10. Bölüm

9. 🐸 Tarık Yıldızı

venom
amatoriceyazar

Bölüm 9:

“Tarık Yıldızı”

Bölüm Müziği: Billie Ellish-Wildflower

🐸 

“Tarık abi?” diye şakıdı küçük Lale.

Tarık, göğsünden yükselen bir mırıltıyla cevap verdi Lale’ye. Lale, küçük elini kaldırıp işaret parmağıyla bir yıldızı daha gösterdi. “Bu yıldızın adı ne, çok parlak?”

Tarık, ellerini başının altında toplayıp gülümseyerek baktı Kutup Yıldızı’na. Şehrin göz alıcı ışığına rağmen hiçbir zaman kaybolmayışına içten içe hayranlık duydu.

“Kutup Yıldızı,” dedi mırıltıyla. Lale hevesle kısa bir nefes alıp “Ne güzeeeeel! Onun da hikayesi var mı peki?”

Tarık, başını yan çevirip yanında uzanan Lale’ye baktı. “Var.” Hevesle bir nefes daha aldığını gördü. “Anlat o zaman.”

Tarık, tekrar Kutup Yıldızı’na bakarken şimdiye kadar uydurduğu hikayelere bir yenisini daha eklemek için zihnini topladı.

“Bundan yıllar yıllar önce güzel bir Prenses ışıklar ormanında yaşıyormuş. Bu ormanda güneş hiç batmaz, her zaman her yer ışık olurmuş. Bir gün Ay adında bir gezegen Güneş’in yörüngesine girmiş ve onunla kavga etmiş. Gökyüzünün hakimiyetine o da sahip olmak istiyormuş. Güneş, çok sevdiği göğünü paylaşmak istememiş. Ama Ay, ısrarcıymış. Güneş, göğü ne kadar sevse de paylaşmayı da bir o kadar çok severmiş. Bu yüzden Ay’ın kalbini kırmak istememiş. Göğü paylaşmışlar. Günün bir vakti Güneş gökyüzüne hakim olacakmış, bir vakti de Ay… Onlar kendi aralarında anlaşmış ama orman sakinleri bu durumdan bir habermiş. Güneş bir anda kaybolup gökyüzünde başka bir ışık belirince korkmuşlar. Günlerce evlerinden çıkamamışlar. Hem korkudan hem de her yer karanlık olduğu için ne yapacaklarını bilemediklerinden. Bu günlerde Prenses sadece gökyüzünü izlemiş ve tabi Kutup Yıldızı’nı... Güneş gittikten sonra gökyüzündeki bu ışık hep aynı yerde belirip bir yere de gitmiyormuş. Prenses, karanlığa teslim olmamak için bu ışığa bakarak yönünü bulmaya çalışmış. Zaman sonra tüm orman halkı Prenses gibi küçük ışıktan yön bilgisi almışlar. Ve adına da Polaris, yani yön yıldızı demişler.”

Lale, hayretle yıldıza bakmaya devam etti. Tarık abisinin anlattığı hikayeden sonra bu yıldıza olan hayranlığı çok daha artmıştı.

Neşeli sesiyle tekrar şakıdı. “Tarık abi, o zaman bu yıldız sana benziyor.” Tarık, şaşırmıştı. Doğrulup oturdu. “Neden?” dedi, çocukça bir merakla. Lale’de oturur vaziyete geldi. “Çünkü sende tıpkı o yıldız gibi hep yanımda durup bana yön gösteriyorsun.” Tarık, yaşına rağmen oldukça akıllıca konuşan bu kıza karşı ne diyeceğini bilememişti. Hem utanmıştı hem de gururlanmıştı.

“Ya öyle mi?” dedi, sesindeki utançla.

“Hem ben bu yıldızın adını değiştirmek istiyorum.” Tarık, kaşları havalanırken merakla sordu. “Ne koyacaksın peki?”

Lale, ellerini çırpıp birleştirdikten sonra yanağını ellerine yasladı. Zeytin gözleri Kutup Yıldızı’na kaydı. Sonra tekrar Tarık’a baktı. “Adı, Tarık Yıldızı olsun. Sana bir kere adının anlamını sormuştum, bana yıldız veya geceleyin yol gösteren anlamlarına geldiğini söylemiştin. Sende bana hep yol gösteriyorsun. O yüzden Tarık Yıldızı olsun adı.”

Tarık, küçük arkadaşı tarafından yapılan bu jeste karşı ne karşılık vereceğini asla bilemedi. Öyle bilemedi ki kendini bir anda yumuşak yanağından bir buse alırken buldu. Lale, bu öpücüğe karşılık, Tarık’ın yanağından çekinmeden bir öpücük aldı.

Sonra uzanıp tekrardan Tarık Yıldızı’nı izlemeye devam ettiler.

🐸 

Aklımın ücra köşelerinden çıkardığım anı sonrasında yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken kendi kendime fısıldadım. “Yönümü kaybettim, hep olduğu gibi yine yönümü göster, Tarık Yıldızı.”

Elimdeki çiçekli elbiseye baktım. Çiçekler hakkında çok bir şey bilmezdim ama bu çiçeği elbette tanıyordum. Leylak çiçekleriyle bezeli oldukça güzel bir elbiseydi. Kalın askıları, göğsünde kalp şeklini andıran dekoltesi vardı. Bele doğru kalıp halinde ilerlerken belden sonra etek kısmı açılıyordu. Gördüğüm yırtmaç detayı gözlerimi daha çok açmama sebep oldu. Normal şartlarda böyle bir elbiseyi giymem zaten her şeyden zorken bir de yırtmacının olması daha çok çıkmazda hissetmeme sebep oldu.

Bu açıklıkta bir elbiseyi nasıl giyecektim?

Ben ki dışarı çıktığımda kafamı bile kapüşonla kapatan biriyim. Siyahi renklerden başka renk bilmem. Ruhuma karşı açılan bir savaştı bu elbise.

Öfkeyle yatağa attım.

Pencere kenarına gelip karşı daireye baktım. Perdesi çekiliydi. Gündüz saatlerinde perdesi çekili olmazdı. Bana kızmıştı işte. Yüzümü görmek istemediği için de perdesini çekmişti.

Elimi kolumu koyacak yer bulamazken öylece kitaplığımın önündeki pufa oturdum. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp avuç içlerime başımı yasladım.

Bu kadar kısa sürede ne olmuştu da hayatım böyle rayından çıkmıştı? Düne kadar tek derdim alnımın ortasında çıkan sivilceyken şimdi elbiselerle, randevularla uğraşıyordum. Aynada gördüğüm yüz günden güne bana yabancılaşırken bir sabah kalktığımda tanıyamamaktan korkuyordum. Tarık, günden güne benden uzağa düşerken buna daha ne kadar devam edebilirdim, bilmiyorum. Bu yaşıma kadar Tarık Yıldızı hiç yörüngemden çıkmamışken bir anda Kuzey’den kaybolursa ne yapardım, bilmiyorum.

Sıkıntıyla ofladım.

Ayağımla seri şekilde ritim tutarken biraz daha düşünürsem kafayı yiyecek noktaya geleceğimi biliyordum. Bu yüzden ayaklanıp odamdan çıktım. Mutfağa geldiğimde sabahtan kalma bulaşıkları makineye yerleştirdim. Tezgahı temizledikten sonra kek yapmak için gerekli malzemeleri çıkardım.

Önce iç harcını kardım. Her şeyini kattıktan sonra fırını ısıtıp harcı da borcama döktüm. Keki fırına yolladıktan sonra çikolata sosunu yapmak için bir tencereye gerekli malzemeleri aldım. Çok geçmeden oda olduğunda kekin pişmesini bekledim.

Kek pişince çatalla birçok yerine delikler açıp sosu döktüm. Oldukça iştah kabartıcı duruyordu.

Keki bir kenara bırakıp akşam için yemek hazırlamaya başladım. Annemin akşamdan çıkardığı tavuk kanatlarını fırına verip kızarttım. Patates soyup onları da ocakta kızarttım. Yanına mis kokulu bir cacık hazırlayıp onu da dolaba attım. Abimin tüm bunlarla doymayacağını düşünüp şehriye salatası da yaptım.

Mutfaktan çıktığımda sırtımdan belime doğru bir ağrının varlığını hissediyordum. İki elimi de belime yerleştirip o halde odama geçtim. Telefondan saate baktığımda altıya çeyrek vardı. Abim, birazdan gelirdi. Annemin de eli kulağındadır.

Telefonuma bakmayı sürdürürken gelen bildirimle gözlerimi kırpıştırdım. Yetmedi. Bir müddet gözlerimi kapalı tuttum sonra tekrar açtım. Ve evet bildirim hala oradaydı.

tarikdarica: Nasılsın?

Nefesimi tuttum. Cevap yazarken bile nefesimi asla geri vermedim.

kurbagaprenses: İyiyim, sen nasılsın?

tarikdarica: İdare eder. Mesajına kaç gündür cevap vermediğim için kusura bakma lütfen. Birkaç sıkıntıyla uğraşıyordum.

Sıkıntılarını bilsem de ben olduğumu bilmediği için sordum.

kurbagaprenses: Önemli bir şey yok, değil mi?

tarikdarica: Hayır. Ben aslında bir daha yazmaman için seni rahatsız ettim.

Kalbime acılı bir dikenin battığını hissettim.

kurbagaprenses: Neden?

tarikdarica: Ben, seni sevemem. Yanlış anlama, çirkin olduğunu falan düşünmüyorum. Eminim çok güzelsindir. Sadece birine boş yere ümit vermek bana yakışmaz. Kendine iyi bak olur mu, Prenses?

kurbagaprenses: Başkasını mı seviyorsun?

Bunu yazarken titreyen parmaklarımı, ağlayan kalbimi nasıl anlatabilirdim ki?

tarikdarica: Hayır. Tekrardan kendine iyi bak.

Hiçbir şey yazmadan sohbetten çıktım. Gözlerim dolmuştu. Güçsüzdüm işte. Böyle ansızın konuşmayı bitirebileceğini düşünmemiştim. Ya da umut etmiştim. Neyin umuduysa! Sanki tanımıyorum onu. En başından biliyordum böyle yapacağını. En başından bu şekilde reddedeceğini biliyordum.

Her şey üst üste geliyormuş gibi hissediyordum. Dayanacak noktayı çoktan geçmiştim sanki. Yoksa abartıyor muydum? Belki de abartıyordum. Ama seven kalp abartır işte. Bir tek o abartır. Çünkü aşk, zaten abartı bir duygudur.

Kapının sesiyle irkilip ayaklandım. Abim, perişan bir halde ayakkabılarını içeri alıp kapıyı kapattı. Onu böyle görmek zaten üzgün olan canımı daha çok üzmüştü. Yeni girdiği iş onu bir hayli yoruyordu.

“Hoş geldin abi.”

Elindeki ekmekleri uzattı. “Hoş bulduk, maymun. Açlıktan seni bile yiyebilirim. Yemek yaptın değil mi?” Usulca başımı salladım. Baygın gözleri bir aralık ışıldasa da hemen söndü bu ışıltı. Ayaklarını sürüyerek banyoya yıkanmaya gitti.

Mutfağa geçip sofrayı hazırladım. Bu esnada annemde geldi. Onun da abimden kalır bir yanı yoktu. Yıllardır zengin bir ailenin evini temizliyordu. Yaşlandığını görebiliyordum. Oysa henüz elli yaşına bile gelmiş değildi.

Sıkıntıyla derin bir nefes alıp geri bıraktım.

Hayat, herkese gül uzatmıyordu işte. Bizim hayatımız da o gül uzatılmayanlardandı. Yokuştu, dikenliydi. Yine de onlarla olmak güzeldi.

Akşam yemeğini yedikten sonra annemde abimde odalarına çekilmişlerdi. Yorgunluktan çoktan uyuyakaldıklarına emindim. Evde bir başıma olmamama rağmen yalnız kalmak sıkıcıydı. Uzun zamandır aklımda olan şey tekrar aklıma gelince gülümsedim.

Seke seke mutfağa gidip bugün yaptığım ıslak kekten saklama kabına birkaç dilim koydum. Daha küçük bir saklama kabına da çekirdek doldurdum. Annemin yaptığı vişne kompostosundan da bir kola şişesine doldurup bardak ve çatalla hepsini bir poşete doldurdum.

Evden çıkarken anneme kısa bir bilgilendirme mesajı atmayı da ihmal etmedim.

Sokağa indiğimde gözlerim direkt fırına gitti. Oradaydı. Gonca’da oradaydı. Onu görünce kalbimin huzursuzlanmasına mani olamadım. Bana göre o kadar güzel, o kadar cilveli, o kadar… Her şeyi o kadardı işte. Fazlaydı. Bense onun yanında bir kurbağa kadar çirkin duruyordum. Ve Tarık, bir seçim yapacak olsa kesinlikle onu seçerdi.

Ona baktım. Büyük bir ciddiyetle ekmekleri poşete koyuyordu. Poşeti Gonca’ya uzattı. Alırken özellikle eline dokundu. Kıskançlık, bir insan gibi içimde yaşıyordu şimdi.

İçimdeki bu korkunç his gittikçe büyüdü. Gündüz kavga etmemişiz gibi başımı dikleştirmeye çalışarak fırına girdim. Gözlerim ondaydı. Beni görünce bir an gülümseyecek gibi oldu hemen kendini frenledi.

“Lalecim, nasılsın?”

Eli, omzuma konarken bir adım geri çekilerek elinin boşluğa düşmesine sebep oldum. Bunu beklemiyor olsa gerek ki şaşırdı. Tarık, bu yaptığıma bıyık altı gülünce istemsiz bende gülümsedim.

“İyiyim.” Kısa ve net. Ona nasıl olduğunu sormadım. Bunu bekliyormuş gibi yüzüme baktı ama ben Tarık’a döndüm. Beni boş verip Gonca'da döndü.

“Eee Tarık, ne dedin gelsene sende.”

Kaşlarım çatılırken elimdeki poşete sarıldım. “Biz, sözleşmiştik.” Söylediğim yalanla yanaklarım yanarken Tarık, yüzüme baktı.

Gonca, tek kaşı havada alaylı bir şekilde beni süzdü. “Öyle mi? Nereye gideceksiniz?”

“Yukarı parka,” dedi, Tarık, yalanımı sürdürerek. Nasıl da biliyordu.

Gonca, memnuniyetsiz bir tavırla iyi akşamlar dileyip fırından çıktı. O çıkar çıkmaz Tarık’ın gülümseyen yüzü soldu ve tekrar bana duvar ördü.

“Gidelim mi? Sevdiğin ıslak kekten de var.” Gözleri elimdeki poşete kayarken bunu reddedemeyeceğini anladım.

İçeriye seslendi “Emre, çıkıyorum ben.”

Gülümsedim.

Beraber fırından çıktık.

Yukarı parka doğru yürümeye başladık. Hava çok güzeldi. Ağustos ayının sıcaklığı elbette hissedilir derecedeydi ama geceleri daha serindi hava.

Elimdeki poşete uzandı. Ona bıraktım. Sözsüz bir şekilde anlaşıp yürümeye devam ediyorduk. Etraftaki seslere odaklandım. Çocuk kahkahaları, gençlerin neşeli halleri, ara ara ortaya çıkan baykuş sesi, bir köşede öten cır cır böcekleri… Bu mevsimi seviyordum.

“Can, ne verdi sana bugün?”

Gülüşüm dudağımda asılı kaldı. Nasıl görmüştü nereden görmüştü düşünemedim bile. Sessizliğim büyüdü. Ne diyeceğimi bilemediğimden stresle adımlarımı da hızlandırdım. Bana ayak uydurdu.

“Bir cevap vermeyecek misin?” Dudağımın içini kemirmeye başladım. Ellerimi hırkamın ceplerine yerleştirdim. Yukarı doğru çıkan merdivenlere gelince hızımı düşürmeden çıkmaya başladım. Öylece arkamdan gelmeye devam etti.

Merdivenleri çıkana kadar bir daha konuşmadı. Parka geldiğimizde de öyle. Sessizliğime ayak uyduruyordu.

Parkın en uç noktasında büyük bir çınar ağacı vardı. Oraya gidince şehir, ayaklarının altında kalırdı. Genelde orada otururduk.

Çınar ağacının oraya geldiğimizde iki bank vardı. İkisi de doluydu. Buna biraz üzülsem de çimenlere oturmanın daha iyi olacağını düşünüp çimenlerin üstüne oturdum. Tarık’ta yanıma oturdu.

Sözsüz bir şekilde poşeti açıp içindekileri çıkardı. Bardak ve çatalı iki tane görünce “Başka biriyle mi gelecektin?” diye şüpheyle sordu. Kendimi tutamayıp güldüm. “Hmm, üç harflilerle arkadaşlık kurdum. Sen ve abimden başka kimle gelebilirim? Arkadaşım var sanki.” Söylediğine pişman olmuş bir halde başını eğip kalanları da çıkardı. Poşeti de ortaya koyup çekirdek çöpleri için ayırdı.

Kekten yemesini bekledim. Büyük bir çatal aldı. Yüzüne dikkatle baktım. Genelde gözlerini kapatır ve damağında yayılmasını beklerdi. Bekledim. Hiçbir tepki vermedi. Öylece yiyip hiçbir tepki vermedi. Yüzüm asılırken çatalımı geri bıraktım.

“Beğenmedin mi?”

İçeceğinden bir yudum alıp yeşil gözlerini gözlerime kaldırdı. İlk defa bakışlarında bir gariplik sezdim. Her zamankisi gibi bakmıyordu. Yutkunup başka tarafa döndüm.

“Güzel olmuş. Ellerine sağlık.” Belli belirsiz başımı salladım.

Kırıldığımı fark edince keki hızlı hızlı yemeye başladı. Bu çabasına karşı kırgınlığım azda olsa geçti.

Eline bir avuç çekirdek aldı. “Küçükken buraya ne çok gelirdik, hatırlıyor musun?”

Daha bugün aklımdan geçirdim diyemedim de “Evet,” dedim. Avcundaki çekirdekleri çitlerken durup işaret parmağını gökyüzüne uzattı. “Peki, Tarık Yıldızı’nı hatırlıyor musun?”

Gözlerim yıldıza kayarken “Hiç unutmadım ki?” dedim.

Parmağını indirip dikkatle yüzüme baktı. “Yolunu kaybettiğinde yol göstermek için hep yanında olduğumu da biliyorsun o zaman, değil mi?”

Başın belada, yolunu kaybettin, bana gel, yol göstereyim demek yerine bunları söylemeyi tercih ediyordu.

Saklama kabına uzanıp keklerden birini daha ona doğru ittim.

🐸 

Çıkmaz sokak her zaman somut değildir. İnsan, düşüncelerinde ve yaşantısında da birçok kez çıkmaz sokağa girebilirdi. Çıkmaz sokaktaydım. Ve gidebilecek başka hiçbir yönüm yoktu.

Can’ın aldığı elbiseyle Güniz Kafe’nin önündeydim. Elbette elbiseyi giyip evden çıkamamıştım. Onun yerine çantama atıp tuvalette giymek için yanıma almıştım. Kalbim, korkudan, stresten kulaklarımda atıyordu.

İçerideki insanları gözüm görmezken bu işkencenin bir an önce bitmesi için hızla kafeye girip tuvalete yöneldim. Boş kabinlerden birine geçtim. Titreyen ellerimle üstümdeki kıyafetleri çıkarıp elbiseyi giydim.

Bedenime bakmaya gücüm yoktu. Bu yaşıma kadar bedenimden utanmışken şimdi tüm utançlarım göz önündeydi. Sık nefeslerimi kontrol etmeye çalıştım. Bitecekti. Gidecektim, oturacaktım ve en fazla bir saat sonra bu saçma elbiseden kurtulacaktım.

Kabinden çıktım. Aynada kendimle göz göze gelmekten ölesiye çekiniyordum. Bakışlarım yerdeyken tuvaletteki kadının garip bakışlarla bana baktığını hissettim. O kadar mı çirkin olmuştum?

Durdukça yapamayacağımı fark edince bir anda aynaya baktım. Saklamak için küçük beden sütyenler giydiğim göğüslerim şimdi bu elbisenin içinde tamamen ortadaydı. Omuzlarım, gerdanım, çıplak sırtım… Nefeslerim sık değilmiş gibi daha da hızlandı. Delice bir dürtüyle çantamdan hırkamı çıkarıp tüm her yerimi kapatmak istiyordum.

Saçlarıma baktım. Kulaklarımdan biraz aşağı duran kıvırcık saçlarım sanki o kadar da kötü durmuyordu. Ya da ben, kendimi ikna etmeye çalışıyordum.

Gözlerimi aynadan çektim. Ayaklarıma baktığımda hala crocslarımla durduğumu fark ettim. Annemin dolabından aldığım beyaz babetleri de bir çırpı da çıkarıp giyindim. Elbise dizlerimden bir karış aşağıya uzansa da bacağımı ileri atınca dizimden yukarıya doğru uzanan yırtmaç tüm utancımı geri getiriyordu.

Sakin olmalıydım.

Tarık için.

Yine annemin dolabından aldığım beyaz çantayı da sırt çantamın içinden alıp cüzdanımı ve telefonumu içine attım. Sırt çantamı da tuvaletin askısına attım. Tek dileğim burada bir şey olmamasıydı.

Tuvaletteki kadın bir yandan makyajını tazelerken bir yandan da yine garip bakışlarıyla benim ne yaptığıma bakıyordu. Bakışları altında eziliyordum. Dik durmaya çalışsam da bir fayda sağlamıyordu.

Tuvalette bunalınca bir cesaret dışarı çıktım. Kafeden içeri giderken ellerimle göğüslerimi kapatmak için yanıp tutuşuyordum. Bakışlarım yalnızca babetlerimin uçlarındaydı. Bu kadar insanın olduğu yerde zaten rahatsız hissederken bir de bu elbiseyleyken yok olmak istiyordum.

Elimdeki beyaz çantayı sıkı sıkıya tuttum. Kafeye kısa bir an göz atıp boş bir yere doğru yürümeye başladım. Geçip oturduğumda telefonu çıkarıp saate baktım. Sekize beş vardı. Can, şu dakikalarda gelmeliydi.

Kimseyle göz göze gelmemek için yalnızca telefonuma baktım. Defalarca sosyal medya hesaplarıma girip çıktım. İçimden sürekli Can’ın gelmemesi için dua ettim. Boş boş ekrana baktım. Zaman geçtikçe yerin dibine girme isteğim kat kat artıyordu. Sosyal fobiyle savaşan bir insan için tüm bunlar çok fazlaydı.

“Selam,” dedi yakınlarımda tanımadığım bir ses. Bana değildir diye bakmadım. Masanın yanına yaklaşan adımlarla nefesimi tuttum. Gördüğüm ayaklarla birlikte yavaşça başımı kaldırdım.

Gülümseyen bir yüz.

Tekrar “Selam,” dedi.

Donuk bir ifadeyle yüzüne baktım. Gözleri bedenimde dolaşınca utançla elimi boynuma attım.

“Tanımadın mı beni?” derken gülüşü solmadan karşıma geçip oturdu. “Değiştim tabi. Tanıyamaman normal. Fırat ben, lisede, üst sınıftan.” Kaşlarım havalanırken aynı zamanda da utançla harmanlandım.

“Beni unutman çok kırdı. Sana aldığım gül için bile beni ömür boyu unutmazsın sanmıştım.”

Aklıma hücum eden anılarla sıkıntılı bir nefes aldım. Bu esnada kaçırdığım gözlerim kafeden dışarı kaydı. Gördüğüm yüz yaşadığım duygu değişimlerine bir de ihaneti ekledi. İhanet etmiş gibi hissediyordum. Tarık’ın şaşkın yüzü buraya bakarken, kalbime ihanet etmiş gibi hissediyordum.

“Can’la iddiaya girmiştik. Kaybetti. Yirmi bin lira para verecekti. Veremeyince ikinci bir seçenek olarak bana seninle bir yemek ayarlamasını söyledim.” Fırat’ın sesi kulaklarımda uğuldarken gözlerimi bir an olsun Tarık’tan çekemedim.

Masanın üstündeki elime bir başka el konunca da geri çekilmek yerine donmuş bir ifadeyle ona bakmaya devam ettim. Gözleri bir bana bir ellerimize kaydı. Kaşları çatılırken başını hayal kırıklığıyla sallayıp arkasını dönerek gitti.

Ve ben, yönümü kaybettim. Şimdi her yer çıkmaz sokak. Delirecek gibi hissediyorum.

Ve ben, yönümü kaybettim. Orman artık daha karanlık, Prenses önünü bile göremiyor.

Ve ben, yönümü kaybettim. Hiçbir çınar ağacı gölgesini bana açmıyor.

Ve ben, yönümü kaybettim. Tarık Yıldızı, artık yanımda değil, hayat beni savuruyor.

Ve ben,

yönümü kaybettim…

 

-

bol bol yorum yapıp oy vermeyi ihmal etmeyin lütfen:)

bölüm hakkındaki yorumlarınızı bu satıra bekliyorum :))

Bölüm : 28.04.2025 23:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...