
Bölüm 19:
"Kara Kutu"
Bölüm Müziği: Madrigal-Sen ya da Hiç___Göksel İpekçi-Aylardan Mayıs
🐸
Harun, yine erken denebilecek bir vakitte uyanmıştı. Zaten uykuya düşkün bir kişiliği de yoktu. Lale’yle kahvaltı yaptıktan sonra evden ayrıldı. İşsizlik, her ne kadar şu sıralar kendi tercihi olsa da, davranın böyle dönmeyeceğinin farkındaydı.
Yirmi sekiz yaşındaydı.
Dile kolay.
Kimseye itiraf etmemiş olsa da evlenmek istiyordu. Hayalini kurduğu aileyi kurmak ve babasının zıddı bir baba olmak istiyordu. En çok baba olmak istiyordu. Lanet olasıca babasına inat, tüm herkese baba nasıl olunur, göstermek istiyordu.
Yine tüm bunların içerisinde, biliyordu ki, işsiz adama değil kız, çöp bile vermezler. Haklılar da. Kendi kızı olsa o da böyle bir adama vermezdi. O yüzden, günlerdir hatta yıllardır bir karın ağrısı çekip duruyordu.
Şimdiye kadar sayısız ise girip çıkmıştı. Yapamayacağı iş yoktu. Ama hiçbir işe ait hissedemiyordu. Bir yerden sonra rutine bağlayan her iş, hayatını sömürüyormuş gibi geliyordu. Yaptığı şımarıklık mıydı? Yalnızca bir kere geldiği şu hayatta, gerçekten mutlu olduğu bir işi yapmak istemesi çıkıntılık yaptığı anlamına mı geliyordu?
Fırında ki Tarık’a selam verdi.
"Kolay gelsin!"
Tarık, samimi bakışlarla arkadaşını süzdü.
"Eyvallah. Nereye sabah sabah?"
Harun, omuz silkti. O da bilmiyordu, nereye gittiğini.
"Bir yere değil. Yapacak bir şey yoktu, biraz gezineyim dedim."
Tarık, Harun’un nefes alışından bile ahvalini anlardı. Şimdi de burnuna buram buram can sıkıntısı kokusu geliyordu.
"Canın mı sıkkın," diyerek, kuşkusunu dile getirdi.
Harun, cam dolaptan aldığı bir simiti oturduğu yerde usul usul çiğnerken, sıkıntılı bir nefes bıraktı.
"Nasıl sıkkın olmasın a*..."
Küfrünü içinde tuttu. Elindeki nimete saygısızlık olacağından endişe etti.
Tarık, "Yine iş mevzusu mu?" diyerek, konuyu biraz daha açtı.
Harun, ağır bir şekilde başını salladı. Başka ne mevzu olacaktı ki?
"Haber salalım. Babamın çevresi geniş, biliyorsun. Hemen bir iş bulunur sana da."
Tarık, yardım etmek için can atıyordu. Babası ölmeden yetim kalan bu iki kardeş, yıllardır canı ciğeriydi. Harun’u ablası Ömür'den ayırdığı hiç olmamıştı. İstiyordu ki tüm rahatlıklar onun olsun.
"Bilmez miyim, kardeşim. Ama mutlu olacağım bir iş olsun istiyorum. Yoksa biliyorsun, en fazla altı ay... Sonra kendimi kovduracak bir şey kesinlikle buluyorum."
Tarık’ın gözleri kuşkuyla kısıldı. Harun’u herkesten iyi tanıyordu. Yıllardır kıvrandıran ağrısından da haberdardı elbette.
"Arabalara olan hevesin hiç dinmedi değil mi?"
Harun, yakalanmış bir çocuk mahcubiyetiyle bakışlarını yere indirdi. Çocukluğundan beri arabalara, parçalarına her bir yanına hayranlık duyardı. Motorlarının sesinden tanırdı bir çoğunu.
"Bizimki de öyle bir sevda işte."
Tarık, kasanın arkasından çıkıp, Harun’un karşısına oturdu. Elini babacan bir tavırla omzuna attı.
"E oğlum açalım bir oto tamir dükkanı. Ha?"
Harun, içinde bir yerlerin acı acı sızladığını hissetti. Hangi parayla açacaktı? Hayaliydi. Yağ kokusu ona en güzel çiçek bahçelerinden daha güzel geliyordu. Küçükken, evet çok küçükken sanayi de çalışma fırsatı olmuştu. O zamanlar Gürkan usta, Harun’daki ışığı fark etmişti. Fakat annesi Meryem, çoğu ebeveyn gibi çocuğunun okumasını daha doğru bulmuştu. Fakat her çiçek aynı şekilde büyütüyordu işte. Harun, lise terkti. Belki de sanayi de kalsaydı şimdi çok iyi bir usta olmuştu. Zaman ve şartlar...
"Hangi parayla açacağım oğlum?"
Tarık, hiç düşünmeden "Benim birikmişim var," dedi.
Harun, kocaman cüssesine aldırmadan arkadaşına sarılıp ağlamak istedi. Her daim arkasına bir dağ gibi duruyordu. Hem de hiçbir sitem etmeden.
"Varlığın, desteğin yeter be kardeşim. Ben senin emeğini kendi heveslerime heba eder miyim hiç!"
Tarık, yalancı bir kızgınlıkla Harun’un omzunu sıktı.
"O ne demek lan! Kardeşimsin oğlum sen benim. İste canımı vereyim."
Harun, simiti önündeki küçük sehpaya koyup koca kollarını Tarık’a doladı. Biricikti işte. Var mı ötesi!
Fırından çıktığında eski anılara daldı gitti. Bu esnada çocukken çıraklık yaptığı oto tamir dükkanına da geldi. Daha doğrusu ayakları onu buraya getirdi. Bunu sonradan fark etti.
Gürkan Oto Tamir.
Küçükken sabah erkenden kalkar, seke seke, heyecanla buranın yolunu tutardı. Annesi belki de hayatında ilk defa en çok, o zaman kırmıştı Harun’u. Günlerce ağlamıştı. İstemiyordu okumak falan. Annesi dinlememişti. Parlak bir geleceği hiç düşünmeden kömüre bulamıştı.
Ne kadar süre kapı da dikildi, bilemedi. Gözlerinin önünden bir bir anılar akarken, bir çift mavi gözde takılı kaldı. Ve yirmi sekiz yıllık yaşamında ilk defa hakiki bir heyecanla sarsılıp, ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaştı. Adım atsa yere çıkılacak gibiydi. Nefes alsa, haykıracak gibi.
Bir çift mavi göz.
Yalnızca.
Aklı başından gitti.
Flört etmenin kitabını yazan Harun Korkmaz, ilk defa bir kadının karşısında nasıl davranması gerektiğini bilemedi.
"Pardon?"
Ciğerlerinden içeri cılız bir nefes girdiğinde, ancak kendine gelebildi.
"Pardon," dedi tekrar mavi gözlü kız.
Gözlerin denk giydiği mavi elbise, onu olduğundan çok daha güzel göstermişti. Harun, aklını yitirecek gibi oldu. Hiçbir şey bilmiyorsa da şu anda aşka dair keskin duygular içerisinde olduğunu biliyordu. İlk görüşte aşk zırvalıklarına inanacak bir değildi. Şu anda bu hissettiği şey, olsa olsa büyü olabilirdi. Karşısındaki bu kızda çok güzel bir peri...
"Beyefendi?"
Bir adım ötesine kadar yaklaşan kıza, meczup gözükmemek için sesini bulup cevap verdi:
"Buyurun?"
Mavi gözlü kızın, dudağının kenarıyla güldüğünü gördü. Daha büyük gülse ne kadar güzel olacağına dair hayaller kurdu.
"Asıl siz buyurun. Kaç dakikadır burada böyle dikiliyorsunuz."
Harun, zorda olsa mavi gözlerin büyüsünden kurtulup, sahici bir gülümseme sundu.
"Şey... Gürkan Usta'ya bakmıştım."
Kız, sevecen, küçük bir gülümseme sundu.
"Babam içeride. Buyurun isterseniz."
Kızın önden gitmesini bekleyip peşine takıldı.
Tamirhanenin içine girdiklerinde Gürkan usta, bir arabayla bebeği gibi ilgileniyordu.
"Baba, misafirin var."
Gürkan usta, yağlı ellerini kararmış beze silip, kaportadan başını kaldırdı. Harun’la göz göze geldiklerinde yaşlı gözleri kısıldı. Aradan yollar geçse bile bu kara gözleri unutamayacağını biliyordu.
"Harun!" dedi, sevecen ve neşeli bir sesle.
Harun, ustasının kendini tanıyacağına dair zerre bir umut beslemiyorken, tanımış olması onu bir hayli mutlu etmişti. Baba adamdı ve zamanında babası yerine koyduğunu da biliyordu.
"Ustam," deyip eline uzandığında, Gürkan usta yağlı elini çekmek istese de Harun, gocunmadan öpüp, başına koydu.
"Yıllardır bir kere uğramadın yanıma. Hayırsız kerata!"
Harun, mahçup bir şekilde boynunu büktü. Gelmek istememişti. Çünkü biliyordu ki gelirse her şey çok daha zor olacaktı. Zaman sonra da üstü kapanmıştı zaten. Hayat, onu çok başka yerlere savurmuştu.
"Öyle oldu ustam."
Gürkan usta, kızına baktı.
"Bak kızım, hatırladın mı Harun’u?"
Genç kız, hatirlamaga çalışan gözlerle Harun’u süzse de çıkaramadı.
"Hatırlamazsın tabi. Sen o zamanlar daha küçüktün. Yanılmıyorsam aranızda beş yaş vardı. Harun, o zamanlar on iki on üç yaşlarındaydı. Sen hatırlarsın, Harun."
Harun, gözlerine bakmaktan imtina ettiği kıza, çekingen bir bakış attı. Gözünün önüne gelen bölük pörçük anılarda, peşinde dolanan küçük bir kız çocuğu vardı. Fakat o zamanlar, ergenliğin verdiği çağlayanla ve tabi babasızlığın verdiği acıyla çokta etrafına odaklandığı söylenemezdi. O yüzden, bu güzel kızla anılarının olduğuna emin olsa da bir araya getiremiyordu.
"Çok hatırlayamadım Usta."
Gürkan usta, sesli bir şekilde güldü.
"Ya hu nasıl hatırlamadın? Peri."
Kalbinin tekleyişi, kulaklarında hafif bir gümbürtü bıraktı. Büyüsüne kapıldığı bu perinin adı gerçekten Peri'ydi demek ha!
O an, hafızasında bazı anılar daha da netleşti. Büyük bir ciddiyetle yaptığı işlerin ortasında, bacaklarının arasında gezinen mavi gözlü bir kız çocuğu belirdi. Harun, her seferinde bıkkınlıkla kaçıyordu o kızdan. Kızsa her seferinde daha çok sulanıyordu. Belki de arkadaş olmak istiyordu. Fakat Harun, kızı görmüyordu bile.
Peri, elini Harun’a uzattı.
"Memnun oldum."
Harun, pamuktan daha yumuşak olan eli tutup yavaşça sıktı.
"Bende, memnun oldum," dese de içinde kopan heyecan çığlıklarını bir tek, o duydu. Memnun olmamıştı, çok çok memnun olmuştu.
🐸
Tarık, Harun gittikten sonra işlerine devam etse de aklının bir köşesinde hep, Lale vardı. Yarın doğum günüydü. Onun için fazladan bir heyecan hakimdi. Nasıl kutlaması gerektiğine bir türlü karar verememişti. Baş başa mı olmalılardı, yoksa aileleri birleştirecek bir parti mı organize etmeliydi? Lale, en çok hangisinden hoşlanırdı? Göz önünde olmayı sevmediği için ilk seçenek daha cazip gelirdi.
Öğleden sonraya kadar çalışmış, öğleden sonrada fırını babasına bırakarak dışarı çıkmıştı.
Hava bulutluydu. Tek tük yağmur yağıyordu. En sevdiği mevsim belki de sonbahardı. Yaprakların savruluşu, yağmurdan sonraki toprak kokusu, gri havalar... Yaşadığını en çok bu zamanlarda hissediyordu.
Düşüncelere daldığında, Lale’nin odasına doğru baktığını fark edemedi bile. Gözüne düşen bir damla yağmurla, silkinip kendine geldi.
Gözleri Lale’ye aldığı lale çiçeğine kaydı. Odasına renk katan tek canlıydı. Lale'de çok güzel bir çiçekti fakat henüz açmamıştı. Açtığı zaman saksıda ki çiçeği bastıran bir ışığa sahip olacağını düşünüyordu.
Hala yukarı doğru bakarken, kalbini heyecanla sarsan kişi belirdi.
Lale, usulca penceresinin kulpunu çevirip, camı açtı. Henüz Tarık’ı görmemişti. Fakat bu çok kısa sürdü. Saniyeler sonra gözleri kesişti.
Tarık, kaküllerinden bir kısmının geçen gece ona aldığı tokayla tutturulduğunu gördü. Bu görüntü içini sıcacık yaptı.
O geceden sonra Lale’ye karşı davranışlarını fütursuzca mı yönettiği hakkında uzunca düşünmüştü. Belki biraz daha yavaş gitmeli ve onu ürkütmemeliydi. Nihayetinde bir rüyaya bağlı kalarak davranışlarını hareket ettirmek saçmalık olurdu. O günün heyecanıyla biraz fevri davranmıştı. Şimdi biraz daha temkinli ilerlemek istiyordu. Lale’nin hislerini bilmiyordu. Kendi hislerine karşılık bulamasa da, bu uğurda çaba sarf etmek istiyordu. Lale’nin kalbini kazanmak için her şeyi yapardı.
"Nasılsın?"
Sesini duyurmak için bağırmış, artan yağmura karşı da gözlerini kısmıştı.
Lale, bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırıp gülümseyerek cevap verdi: "İyiyim, Tarık abi. Sen nasılsın?"
Tarık, Lale her abi dediğinde kaynar kazanlara düşmüş kadar acı çekiyordu. Abiydi. Abi adamdı. Fakat Lale için başka anlamlar ifade etmek istediğini henüz yeni fark etmişti. Ve bu anlamlar içerisinde de "abilik" vasfı yoktu.
"İyiyim. Biraz dolaşacağım."
Lale, anlayışla başını salladı.
"Islanma, yağmur yağıyor."
Tarık, gülümseyerek omuz silkti.
"Islanmayı seviyorum."
İkisi de ayrılmak istemiyor gibiydi.
Yağmur, hızını artırınca Lale, bir koşu içeri girip, elinde şemsiyeyle geri döndü. Aşağıya attığında Tarık, ustalıkla tuttu. Bundan sonra vedalaşıp, ayrıldılar.
Tarık, caddeye geldiğinde ne yapacağını pek bilmiyordu. Elindeki şemsiyeye, fazladan bir değer biçmiş ve sıkı sıkıya sarılmıştı. Aklı dağınıktı, uzun zamandır olduğu gibi. Olduğu yerde kaçışan insanları izledi. Yağmurdan kaçmayı oldum olası saçma bulmuştu. Şemsiyeyi Lale vermiş olmasaydı, kesinlikle burada sakin adımlarla yürür ve yağmurun ıslatmasına izin verirdi.
Ne alması gerektiği hakkında çokça düşünmüştü. Lale’yi mutlu edecek bir çok hediye biliyordu fakat hangisini alması gerektiği konusunda çok kararsızdı.
Kitap alabilirdi. Fakat önceki doğum gününde zaten kitap almıştı. Bir öncekinde de sevdiği için siyah bir tişört almıştı. Liste uzayıp gidiyordu. Bazen tekrara düşmüştü ama yine de Lale, her seferinde çok kıymetli bir hediye alınmış gibi gözlerindeki parıltıyla teşekkür etmişti.
Tarık, yalnızca o parıltının yerini korumak istiyordu. Lale’nin maddi hediyelere kıymet vermediğini çok iyi biliyordu. Onu ilgilendiren tek konu, düşünülmek olmaktı. Doğum gününde bir çikolata verilse bile mutlu olurdu.
Sıkıntıyla iç geçirdi.
Her sene bu işi kolaylıkla çözerken bu sene yapamıyordu. Lale, onun için önceden de çok kıymetliydi fakat şimdi bir çok şey değişmişti ve tüm bu durumlar içerisinde her şeye çok daha fazla önem veriyordu.
Dükkanlardan birine girdi...
🐸
Öğleden sonra hava iyice kendini kapatmış ve yağmur, haddini aşmıştı. Bu halinden oldukça memnundum. İçimi karartmak yerine, hayat sevgisi aşıladığını bile söyleyebilirdim.
Kitabımın arasına ayracımı koyup, gri puftan kalktım. Ayaklarım tekrar pencere önünde dinlenirken, uzun uzadıya sokaktan aşağı ve yukarı baktım. Sanki böyle yapınca onu görebilecek gibiydim. Oysa fuzuli bir uğraştı.
Saksıda ki lalemin yapraklarını sevdim. Son zamanlarda onunla bir hayli samimi olmuştuk.
"Yarın doğum günüm..." diye sessizce fısıldadım.
"Yirmi üç yaşında olmak nasıl bir his bilmiyorum. Her şey tıpatıp aynı işte."
Gözlerim, karşı apartmanda oyalandı.
"Tamam. Tıpatıp aynı değil. Artık kendimi daha çok seviyorum."
Bu itiraf karşısında bir müddet kalakaldım. Kendimi daha çok seviyorum... Toparlanması imkansız bir enkazken, kendime fırsat tanıyorum. Yaşama fırsatı...
"Bunun için Tarık’ı daha çok seviyorum."
Gülümsedim.
"Bu sıralar olduğundan daha yakın davranıyor sanki. Ya da ben çok sevgiden kafayı yedim."
"Geçen gün saçlarımı kurulayıp, toka taktı, biliyor musun?"
Elim, saçımdaki küçük çiçekli tokaya uzandı.
"O gün, anlam veremediğim şeyler söyledi. Kedimi kandırmamak için bir anlam yüklemedim. Sonunda ben üzülürüm çünkü. Sanki çok az üzülüyormuşum gibi."
Derin bir nefes aldığımda, artan yağmura baktım. Umarım Tarık, dönmüştür. Her ne kadar yağmuru sevse de bu havalarda ıslanmak, hastalığa davetiye çıkarmak gibiydi.
Geri dönüp, kitabıma kaldığım yerden devam ettim.
Gün geceye evrildiğinde, abimde annemde geldiler. Beraber akşam yemeği yedik. Annem, sabah erken uyandığı için erkenden doğum günümü kutlayıp uyudu. Ona kızamıyordum. Hayatımın en önemli günlerinden biri olsa da, bencil olamıyordum. Annem, bizim için gençliğini feda etmişti. Saçlarında gördüğüm her bir beyaz tel için kahroluyordum. Gözlerindeki yaşama sevinci kaybolmuştu. Bazen uzun uzun dalıp gidiyordu. Sırf annem için bile babamı yaşadığım sürece affetmeyecektim. Hal böyleyken, ona nasıl kızabilirim ki? Yanağıma koyduğu minik öpücük, her şeye bedeldi.
Abim tarafında ise işler... biraz garipti. Geldiğinden beri değişik bir biçimde sırıtıyordu. Mutlu olması beni de mutlu etmişti. Fakat mutfağa girip benim için pasta yapmaya başladığında bir şeylerin ters olduğuna artık emindim. Çünkü abim, asla kendi iradesiyle mutfağa girmezdi.
"Hasta olmadığına emin misin?"
Başımı omzundan uzatmış, karıştırdığı kek kabına bakıyordum.
Omzunu silkip başımı sarstığında geri çekildim.
"Ya kızım, şurada kardeşimizin doğum günü için pasta yapıyoruz, niye rahat bırakmıyorsun ya!"
Pes edip, sandalyeye oturdum.
"Hayra alamet davranışlar sergilemiyorsun. Üç ay ömrüm mü kaldı?"
Arkasını dönüp, ters bir bakış attıktan sonra işine devam etti.
"Eee ne hediye istersin?"
Çenem düşecek yer aradı.
"Gerçekten bu nezaketi gösterip bana soruyor olamazsın."
Kısık ve şüpheci gözlerle bana baktı.
"Neden barzo kılıklının tekiymişim gibi davranıyorsun?"
Sessiz kaldığımda şaşkınlıkla yanıma yaklaştı.
"Barzo muyum ben?"
Dudaklarımı birbirine bastırdığım da, omzumdan dürttü.
"Konuşsana kızım!"
"Aman abi, öküzden iki saniye önce doğmuş gibi davranıyorsun. Gelmiş bana burada barzo muyum diye soruyorsun."
Sahici bir şaşkınlıkla doğruldu.
"İnanamıyorum sana. Kalbimi kırdın."
Ayak ayak üstüne atıp, geri yaslandım. Doğruları konuşmak beni kırıcı yapar mıydı? Belki, bir miktar.
"Gerçekler bazen kırıcı olabiliyor tabi."
Kek harcını tepsiye dökerken, ters ters bakmayı da ihmal etmedi.
"Gayet efendi bir kişiliğim var benim."
Sana göre.
"Tabi tabi."
Bıkkın bir nefes aldı. Keki fırına verdiğinde, iki eli de belinde öylece dikildi karşımda. Ne yapacak diye beklerken bir anda masaya oturup ellerimi tuttu.
"Lale!"
Gözlerim kocaman olurken, korkmuştum da.
"Ne yapıyorsun be! Aklımı aldın."
"Lafımı bölme. Şimdi söyleyemezsem bir daha hiç söyleyemem."
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Biliyordum," dedim, imalı bir sesle.
Kaşları havalandı.
"Nereden biliyorsun be!"
"Senin söylemeni bekledim sadece."
Anlamsız gözlerle yüzüme baktı.
"Saçmalıyorsun ama artık."
"Tamam abi, ben her zaman destekçinim."
Elimin birini ellerinin arasından kurtarıp, elinin üstüne koydum.
"Ne diyorsun yine?"
Dilimi ısırıp, gülmemi bir defa daha bastırdım.
"Hamile olduğunu biliyorum," dedim fısıltıyla.
Önce gözleri kocaman oldu, sonra karnına baktı, sonra da kızgın gözlerle bana döndü.
Gülmemi daha fazla tutamadığım için gür bir kahkaha attım. Ellerini çekip, öfkeyle geri yaslandı.
"Dert yandığım insana bak! Kardeş kardeşle dalga geçer mi?"
Gülmemi durdurup ciddi gözükmeye çalıştım.
"Özür dilerim. Dinliyorum seni."
"Hevesim kaçtı."
"Abi!"
Göz devirdi.
"Aman tamam, çok ısrar ettin."
Dudağımın kenarıyla güldüm.
"Evet?"
Bakışları mutfakta dolandı. En son tekrar bana baktığında, birden "Aşık oldum," dedi.
Bekledim.
O da bekledi.
Aradan biraz zaman geçtiğinde, "Eee?" dedi.
"Ne eee?"
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"Ne söyleyeyim?"
"Tebrik falan."
"Bu yeni bir şey değil ki."
Bu kez gülen taraf oydu.
"Gayette yeni bir şey."
"Gonca'ya aşık olduğunu yedi mahalle öteden biliyorlar abi."
Boş ver dercesine elini salladı.
"Ben aşkı yeni tanıdım, kızım. Büyülendim resmen. Masmavi gözleri, su gibi teni... Peri gibiydi."
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim.
"Nasıl yani, Gonca’dan kurtulduk mu?"
Söylediklerimi duymazdan gelip anlatmaya devam etti.
Gecenin geri kalanında abimi ve efsunlu aşkı Peri'yi dinledim. İtiraf etmem gerekirse, kızı daha görmeden sevmiştim. Belki de Gonca'dan kurtulmama sebep olduğu için sempati beslemiştim. Umurumda da değildi doğrusu. Abimi bu kadar mutlu ettiği için bile onu sevebilirdim. Bi, tek başına yeterli bir sebepti.
Doğum günümü abimin yaptığı, ilk denemesine rağmen oldukça lezzetli olan kekle kutladık. Hep olduğu gibi gündüz daha güzel bir pastayla tekrar kutlayacaklardı. O yüzden saat on iki olmadan odalarımıza geçmiştik.
Üzerimi değiştirip yatağıma geçtiğimde on iki olmasına yalnızca iki dakika vardı.
Arkadaşım yoktu.
Sevgilim yoktu.
Doğum günümü kutlayacak hiç kimse yoktu.
Bu durum artık üzücü değildi. Alışmıştım. Fakat yine de tam on iki olmadan uyumayı tercih etmiyordum.
Çift sıfırı gördüğüm zaman, boş ekrana öylece baktım. Elbette herhangi bir kutlama mesajı yoktu.
Derin ve solgun bir nefes alıp yatağın içine doğru kaldığımda camıma bir şeyin vurduğunu düşündüm ama bunun bir hayal olduğuna ikna olup, gözlerimi kapattım. Aynı ses saniyeler sonra tekrar gelince kaşlarım çatıldı. Bekledim. Çok geçmeden tekrar aynı ses geldi. Aklıma pek çok ihtimal gelmediği için heyecanla yataktan kalktım.
Pencerenin önüne gelip perdeyi araladığımda, karşı dairede gördüğüm yüz, kocaman gülümsememe sebep oldu.
Perdeyi tamamen açıp, pencereyi de açtım.
"Doğum günün kutlu olsun."
Yüzündeki eşsiz gülümsemesiyle yine göz alıcıydı. Dilindeki sözlerle yine kalbimi yerinden ediyordu.
Her zaman bu kadar ince düşünceli olmasaydı keşke...
"Teşekkür ederim."
Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdim.
"Uyumamıştın değil mi?"
Olumsuz anlamda başımı salladım.
"Hayır, yeni yatmıştım."
Memnuniyetle tekrar gülümsedi.
Avcundaki boncukları gösterdi. Benimde gülümsemem genişledi.
"Sepet yollayacağım. İpi tutar mısın yine?"
Heyecanla baktım yüzüne. Başımı hevesle salladım.
İpi attığında tek seferde yakaladım. Hazırladığı çamaşır sepetini ipe takıp, dikkatlice yukarı kaldırdı. Sepet, yavaş yavaş bana doğru kaymaya başladı ve çok geçmeden de ulaştı.
İçinde küçük bir pasta ve yanında da kitaba benzer bir şey vardı.
"Mumları ve maytabı sen yakacaksın artık."
Pastayı dikkatlice çıkarıp pervaza koydum. Kitaba benzer şeyi de aldım.
"Teşekkür ederim," dedim, minnet dolu bir sesle. Cevap vermek yerine yalnızca gülümsedi.
Mutfaktan çakmak alıp döndüğümde mumları yaktım. Pastayı elime alıp ikimizin arasında tuttum. Şu an, tüm huzurları tekte geçerdi.
"Yeni yaşın güzellikler getirsin."
Pastayı geri pervaza koyup tekrardan mutfağa gittim. Bu kez iki tabak ve bir bıçakla geri döndüm. Tabaklardan birine pastanın yarısını koyup sepetle ona yolladım. Diğer yarısını da kendi tabağıma aldım.
"Hediyene bakmayacak mısın?"
Tabağı geri koyup, kenarda unuttuğum hediyeye sarıldım. İçinde ne olduğunu haddinden fazla merak ediyordum fakat pastanın heyecanına bir aralık unutmuş bulundum.
Kapağını kaldırdığımda gördüğüm şey iki çocuğa ait bir fotoğraftı. Tarık’la ben... Beni kucağına almış, kocaman gülümsemeyle yüzüme bakıyordu.
Çevirdim.
Burada biraz daha büyüktük. Bir oyuncağı Tarık’ın elinden çekiyordum.
Diğer yanda ise saçımıza kadar çikolataya gitmiş, kahkahalarla gülüyorduk.
Bir sonraki kavgalıydı. Ağlıyor ve öfkeyle burnumu Tarık’ın koluna siliyordum. O ise göz devirerek bana bakıyordu.
Çevirdiğimde daha mutlu bir tabloyla karşılaştım. Tarık, bulduğu bir çiçeği kulağımın ardına sıkıştırıyordu.
Çevirdikçe daha güzel bir anının içinde buldum kendimi. Her kare ayrı bir hayat kokuyordu. Sanki bu fotoğraflarda ki kız bambaşka biriydi. Bu kadar hayat dolu gülen birini daha görmüş müydüm acaba? Babamın gidişinin canımı yaktığın ama döneceğine inandığım zamanlar... Bir yerden sonra fotoğraflarda bitmişti. Çünkü o yerden sonra ümidim de tükenmişti. Bu yüzden Ömür abla artık kamerasıyla bizi çekmemişti. Daha doğrusu ben, her kamerayı gördüğümde kaçmıştım.
"Yeni yaşında benimle dejavu yaşamaya var mısın? Yeniden, eskisinden de daha güzel güler misin benimle? Seni, seninle tanıştırmama izin verir misin, Lale?"
-
dilediğim kadar uzun olmasa da yine de hakkını vermeye çalıştım:)))
lütfen bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın:))
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.87k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |