Bölüm Müziği: Son Şans1
🐸
Mutlu bir çocuktum, babam bizi terk edene kadar. O gittikten sonra da belli ölçü de mutlu olmaya devam ettim. Daha doğrusu mutlu edildim. Abim ve Tarık babasızlığın ağır yükünü üstümden almak için ellerinden geleni yaptılar. Çok kere maskotluk yaptıkları bile olmuştu. Tabi kuytu köşede.
Bir keresinde okulda yine arkadaşlarımın ağır ithamlarına maruz kalmıştım. Dersten kaçıp koşarak eve gelmiştim. Annem işteydi. Onun olmayışını da fırsata çevirip evde hıçkırarak ağlıyordum. Öğretmen, abime kaçtığımı söylemiş. Tarık’la beraber onlarda okuldan kaçmışlar.
Yüksek sesli ağlamalarımın arasında elbette geldiklerini duymamıştım. Odamın kapısı açıldığında perişan bir halde karşıladım onları. Mavi önlüğüm yatakta döne döne ağlamaktan sırtıma kadar çıkmıştı. Beyaz, uzun çorabım ince bacaklarımı gösteriyordu. Kafamı yastığa gömdüğümden kıvırcık saçlarım iyice kabarmıştı. Burnum akmış, dudaklarıma doğru yol bulmuştu. Yüzüm ise ıpıslaktı. Tüm bunların içinde onlar beni bu halde gördükleri için daha çok ağlamaya başladım.
“Lale,” dedi, hüzünle Tarık. “Bak ne yapacağım.” Burnumu sertçe mavi önlüğümün koluna silip ağlamaya devam ettim.
Tarık, bir anda yatağın üstüne atlayıp eğik bir duruşla goril gibi bağırıp yumruklarını göğsüne vurmaya başladı. Çok kısa kıkırdasam da tekrar ağlamaya devam ettim. Abim, güldüğümü fark etmiş olacak ki o da yatağa atladı. Yatakta zıplayıp goril sesi çıkaran ikinci kişiydi.
“Sen zaten gorilsin, taklit yapmana gerek yok,” dedim, ağlamalarımın arasında. Kısa bir an söylediklerime bozulsa da taklit yapmaya devam etti. Ve ben saniyeler sonra kahkahalar atarak gülmeye başladım.
İkisi de bu yaşıma kadar her ağladığımda gülmem için her şeyi yapmışlardı. Canım yandığında can yakmışlar, üzüldüğüm her ne varsa gülünecek bir hatıra haline gelmesine yardımcı olmuşlardı.
Büyümüştüm. Aylar sonra yirmi üç yaşıma girecektim. Hala her ağladığımda beni güldürmeye çalışırlardı. Sebep yoksa sebep bulurlardı. Gülerdim. Şimdi ise sebep bulanımı alıyorlardı benden, hem de benim yüzümden.
Polise, polisin arkasındaki yüzü yara bere içinde olan Can’a, Can’ın yanındaki babasına, dışarıda yağmurun altında kalan diğer polis memuruna, polis arabasına, en son Tarık’ın yüzüne… Hepsine sırayla baktım. Çenem titriyordu ve gözlerim zaten dolmuştu. Ben, çok çabuk ağlardım. Hiçbir zaman güçlü durmak gibi bir gayem olmamıştı. Zayıf olandım ben. Yer, zaman fark etmeksizin küçük bir sebebe sığınıp saatlerce ağlayabilirdim. Şimdi sebebim çok büyüktü. İşte şimdi ağlamalı ve göz yaşlarımı kurutmalıydım.
“Tarık abi,” dedim, titreyen sesimle. Şaşkın yüzü bana dönerken gülümsemeye çalıştı. “Bir şey yok, Lale. Bir şey olmayacak.” Sesi her ne kadar ikna edici olsa da gözleri tam aksini söylüyordu. Yeşil gözlerinde inanç yoktu ve bu beni daha çok sarsıyordu.
Hukuk hakkında en ufak bilgim yoktu. İzlediğim dizi ve filmlerde darptan tutuklanan insanlar görmüştüm. Fakat bunun en aşağı ve en yukarı süresi ne kadardı bilmezdim. Önemi de yoktu. Bir gün bile olsa onun tutuklanması canımı çok yakardı ve canım şimdiden yanmaya başlamıştı.
“Buyurun,” dedi, memur. Tarık, oturduğu tabureden doğruldu. İçeriye bağırdı. “Emre!” Emre, saniyeler sonra unlu önlüğüyle dışarı çıktı. Polisleri görünce şaşkınlıkla bakakalsa da Tarık’a döndü. “Buyur, Tarık abi?”
“Koçum, ben karakola geçiyorum. Fırın sana emanet.” Emre, başıyla onay verip meraklı bakışlarını sürdürdü.
“Lale.” Titreyen dudağımı ısırıp ona baktım. “Ağlama. Çık, bizimkilere uygun bir dille durumu anlat, olur mu?” Senkronize bir halde peş peşe başımı salladım. “Ağlama dedim ama.” Daha çok ağladım.
Küçük masanın arkasından çıkıp karşıma dikildi. Gözleri yaş akan gözlerimdeydi. Ellerimi sıkıca tuttu. Heyecanlanamadım bile. Destek verircesine baş parmaklarıyla ellerimin üstünü okşadı. Sonrasında bırakıp göz yaşlarımı usulca sildi. “Ağlarsan aklım sende kalır. Bir şey olmayacak inan bana.” Olumsuz anlamda başımı salladım. “Ağlamak istemiyorum ama kendileri akıyorlar.” Güldü. “Tarık abi.”
“Gerçekten bir şey olmayacak mı?” Gözleri, arkasındaki memura kaydı. İkilemdeydi. Bana döndüğünde gülümsemeye çalıştı. “Olmayacak.” Dediği her şeye inanırdım. İlk defa inanç benden kilometrelerce uzağa düştü. Yine de inanmak istedim.
“Devlet memurunu oyalıyor, polis bey.” Can’ın gözlerine öyle nefretle baktım ki. İlk defa korkusuz, büyük bir direnişle, o bakınca gözlerimi kaçırmadan hem de. Bu halime şaşırdı. Etkilenmiş olsa gerek, o kaçırdı gözlerini.
“Tarık Darıca, bizimle karakola geliyorsun.” Memur, bu defa Tarık’ı beklemeyip yanımıza geldi. Koluna girip çıkışa yöneldi. Yavaşça uzaklaşıyorlardı ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Başım, omzuma doğru düşerken göz yaşlarım hızlanmıştı. Benim yüzümden olmuştu. Hepsi, benim yüzümden olmuştu.
“Memur Bey,” diye bağırdım. Tüm bunlar, Lale’nin yapacağı şeyler değildi. Lale, sokakta yürürken birinden yol tarifi bile isteyemezdi. Lale, kasiyer eksik para üstü verse dönüp isteyemezdi. Çekinirdi, korkardı… Korkardım. 1
Tarık’ta şaşırmış, başını geriye doğru çevirmişti. Memurda sesle birlikte durup bana baktı. Elimi kolumu koyacak yer bulamazken hırkamın kollarını çekiştirdim. Birini çekip bırakıyordum sonra diğerine geçiyordum. Avuç içlerim acımasızca terliyordu. Başımı dik tutmaya çalıştım. Memurla göz göze geldiğimde saniyeleri uzatmak can çekişmeme yol açsa da Tarık için direndim.
“Onun bir suçu yok. Can, bana… bana…”
“Lale, lütfen. Bunu yapmana gerek yok.”
Gözlerim Tarık’a kayınca cümlemi onun gözlerine bakarak tamamladım. “Can, bana piç dedi. Tarık abim, bu yüzden onu dövdü. Benim yüzümden oldu. Hem ben de manava elma attım, camlarını kırdım. Ben daha suçluyum. O sadece beni korumak istedi.” Çenem titredi. Alnım boncuk boncuk terlemişti. Tarık, üzülerek baktı gözlerime. Kızıyordu içten içe, biliyordum. Çünkü o koruyan ben, korunandım. Daima.
“Bunları komisere anlatırsınız. Karakola gelin, adınızı şahit olarak yazdırırız.”
Çabalarım sonuçsuz kalınca omuzlarım yenilgiyle düştü.
Fırından çıktılar. Kalakaldım olduğum yerde. Yağmurun altından geçirip polis arabasına bindirdiler. Geriye Can, babası, kasa başındaki şaşkın Emre ve ben kalmıştık.
“Neden,” diye fısıldadım sessizce. Gözlerim hala az önce polis arabasının olduğu yerde, boşluğa bakıyordu. “Neden!”
“Senin yüzünden,” dedim, daha kuvvetli bir sesle. Can, bana bakarken patlak dudağıyla acımasızca sırıttı. “Hiç hazzetmezdim zaten bu serseriden.” Söyledikleri sinirlerimi alt üst ederken yine benden beklenmeyecek bir hamleyle üstüne atladım. Kuvvetsiz yumruklarım göğsünü bulurken bağırıyordum. “Sensin serseri!” Emre’nin kolları belimi buldu. Beni geri çekerken Can ve babası da galibiyetleriyle fırından çıktılar. Çıkmadan önce son defa yüzüme baktı ve dudaklarını oynatarak -piç- dedi.
Emre’nin kolları belimdeyken havaya doğru iki savruk tekme attım. “Sensin piç! Onun bunun çocuğu!” Babası, öfkeyle yüzüme baktığında aynı öfkeli bakışları sürdürdüm. “Bırak, Emre!” Emre, kollarını belime daha sıkı sardı. “Dur, Lale. Gözünü seveyim.” Hala elinden kurtulmak için savaş verirken Can ve babası fırından çıkıp gözden kayboldular. Emre, kollarını gevşettiğinde öfkeyle ileri doğru bir adım attım. Üzerimdeki hırkayı çekiştirerek duruşunu düzelttim. Göz yaşlarımı elimin tersiyle silip burnumu da sertçe çektim.
Yağmura aldırmadan dışarı çıktım. Gözlerim gök yüzüne kaydığında şiddetli bir gürültüyle yağış, hızını artırdı.
Fırının yanındaki apartman kapısına yönelip içeri girdim. Merdivenleri yavaş yavaş çıkıp en üst kata ulaştım. Elimi zile uzatıp uzatıp geri çekiyordum. Tekrar elimi uzatmıştım ki kapıyı Ömür Abla açtı. Beni görünce şaşkınlıkla gözleri aralandı. Bu saatte beklemediği açıktı. Kızarık gözlerimi ve yüzümü görünce telaşa kapıldı.
“Lale, ablacım ne oldu sana? Ne bu halin? Geç içeri.” Olumsuz anlamda başımı sallayıp tekrar ağlamaya başladım. Elim yüzüme kapanırken hıçkırıklarımı kontrol etmeye çalıştım. Sesleri duyan Mümtaz Amca ve Semiha Teyze de kapıya geldiler. Onlar gelinde daha çok ağladım ve daha çok utanca teslim oldum.
“Kızım, ne oldu sana? Korkutma bizi. Annene mi bir şey oldu?” Hızla olumsuz anlamda başımı salladım.
“Biz, kahvaltı yapacaktık, Tarık abimle. Polisler geldi.” Son cümlemle daha çok ağlamaya başladım. Üçünün de gözlerinde gördüğüm korku tekrar konuşmaya itti. “Can, şikayetçi olmuş. Darptan göz altına aldılar.”
🐸
Tarık, soğuk hapishane duvarları arasında bir başınaydı. Bir saattir yaptığı tek şey demir parmaklıkları saymaktı. Saymıştı. Tam olarak on dört tane demir parmaklık vardı. On dörde kadar saydı, sonra on dörtten geriye saydı.
Getirir getirmez onu bu parmaklıkların arkasına atmışlardı. Henüz ifadesi bile alınmamıştı ve bu haksız yargının sebebini çözmeye çalışıyordu. Can’ın babası eli kolu uzun bir adamdı. Yaşanan bu liyakatsizliği bir tek buna yorabilirdi. İşlerin zorlaşacağını düşünüyordu. Yine de içini rahat tutmaya çalıştı.
Nezarethanenin girişinde hareketlilik olunca oturduğu yerden kalkıp parmaklıklara yaklaştı. Gördüğü yüzler onu gülümsetmişti. İyi hissetmeleri için de bu gülümsemeyi olabildiğince genişletmişti.
“Oğlum,” dedi, ağlamaklı sesiyle Semiha Hanım. Parmaklıklara yaklaşıp oğlunun ellerini kavradı. “İyiyim anne.” Semiha Hanım, oğlunun yüzüne acılı gözlerle baktı. Nezarethanede tutulan biri nasıl iyi olabilirdi ki?
“Merak etme, çıkacaksın,” dedi, Mümtaz Bey, baba duruşuyla.
“Ah ablacım… O Can’ı bir elime geçirirsem…”
Tarık, ailesinin telaşlarını dinledikten sonra gözlerini arkada, başı eğik duran Lale’ye dikti. Ne derece de bir suçluluk duygusuyla harmanlandığını tahmin edebiliyordu. Çünkü Lale’yi tanıyordu.
“Lale,” dedi, yumuşak sesiyle. Lale, istemese de başını kaldırdı. Gözlerindeki yaş dinmemişti. Tarık, boynunu omzuna doğru yatırıp gülümsedi. “Ağlamak yoktu hani.” Lale, umutsuzca omuzlarını silkti.
“Senin bir suçun yok,” dedi tekrar. Ömür, araya girdi. “Araba da o kadar dedik bizde. Can’ın köpekliği. Ama dinlemedi bizi. Yol boyunca ağladı hala ağlıyor.”
“Ne yapayım, Ömür abla. Benim yüzümden oldu işte.” Ömür, çatık kaşlarla baktı Lale’ye. “Ne suçun varmış senin? Sana piç diyen, Can. Az bile yapmış benim kardeşim.”
“Ablam haklı, Lale. Üzme artık kendini. Levent amca birazdan çağırır zaten, durumu öğreniriz.” Göz yaşlarını silip başını salladı.
Biraz daha durum hakkında konuştular. Memurlardan biri nezarethaneye girdi. “Tarık Darıca, komiser seni bekliyor,” deyip nezarethanenin kilidini açtı. Lale, içindeki umutla dualar ede ede peşlerinden gitti.
Levent Komiserin kapısındaydılar. Tarık, içerideydi.
Levent Komiser “Anlat bakalım. En başından.”
Tarık, olanı biteni her detayıyla anlattı Levent Komisere. Levent Komiser, çocukluğunu bildiği Tarık’ın suçlu olduğuna zaten inanmıyordu. Ama Can’ın babası Müjdat, bağlantılarını kullanarak üst makamlara ulaşmıştı. Dediğine göre de Tarık, cezasını çekecekti. Hem de haksız tahrik olmasına rağmen.
“Anlıyorum evlat. Ama ortada bir şikayet var. Ve utanmaz gibi araya bağlantılar da koymuşlar. Seni bu gece mecburen burada tutmak zorundayım. Gün içinde Can’ı çağırıp şikayetini çekmesini sağlayacağım. Eğer olmazsa mecburen mahkemeye çıkacaksın. İşlerin buraya kadar varmamasını diliyorum.”
Tarık, tamda tahmin ettiği sözleri duyunca şaşırmadı. Levent Komisere teşekkür edip memurla birlikte dışarı çıktı. Dışarıda meraklı ailesi ve Lale vardı. Yüzünden her şey okunduğu için fazladan söze gerek kalmamıştı.
Tarık, önüne geçti. Lale, dolu gözlerle baktı Tarık’a. Bir şeyler yapmak istiyordu. Suçluluk duygusunu üzerinden atacak bir şeyler…
Memur, Tarık’ı kolundan çekiştirerek nezarethanelerin olduğu yere sürdü. Mümtaz Bey ve Ömür, Lale gibi peşlerinden giderken Semiha Hanım, üzgün bir şekilde koltuğa çöküp kalmıştı.
🐸
Saat, akşam sekizdi. Çaresizce karakolun önünde bekliyordum. Mümtaz Amca, Semiha Teyze’nin tansiyonu çıkınca Ömür ablayı da alıp gitmişti. Ben kalmıştım bir tek. Beni de götürmek istemişti ama katiyen gitmeyeceğimi söylemiştim.
Yağmur durmuştu. Karakola insanlar girip çıkıyordu. Bazen suçlular getiriliyordu. Aktif bir hareketlilik vardı kısacası. Saatlerdir burada oturduğum için bazı memurların garip bakışlarına maruz kaldığım oluyordu. Bu bakışlar her ne kadar beni rahatsız etse de görmezden gelmeye çalıştım. Cebimdeki küçük Dinozor Tarık’a sarılıyordum.
Karakolun önünde bir taksi durduğunda içinden abim indi. Beni görünce koşarak yanıma geldi. “Lale, neler oldu böyle?” Bildiğini varsayarak hiçbir şey söylemedim. “Lale,” dedi tekrar, omzumdan dürterek. “Ne var abi!”
“Manyak mısın sen kızım? Hem cevap vermiyorsun hem de burada ruh gibi oturuyorsun.” Omuz silktim. Yanıma oturdu. “Ne oldu?”
“Ne olacak, şerefsiz Can şikayet etmiş işte.”
“Neyi şikayet etmiş?” Bu sorusuyla birlikte hiçbir şey bilmediğini o an anladım. “Mümtaz Amcalar söylemedi mi?”
“Yok. Emre söyledi bana karakolda olduğunuzu. Detayını sormadan koşarak geldim işte.” Bu can sıkıcıydı. Abim, tüm her şeyi öğrendiğinde haddinden fazla sinirlenecekti. Stresli bir şekilde ayağımla ritim tutmaya başladım. “Tarık abim, Can’ı dövdü.”
Derin bir nefes aldım. “Bana piç dedi diye.” Bunu o kadar sessiz söylemiştim ki duyup duymadığından emin bile değildim.
“Ne dedi ne dedi!” Öfkesi, sesinden işitiliyordu. “Piç dedi.”
“Vay soyunu sopunu sıraya dizdiğimin kansızı! Vay ağzına s*çtığımın korkağı! Ulan ben senin g*tünden kan almaz mıyım, uslanmaz köpek!” Telaşla koluna sarıldım. “Abi, zaten Tarık abim içeride, bir de seninle mi uğraşalım? Dur Allah aşkına.”
Kolunu sertçe çekip cebinden bir sigara çıkardı. Ateşleyip derin bir nefes çekti. Sigaranın dumanı yüzüme geldikçe nefes almayı durdurdum. “Tarık’ı göreyim. Bakalım ne yapacağız?” Öfkesi bir an dinmezken elindeki yarım sigarayı yere atıp üstüne bastı. Karakola doğru ilerlerken bende peşine takıldım. 1
Görüş saati uygulaması var mıydı bilmiyorum ama bizi içeri almışlardı. Tarık’ın kaldığı yerin önüne yaklaştıkça kalbim güm gümp atıyordu. O nezaretteyken heyecanlanman doğru gelmediği için kendimi dizginlemeye çalıştım.
Bizi görünce parmaklıklara yaklaştı. “O Can’ı gördüğüm yerde yere yatırıp s*k-” Abimin fantezi dolu küfürlerini Tarık, küçük bir boğaz temizleme sesiyle durdurdu.
Elleriyle nezarethaneyi gösterdi. İçim acıdı. “Burada nasıl olunursa.”
“Merak etme, çıkaracağız seni.”
Başımın döndüğünü hissettim. Onlar kendi aralarında durumun şakasını yapmaya başlamışken kenardan parmaklıklara tutundum.
“Lale.” Uzaktan boğuk bir ses kulaklarıma ulaştığında gözlerimi kaldırmaya çalıştım ama başarabilmiş değildim. Parmaklığa tutunan elimin üzerine sıcak bir el kapanınca ellerimize baktım. Tarık, hemen yanımda telaşla yüzüme bakıyordu.
“Salak bu kız. Salak. Sabahtan çıkmış evden, bir şey yiyip içtiği yok. Öyle gözün kararı tabi.”
“Gitmedin mi sen?” Tarık’ın yumuşak sesi kulaklarımdayken yavaşça başımı salladım. “Ah Lale…”
“Tamam, köşede dürümcü var. Sende bir şey yememişsindir. Bu şaşkına sahip çık, iki tane kapıp geliyorum.”
Abim, cevap beklemeden gözden kayboldu. Gözlerimin kararması az da olsa geçince dikleştim. Ellerimiz hala birdi. Açlıktan bayılmasam da süregelen bu temastan bayılabilirdim.
İç çekip elini indirdi. Kısa bir an boşluğa düştüğümü hissettim.
“Bu gece burada kalacağım. Harun gelmeseydi sabaha kadar bekleyecek miydin?”
“Beklerdim,” dedim, ince bir sesle.
Aramızda kısa süreli bir sessizlik oluştu. Bende elimi çekip cebime yerleştirdim. Parmak uçlarıma değen dinozor gülümsememe neden oldu. Avcuma alıp elimi çıkardım.
Tarık’a doğru uzatıp “Bu gece senin bir arkadaşa ihtiyacın varmış gibi duruyor,” dedim. Onu gördüğümden beri ilk defa içten bir şekilde kahkaha attı. “Bana mı veriyorsun? Bu oyuncakları kimseyle paylaşmazsın sen. Hatırlıyorum da bir keresinde okuldan bir kız elinden almaya çalışmıştı ve hiç yapmadığın bir şey yapıp kızı dövmüştün.”
“Onları sen alıyordun, nasıl paylaşabilirim ki?” Söylediklerim hem beni hem onu şaşırtmıştı. Utanmıştım. Fakat belli etmemeye çalıştım. Belli edersem anlardı. Belli edersem belki de alnımda ona olan aşkım yazardı.
Telaşla dinozoru eline bıraktım.
“Hmm,” dedi düşünür gibi yaparak. “Ben de Lale mi koysam?” Onu taklit ettim. “Ne yani, ben dinozora mı benziyorum?”
“Dinozora benzeyemeyecek kadar güzelsin.” Yüzümün yanışını, kalbimin atışını, avuçlarımın ter döküşünü, sırtımdan yukarı çıkan ateşi… Heyecanın ne kadar belirtisi varsa hepsini en derinden hissettim. Güzel değildim. Ama bugünlük güzel rolünü oynayabilirdim. Bir kez olsun o dediği için güzel hissedebilirdim.1
“Dürümler geldi,” diyerek içeri daldı abim. Yakalanmış gibi hızla bir adım geri çekildim. Bu esnada nezarethane memuru bize doğru yaklaştı. “Artık çıkmanız gerekiyor. Yemeği ben alayım. Kontrol ettikten sonra kendisine veririm.”
Yüzüm düştü. Beraber yemek yeriz diye düşünmüştüm.
Abim, benim dürümümü alıp poşeti memura uzattı. “Kendine iyi bak kardeşim.” Tarık, başını salladı. “Sizde kendinize iyi bakın.” Gülümsemeye çalıştım.
Çıkarken son gördüğüm avcundaki dinozora baktığıydı. Kendine çok iyi bak, Tarık…1
🐸
Sabah olduğunda gözüme uyku girmemiş halde yataktan kalktım. Her sabah yaptığım gibi aynanın karşısına geçip bedenimi inceledim. Gözlerim bugün yüzümde biraz fazla takılı kaldı. Göz altlarım uykusuzluktan morarmış ve şişmişti. İçleri de kıpkırmızıydı çünkü gece de ağlamalarım devam etmişti. Sanki bir günde zayıflamış gibi bir halim vardı. Yanaklarım içeri çökmüş gibiydi. Dudaklarım da bir hayli soluktu, tıpkı tenim gibi.
Görüntü, canımı sıkmıştı. Daha fazla tahammül edemeyip aynanın önünden çekildim. Pencerenin önüne geçtim. Gözlerim Tarık’ın odasına sabitlendi. Perdesi çekiliydi ama orada olmadığını da biliyordum.
Bu görüntü de canımı sıkmıştı. Sıkıntıyla -oflayıp- yatağa geçtim. Bir süre odamı inceledim. Gri yatak, gri dolap, gri halı, gri masa, gri kitaplık… gri, gri ve gri. Hayatım griydi. Ben, griydim. Ne siyah olmayı başarabilmiştim ne beyaz. Gri, arafın rengiydi ve belki bende araftaydım.
Yataktan kalkıp dolabın önüne geçtim. Kapaklarını açıp siyah bir eşofman altı ve siyah bir tişört aldım. Üstüne de yine siyah bir hırka… Bu sıcakta böyle kıyafetler giymek haddinden fazla yakıyordu ama çok da dışarı çıkan biri olmadığım için bu konuya dertlenemiyordum.
Masaya geçip tarağımı aldım. Saçlarımı gelişigüzel tarayıp siyah bir tokayla iki uç yakalayıp başımın arkasında sabitledim. Kısa olanlar yine de yüzüme dökülüyordu. Onları zaten kaldırmazdım.
Odamdan çıktım. Annem işe gitmişti. Abim, her ne kadar izin almak istese de deneme sürecinde olduğu için bu mümkün olmamıştı. Yalnızdım. Saat sabah dokuzdu. Birazdan Mümtaz Amcalarla birlikte karakola geçecektik. Tüm gece bir mucize olmasını dilemiştim. Can, şikayetini geri çeksin diye binlerce dua etmiştim.
Spor ayakkabılarımı giyinip evden çıktım. Merdivenleri inerken kapüşonumu da başıma örttüm. Seri adımlarla merdivenleri inip apartmanın kapısını açtım. Görmek istediğim, görmeyi beklediğim yüz kesinlikle Can’ın yüzü değildi. Kısa bir an korkuyla geri bile çekilmiştim.
Sırtını duvara yaslayıp ellerini ceplerine yerleştirdi. “Bir düşüneyim.” Gözlerini bir müddet kapalı tuttu. Bir anda geri açtığında neşeli bir sesle konuştu. “Seni!”
Doğrulup karşıma geçti. Tedirginlikle ellerimi ceplerime yerleştirip bir adım geri çekildim.
“Şu kapüşonu başına örtmekten ne anlıyorsun?” Elini bana doğru uzattığında tekrar bir adım daha geri çekildim.
“Biricik Tarık abinle ilgili ama.”
İlk defa gözlerimi kaldırıp gözlerine baktım. Orada o kadar rahatsız edici bir ifade duruyordu ki… Yine de Tarık için teklifin ne olduğunu öğrenmeliydim.
“Kabul,” dedim hemen. Devamını duymama gerek yoktu. Devamı, o kadar da önemli değildi. Önemli olan, Tarık’ın bu cendereden kurtulmasıydı ve bunun için yapamayacağım hiçbir şey yoktu. 1
İğrenç kahkahası kulaklarıma ilişti. “Çok eğleneceğiz.”
Kalbimde yer eden bir korku vardı. Ama üstesinden gelebilirdim. Aynı durumda ben olsaydım Tarık, benim için her şeyi yapardı. Bende yapmalıydım.
“Ne isteyeceğimi duymak ister misin?”1
🐸
Karakola geldiğimizde sessizliğimi korumaya devam ettim. Ömür abla, yol boyunca ne olduğunu sorup durmuştu fakat geçiştirmiştim. Can’ın isteğini duyduğumdan beri iyi hissetmiyordum. Fakat başka çarem yoktu. Geri dönüşü yoktu.
Can, bizden önce gelip şikayetini geri çekmişti. Bunu bildiğim halde ailesine hiçbir şey söylemedim çünkü nereden bildiğimi sorarlardı. Onun yerine kötü bir oyunculukla yeni duymuş gibi sevinmeye çalışmıştım. Ve şimdi birkaç evrak işi için bir odanın önünde Tarık’ı bekliyorduk. Kafamda hiç susmayan düşünceler vardı. Ara ara nefes almakta bile güçlük çekiyordum. Cesur biri değildim. Olamazdım da. Fakat şimdi cesur davranmaktan başka çarem yoktu. Onun için…
Tarık çıktığında tüm aile üyelerine tek tek sarıldı. Sona ben kaldığımda kollarını kocaman açtı. Küçükken ne çok sarılırdık, büyüyünce bu sarılmalar ne kadar da azalmıştı. Kaburgalarımı sıkan kalbime rağmen kollarımı beline sardım. Çenem, omzunun üzerindeydi. Kolları, sarıyordu sırtımı. Ne kadar mukaddes bir andı, kelimelere sığdıramazdım. Öyle ki kısa bir an yaptığım anlaşmayı bile unutmuştum.
Ayrıldığımızda sıcaklığı da beni terk etti. Cebinden dinozoru çıkardı. “Bu arkadaş artık sahibine gitmeli bence.” Olumsuz anlamda başımı salladım. “O artık senin.” Kaşları havalandı. “Bak, tek dinozor. Sonra geri istersen vermem.” Güldüm. Güldü.
Karakoldan çıktık. Arabadaki sessiz yolculuktan sonra mahalleye geldik. Mümtaz amca arabayı müsait bir yere park etti. Hep beraber indik. Fırından çıkan Can’ı görmek tüm kanımı dondurmuştu. Yanımda duran Tarık, ona doğru atılacakken kolundan sıkıca tuttum. “Ne işin var lan senin burada?”
Can, pervasızca gülüp yanımıza geldi. “Böyle mi teşekkür ediyorsun?”
“Teşekkür edecek bir şey yok. Sen o dayağı sonuna kadar hakkettin.”
Can, gülerek başını salladı. “Biliyor musun, Lale olmasaydı asla şikayetimi geri çekmezdim.” Elimin altındaki kolu gerilirken bana baktı. Yüzünde anlam arayan bir ifade vardı. Gözlerimi kaçırdım. Şimdi değil, şimdi değil… bunu bilmemeliydi.
Söylemediğimi bildiği halde alaylı bir kahkaha atıp “Lale, yoksa ona söylemedin mi?”
Tarık, gözlerini benden bir an olsun çekmezken ben, o hariç her yere bakıyordum. “Lale, ne diyor bu dilini s*kti- Ne diyor bu?”
“Bir şey değil. Sen, çok yorulmuşsundur Tarık abi. Eve çıkıp dinlen biraz.” Kolunu benden kurtarıp karşıma geçti. Can, bu esnada yanımızdan gülerek ayrıldı. “Lale, hemen şimdi bana neler döndüğünü anlatıyorsun.” Anlatamazdım.
“Sabah şikayetini geri çekeceğini söyledi.”
Sessiz kaldım. Yeşil gözleri alev alevdi. “Ne karşılığında, Lale!” Söyleyemezdim. Söylersem Can’ı tekrar döverdi ve bu kez onu kurtaramazdım da.
“Önemli bir şey değil,” dedim, geçiştirmeye çalışarak.
“Lale!” Sesi yükseldiğinde Ömür abla araya girdi. “Ne bağırıyorsun kıza! Teşekkür edeceğine yaptığına bak! Yürü, eve gidiyoruz. Sonra hesaplaşın. Perişan oldu herkes iki gündür.”
“Bırak abla, söyleyecek. Can, öylesine bir şey istemez.”
“Ben gideyim artık,” deyip, kolumdan yakalamaya çalışan Tarık’ı atlatarak koşarak apartmana girdim. Arkamdan gür bir sesle “Lale!” diye bağırdığını işittim. Ama durmaksızın devam ettim. Eve geldiğimde hemen odama geçtim. Duygularım birbirine girmişti. Korku, heyecan, tedirginlik ve daha bir sürüsü.
Üzerimdeki kapüşonlu hırkayı bir hışımla çıkarıp yere attım. “Allah’ın belası, Can. Allah’ın belası!”
Söylediği şeyi nasıl yapacağımı bilmiyordum. Özellikle Tarık’ın haberi olmadan nasıl yapacağımı hiç bilmiyordum. Çiçekli bir elbiseyle, Can’la yemek yemek… Bu, hayali bile ürküten kocaman bir kabus olmalıydı. Yalnızca kabus.2
Pencerenin önüne gelmemle Tarık’ı görmem bir oldu. Ne yapacağımı bilemez halde saçlarımı karıştırdım. Telefonunu gösterip parmağıyla işaret etti ve saniyeler sonra telefonum çaldı. Arıyordu. Ağzını oynatarak -aç- dediğini duyumsadım. Pencerenin önünden yavaşça çekildim. -Lale- dediğini duyumsadım sonra. Tamamen çekildiğimde ise telefon çalmayı durdurdu. Hemen ardından bir mesaj geldi.
Tarık Abim: Nereye kadar kaçabileceğini düşünüyorsun? Ne halt yediğini bana anlatacaksın!
Onu, ilk defa bana karşı bu kadar öfkeli görüyordum. Bana kızsa bile bunu belli etmemeye çalışırdı. Oysa şimdi, çılgına dönmüştü. Ve bu durum yaptığım anlaşmayı uygulamaya koymamı daha da zorlaştırıyordu.
Her şeyden öte benim çiçekli elbisem yoktu. Giymezdim ki ben öyle şeyler. Sonra ben o elbiseyle nasıl dışarı çıkacaktım? Dışarıyı geçtim, evden nasıl çıkacaktım? Hadi çıktım, Can’la o yemeği nasıl yiyecektim? Ayrıca neden? Neden böyle bir şey istemişti? 1
Umutsuzca yatağa uzandım. Göz kapaklarımda dünyanın yükü vardı sanki. Bir diğer ihtimal, abartıyordum. Bir gün boyunca uykusuz kaldığım içindi, bu ağırlık. Ve uyursam geçecekti. Belki küçük bir ihtimalle uyandığımda tüm bunlarda bir rüyadan ibaret olacaktı. Bu umuda sıkı sıkıya tutunup uykunun kollarına kendimi bıraktım.
-
Bölüme puanınız on üzerinden kaç?
Genel olarak hikaye hakkında ve gidişat hakkında ne düşünüyorsunuz?1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.6k Okunma |
765 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |