
Bölüm 20:
"Dejavu"
Bölüm Müziği: Pera-Gökyüzüm
🐸
Kavurucu bir yaz sıcağında, minik Lale diğer tüm çocuklar gibi sokaklarda çocukluğunun tadını çıkarmaya çalışıyordu. Fakat okulda gördüğü zorbalıkların yanına bir de mahalle de gördüğü zorbalıklar eklenince bu isteği hep bir kenarda kalıyordu.
Can...
Belalı arkadaşı burada da zalimliklerine devam ediyordu.
Mahalle meydanında, kahvehanenin yanındaki büyük düzlükte çizilen sek sek karelerinde çocuklar hoplaya zıplayana oynarlarken Lale, söğüt ağacının arkasına sinmiş, dışlanmış gözlerle onları seyrediyordu.
Kalbi kırıktı. Oysa gidip oynamak istediğini söylese, orada kimseciklerin bu isteği geri çevirmeyeceğini biliyordu. Tek çekincesi, kenarda dondurmasını yalayan Can'dı.
Bir yandan dondurmasını yalıyor, diğer yandan hunharca oyun oynayanlara laf yetiştiriyordu. Bu sahnede Lale anladı ki, Can sadece onunla uğraşmıyordu.
Oynayamayacağına iyice ikna olduktan sonra eve gitme isteği peydah olmuştu ki, korktuğu başına geldi. Göbeği, mayalanmış hamur gibi sallanan Can, yüzündeki sinsi gülümsemeyle Lale’nin yanına geldi.
Lale, gözlerini dondurma yemekten ağzı yüzü yapış yapış olan Can'a sabitlediğinde midesinin bulandığını hissetti.
"Sen neden oynamıyorsun?"
Lale, bir tutam saçı gözünün önünden çekip, mahçup bakışlarla oyun alanına baktı.
"Canım istemiyor."
Oysa nasıl istiyor...
Can, sesli bir şekilde dondurmasından tekrar yalayıp, "Hadi gel, sende oyna," dedi.
Lale, hevesli bakışlarını ona kaldırdığında, bu kötü çocuğun insafa geldiğini düşündü.
"Gerçekten mi?"
Can, gülerek başını salladı.
Beraber oyun alanına döndüklerinde Can, oyunu durdurdu.
"Hey millet! Oyuna biri daha dahil oldu. Yeni geldiği için ilk o oynasın."
Hiçbir çocuk, bu zorbaya karşı çıkmadı. Nihayetinde o ne derse, o olacaktı.
Lale’nin eline taşı verdiler. Hevesle attı. İlk turu yanmadan oynadı. İkinci turda taşı tekrar attı. Yine yanmadı. Üçüncü tura geldiğinde taşı attı. Tek ayak üstünde zıplamıştı ki Can, yine yaptı yapacağını. Lale’nin ince bacağına çelmeyi takınca, küçük bedeni yerle bir oldu.
Bu, ilk yenilgisi değildi. O yüzden ilk birkaç saniye ağlamadı. Sonra bedeni santim santim yanmaya başladı. İşte o zaman acılı bir hıçkırık kaçtı boğazından.
Can ve arkadaşları gülerek, diğerleri de korkarak uzaklaştılar meydandan. Kahveden gelen iyi yürekli bir abi, Lale’yi kaldırıp, söğüt ağacının önündeki banka oturttu. Yaralarına üfleyip acısını almaya çalışsa da, Lale susmuyordu. Zaten yaralarına değil, yüreğinin acısına ağlıyordu.
Abinin tüm uğraşlarına rağmen susmadı, Lale. En sonunda da aksayan ayağıyla eve doğru yürümeye başladı. Gözlerinden sicim gibi yaş boşalıyordu. Durdurmak için bir çaba göstermedi. Yürüdü ve yürüdü.
Annesi çalışıyordu, evde yoktu. Abisi sanayiye girmişti yakın zamanda. Tarık abisi de fırına bakıyordu. Yaralarına koşup üfleyecek bir o, vardı.
Fırına yaklaştıkça ağlama sesleri yükseldi. Tarık, henüz kasa başındayken tanımıştı Lale’nin hıçkırıklarını. Korkuyla kendini dışarı attığında ise gördüğü manzarayla kalbi burkuldu.
Kolları hemencecik Lale’yi sarıp sarmaladı. Meryem, küçük kızını işe giderken onlara bırakırdı. Lale, sabah yalvar yakar izin alıp çıkmıştı. Bilseydi böyle dönecek, hiç git der miydi?
"Ne oldu, Lale?"
Lale, bir hıçkırık eşliğinde "Düştüm," dedi. Gerçeği söylemek istememişti. Çünkü ne zaman Can ona zarar verse, Tarık dönüp ona daha fazlasını yapıyordu. Sonucunda da babasından azar işitiyordu. Lale, tüm bunların sorumlusu olmak istemiyordu.
"Nasıl düştün?"
Dudağı büzüldü. "Düştüm işte."
Tarık, inanmasa da daha fazla bu şekilde beklemesini istemediği için Lale’yi fırına çekti.
Fırındaki acil yardım çantasını alarak bildiği kadarıyla yaralarına pansuman yaptı. Lale, bu süreçte hep ağladı. Tarık, içi yansa da "Ağlama" diyemedi. Acısına çare olan ağlamaksa, ağlasın istedi.
Yaralarına yara bandı sarıp, işi bittiğinde çay ve simit getirip yemesi için önüne bıraktı. Lale, sessiz bir şekilde onları yemeye başladı.
Akşam oldu.
Akşama kadar tek kelime konuşmadı. Tarık'ta onun sessizliğini bozmadı. Ama içten içe bir şeyler olduğunu seziyordu.
Annesi Meryem, akşam kızını alıp eve gittiğinde Tarık'ta fırını babasına bırakıp, çıktı.
Harun’da gelince beraber aşağı meydana indiler. Ergenliğin verdiği büyümüşlük hissiyle bu sıralar kahvede oturmayı seviyorlardı. Birer çay söyleyip, büyümüşte küçülmüş iki adam gibi sohbet etmeye başladılar. Sonra mahalleden bir iki genç daha katıldı. Sohbet koyu bir hal alırken, içlerinden biri "Lale nasıl oldu?" diye sordu. İki abinin de kaşları olabildiğince çatılırken, Harun atik bir şekilde öne doğru eğildi.
"Ne olmuş Lale’ye?"
Çocuk, hızla bir açıklama getirdi.
"Bugün sek sek oynarken düştü de."
Yanındaki diğer çocuk:
"Ne düşmesi? Can yine yaptı yapacağını, çelme taktı çocuğa."
Tarık, başından aşağı kaynar su dökülmüşçesine irkildi. Hissetmişti bir şeyler olduğunu ama altından Can’ın çıkmasını istememişti. Bu, Lale’ye yaptığı kaçıncı zorbalıktı?
Tarık ve Harun, çelme takılan kendileriymişçesine kalktılar. İstikamet belliydi. Manava gelip önünde pusu kurdular. Can, babasından önce eve giderdi hep. O saati bekliyorlardı. Çok geçmeden çıkınca, düştüler peşine. Ara bir sokakta sıkıştırdılar. Ama bir çocuğa iki kişi girmeyecek kadar da iyi yüreklilerdi. O yüzden Harun, yanan abi yüreğini söndürmek için sağlı sollu girişti Can’a. Karşılık vermeye çalışsa da fayda etmedi. Çok fazla hırpalamak istese de Tarık, önüne geçti. Can için bela almaya değmez, diye düşünüyordu.
Ondan sonraki bir hafta Lale, evden çıkmadı. Annesi her ne kadar Tarık'lara bırakmak istese de oraya da gitmek istememişti. Gün içinde Ömür, kontrole gelmiş; Tarık ise bir gözü evdeyken çalışmasını sürdürmüştü.
Sonraki gün artık dayanamamış ve babasından izin alarak Lale’nin yanına gitmişti. Kapıyı iki sefer çaldıktan sonra asık suratıyla kapıyı açmıştı. Tarık, onun o haline içinin yanmasıyla baktı. Sonrada kolundan tutup dışarı çekti. Lale’nin konuşmasına müsaade etmeden peşinden sürüklemeye başladı. Bu aralıkta kapıyı çekmesi ve terliklerini giymesi bir hayli zor olmuştu.
Aşağı indiklerinde Lale, "Tarık abi!" dese de bir cevap gelmedi. El ele uzunca bir süre yürüdüler. Nihayet meydana geldiklerinde oyun oynayan çocukları gördüler. Lale, huzursuzca elini Tarık’tan kurtarmaya çalışsa da fayda etmedi. Tarık, daha sıkı tuttu. Sek sek oynanan yere çekiştirdi. Can'da oradaydı. Geçen gün yediği dayağın izleri az da olsa yüzünde belirgindi. Tarık’ı görünce kabuğuna çekilmiş, arkadaşlarıyla ilgilenmeye başlamıştı.
Tarık, yaptığının doğru olmadığı bilse de sek sek taşını diğer çocukların elinden aldı "Biraz da biz oynayalım," dedi. Tarık büyük olduğundan çocuklar ses etmeyip kenara çekildiler.
Elindeki taşı atıp bir tur oynamaya durmuştu ki, Lale koşarak uzaklaştı oradan. Çok geçmeden peşine takıldı. Yine ağlayan sesini işitiyordu. Kendini suçladı. Belki de üstüne gitmemeli, biraz kendi haline bırakmalıydı.
Uzun bir süre öyle devam ettiler. Tarık, yetişebilirdi fakat yetişmek istemedi. Bu şekilde Lale’yi çınar ağacına kadar takip etti. Küçük bedenini çınarın iri gövdesine saklayışını şefkatle seyretti.
Usul ve merhamet kokan adımlarıyla yanına yaklaşıp, tıpkı onun gibi çömeldi. Sessizce içine ağlayışını dinledi.
"Tarık abi," dedi en sonunda, çatallaşmış sesiyle. Bu anı bekliyormuş gibi hevesle doğruldu Tarık: "Efendim?"
Kıvırcık kafasını usulca Tarık’a doğru kaldırdı "Sence ben çirkin miyim?"
Tarık hemen "Elbette hayır," dedi. Fakat sorduğu soru canını sıkmıştı. Küçük bir çocuğun bunları düşünmesini doğru bulmuyordu.
"Peki ben hasta mıyım?" diye sordu bu kez. Tarık, kaşları çatık bir halde cevap verdi: "Hayır, hasta da değilsin."
Lale’nin çenesi içli bir şekilde titredi "O zaman neden kimse beni sevmiyor?"
Tarık, hiç düşünmeden kolunu boynuna atıp, küçük bedenini kendine doğru çekti.
"Bir daha böyle şeyler söyleme. Biz seni çok seviyoruz. Ben seni çok seviyorum."
Başını Tarık’ın omzundan kaldırıp ciddi bir ifadeyle "Gerçekten çok mu seviyorsun?" diye sordu.
Tarık, gülümser bir şekilde cevap verdi "Hem de çok seviyorum."
🐸
Bir haftadır yüzümden eksik olmayan sırıtış, bugünde yerini koruyordu. Doğum günümün üstünden tam tamına bir hafta geçmiş olsa da her gün doğum günümmüş gibi sevinç doluydum.
Bir hafta.
Yedi gün.
Bir günü bile boş geçmemişti.
Hiçbir şey yapmayacak olsak bile en azından dışarı çıkmış ve beraber mısır yemiştik. Bir gece de, havalar soğumasına rağmen dondurma yemiştik. Küçükken içimde ukte kalan ne varsa, yerini güzel anılarla doldurmak için yemin etmiş gibiydi. Bu süre zarfında ona çok daha fazla aşık olduğumu hissettim. Her haliyle, Tarık’tı. Küçükken süper kahramanım olan, büyüyünce arkama dağ olan, Tarık...
Sabah erkenden uyanmış, sürpriz bir şekilde gelişen olaylara karşı heyecanlı bir şekilde beklemeye başlamıştım. Asla ne yapacağımızı bana söylemiyor, bir anda kapıma dikilip "Hadi" diyordu. Yalnızca, hadi... Koşulsuz şartsız peşine takılıyordum.
Dün lunaparka gitmiştik. Belki de yıllar sonra ilk defa gitmiş ve hiç olmadığı kadar eğlenmiştim. Saatlerce, kahkahalara boğulmuş ve ne kadar mükemmel bir zaman geçirdiğimi düşünmüştüm. O, yanımdaydı ve gerçekten de tüm saadetler mümkündü.
Ilımaya başlayan kahvemden büyük bir yudum alıp, lalemin beyaz yapraklarını ince ince okşadım.
"Ne kadar güzelleşmeye başladın böyle."
"Sende mutluluğumdan pay alıyorsun belki de."
Kuruyan toprağına biraz su döküp, pencereden dışarıyı seyretmeye başladım.
Abim, birkaç gündür sanayiye gidip duruyordu. Halinde ve tavırlarında da bir hayli değişiklik vardı. Mutluydu. Onun bu haline seviniyordum. Annem de işe gitmişti. Yani rutin olarak yine yalnızdım. Ama artık yalnız hissetmiyordum. Küçük laleme bakınca bile yalnızlığımı paylaşmış gibi hissediyordum.
Kahvemi içince bardağı mutfağa bırakıp tekrar odama geri döndüm. Serin havayı hissettikçe hırkama daha çok sarılmak geliyordu içimden. Sarılıyordum da. Ama artık kapüşonuma o kadar bağlı değildim. En azından evin içinde. Çoğu zaman başım açıktı ve aynaya artık daha çok bakıyordum. Çiçekli tokam, bu sıralar saçlarımı daha çok süslüyordu. Fuları da saçıma takmasam, koluma ya da boynuma takıyordum. Ama tabi ki ikisini de ne annem ne de abim görüyordu. Henüz onlara bu durumu açıklayacak cesareti gösteremiyordum.
Zaman, sadece zaman.
Öğlene doğru okumaya başladığım kitabımı yarılamıştım. Tam o dakikalarda, kapı zili çaldı. Beklediğim olduğundan olsa gerek, kalbim hızla çarpmaya başladı. Heyecanla kapıya koştum.
Açtığımda, aşina olduğum sima gülümseyerek bana bakıyordu.
"Hazır mısın bakalım?"
Şımarık bir edayla düşünüyormuş gibi yaptım "Bilmem, hazırım galiba." Hemde dünden...
"Hazır değilsen gideyim ben o halde. Daha sonra gelirim."
Yüzündeki muzır ifadeye gülümseyerek baktım.
"Anahtarı alayım, çıkalım."
Anahtarı alıp, hırkamın cebine attıp, fermuarını çektim. Sporlarımı dışarı aldıktan sonra hızlıca giyinip, kapıyı çektim.
Sokağa indiğimizde hava bulutluydu.
Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama sakince yanında yürüyordum. Aşağı sokağa doğru ilerlerken tanıdığımız esnafa Tarık, güleç selamlarını iletiyor ve aynı şekilde karşılık alıyordu. Bense bu görüntüyü gülümseyerek seyrediyordum.
Meydana kadar bu böyle sürdü. Meydana geldiğimizde ise kahvedeki arkadaşlarıyla bir müddet hasbihal etti. Yabancısı olmadığım söğüt ağacının gölgesinde onu bekledim. Çok geçmeden geri geldiğinde, burada ne yapacağımızı bilemeyerek banka oturdum. O da, yanıma oturdu.
Bu esnada havadan bir gök gürültüsü koptu. En sevdiğim havaların tadını çıkarmak adına başımı gökyüzüne kaldırdım.
"Şurayı hatırladın mı?"
Sesiyle ona döndüğümde parmağıyla ileri de bir noktayı işaret ettiğini gördüm. Oraya baktığımda, nahoş anılarıma sahiplik yapan o yeri gördüm.
"Unutmak ne mümkün."
Derin bir nefes aldığını işittim. Bu esnada birkaç yağmur tanesi düşmeye başladı.
"Unutalım o halde."
Anlamayan gözlerle yüzüne baktım. Mavi gömleğinin yakalarını çekiştirip ayağa kalktı. Sek sek karelerinin olduğu yere gidip, yerdeki taşı aldı. Attıktan sonra bir tur oynadı. İçimde, bilmediğim, yabancısı olduğum hisler uyanırken; üzgün müyüm yoksa mutlu muyum anlamakta zorluk çekiyordum.
Yine de her şeye rağmen ayaklarımın, oraya doğru sürüklenmesine mani olamadım.
Oynadığı diğer turda bilerek yanınca, taşı alıp elime tutuşturdu. Kalbimde küçük heyecanların filizleri kıpırdarken, kendimi taşı atarken buldum.
İlk turu yüzümdeki kocaman gülümsemeyle bitirdiğimde, ikinci tur için taşı tekrar attım.
Sonra tekrar ve tekrar.
Ve bu kez düşmedim. Çünkü ayağıma çelme takan biri yoktu. Aksine, düşmeyeyim diye yanımda dimdik duran biri vardı.
Üçüncü turdan sonra yağmur hızını artırmıştı. Durmadım. Tek ayak üstünde zıplayıp duruyordum. Hiç olmadığım kadar çocuk, hiç olmadığım kadar özgür hissediyordum.
🐸
Tarık, yüzündeki sersem gülümsemeyle Lale’yi seyrediyordu. Onun mutlu olması aynı zamanda kendinin de mutlu olması demekti. Bunu çok iyi biliyordu.
Bundan çok zaman önce kendi kendine bir söz vermişti zaten. Lale’nin tüm yaralarını saracaktı. Ve bir haftadır da bunun için elinden gelenin çok daha fazlasını yapmaya çalışıyordu. Meyvelerini toplamaya da başlamıştı. Yağmurun altında saçları ıslanan Lale’yi izledikçe bunun daha çok farkına varıyordu.
Önceleri saçlarım açılır korkusuyla eli kapüşonun da gezen kız, şu anda kapüşonunun açıldığının bile farkında değildi. O kadar mutluydu ki, tüm kaygıları bu mutluluğun gölgesinde kalmıştı.
Dakikalarca oynamaya devam etti. Islandı. Islandılar. Tarık, kenara çekilip ıslanmamayı düşünmedi bile. Güneşi de yağmuru da beraber hissetmelilerdi ona göre.
Tabiri caizse eğer sucuk gibi oldular. Lale, en son yandığında Tarık, hiç beklemeden eli aldı ve çok geçmeden tekrar yandı. Bu uzun süre devam etti. Öyle ki artık yağmur eski şiddetinde bile değildi. Oyunu bitirmeye karar vermesinin tek sebebi ise Lale’nin mora çalmaya başlayan dudaklarıydı. Hasta olmasından korkarak oyunu bitirmeleri gerektiğini söylemişti. Lale’de itiraz etmeden kabul etmişti. Fakat sonrasında tekrar oynama sözü almayı ihmal etmemişti.
Paçalarından su aka aka evlerinin olduğu sokağa kadar geldiler. Zor ama sevimli bir ayrılık sonrası evlerine dağıldılar.
-
merhabalarrr
bu kadar çok beklediğiniz için üzgünüm. bir takım sebepler silsilesi...
dünde söylediğim üzere heyecanını taşıdığım bir bölümdü. fakat bir sonraki bölüme aktardım bu heyecanı. kitap için belki de bir kırılma noktasi olacak ve temelsiz olsun istemedim. bu bolumde bayıldığım bir bölüm oldu ama heyecanımı diğer bölüme saklıyorum birazzz
sizlerde bölüm hakkındaki yorumlarınızı şuracığa bırakabilirsiniizz
sevgiyle...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.87k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |