
Bölüm 18:
"Çiçekli Yollar Üzerine İnşa Edilen Aşk"
Bölüm Müziği: Tolgahan Arıoğlu-Bu Kalp---Madrigal-Sen ya da Hiç
🐸
Yalnızca bir metre kadar uzağında, dilinden dökülen "Tarık!" nağmeleriyle, Tarık’ın kalbini alt üst etmişti. Henüz küçük bir çocukken, bir keresinde Tarık, diye seslendiği için Harun, acımasızca saçlarını çekmiş ve "O senin abin," diyerek gerçekleri bir kez daha yüzüne vurmuştu. O günden sonra Tarık, Lale'nin ağzından bir daha hiç ardından abi gelmeden adını duymamıştı. Bu yüzden, şu anda hissettiği yakıcı heyecanı tarif edecek bir söz bulamıyordu.
Harun, üzerini değiştirmek için odasına gittiğinden bu yana, yani yaklaşık iki dakikadır, hipnoz olmuşçasına, oturduğu koltuğun kenarından Lale’yi seyrediyordu. En son beraber Çalıkuşu'nu izlemeye dalmışlardı. Fakat başını çevirdiğinde gördüğü manzara uyuyan bir Lale’ydi.
Rahatsızca yerinde kıvranıp durmuş ve nihayetinde de Tarık, diyerek sayıklamaya başlamıştı. Göğsünün ortasında bir orman yeşeriyordu. Uzun uzun ağaçlar, renk renk çiçekler boy gösteriyordu. Bir kelebek sürüsü midesinden yukarı, heyecanlı kanatlarla yükseliyordu. Adının aşk olduğu ve henüz kendisinin yabancı kaldığı bu duyguya karşı tamamen korumasızdı. Savaşın ortasında kılıcını düşürmüş gibiydi fakat ölmekten de korkmuyordu. Zira eceli, Lale’nin elinden gelecekse, gülümseyerek bu sonun gelişini bekleyebilirdi.
"Tarık," dedi bir kez daha. Kaburgalarının arasındaki sert atışı saniyede birkaç kez art arda hissetti.
İçinde yükselen gür bir ses "O kadar umutsuz bir aşkın içerisinde değilsin!" diyordu. Şu ana kadar Lale'ye karşı hissettiklerinin umutsuzca karşılıksız kalacağını düşünüyordu fakat şu andan sonra göğünde sayısız yıldız, ışık olmuştu yoluna. Artık bir umut vardı. Belki çok saçmaydı. Belki umuttan bile sayılmazdı. Ama Tarık’ın cesaretlenmesi için böyle bir dürtüye, Lale’nin, onu yalnızca abi olarak görmediğini bilmeye, her şeyden çok ihtiyacı vardı.
Oturduğu yerde huzursuzca hareket etti. Parmaklarının ucu karıncalanıyordu. Hain bir dürtüyle parmaklarını kıvırcık saçlarının arasına geçirmek ve o yumuşaklığı tekrar hissetmek istiyordu. İleri bir noktada kokusunu duyumsamak...
Lale’nin yüzündeki eşsiz gülümsemeye karşı donakaldı. Rüyasında her ne görüyorsa onu mutlu etmişe benziyordu. Elinde olmadan, o da gülümsedi.
Cebinden ucu sarkan çiçekli fulara baktı. Her ne kadar saçlarının arasında çok daha güzel dursa da, cebinde taşıyor olması bile Tarık’ı haddinden fazla mutlu etmişti. Bir gün, tıpkı o çiçekli fular gibi çiçek açması için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Kayıptı, kendine yabancıydı, aynadaki yüzü tanımıyordu... Bulacak, tanıtacak ve sevdirecekti. Her gün gözlerine bakmak için can attığı bu kişinin aslında ne kadar güzel olduğunu bir gün ona da fark ettirecekti.
Daha fazla uzaktan uzağa seyretmek istemediği için küçük bir cesaretle oturduğu yerden kalktı. Lale’nin yanı başına geldiğinde, ne yapacağını bilemeden öylece seyrekoyuldu. Elini uzatsa dokunacak kadar yakındı. Fakat onun izni olmadan, nefesi bile ona değsin istemiyordu. Bu yüzden, bu kadar yakın olmakta Lale’nin kişisel alanına ihanetmiş gibi geldiğinden birazcık geri çekildi.
Ev, serin diyebileceği bir derecedeydi. Öylece dikilmek yerine üzerini örtmeyi düşündü. Diğer koltuğun üzerine koyulmuş battaniyeyi alıp, yavaşça üzerine örttü. Korkutmamak için bir tüy kadar hafif hareket etmeye özen gösteriyordu. Fakat Lale, rüyasında her ne görüyorsa, bir anda Tarık’ın ellerine sarıldı ve heyecanlı gözleri o anda ardına kadar açıldı.
Şaşkınlık.
Heyecan.
Belki biraz da korku.
"Tarık."
Adı, tekrar dudaklarından döküldüğünde, Tarık için nefes almak artık çok daha zordu.
Lale’nin gözleri, en az cam kadar parlak olmasına rağmen, irisleri irileşmis ve kahverengi noktayı neredeyse yutacak raddeye gelmişti. Şimdi, siyah bir cama bakıyor gibiydi.
Acaba kalbinin sesini duyuyor muydu? Eğer öyleyse bunun için bir açıklama yapmalı mıydı? Ne diyecekti? Nefesini tutmaya ve şiddetle atan kalbini sakinleştirmeye çalıştı.
Saniyeler geçti.
Tarık, demesinin ardından abi gelmedi. Tarık, adını bu şekilde yalın duyabildiği için fazlasıyla mutluydu. Lale ise henüz ne dediğinin farkına varamadığı için daha doğrusu hala rüyasında öptüğü Tarık’ın etkisi altında olduğu için şu anki gerçekliği çok da idrak edemiyordu.
Belki kavrayamadığı gerçeklik belki etkisinden çıkamadığı rüya... Kocaman bir gülümsemeyle bakışmayı süsledi. Tarık, bu mesafeden bile sıcaklığını hissettiği için derinden sarsılıyordu. Belki de hızla geri çekilmeli ve serin havalara rağmen soğuk duşa girmeliydi.
"Neden gülüyorsun öyle?"
Lale, sanki güldüğünün hiçte farkında değilmiş gibi bir an, gülüşü suratında asılı kaldı. Komik bir andı. Birbirine anlamsızca bakan iki kişi, biri gülümsüyor, diğeri gülümsemesinin efsununa kapılıyor...
"Rüyamda bir şey gördüm de," dedi, utangaç bir sesle. Tarık, ne gördüğünü delicesine merak etse de sormadı. Kendiyle ilgili olduğunu biliyordu. Ama o, daha çok kendisine Tarık, dediğinin farkına varsın istiyordu.
"Sayıklıyordun," dedi, mağrur bir sesle, hala yanı başında dikiliyorken.
Lale, yanaklarının alevler içinde kaldığını düşündü. Rüyası, arsız hislerinin bir yansımasıydı belki de. Daha önce hiç böyle bir yakınlaşma görmemişti ve şimdi içli bir arzuyla, köreltici bir şekilde aslını yaşamak istiyordu.
Korkuya kapıldı. "Yaa... Ne sayıkladım?"
Tarık, Lale'nin telaşa kapılan suratı karşısında iyice meraka düştü.
"Hatırlamıyor musun?"
Tarık, sinsi bir yaklaşımla itiraf ettirmek istese de, Lale’nin utancının ağır bastığını bilmiyordu.
"Kaçıyordum," dedi, sesini bulduğunda.
Tarık, tek kaşı havada "Neyden kaçıyordun?" diye sordu.
Lale, iç dudağını kemirip cevap verdi. "Pusat. Pusat'tan."
Tarık, Lale'nin daha fazla bir şey söylemeyeceğini bildiği için merakta kalmak istemedi. Hafif ona doğru eğilip "Tarık, diye sayıklıyordun," dedi.
Lale, şimdi al al yanaklarıyla öylece kalakalmıştı. Tarık ise bu manzarayı büyük bir hoşnutlukla seyre daldı.
"Allah Allah. Başka bir şey dedim mi?"
İçinde yükselen korkuyu tarif edemiyordu. Eğer rüyasında ki arzulu dokunuşlarla ilgili tek falso verdiyse bir daha ömür boyu yüzüne bakacak cesareti bulamayabilirdi.
Tarık içinse durumlar tersine olarak çok daha iyi bir yöne gidiyordu. Artık, içinde günden güne yeşeren duygulara karşılık bulabileceğine olan inancı daha yüksekti. Bunun için bundan sonra adımları daha cesur olacaktı belki de.
"Demedin. Defalarca, Tarık dedin sadece."
Lale, kavisli kaşlarını kaldırdı. "O kadar mı?"
Tarık, dudaklarına kondurduğu yaramaz gülümsemeyle usulca başını salladı. "O kadar. Abi de demedin. Yalnızca, Tarık."
Lale, midesinden yükselen heyecan dalgasını, her bir sinir hücresinde hissediyordu sanki.
"Şey..." dedi, utana sıkıla.
Tarık, nefesini yavaşça verdi "Ney?"
Lale’nin, an be an değişen rengi karşısında nasıl bir hoşnutluk hissettiğini tarif edemeyecek kadar huzur doluydu. Utanmak bile en çok ona yakışıyor, diye düşündü.
"Uyurken fark edemedim sanırım."
Gözlerini Tarık’ın boynuna kilitlemişti. Gözlerine bakacak cesareti yoktu.
"Öyle mi olmuş?"
"Öyle olmuş."
"Hadi ya! Ne olmuş, bana da söyleyin."
Harun, kapı pervazına yaşlanmış oldukça yakın olan ikiliyi kıskanç gözlerle seyrediyordu. Tüm yaşamı boyunca Tarık’ın, Lale'ye kendinden daha iyi abilik yapmasını hazmedemeyecekti.
Tarık, omurgasını dikleştirirken topuğu üzerinde döndü.
"Bizim işçiler grip olmuşlar. Sabah ekmek çıkardılar ama öğleden sonraya izin verdim. Ekmek satıyoruz. Ve hijyen bizim için önemli bir kural. Bu yüzdeeen, siz ikiniz bana yardıma geliyorsunuz."
Harun, homurdanarak hoşnutsuzluğunu belirtti.
"Oğlum, Gonca’ya ağ atacaktım ama ya!"
Bu sefer hoşnutsuzlukla homurdanan, Tarık’tı.
"Vazgeç artık şu kızdan. Gönlü sende olsaydı şimdiye kadar yahşi cazibene yenik düşmüştü."
Sona doğru alaylı çıkan sesine, Lale gülmüş, Harun ise "hah" diye bir ses çıkarmıştı.
"Çok konuşuyorsun yine. Gidelim de halledelim şu işi. Sonrasında Behlül kaçar!"
Beraber evden çıktılar.
🐸
Kanımda kaynayan heyecan dalgası yüzünden yaptığım hiçbir işe odaklanamıyordum. Aklım, sürekli olarak gördüğüm rüyaya ve sayıkladığım isme gidip duruyordu.
Abi dememiştim ve o, bundan memnun gibiydi. Yoksa bu, aklımın inanmak istediği bir yalan mıydı? Hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim, yerimde duramayacak kadar sarhoş hissettiğimdi.
Hamurların üzerinde tekrar tekrar rüyamı canlandırıyor, o anın büyüsünde kayboluyordum. Utancım, bu dakikalarda ağır bassa da yine de düşünmeden edemiyordum.
"Alooo! Kime diyorum? Aşık mı oldun kızım?"
Kulağının dibinden gelen böğürtüyle olduğum yerde sıçradım.
"Ne bağırıyorsun abi ya!"
Abim, unlu yüzüyle bir sır verecekmiş gibi kulağıma tekrar yaklaşıp "Bağırmıyorum," diyerek tekrar bağırdı.
Acılı bir yüzle geri çekildim.
"Beş yaşında gibi davranıyorsun."
Burnunu kırıştırıp, yargılayan bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Abinle doğru konuşmanı tavsiye ederim."
Omuz silkip, önümdeki hamuru ustalar kadar olmasa da bir şekle sokmaya çalıştım. İlk başta bu işlem hiç yol almasa da şu anda daha iyi gidiyor gibiydim.
"Harun, uğraşma kızla."
Tarık, bizden daha iyiydi bu konu da. Her ne kadar fırının arkasında çalışmasa da, işin içinde olmak onu bizden daha iyi yapıyordu.
"Hayırdır kardeşim, avukatı mısın?"
Hışımla, yapılan ekmekleri fırın küreğine dizmeye başladı. Bunu itiraf etmek istemesem de, abim gerçekten her işi kısa sürede kavrayıp, ustası gibi yapabiliyordu. Şu kürek sallayışı gören bir çok kişi, onun yıllardır fırında çalıştığını söyleyebilirdi.
"Avukatıyım lan, var mı?"
Parmak uçlarıyla kavradığı unu hiç düşünmeden Tarık’ın suratına attı.
"Dilin çalışmasın, elin çalışsın."
Aynı şekilde bana da atınca, hazırlıklı olduğum için geri kaçıp, bana gelmesinden kurtuldum.
"Ustalarım! Çaylar geldi!"
Ömür abla, şen şakrak bir şekilde Semiha teyzeyle içeri girdiğinde, kocaman gülümsedim. Bu sıcakta gerçekten pişmiştim. Pişmemize rağmen neden sıcak çay içtiğimizi sorgulamayın. Serinlettiğine olan inancımız oldukça büyük.
Ömür abla ve Semiha teyze getirdiklerini büyük taş sehpanın üzerine koydular.
"Oy yavrularım benim. Sizde yoruldunuz."
Abim, Semiha teyzenin yanağından kısa bir makas aldı.
"O ne söz kız! Biz yapmayacağız da kim yapacak?"
İki saattir şikayet etmiyormuş gibi...
"Harun, bakıyorum keyfin yerinde."
Abim, Ömür ablaya çapkın bir şekilde göz kırpıp, çayından sesli bir şekilde bir yudum çekti.
"Öyle, Ömür ablacım. Bu ara keyfim paşa da yok."
Ömür abla, bize göz kırparken, abime biraz daha yaklaştı.
"Hayrolsun?"
"Kız meseleleri."
Yüzüm, istemsizce buruştu.
"Yine mi Gonca?"
Ömür abla, memnuniyetsiz bir ifadeyle çayından içti.
"Ne buluyorsun şu kızda, anlamıyorum Harun."
Abim, Ömür abladan da onay alamayınca suratsız bir ifadeyle Semiha teyzeye yanaştı.
"Semiha sultan, bak ne diyorlar. Savun beni."
Semiha teyze, güldü.
"Hiç bana bakma. Ayrıca o kızın Tarık’ta gözü var, sende biliyorsun bunu."
Hiç beklemediğim bu sözler karşısında çayı yutamamış ve genzime kaçırmıştım. Şiddetle öksürürken, dökmemek için bardağı bıraktım.
"Anne, öyle pat diye söylenir mi?"
Tarık, Semiha teyzeye hayıflanırken bir yandan da sırtıma vuruyordu. Nihayet rahat bir nefes alabildiğim de doğruldum.
"Aşk olsun, Semiha sultan. Oğlundan daha yakışıklıyım diye kıskanıyor musun yoksa?"
Semiha teyze, "İkiniz de benim oğlumsunuz. Ve ikiniz de Gonca'yla yan yana bile gelemezsiniz."
Abim, sevimsiz bir ifadeyle Tarık’a döndü.
"Yeşil gözlerinle mi kandırdın kızı, hain kardeş!"
Tarık, ellerini teslim olurcasına kaldırdı.
"Tek bir ışık yaktıysam iki gözüm önüme aksın."
Abim, beklediğimden az bir tepki vermişti. İçten içe o da aslında gerçeği biliyordu. Fakat bu tavrı da bir hayli sönüktü. Harun Korkmaz, fevri davranışlarıyla bilinirdi ve bu hal, ona çok yabancıydı.
"Elimi sallasam ellisi be! Mahalledeki kızlar hasta oluyorlar bana," deyip, unlu elini saçlarına geçirdi. Siyah saçları beyaza boyanırken, o bundan rahatsız değil gibiydi.
"Öyle tabi. Zaten yaşınız da geldi. Evde kalacaksınız. Evlenin artık. Tarık’a da diyorum ama... Sesi çıkmıyor."
Semiha teyze, imalı bakışlarını oğluna diktiğinde nedense ben kızardım.
"Annem haklı. Lale evlenecek yaşa geldi, sizde tek bir hareket yok."
"O ne demek ya! Küçük benim kardeşim."
Abim, hayıfla atıldığında Ömür abla gülmeden edemedi.
"Hadi len oradan! Fırat, yanıp tutuşuyor kıza. Tüm mahallenin dilinde."
"O mahallenin dilini s..." Tarık, edepsiz bir küfürü ağzından kaçıracakken, yanındaki Semiha teyze çabucak eline vurdu.
"Ne varmış? Sevmek suç mu? Ayrıca bu kızda evlenecek bir gün."
"Şimdi konu neden Lale’nin evlenmesine geldi ki? Ablam evlensin önce."
Tarık, huysuzca mırıldandığında, Ömür abla kumral saçlarını geriye savurdu.
"Ben güzide bekarım, şekerim. Gönlümü çalacak biri olmadığı sürece de evlenmeyi düşünmüyorum."
Ömür abla, hala daha mahallenin en güzel genç kızlarındandı. Hala kapılarını aşındıranlar vardı. Yine de o, kimseye evet demiyordu. Mahalle de adı, evde kaldıya çıksa da o, bu tür tabuları yıkmış biriydi. Evde kalmak, deyimini doğru bulmuyor ve gerçekten de kalbini çalacak birini bekliyordu.
"O zaman Lale’de gönlünü çalacak birini bekleyebilir."
Ömür abla, kardeşine alttan alttan gülüp "Çalınmadığı ne belli? Siz ikiniz bu kıza karşı bu kadar korumacı davranmasanız mı artık?"
İkisi de bir anda "O da ne demek? Ve tabi ki koruyacağız," diye yükseldiler.
Ben, utancın tüm renklerine boyanırken Semiha teyze ve Ömür abla gülmekle meşguldüler.
"Bak, Lale bunlar senin evlenmene falan da izin vermezler. Öyle bir şeyin varsa gel bana anlat, aşkım. Seve seve yardımcı olurum."
"Abla sen karışmasana! Hem, yok öyle bir şey."
Ömür abla, omuz silkti.
"Sana ne oluyor be? Sen kendi derdine yan ayrıca. Bu ara değişim hallerini görmüyorum diye düşünme."
Ortaya attığı bomba sonrası nefesimi tuttum. O da ne demekti? Tarık'a baktığımda, savunmasız bir ifadeyle ablasına baktığını gördüm. Kaşlarını kaldırıp, susması için işaret veriyordu. Ömür abla, çarpık bir gülümseme bahşedip tekrar bize döndü.
"Yere bakan yürek yakan," diye fısıldasa da hepimiz duymuştuk.
"Lan, aşık oldun ve benim bundan haberim yok mu?"
Abim, Tarık’ın ensesine sarıldığında, Semiha teyze de araya girdi. "Ömür, ne biliyorsan hemen anlatıyorsun. Yıllardır bu anı bekliyorum. Sonunda evlendireceğim oğlumu."
"Ya hu yok öyle bir şey."
Tarık, araya girdiğinde zaten sıcaktan kızaran yüzünün daha da kızardığını gördüm. Kalbimin acı acı sıkıştığını hissettim. Ya gerçekten aşık olduysa?
"Harun, ekmekleri çıkar. Yanacaklar şimdi."
Konuyu değiştirmeye çalışmış ve başarılı da olmuştu. Sonrasında havadan sudan muhabbet edilse de benim aklım, orada takılı kalmıştı.
Semiha teyze ve Ömür abla gittiler. Mümtaz amca kasaya bakıyordu. Biz de son ekmekleri çıkarıyorduk. Abim, bir kürek daha salladıktan sonra önlüğü çıkarıp tezgaha attı.
"Benden bu kadar. Eve gidip duş alıp, yatacağım. Hevesimi kursağımda koydunuz zaten. Gonca falan da görmek istemiyorum. Fındık, sende işini bitirip gelirsin."
Fındık mı dedi bana?
Yüzüm, değişik bir ifadeye bürünse de cevap vermedim.
"Eyvallah kardeşim," dedi, Tarık. Başını sallayıp, bitkin gözlerini üzerimizden çekip, askıda ki ceketini alıp, çıktı.
Şimdi yine baş başa kalmıştık.
Ne yapacağımı bilemediğimden, unlu tezgahı silmeye başladım. Sessizce işimizi yürütüyorduk.
Tarık, ekmek kasalarını yığıyordu. Sonrada pişenleri çıkardı. Nihayet ortada herhangi bir dağınıklık kalmadığında, ağrıdan iki büklüm ola belimi dikleştirdim.
"Kemiklerim kırılıyor sanki. İşçilerin hakkı ödenmez gerçekten."
Tarık, halime gülüp, belindeki önlüğü çözdü.
"Çok yoruldunuz. Teşekkür ederim."
"Teşekküre gerek yok. Biz yardım etmeyeceğiz de kim yardım edecek?"
Başını salladı sadece.
İkimiz de tezgaha yaşlanmış halde, yorgunluğumuzu hissediyorduk.
"Sana kahve ısmarlayayım mı?"
Gülümseyip, omuz silktim. "Bilmem."
"Buram buram un kokuyoruz. Üstümüzü değiştirelim önce."
"Peki."
İçimi kemiren düşünce tekrar peydah olduğunda, sabırsızca alt dudağımı kemirdim. Yine de durup, sormaya cesaretim yoktu.
"Sor hadi."
Yutkundum.
"Neyi?"
Başını çevirip, dikkatle yüzüme baktı. Tüm yorgunluğuna rağmen, yine de yeşil gözleri ışıl ışıldı.
"Ne zaman bir şey soracak olsan sabırsızca kıpırdanıp, dudağını kemiriyorsun."
Verdiğim falsoya içten içe kızsam da sessizliğimi korumaya devam ettim.
"Lale."
Bir cevap bekler gibi değildi. Ya da ardından bir şey gelecek gibi de... Belki de sadece adımı söylemek istemişti.
Bir an da yaslandığı yerden doğrulup, karşıma geçti. Eli, yüzüme doğru uzandığında, dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. Arkamdaki taş olmasa, süzülerek yere düşebilirdim.
Yüzündeki eşsiz gülümsemeyle, uzanıp burnumun ucunu parmağıyla sildi.
"Un," dedi. Sesi, yeni uykudan uyanmış gibiydi.
Bir deli cesaretle bende ona doğru uzandım. Kirli sakallarına bulaşmış olan unu elimin tersiyle sildiğim de, heyecandan titrememek için kendimi çok zor tutuyordum.
"Sor," dedi tekrar.
Göz bebeklerimin titrediğini hissettim. Bu kadar yakınımdayken sağlıklı düşünemiyordum.
"Soracak bir şey..."
"Lale," dedi, yumuşak bir sesle.
"Hmm?"
Çıkardığım sese, nizami ve beyaz dişlerini göstererek güldü.
"Lale?"
"Hmm... Yani, efendim?"
Bu kez daha çok gülüp, yüzüme düşen bir tutam kıvırcık saçı, kulağımın arkasına itti.
"Soracak mısın artık?"
Boğazımın kurduğunu hissettim. Başka zaman olsa asla cesaret edemeyeceğim bu şeye, şimdi delicesine bir cesaretle tutundum ve sordum.
"Aşık mı oldun gerçekten?"
Gözlerindeki parıltı git gide ışıltılı bir hal alırken, yüzündeki gülümseme dudaklarında asılı kaldı. Rüyam, film şeridi gibi gözümün önünden geçerken, pembe dudakları olmayacak şeyler düşündürüyordu.
"Olamaz mıyım?"
Bu tavrı, alışık olmadığım bir tavırdı. Birkaç saatte ne değişmişti, bilmiyorum. Ama sanki artık daha yakın davranıyordu.
"Olabilirsin," dedim, titreyen sesimle.
"Olabilirim." Sesi, bir ninni söylermişçesine yatıştırıcıydı.
"Oldun mu yani?"
Gözleri, yüzümün her bir karışını delip geçecek kadar dikkatle dolaşırken, en son gözlerimde durdu. Zaten nemli olan dudaklarını tekrar ıslattı. Tam bir şey söyleyecekti ki...
"Tarık!"
Ömür abla, içeri girdiğinde hızla geri çekildi. Utançla, yüzüm yerde kalırken, Ömür ablanın gür sesinin sona doğru solmaya başlamış olması da utancıma utanç ekliyordu.
"Yemek hazır, demeye gelmiştim."
Sesindeki tonlama, haddinden fazla rahatsız ediciydi. Gülümseyen o ses, beni yerin dibine çok daha fazla sokuyordu.
"Tamam, geliyoruz."
Ömür ablanın yüzünü görmesem de gülümseyen sesini işitiyordum.
"Ben bir üstümü değiştireyim."
Hızla fırından çıktım, Mümtaz amcaya selam verip eve yöneldim.
Yüzüm, tıpkı içerideki fırın gibi alev alevdi. Ne yaşamıştık az önce?
Eve çıktığımda, annem gelmişti ve abim de aynanın önünde yeni yıkanmış saçlarını tarıyordu.
"Hah, geldin mi Lale? Semiha'lara yemeğe gidiyoruz. Çabuk hazırlan sende."
Anneme onay verip odama geçtim. Şu an, fırında yaşananlarla ilgili hiçbir şey düşünmek istemiyordum.
Kısa bir duş alıp, saçlarımı az da olsa kuruladıktan sonra, gri bir eşofman altı, gri bir sweet ve siyah hırkamı giydikten sonra hazırdım. Saçlarım yeterince kurumadığı için huzursuz olsam da bununla meşgul olacak zamanım yoktu.
Odamdan çıktığımda annem ve abim salonda beni bekliyorlardı.
"Saçların ıslak, kuzum."
"Kururlar anne. Çok beklettik zaten. Gidelim artık."
Beraber çıktık. Tarık'ların dairesine geldiğimizde annem, kapıyı çaldı. Çok geçmeden Ömür abla kapıyı açtı. İçeri geçtik.
Hiç beklemeden herkes sofraya yerleşmişti. Tarık'ta benim gibi yeni duş almıştı ve kumral saçları yer yer ıslaktı. Alttan alttan ona bakmaya çalışırken, Ömür ablaya yakalanmıştım ve bu, bugün kaçıncı defaya utanmama sebep oldu. Başımı tabağıma gömmek istiyordum.
"Senin çocuklar yardım etti de, bugün işin altından kalktık, Meryem. Allah razı olsun."
Annem, gulumsemeyle karşılık verdi.
"O ne demek, Semiha. Bugünler için varız."
Masada koyu bir sohbet dönmeye başladığında ben, kafamın içinde sohbet ediyordum. Ara ara Tarık’a bakmaya çalışsam da, Ömür ablaya tekrar yakalanmaktan korktuğum için başımı kaldıramıyordum.
Yemekler yendi. Sofrayı topladık. Ömür abla, ocağa çay suyu koydu. Salonda gülüşler eşliğinde sohbete devam ediliyordu.
Üzerimde müthiş bir kırgınlık vardı. Hem yorgunluktan hem de sürekli kaşınan burnumdan... Artık, kaşınması durmuş ve ilk hapşırık acımasızca ağzımdan kaçmıştı.
"İyi yaşa," sesleri yükselirken, Tarık "Saçların ıslak, tabi hasta olursun," diye söylendi.
Salonda müthiş bir sessizlik oluşurken, kimse bu durumu yadırgamış değildi. Buradaki herkesin, Tarık’ın bu tavrının abican bir tavır olduğunu düşündüklerini biliyordum.
"Tarık, Lale'ye kurutma makinesini ver de, kurulasın saçlarını."
Semiha teyzenin söylediklerine karşı Tarık, hemen ayaklandı.
Ömür ablanın ve annemin imalı gülümseyen bakışları altında, peşinden gittim.
Banyoya girdiğimizde oldukça yakın bir konumdaydık. Küçücüktü ve hareket kabiliyetim bile oldukça azdı.
Lavabonun altındaki dolaptan kurutma makinesini çıkarıp, prize taktı. Biraz yanında hareketlerini seyrediyordum. Hazır olduğunda bana dönüp, kapüşonumu açtı. Makineyi verecek diye düşünürken, beklemeden çalıştırıp saçlarımı kurulamaya başladı.
Küçük bir çocukken de, saçlarım çok zor kuruduğu için hep o kurulardı. Eskiye anılara daldığımda, hoşnut bir ifadeyle gülümsedim.
Kurutma makinesinin hoş ve sıcak rüzgarı tenimi gıdıklarken, gözlerimi kapattım. Sıcacık elleri, saçlarımın arasında dolaşıyor ve huzurun eşsiz tadını damağımda bırakıyordu. Tün saadetler bu ana denkti. Bu anda, ölene kadar yaşayabilirdim.
Saçlarımda ki nem git gide azalıyordu. Gözlerimi araladığımda, onu bana bakarken bulmayı beklemiyordum. O da, gözlerimi açmamı beklemiyor olsa gerek ki, bir anlığına dumura uğrasa da çok çabuk toparladı.
Kalan yerleri de kurulayıp, kabaran saçlarıma memnuniyetle baktı. Aynada kısa bir an kendimle göz göze geldiğimde, hızla bakışlarımı kaçırdım. Her banyodan sonra kabarıklığı artıyordu.
Ellerim, kapüşonuma uzanmışken havada yakalayıp, durdurdu.
"Böyle daha güzeller."
Kararsız bakışlarımı yakaladığında, elleri benden uzaklaştı. Bir elini pantolonunun cebine soktuğun da, içinden ucunda küçük, pembe bir çiçek olan toka çıkardı.
Kalbim, yine haddini aşarken, ne yapacak diye beklemeye başladım. Uzanıp, önüme dökülen saçlarımdan bir tutam yakaladı. Geriye götürüp elindeki tokayla sabitlediğinde, memnuniyetle yüzüme baktı.
"Çok güzel oldun."
Yüzümün utançla kızardığını bilsem de kendimi tutamadım.
"Gerçekten mi?"
Elleri, omuzlarımı bulurken, hiç düşünmeden arkama geçip, bedenimi tamamıyla aynaya döndürdü.
Heybetli yansımamız göz dolduruyordu. Onu arkamda koca bir dağ gibi görmek, oldukça duygu vericiydi.
Kendime baktım.
Tüm hayatı koyu renklere bulanmış o kızın, saçlarına konan çiçeğine baktım. Ve ilk defa orada yaşama dair küçük bir ışık gördüm. Savaşmaya değer bir nedenin var, diyordu. Ve o neden de tam arkanda, diye devam ediyordu.
"Çok güzel..." diyebildim sadece.
İlk defa kendimi güzel bulmaya bu kadar yakındım belki de. Alnımdan kalkan birkaç tutam saçla, yabancı kaldığım yüzümü ilk defa görüyormuşçasına yokladım. Sonra onun yeşil gözlerine baktım. Her daim, sevgiyle bakan gözlerine...
"Teşekkür ederim," dedim, fısıltıyla.
Eli, saçlarıma uzanırken yavaşça okşadı.
"Nereden buldun?"
Bir müddet daha saçlarımda oyalanıp "Senin için aldım," dedi.
Gözlerimiz aynada buluştuğunda, gözlerimiz konuştu ve kalbim, tam sırtımda atan kalbini hissetti.
"Hep çiçektin. Sadece güneşe çıkmaya ihtiyacın var. Güneşin, sana ihtiyacı var. Kendini, güneşten sakınma."
İçimden yükselen bir hisle, buradaki güneşin o, olduğunu düşündüm. Güneş benim ve sana ihtiyacım var, diyordu sanki. Sonra umuduma küstüm. Günün sonunda ben kardeş ve o da abi oluyordu.
"Sana ihtiyacım var..."
-
okurken belki hayal kırıklığına uğradınız. bir çoğunuz önceki bölümün heyecanına kapılıp gitti. ama bu tür durumlar için erken olduğunu yalnızca bir okur fark etti. ayrıca Tarık, böyle patavatsız hareket edecek biri değil. daha temkinli, emin olacak kadar. rüyanın olay örgümüz için katkısı büyük. zaten aşk çekiminin yanına biraz da bedensel çekimi eklemiş olduk.
öfkelenip ters bir şey söylemeden önce umarım bunları okursunuz.
yorumlarınızı bekliyorum.
yeni bölümde görüşmek üzere:)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.94k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |