34. Bölüm

Yeni olabilecek kitap

Amine Emine Tek
amineeminetek

Gençler ben bir Karadeniz kurgusu yazmak istedim bi bölüm yazdım okuyup yorumlarmısınız veya devamını yazmamı istwrmisiniz bir belirtirseniz lütfennnn

 

Ben, Duru. Deli dolu, az biraz inatçı, az biraz hırçın ama en çok da Karadeniz gibi olan kız. Hani derler ya, deniz ne kadar sakinse içi o kadar fırtınalıdır diye. İşte ben de öyleyim. Trabzon’un bu güzel yeşilliği bol, rüzgârı keskin tepelerinde, ayaklarımı yere vura vura yürürüm de kimse bilmez içimde kopanları. Bi’ de şarkılar var ya, hani insanın yüreğini şöyle bi avuçlayan sıkan. İşte öyle zamanlarda hep içimden aynı şey geçer "Duysun dağlar, ben yoruldum…"

 

Sabah erkenden, annemin sesiyle uyandım. Bağıra çağıra mutfakta bir şeylerden şikayet ediyordu. Hayır, her sabah bu kadar enerji nereden geliyor anlamıyorum. Sanki geceyi uyumadan çay içerek geçirmiş gibi.

 

"Duru Kalk da git bir ekmek al gel dolap bomboş! Sabah sabah sinir etme beni"

 

Annemin mükemmel bağırış serenatından sonra uyku sersemi gözlerimi ovuşturdum. Pencereden dışarı bakınca denizin griliğini gördüm. Aha dedimbu hava kesin benim gibi. Ne yapacağı belli olmaz birazdan ya deli gibi yağmur yağdırır ya da güneşi açtırır ama ben bilirim ki Karadeniz’in güneşi bile şüphelidir ne zaman gider bilinmez.

 

Pijamamı değiştirmek istemediğim için üzerime kalın hırkamı geçirdim , saçlarımı hızlıca topuz şeklinde topladım ve evden çıktım. Ayaklarım çocukluğumun geçtiği sokaklara basarken düşünmeden edemedim. İnsan bazen aynı yerde kalır ama yine de değişir. Ben de değiştim. Büyüdüm mü, yaşlandım mı yoksa adını hiç bilmediğim sendromlardan birimi bilmiyorum ama bazı şeyler eskisi gibi değil. İçimde bir sıkışmışlık hissi var. Hani bir şey olacakmış ama ne olduğunu bilmiyormuşsun gibi. Öyle bir şey…

 

Bakkala girip hacı amcaya selam verip ekmek dolabına yöneldim. Hacı amca çok tatlı bir amcamızdı ve şimdide farklı dilleri öğrenmeye karar verip duolingo yüklemişti. Uygulamanın sesleri eşliğinde 2 ekmek alıp poşete koydum ve hacı amcaya döndüm. "Amcaa akşam babam verir" dedim ve birşey demesine izin vermeden bakkaldan çıktım.

 

Eve dönerken, tepenin başında bir araba gördüm. Şehirden gelmiş belli, lüks bir şey. Böyle arabaları burada çok görsekte istanbul plakalı araçları pek görmeyiz. Kim acaba derken içinden biri indi. İstanbul çocuğu olduğu her hâlinden belli. Üzerinde pahalı bir mont, elinde telefon, etrafına bakınıyor ama hiçbir şey anlamıyor. Yolun kenarında durup onu süzdüm.

 

"Kesin kayboldu bu gariban" diye içimden geçirdim. Ama gel de sor. Soramam. Çünkü ben öyle her gördüğüme laf atanlardan değilim. Ama içimden de bir his, "Duru, bu adamla başın dertte," diyor.

 

Adam, kafasını telefondan kaldırıp etrafına bakındı, sonra gözlerini bana dikti. Bir an için sanki beni tanıyormuş gibi baktı. Beni tanıyor olabilir miydi? Yok canım, mümkün değil. Ama neden öyle bakıyordu ki?

 

Adımlarımı hızlandırıp yanından geçerken, göz ucuyla onu süzmeye devam ettim. Şehirden gelenler burada pek barınamaz, bilirim. Karadeniz'in havası, insanı ya kendine çeker ya da kovar. Ama bu adamda bir gariplik vardı.

 

Tam geçip giderken o konuştu. "Pardon, bir şey sorabilir miyim?"

 

Ah, işte şimdi başlıyoruz "Sor bakalım."

 

"Burada bir çiftlik varmış, eski bir yer. Deniz Alp Sancak ailesininmiş. Biliyor musun?"

 

Bir an duraksadım. Deniz Alp Sancak mı? Bizim oralarda bu isim çok duyulmaz. Ama eski bir çiftlik meselesi varsa, kesin büyüklerden bir şeyler duymuşumdur. Yine de, bu çocuğun buraya ne işi düşmüş olabilir ki?

 

"Bilirim de sen kim oluyorsun? Niye soruyorsun?" diye tersledim.

 

Adam hafifçe gülümsedi. "Ben Deniz Alp Sancak. İstanbul'dan geldim. Ailemin mirası için buradayım."

 

İçimden bir kahkaha kopacak gibi oldu ama tuttum. İstanbul çocuğu, miras için buraya gelmiş. Kesin birkaç güne kaçar gider. Yine de bir şey vardı bu işin içinde. Kendi mirasını arayan bir adam ve Karadeniz’in ortasında sıkışıp kalmış ben.

 

"Miras mı? Hayırdır, define haritası mı buldun?" diye kaşlarımı kaldırarak sordum.

 

O ise ciddiyetini bozmadan, "Bilmiyorum. Buraya gelmem gerektiğini söylediler. Ama kimse doğru düzgün bir şey anlatmıyor. Araştırmak için buradayım," dedi.

 

İçimde bir merak kıpırdadı. Demek öyle ha? Gizemli bir miras, şehirden gelen bir adam ve benim burnuma kadar gelen Karadeniz’in kokusu. Bir yandan onu küçümsüyor, bir yandan da merak ediyordum.

 

"Bak şimdi Deniz Alp Sancak Bey, bu memlekette kolay kolay kimse sana her şeyi anlatmaz. Hele de yabancıysan. Önce Karadeniz’i öğrenmen lazım. Sonra belki insanlar sana konuşmaya başlar."

 

O ise gülümsedi. "Öyle mi diyorsun? Peki, bana bu konuda yardım eder misin?"

 

Kaşlarımı çattım. "Sana mı?" dedim alaycı bir şekilde. "Yok ya, başka işim yoktu zaten!"

 

Ama içimde bir ses, "Duru, sen bu işin içinde olacaksın, kaçışın yok," diyordu.

 

İşte o an fark ettim ki,

bu Deniz Alp Sancak belası benim başıma kaldı.

 

Lütfen yorummmmm

Bölüm : 11.04.2025 18:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...