

26.BÖLÜM
Aklım hâlâ yaklaşık 1 saat önce gönderilen mesajdaydı. O mesaj bana niçin gönderilmişti ve kim göndermişti öğrenmem gerekiyordu. Sabahın erken saatleriydi. Güneş doğmuştu. Kafam fazlasıyla karışık bir haldeydi.
Aklımı toparlayıp işime odaklanmam lazımdı. İşler zaten fazla karışıktı birde özel hayatımdaki olaylarla iyice allak bullak olmuştum.
🧊🩸
Gece gelen mesajı unutmuş değildim fakat yinede işlerime odaklanıyordum. Gizemli, bilmece gibi bir mesajdı. Ne anlamam gerektiğini anlamamıştım.
Odamdaki boy aynasından saçlarımı düzeltirken düşünüyordum. Yok aklıma hiçbirşey gelmiyordu. Savaş'ın gönderdiğini düşünsem zannetmiyorum böyle bir şey yapacağını.
Kafamı daha fazla bulandırmak istemediğim için aynanın karşısından ayrıldım ve odadan çıktım. Geniş koridorda birkaç kişiyle selamlaşarak ilerledim.
Deniz yanıma geldi ve "Hazal hanım bir hafta önce yapılacak olan davet bugüne alınmış." dedi. Bir hafta sonra Levent Bey'in evinde verdiği bir davet vardı. Bende elbete davetliydim. Açıkçası gitmek istemiyordum fakat davete icabet etmek gerekliydi.
"Anladım Deniz tamam" dedim. Şirketten çıkıp arabaya bindim. Eve gidip hazırlanmam gerekiyordu. Davete az saatler kalmıştı. Mehtab'ı aradım ve "Bu akşam" diyip telefonu kapattım.
👁
Apar topar eve gelmiştim. Çantamı ve telefonumu bir kenara koydum ve odama girdim. Giyinme odasında daha etiketi çıkarılmamış elbiselerime baktım. Bana yakışacağını düşündüğüm bordo tonlarında bir elbiseyi aldım.
Ona uyacak bordo bir topuklu ayakkabı ve aynı renk tonlarında bir çanta seçtim. Kıyafetlerimi bir kenara bıraktım ve makyaj masama oturdum. Dikkat çekici ve güzel bir göz makyajının ardından ten makyajını yaptım. Son olarak güzel bir dudak kalemiyle dudaklarımı belirginleştirdikten sonra koyu tonlarda rujumu sürdüm.
Enfes bir makyaj yapmıştım. Saçımı sıkı bir topuz yaptıktan sonra artık kıyafetlerimi giyinmeliydim.
Elbisemi giyinmiştim fakat fermuarını kapatamıyordum. Kriz geçireceğim şimdi. Yarım saattir fermuar ile uğraşıyordum. Kapanmıyodu siktiğimin fermuarı. Ya sabır ya.
Bir anda çektim. Şükür. Vallahü şükür ya. Aynada kendime baktım. Gayette iyi olmuştum. Son olarak bu bir maskeli balo olduğu için bordo maskemi yüzüme götürdüm. Güzel gözüküyordu.
🧊🩸
Davet yerine gelmiştim. Leventin büyük gözterişli malikanesi. Fazla göz alıcı bir yerdi. Arabadan indim ve geniş bahçede eve doğru yürümeye başladım. Topuklarımın taş zeminde bıraktığı tıkırtı tüm bahçede yankılanıyordu. Kapıdaki korumalar "Hoşgeldiniz Hazal Hanım" diyerek kapıyı ardına kadar açtılar.
İçerisi fazla insan doluydu. Kapı açıldığında ortamda büyük bir sessizlik oluşmuştu. Yavaş ve sakın adımlarla içeriye girdim. Herkesin gözleri bendeydi. Bazıları kıskanç bir şekilde bazıları ise normal bakışlarla bana bakıyordu. Açık konuşmak gerekirse henüz güzel bir bakışla karşılaşmamıştım.
Levent Bey ve karısı Gülcan Hanım yüzlerinde hoş bir gülümsemeyle beni karşıladılar. İkiside "Hoşgeldin Hazal" dedi. Tebessümle "Hoşbuldum" dedim. Gülcan Hanım eliyle bir masayı gösterdi ve "Şuraya geçebilirsin" dedi.
Gösterdiği masaya baktım. Güzel tüm masaları gören bir masaydı. "Teşekkürler" dedim ve masaya doğru ilerledim. Çantamı masaya bıraktım ve etrafıma baktım. Bana doğru bakan bir çift sinsi göz ile göz göze geldim.
Sedef Teşkil. Tam karşımda sinsi bakışlarla bana bakıyordu. Yüzündeki turuncu maske bakışlarını asla saklayamıyordu. Daha fazla durmadan bana doğru yavaş adımlarla gelmeye başladı. Küçümseyici bakışlarla ona bakmaya devam ettim. Yanıma geldiğinde "Merhaba Hazal Durukan" dedi. "Selam Sedef Teşkil" dedim.
Sedef sinir bozucu bir ses tonuyla "Hatırlıyormusun Hazal seninle ilk karşılaşmamızda böyle bir davette olmuştu. Ve sen bana şey demiştin. Hazal Dağhan." dedi ve ardından yanıma bakıp tekrar gözlerini bana dikti "Şimdi Dağhan'ı göremiyorum." dedi.
Gülümsedim. "Sedef hatırlarsan o en son konuşmada sen Savaş benim diyordun." dedim ve onun yaptığı gibi onun yanına bakıp tekrar ona döndüm. "Ben yanında Savaş'ı göremiyorum?" dedim. Tam konuşacakken tekrar konuştum. "He birde dolandırılmışsın sanırım. Hemde sevgilin tarafından. Eminimki sana büyük bir travma bırakmıştır." dedim.
Sedef tip bakışlarla bana baktı. "Aras babanı öldürmüş. Nasıl olduda seni sağ bıraktı?" dedi. Sağ bırakmadı ben sağ kaldım.
"Babamı bende öldürmek isterdim fakat Savaş biraz hızlı davrandı maalesef." dedim ve biraz ona doğru yaklaştım. "Bak Sedef, ben öz babasını dahi öldürmeyi düşünen bir kızım düşün bakalım bu kız sana neler yapar. Gözüme batma." dedim.
Sedef son kez bana bakıp masamdan ayrıldı. Cem Bey yanıma geldi ve "Merhaba Hazal Hanım" dedi. Ona döndüm ve "Merhaba Cem Bey" dedim. Onun yüzündede lacivert bir maske vardı. Cem beni süzdükten sonra "çok şık gözüküyorsun" dedi. Gülümsedim ve "Teşekkür ederim" dedim ve ardından "Sende çok iyi olmuşsun" dedim. Gülümsediğinde bembeyaz dişleriyle bakıştım. Dişleri fazla beyazdı. Baya beyazdı. Ne kullanıyordu bu? "Bende teşekkür ederim. Bu sıkıcı daveti geçireceğim bir kişi yok, yanında dursam senin için sorun olurmu?" diye sordu.
"Sorun olmaz" dedim. Tebessüm etti. Birlikte koca salondaki kişileri gözlemliyordum. Savaş ile göz göze geldim. Kitlenmiş bir şekilde Cem ve bana bakıyordu. Bakışlarım ciddileşti ve o gözlerini çekene kadar ona baktım.
Koyu gözleri dikkatle bana bakıyordu. Siyah bir maske takmıştı. 'Ne bakıyorsun' dememek için zor duruyordum. Cem bana seslenince bakışlarımı mecburen çekmek zorunda kaldım. Cem'e döndüm. "Koyu bir düşmanlık var galiba" dedi. Kaşlarımı çattım. Neyden bahsettiğini anlamamıştım.
"Anlamadım" dedim. "Aras ve senin aranda koyu bir düşmanlık var" dedi. Çok doğru bir tespitti. Baya koyu bir düşmanlığımız vardı. "Olması gerektiği gibi" dedim.
Olması gerektiği gibi.
Kulağıma silah sesleri geliyordu. Ne olduğunu anlayamadım. Bir anda bütün salonu silah sesleri doldurdu. Çığlıklar yankılanıyordu. Direkt jartiyerimdeki silahı çıkardım ve bir duvarın arkasına saklandım. Gördüğüm kişilere ateş etmeye başladım.
Hedef ıskalamamaya çalışıyordum çünkü yedek şarjörüm yoktu. Saklandığım duvara bir kişi daha geldi. Kafamı çevirip baktığımda Savaş ile göz göze geldik. Saklancak yermi yoktuda dibimde bitti bu?
İkimizde konuşmadan ateş ediyorduk. Mermim bitmek üzereydi. Yanımda bir tek Savaş olduğu için kimseden mermi isteyemiyordum. "Mermin bitiyor" diyen sesini duydum. Anında "Sanane" diyerek ters bir cevabı yapıştırdım. Onunla konuşurken dikkatim dağılmıştı ve kafam açıkta olduğu için az kalsın gelen bir merminin hedefi oluyordum.
Savaş anı bir şekilde beni kolumdan tutup çekti. Eğer beni kolumdan tutup çekmeseydi tahtalı köyü boyluyordum. Nefes nefese kalmış bir biçimde birbirimize baktık. "Niye kurtardın ki beni?" diye sormadan edemedim.
"Ölmeni istemezdim" dediğinde kahkaha attım. "O yüzden mi" dicektimki mermim bitti. Anında duvarım arkasına geçtim. Savaşa baktığımda onunda mermisi az kalmıştı. Kolundan tuttum ve "Daha fazla mermi harcama. Ayrıca duvar değiştirmemiz lazım çünkü bu duvar yıkılmak üzere" dedim. Bana baktı ve ardından kolumdan tutup "Yürü" dedi.
Nereye gittiğimiz hakkında gram fikrim yoktu. Koca malikanenim koridorunda ilerliyorduk. "Yavaş yürürmüsün topuğum kırılacak şimdi" dedim. "Aynen geberelim burada değil mi?" dedi. Komik miydi bu?
Herhangi bir odaya girdik. Silah sesleri çok az geliyordu. Salondan baya uzaklaşmıştık. Odaya girer girmez Savaş kapıyı kilitledi. Işığı yaktığında nereye geldiğimize baktım.
Banyo.
Evet ciddi ciddi banyoya girmiştik. Baya geniş, mavi fayanslarla kaplı bir banyodaydık. "Getire getire burayamı getirdin?" dedim. Ters bakışlarla bana baktı ve ardından "kusura bakmayın Hazal Hanım kurşunlardan kaçarken sizi lüks bir otele götürmemiz gerektiğini unutmuşum" dedi. Uyuz herif.
Karşımdaki klozete doğru ilerledim ve kapağını kapatıp üstüne oturdum. Savaş banyonun içinde dört dönüyordu. "Başımı döndürdün ya otur yada çık git geber" dedim. Tip tip bana baktıktan sonra duvara yaslanıp bana bakmaya başladı.
Aşırı uykum gelmişti ama tabikide yanımda bu varlık varken uyuyamazdım. Gözleri göğsümün üstündeki düğüm dövmesine takıldı. Orada normalde bir yara izinin olduğunu biliyordu. "Dövmen güzelmiş" dedi. Bu herif cidden yüzsüz. Diyecek tek bir lafım bile yoktu buna. Susmayı tercih ediyorum.
Elimdeki silahı çamaşır makinesinin üzerine bıraktım. Aşırı yorgundum. Silah sesleri kesintisiz devam ediyordu. Canım sıkılmıştı. Telefonum çantamın içindeydi ve çantamıda masanın üzerinde unutmuştum. Of.
Savaşa baktım ve "Telefonun varmı?" diye sordum. Elini ceketini iç cebine götürdü ve telefonunu çıkardı. Ayağa kalktım ve yanına gittim. Yüzümdeki bordo maskemi çıkartıp bir kenara koydum. "Ara birisini yardım etsin" dedim. Telefonu açıp birini aradı. Yusuf yada Ömer'i aradığını tahmin etmek zor değildi.
"Alo Ömer" dediğinde kimi aradığını öğrenmiş oldum. "Ne demek Eda ortada yok" dedi. İçimden kahkahalar atıyordum. İşte bu be. Mehtap halletmişti. Şimdi Aras Savaş Dağhan düşünsün. Savaş karşımda adeta çıldırıyordu.
"ÖMER NE DEMEK EDA YOK. BAKIN HER YERE" diye bağırıyordu. Kulaklarım kanıyacak Allah'ım.
"ÖMER SABAHA KADAR EDA'YI BULAMAZSAN ÇİKMA KARŞIMA" diyip telefonu kapattı. Ellerini sert bir şekilde saçlarına daldırıp alnına düşen saçları geriye itti. Ardından bakışları beni buldu.
Gözlerini kısarak bana baktı ve bişeyler düşündükten sonra "Sen" dedi. Kaşlarımı çattım. "Ne ben?" dedim. Bana doldu bir adım attığında bende geriye bir adım attım.
Korkmuyorum desem yalan olurdu. Gözlerinden alev çıkacak gibiydi. "Sen yaptın değil mi?" dedi. Neyi ben yaptım? Eda'yımı ben kaçırdım saldırıyımı ben yaptım? Hangisi?
"Hepsi senin planındı öyle değil mi?" dedi. Bir adım daha attığında bir adım daha geriye gittim. Gelen üstüme be adam. Yavaş adımlarla üzerime geldikçe bende geriye gidiyordum. "Saldırıyı sen planladın sonrada Eda'yı kaçırdın. Öyle değil mi?" dedi.
Yalan söylemeyecektim.
"Saldırıyı ben yapmadım ama doğru Eda'yı ben kaçırdım." dedim. Yüzü bembeyaz olmuştu ama gözlerinden alevler çıkıyordu. Şuracıkta beni öldürse şaşırmam. Söylediklerime şaşırmamıştı ama fazla öfkeliydi.
Canından can almıştım.
Görmek istediğim yüz ifadesi tam olarak karşımdaydı.
Yeni bölümde görüşmek üzere🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.75k Okunma |
637 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |