: Aşık mı oldun?
Kalbim, umutla yeşerirken, diğer ihtimalin acısıyla kavruluyordu.
tarikdarica: Bunu seninle paylaşmam doğru olmaz.
kurbagaprenses: Ama birini sevmenin nasıl anlaşılacağını sordun.
tarikdarica: Çevremde bunu sorabileceğim kimse yok. Hata ettim. Kusura bakma lütfen.
kurbagaprenses: Önemli değil.
tarikdarica: Seni kırmak istemezdim. Tekrar kusura bakma. İyi geceler demeliyim sanırım.
kurbagaprenses: Son bir şey...
tarikdarica: Dinliyorum.
kurbagaprenses: Gonca mı?
tarikdarica: Hayır.
Yüzümde, kendiliğinden kocaman bir gülümseme oluştu.
kurbagaprenses: Kim o zaman?
Nefesimi tuttum.
Yalnızca beş saniye kadar -Yazıyor...- işareti gözüktü ve o beş saniye, beş dakika gibi geldi.
tarikdarica: Dediğim gibi, bunları seninle konuşmam doğru değildi. Kalbini kırdığımın farkındayım. Kendine bir iyilik yap ve yapabiliyorsan unutmaya çalış. İyi geceler.
Ekrana bakakalırken, kullanıcı adı saniyeler sonra silindi.
Engellemişti.
Yüzümde, sırıtmakla ağlamak arasında bir ifade dolaşırken, telefonuma bir bildirim daha düştü.
Bu kez WhatsApp'tan gelmişti. Gördüğüm isimle heyecanım tekrar baş gösterdi. Normalde bu saatlerde yazmazdı. Ama şimdi...
Tarık Abim: Işığın yanıyor. Uyurdun bu saatlerde.
Yatağımda uzanırken yalnızca penceresinin üst kısmını görebiliyordum. Oradan bir ışık yayılıyordu. Odama ilk girdiğimde ışığı kapalıydı oysa. Gelir gelmez ışığımı görüp bana mı yazmıştı?
Siz: Uykum gelmedi henüz.
Anında yazıyor işareti belirdi.
Tarık Abim: Cama gelsene.
Gözlerim kocaman olurken, heyecanla yataktan fırladım. Ne halde olduğum umurumda bile değildi. O çağırmıştı ve ben, tabi ki koşarak ona gidecektim.
Ayağa kalkar kalkmaz, açık camdan, kollarını pervaza yasladığını gördüm. Bir elinde telefon vardı. Beni görünce telefonu hızlıca şortunun arka cebine attı.
Pencereyi açtım.
Sokaktan insanlara ait tek bir ses çıkmazken, cır cır böceklerinin ve adını koyamadığım birkaç kuşun sesi, yankı yankı dolaşıyordu.
"Sanırım artık gece kuşu olmaya başladın. Saat neredeyse bire geliyor."
Dirseklerimi pervaza koyup, ağırlığımı verdiğimde gülümsedim.
"Biraz da gecelerin tadını çıkarmalıyım bence. Ayrıca yıldızlar geceyi süslerken, uyumam saçma değil mi?"
Kıkırdadı.
"Bu haliyle, sen yıldızları bakışlarınla süslüyor gibisin."
-Bu haliyle, sen yıldızları bakışlarınla süslüyor gibisin.-
Birkaç saniyelik dilimde, bu söylediği beynimde yankılanarak dolaştı. Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece yüzüne bakarken, şaşkınlığımı fark edince gülümseyerek tekrar konuşmaya başladı.
"Sana çok önemli bir şeyi vermeyi unuttum."
Gözlerim, merakla büyürken dikkatlice cebine uzanan eline baktım. Henüz yeni giydiği şortunun cebinden çıkardığı sürpriz yumurtaya kocaman gözlerle baktım.
"İnanmıyorum. Umarım yine dinozor çıkar!"
Bu sevinçli halime, yalnızca gülümseyerek baktı.
"İyi de, nasıl alacağım?"
Bir elindeki sürpriz yumurtaya baktı, bir bana.
"Bekle," deyip geri çekildiğinde, odasının içinde hızlı adımlarla yürüyüşünü inceledim.
Çok geçmeden elinde bir çamaşır ipi ve küçük bir çamaşır sepetiyle döndüğünde kısık bir kahkaha attım.
İpin bir ucunu tutarken, kalan topu bana doğru attı. Aşağı düşecekken son anda yakalayıp, içeri aldım.
Sepetin içine yumurtayı koyduğunda, ipe geçirip ucunu yukarı kaldırabildiği kadar kaldırdı. Sepet, hızla bana kayarken, bu andan aldığım keyfin, büyüklüğünü düşündüm. Çok mutluydum ve bu çoğun, henüz bir boyutu yoktu.
Sepet, penceremin kenarına vurup, durduğunda, çekerek içeri aldım. İpten kurtardığımda, içinde ne ara koyduğunu göremediğim bir kitapta vardı.
Marie Lu, Gül Cemiyeti...
Yüzümdeki sırıtışla, başımı kaldırıp "Teşekkür ederim," dedim. Cevap olarak, o da yalnızca gülümsedi.
Sepeti geri gönderdikten sonra heyecanla yumurtayı açtım. İçinden, ikinci defa şirinlerden huysuz şirin çıktı.
"Olsun," dedi, gülümseyen sesiyle.
"Çok teşekkür ederim, tekrar."
Aramızda ki sessizlik devam ederken sürpriz yumurtayı yedim. Bu esnada kitaba göz atmak için hızla sayfalarını çevirdiğimde, üstü fosforlu kalemle çizilmiş, tek alıntı da durdum.
"Aşk bazen, bir ağacın gölgesinde saklanan, yalnızca nereye bakacağını bilenler tarafından bulunabilen minik bir çiçek gibi açar."
Bilmiyorum, kaçıncı okuyuşumda ezber ettim. Yalnızca başımı ona doğru kaldırdığımda, yüzünde yabancı olduğum bir bakışla karşılaştım.
Annem, haklıydı belki de. Belki de gerçekten umudun ipine sıkıca sarılmalı ve sonuna kadar gitmeliydim.
-
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.87k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |