
Uyandığımda odanın içine sızan güneş ışığı gözlerimi kıstırarak yatağımdan doğrulmama neden oldu. Dünden kalan düşünceler beynimde dönüp duruyordu. Tuğba ile neden buluştuğunu merak ediyordum. Bugün İrem ablanın Kuran’ı vardı. Yeni evliydi ve mahalledeki kadınları misafirliğe çağırıyordu.
- Anne, Efsun! Saat 12, gel kahvaltı yapalım da hazırlanırsın.
- Tamam, anne, geliyorum.
Kahvaltıdan sonra gri triko elbisemi giyip hafif bir makyaj yaptım. Saçımı da hafifçe buklelendirerek aşağıya indim. Beş dakika sonra İrem ablanın evine varmıştık. Kapıyı çaldığımızda İrem abla sarılarak “Hoş geldiniz” dedi. Ona şık bir altı kişilik kahve fincanı takımı almıştık. İrem abla üstüme bakıp bordo bir şal verdi. Kahkaha atarak şalı aldım; herkes benim ne kadar takıntılı olduğumu bilirdi.
İrem abla ve Murat abi zor evlenmişti. İrem ablanın babası, “Oto tamirciye kız vermem,” diyerek kızını başka biriyle nişanlamıştı. Murat abi de sinirlenip nişanı dağıtmıştı. Bu olaydan beş ay sonra Hasan amca da kızını vermek zorunda kalmıştı.
Kuran okunmaya başlamış, biz Ahsen’le mutfakta tabakları hazırlıyorduk. Hızlıca işleri hallettik. İrem abla içeride misafirlerle ilgileniyordu. Kapı çalınca açtım; karşımda Tuğba vardı.
- Hoş geldin Tuğba abla!
- Hoş bulduk canım, diyerek içeri geçti.
Kuran okunmuş, dualar edilmişti. Tabakları dağıtırken Selma teyze ve Tuğba’nın hararetli bir şekilde konuştuğunu gördüm. Herkes gittikten sonra İrem abla ile ortalığı toplarken ayaküstü sohbet ediyorduk.
- Efsun, merakımdan soruyorum. Doğan’la aranızda bir şey mi var? Murat bir şeyler dedi.
- Yok abla, ne olacak? Biliyorsun, küçüklükten beri abi-kardeş gibi büyüdük. Herhalde abiliğe çok kaptırdı; ben de büyüdüm artık. Onun dediğini yapmayınca tartışıyoruz.
- Bana öyle gelmiyor. Sen ona aşık bakıyorsun. Az önce Doğan dediğimde elin ayağın karıştı. Efsun, bana bari yalan söyleme.
- O kadar mı belli oluyor? dediğimde gözlerim dolmuştu.
- Evet, canım,diyerek sarıldı.
Kafamdaki düşüncelerle eve doğru yürümeye başladım. Eve geldiğimde abimle annemin bağırışlarını sokaktan duyabiliyordum. İçeri girdim:
- Ne oluyor ya, sesiniz ta sokaktan duyuluyor!
- Efsun, abine diyorum, evlendireyim seni, yuvanı kurayım. Hatice ablan söyledi; bizim kız da işe başladı, okulu bitti. Artık evlenme yaşı geldi, bir görüşün diyorum, ama Nuh diyor, peygamber demiyor!
Abime baktığımda burnundan soluyordu.
- Anne, saçmalama! Abim evlenmek istese kendisi bulur. Hem bulamazsa söyler sana. Neden sık boğaz ediyorsun?
Bu tartışmanın ardından herkes odasına çekildi. Ahsen’le kafa dağıtmak için alışverişe çıktık. Canının sıkkın olduğunu anlatmaması beni üzüyordu. Ben de ona anlatmıyordum. Sonuç olarak alışverişe gelmiş, kendimizi motive ediyorduk.
Bir sürü kıyafeti denedikten sonra çoğunu almıştık. Pijama mağazasına girdiğimizde pijama partileri için çift takımlar aldık. Çok yorulmuştuk, bu yüzden kahve molası verdik. Tabii ki vazgeçilmezimiz olan Red Velvet tatlısını aldık. Hayatımda yediğim en iyi tatlıydı. Oturmuş tatlılarımızı yerken sessizliğe daha fazla dayanamayarak:
- Anlat çabuk! Bir şeyler var ve saklıyorsun. Artık kırılmaya başlıyorum, dedim.
-Tamam ya, zaten içimde tutamayacaktım. Uzun uzun abimle yaşananları anlattı.
-Ya abim tam bir öküz! Götürelim, bağlayalım ahıra, çok dolaştı dışarıda.
Ahsen gülmeye başladı.
- Cidden öyle. Ne yaptığı belli değil. Benden uzak dursun, yeter.
- Ee, sen anlat. Böyle bir Doğan abiyle bakışmalar falan… Hayırdır? , Ahsen’in bu sözleriyle ben de gülümsedim. Tabii, detaylı bir şekilde devam ediyorum:
- Aslında bir şey yok, dedim. Senin durumun laciverti. Biliyorsun, hoşlanıyorum ama onun ne hissettiğini kestiremiyorum.
Ahsen kaşlarını kaldırarak beni dikkatle dinledi.
- Hal ve hareketlerine bakılırsa hoşlanıyor ama abilik içgüdüsüyle de yapıyor olabilir. Bunu denememiz lazım. Denemezsek bilemeyiz.
- Nasıl olacakmış o?
- İlk olarak, sana ilgi duyuyor mu diye bakacağız. Tamam mı? Kalk hadi, hesabı ödeyip planımıza başlayalım.
Hesabı ödedik. Tam kalkarken Tuğba ve arkadaşları kafeye geldi. Montumu giyerken Tuğba’nın sözleriyle dona kaldım:
- Doğan’la nişanlanıyoruz!
Ahsen de şok olmuştu. Tuğba’ya baktığımda bana gülerek bakıyordu. Cafeden çıktığımızda yer altımdan kayıyor, nefessiz kalıyordum.
- Efsun, bence yalan söylüyor. Hem öyle bir şey olsa size haber verirlerdi. En kötü annen duyardı.” Ahsen haklıydı. Bizim haberimizin olmaması imkânsızdı ama neden böyle bir yalan söylesin ki?
"Bu konuyu unut,” dedi Ahsen.
- Akşam planımızı gerçekleştirelim. Hem öyle bir şey olsa Doğan söylerdi.”
- Ahsen, ne yapacağız? İyice saçmaladın!”
- Kızım, izle. Akşam sahile gidelim. Abine söyle, ama ince giyin.”
- Bu soğukta zatürre olurum!”
- Bir şey olmaz. Doğan seninle ilgileniyorsa zaten seni sıcak tutar, diyerek göz kırptı ve hazırlanmak için koşarak eve gitti.
Bu yaptığımız gerçekten akıl karı değildi. Beyaz gömlek ve diz üstü pudra pembesi kruvaze yakalı elbisemi giydim. Saçlarımı düzleştirdim ve kulak arkası yaptım. Aşağı indiğimde:
- Abi, sahile gidiyoruz Ahsen’le. Sen de gelsene, dedim.
Abim işten yorgun dönmüştü, gelmesi zor görünüyordu ama şansımı denemek istedim.
- Olur. Hatta Doğan’ı da arayayım. Kağan da sahile gitmek istiyordu, beraber gideriz.
Mutluluktan dans etmek üzereydim ama belli etmedim. Mutfakta çay demleyip termosu aldım, iki paket çekirdekle çıktım. Abim hazırlanıp indi. Annemler dizinin başındaydı; dizide dişçi bir kız mesleğini bırakıp adamla evleniyordu.
Kapıda bekleyen Doğan’ı görünce içimde tuhaf bir heyecan dalgası yükseldi. Çatık kaşlarıyla arabaya yaslanmıştı. Yanında Kağan vardı. Bir an hayal kurdum ve nefesim sıkıştı. Arabaya bindik, Ahsen’i de alarak sahile doğru ilerledik.
Sahilde herkes masa ve sandalyelerini kurmuş, sohbet edip gülüşüyordu. Biz de yerleştik. Ahsen telefonunun arabada olduğunu söyleyerek kalktı, abim de ona eşlik etti. Doğan’la baş başa kalmıştık. Çaylarımızı yudumlarken pamuk şekercisi geçti. Kağan, Doğan’a yalvarmaya başladı. Doğan da kıramayıp aldı. Kağan’a pamuk şekeri uzatırken arkasından bir tane daha çıkardı ve bana dönerek:
-Küçükken çok severdin, dedi, gülümseyerek pamuk şekeri uzattı.
İçimdeki küçük Efsun mutluluktan dans ediyordu. Ona gülerek bakarken abimlerle Ahsen geri geldi.
- Pamuk şeker mi?” dedi Ahsen, gülerek.
Abim hemen atıldı: “Alayım mı sana da?”
- Boş ver, beraber yeriz,” dedim, Ahsene göz kırparak.
Pamuk şekerimizi yerken hava iyice soğumuştu. Ahsen bana bakıyor, ben de ona bakıyordum. O sırada Doğan montunu çıkarıp omuzlarıma koydu. Ahsen’in bakışları yüzünden gülmemi zor tuttum. Ahsen’in üstünde kalın şal olduğu için gerek kalmadı ama abim sadece ince bir tişörtleydi. Ahsen hemen kalın atkısını abime uzattı. Abim, atkıyı sol omzuna savurarak herkesi güldürdü.
Saat geç olmuştu. Ahsen’i eve bıraktık. Arabayı park ettikten sonra Kağan yarı uykulu eve koştu. Doğan’la ben yalnız kalmıştık.
- Pamuk şeker için teşekkür ederim, dedim, gülümseyerek.
Bana bakarken gözleri parlıyordu. Montunu iade etmeye çalıştım ama:
- Sende kalsın, dedi.
- Doğru, yıkar getiririm.”
- Hayır, giy. Kokun üzerine sinsin. Göreve gideceğim, orada bana iyi gelir.
Nefesim sıkıştı. Hayallerim gerçek oluyordu. Aşkım karşılıksız değildi.
- Olur. Senin için bunu yaparım, diyerek eve koştum.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Odaya koşup Ahsen’e mesaj attım. Anlattıklarımı duyunca mutluluktan çığlık atıyordu.
- Biliyordum kızım! Tuğba kafede yalan söyledi. Ona nasıl inandın?
- Öyle emin konuştu ki gerçek sandım.
- Bak Efsun, şimdi biraz zaman geçsin. Güzel bir tatlı yap ve Doğan’la konuş. Ona duygularını anlat. ‘Artık gizlemek istemiyorum, senin de bana boş olmadığını biliyorum,’ diye söyle.
Aradan dört gün geçmişti. Bu süre zarfında aklım hep Doğan’daydı. Her şeyin nasıl gelişeceğini, neler söyleyeceğimi kafamda defalarca kurdum. Ahsen sürekli mesaj atarak beni cesaretlendiriyordu. Nihayet, bugün cesaretimi topladım ve Ahsen’in dediği gibi, Doğan’la konuşmaya karar verdim.
Hazırlanmaya başladım. Krem rengi yakalı elbisemi giydim, saçlarımı hafif dalgalandırdım ve doğal bir makyaj yaptım. Elime özel olarak hazırladığım profiterol dolu kutuyu aldım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Annem, benim bu telaşımı fark etmişti.
- Efsun, nereye böyle? diye sordu, şüpheyle.
- Doğan’a… yani Doğan abiye montunu geri vermeye gidiyorum.
- Bu saatte mi? Gündüzler torbaya mı girdi?
- Anne, iki dakika götürüp geleceğim.
- İyi tamam,dedi, biraz burun kıvırarak.
Her adımda kalbim daha hızlı atıyordu. Doğan’ın evine vardığımda nefesimi düzenlemeye çalıştım ve zile bastım.
Kapı açıldığında karşımdaki kişi en son görmek istediğim kişiydi..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |