58. Bölüm

❄️Hakikat

Ceylan Keskin
anksiyeteliyazar

Yazar

Kurak Topraklarda uğursuz bir şeyler kol geziyordu. Hapsedildikleri yerdeki tüm şeytanlar bir araya gelmiş karşılarında duranları sessizce izliyordu. Varlıklarının getirdiği uğursuzluk hissiyle gerilenler her türlü saldırı ihtimaline karşı tetikte bekleseler de şeytanlar herhangi bir tepki vermiyordu. Tanrılar güçlerine uzanmış hazır bekliyorlardı. Hava Tanrısı durumdan özellikle hoşnutsuzdu. Ölüm Tanrısı’nın mühürlüsünü almak için buraya gelmeyi hiç istememişti. Elinde olsa hepsini şeytanların olmayan merhametine teslim etmek istiyordu. Ne yazık ki yapabileceği bir şey yoktu. Silva’yı kaçırarak bu derdi başına kendisi açmıştı. Kılıcını çeken Nowa da tanrılar gibi hazır vaziyette bekliyordu. Herkes karşılarına dikilen bu şeytan sürüsü yüzünden gergindi, Zahel hariç. Koruma iç güdüsüyle eşini arkasına almış zerre korku belirtisi göstermeden karşısındaki şeytanlara bakıyordu. Diğerlerinin aksine Zahel bir çatışma yaşanmayacağını biliyordu. Şeytanların onlara saldırmayacağından adı kadar emindi. Şeytanların efendilerine saldırmayacaklarını gayet iyi biliyordu. Yine de bildiklerini diğerleriyle paylaşmadı çünkü beraberinde gelecek sorulara cevap verebilmesi söz konusu değildi. Sessiz kalıp olacakları izlemeye koyuldu.

Şeytanların toplanışı sebepsiz değildi. Saldırmak için de gelmemişlerdi. Onları buraya çeken uzun zamandan sonra varlığını hissettikleri efendileriydi. Efendileri burada olduğu için şeytanlar buradaydı. Tüm şeytanlar Zahel’in olduğu noktaya doğru bakarken itaat duygusuyla teker teker diz çöktüler. “Şeytan Krala selam olsun.” Yüzlerce şeytanın diz çöktüğü manzara ve hep bir ağızdan söyledikleri ilahi bir görüntü oluşturabilecek nitelikteydi. Ne var ki herkes gergin ve şaşkındı. Zahel Sideras’ın şeytanın ruhunu taşıdığına dair dönen dedikoduların doğrulaması olarak görüyorlardı şeytanların diz çöküşünü. Doğduğu günden bu yana ensesinde taşıdığı işaret ve şimdi de şeytanların önünde diz çökmesi… Bunlar dedikoduların doğruluğuna işaret değil de neydi? Diğerlerinin arasından sıyrılıp Zahel’le arasında uygun bir mesafe bırakan bir şeytan “geri dönüşünüzü sabırsızlıkla bekliyoruz kralım. Kara Ateş daima yanacak.” dedi ve ardından tüm şeytanlar kendi dillerinde efendilerine bağlılıklarını sunup teker teker oradan ayrıldılar. Zahel üzerinde yoğunlaşan şüpheli bakışlara aldırış etmeden yoluna devam ettiğinde kimse yorum yapmadan ona ayak uydurdu. Ne var ki bazılar için Zahel’in şeytanlığı kesinleşmişti. Wienor’dan yıllarca saklanan gerçek şuydu ki; Şeytan Kral gerçekten de hayattaydı.

Bugün Kurak Topraklarda toplanan şeytanlar gerçekten de efendilerini selamlamışlardı. Doğduğundan beri şeytanın işaretini taşıyan kişi bedeninde Şeytan Kralın ruhunu taşıyor, onun için adeta bir koza görevi görüyordu. Koruyucuların tüm diyara söylediği en büyük yalan buydu.

Yazar

Uğuldayarak esen rüzgârın eşliğinde evine doğru yürüyen küçük Ragaz elindeki keseyi sıkı sıkıya tutuyordu. Üzerindeki ince ceket rüzgârı iliklerine dek işletirken tek istediği bir an önce evine varıp sıcak şöminenin başına kıvrılmaktı. Yeni taşındıkları bu yere henüz alışma fırsatı olmasa da ailesi yanında olduğu müddetçe mutlu olacağını hissediyordu. Şimdi annesi onun için sıcacık bir çorba hazırlamış dönmesini bekliyor olmalıydı. Babası şömineye odun atarken kardeşi de sıcak ateşin başında abisinin getireceği keseyi bekliyor olmalıydı. Küçük Ragaz bu sıcak ve huzur dolu görüntüyü hayal edince adımlarını hızlandırdı. Şiddetini arttıran rüzgâr uğursuzca esmeye devam ederken sokakları geçtikçe azalan ışık ve artan tenhalık küçük çocuğun ürpermesine neden oldu. Etrafta kimseler yoktu, evlerin ışıkları sıkı sıkıya kapatılmış perdelerden zar zor sızıyordu. Birkaç köpek endişe verici şekilde ulumaya başladığında Ragaz bir an durup etrafını kolaçan etti. Uğuldayan rüzgâr, uluyan köpekler ve öfkeli kedi miyavlamalarından başka ses yoktu. Yine de… sanki uğursuz bir şeyler vardı. İçine düşen korkuyla adımlarını daha da hızlandırdı. Kalbi boğazında atarken başına bir iş gelecek diye korkuyordu. Ona bir şey olursa ailesi ne hale gelirdi.

Etraf daha da ürpertici bir hale gelmiş olsa da Ragaz rahat bir nefes verdi. Şehirdeki diğer evlerden biraz uzak düşen evi sonunda görüş alanına girmişti. Artık endişe etmesine gerek yoktu. Başına bir şey gelse bile çığlık atar babası da yardıma gelirdi. Şimdiye dek hızlı olan adımlarını yavaşlatıp evine doğru yürüdü. Attığı her adımla içindeki rahatlama da yerini endişeye bıraktı. Bir tuhaflık vardı. Pencereden dışarı ışık sızıyor fakat hiç ses gelmiyordu. Kardeşi sakin bir çocuktu, babası gerektiği kadar konuşurdu fakat annesi cıvıl cıvıldı. Hoş melodiler fısıldayan bir kuş gibi şakırdı. Bu sessizlik pek de normal değildi. Keseyi avuçlarında ezen Ragaz temkinli adımlarla evinin önüne vardığında açık kapıyı görmek göğsünü sıkıştırdı. Belki de babası odun almaya giderken açık unutmuştu. Sonuçta olmayacak şey değildi lakin Ragaz bir terslik olduğunu hissediyordu. Yol boyunca üzerine balçık misali yapışan endişeden bir türlü kurtulamamıştı. Şimdi o balçık ağzını tıkıyor nefes almasını engelliyordu. Yumruklarını sıkarak kapıdan uzaklaştı. Soğukkanlılıkla aniden içeri girmenin hoş sonuçlar doğuramayacağını düşünerek pencereye yöneldi. Gözleriyle her türlü tehdide karşın bir silah arasa da uygun bir şey bulamadı. Zaten bir tehdit varsa Ragaz ne yapabilirdi ki? Küçük bir çocuktu o, silah kullanmayı da bilmezdi.

Keşke bir silahım olsaydı diye düşünerek ellerini usulca pencerenin pervazına yerleştirdi. Nabzının bedeninin her noktasında hissediyordu. Korku dikenli sarmaşıklarını çocuk yüreğine saplayalı çok olmuştu. Göğsü sıkışıyor ve müthiş şekilde ağrıyordu. Çocuk zihninde türlü türlü ihtimal canlanırken usulca başını kaldırıp içeriyi görmeye çalıştı. Açık olan perde ve yanan şömine salonu tamamen gözler önüne seriyordu. Rüzgâr uğursuzca esti ve dışarı çıkamayan bir çığlık küçük çocuğun boğazını yaktı. Gözlerinin önünde bir kan gölü vardı. Annesi, babası ve kardeşi kanlar içinde yerde yatıyordu. Anne ve babasının gözleri saf bir dehşetle açık kalmıştı. Salonlarını kaplayan gri halı şimdi kırmızıya dönmüştü. Ragaz’ın gözleri yanmaya, vücudu titremeye başladı. Aksini tüm kalbiye arzulasa da ailesinin artık hayatta olmadığının farkındaydı. Titreyen elini ağzına kapattı, olur da çığlık atarım diye korkmuştu. Çünkü içeride hayatta olan biri vardı. Ailesinin hayatını çalan adam salonun ortasında duruyordu. Ragaz sırtı dönük adamın kim olduğunu seçemiyordu. Gözlerinden ılık damlalar taşarken pencerenin kenarına iyice sinip adamı görmeye çalıştı. Acı göğsünde müthiş bir ızdıraba dönüşürken öfke ve kin ruhunu sarmalıyordu. Boşta kalan eli yumruk halini alırken içeri girip o adamı parçalamak istiyordu fakat Ragaz kendinin de içinde bulunduğu durumun da farkındaydı. Ne dövüşmeyi ne silah kullanmayı biliyordu. Zaten bir silahı da yoktu. Bu haliyle ancak kendi canından da olurdu.

Yüreği korlar içinde yanarken siyah giyimli adam yavaşça doğruldu. Ragaz köşesine biraz daha sinerken dişlerini sıkarak ve görüşünü puslandıran yaşları silerek ailesini ondan alan adamı, en büyük düşmanını görmeyi bekledi. Ayağa kalkan adam yerde yatan üç bedene uzun uzun bakarken elinde kana bulanmış bir hançer parladı. Ragaz dişlerini sıktı. Öyle ki bir an çıkan gıcırtının duyulacağını sansa da adam bir tepki vermemişti. Tuttuğu kanlı hançerle birlikte arakasını döndüğünde nihayet düşmanın yüzünü gören Ragaz dehşet içinde geri çekildi. Korkuyordu, yalnızdı ve canı yanıyordu. Ailesine gitmek istiyordu ama yapabileceği bir şey olmadığının farkındaydı. Artık onlar için yapabileceği tek şey intikamlarını almak olacaktı. Alacağı intikam yolunda kalbine ilk kin tohumları düşen Ragaz sessizce evinden ayrıldı. Adamın onu da fark etmesinden endişe ediyordu. Birinin intikam alması gerekiyordu, birinin hayatta kalması gerekiyordu. Ragaz ailesini geride bırakmanın yüküyle oradan uzaklaştı. Giderken ailesinin bir mezarı olmayacağını bilmiyordu.

İntikam almak istediği adamın Zahel olduğunu ise sonra öğrenecekti.

Silva

Birden on kat ağırlaşmış gibi olan göz kapaklarımı güçlükle araladım. Bulanık görüntü usul usul netleşirken başımda müthiş bir ağrı hissediyordum. Kımıldayamıyordum ve sebebinden emin değildim. Nihayet görüşüm netleştiğinde gri, pürüzlü bir duvarla karşılaştım. Soğuk ve karanlıktaydım. “Adi piç kurusu!” Başımı bir anda sese doğru çevirdiğimde ani hareket boynumun yanmasına neden oldu. Gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. “Silva iyi misin?” Ses Azel’e aitti. Usulca gözlerimi açtığımda sağımda duran Azel’le gözlerimiz buluştu. Bana endişeyle bakıyordu. Nedenini anlamış değildim. Gözlerimi kırpıştırarak kendimi toplamaya çalıştım. Yanımda duran Azel bir sandalyeye sıkıca bağlanmış vaziyetteydi. Kolları iplerle sandalyenin kollarına bağlanmıştı. Ayaklarında ve göğsünde de aynı ipler vardı. Kollarında gördüğüm soyulmalardan iplerin müthiş derecede sıkı olduğunu anladım. Saçları darmadağın ve suratı kan içinde olan Azel beklentiyle bana bakıyordu. Bilinçsizce “iyiyim.” dediğimde tahriş olan boğazımdan hırıltılı öksürükler koptu. Azel endişeli gözlerle bana baksa da bir şey yapamıyordu. Aslında nasıl olduğumdan emin değildim fakat Azel’in iyi olmadığı barizdi.

Başımı diğer tarafa çevirdiğimde Valeria ve Jieli’yi gördüm. Onlar da Azel gibi sandalyeye bağlanmıştı. Jieli sessiz ve korku dolu gözyaşları dökerken Valeria kaşlarını çatmış her an patlayacak gibi duruyordu. Kendime baktım. Sandalyeye bağlanmıştım. Bir zonklama başımı delip geçerken son olanları hatırladım. Göğsüm acıyla kasıldı, ihanetin acısıyla. “Neler oluyor?” Sesim telaşlı çıkmıştı. “Aradığımız hain o adiymiş.” Azel’in dişlerinin arasından öfkeyle söyledikleriyle sarsıldım. “Hayır.” Olamazdı, imkânı yoktu. Hain nasıl Ragaz olabilirdi? “O Silva… hain o. Bize bunları yapa o.” Sarsılmış halde Valeria’ya döndüm. Buz gibi bir ifadeyle tutsak edildiğimiz mağaranın duvarına bakıyordu. Yumruklarını sıkarken buz gibi öfkesinden dudakları titriyordu. “Hanımım, Efendi Ragaz neden böyle bir şey yapsın ki?” Jieli’nin ağlamaklı sesiyle sorduğu soruya verecek bir cevabım yoktu lakin Azel uzunca bir küfür savurdu. “Buradan çıkmamız lazım.” Yeniden Azel’e döndüm. Hırsla iplerden kurtulmak için debelense de kendine zarar vermekten başka bir işe yaradığı yoktu. İpler öyle sıkıydı ki zor nefes alabiliyordum. “Kapana kısıldık.” dedim hayal kırıklığıyla. Azel debelenmeyi kesti. O da biliyordu kurtulamayacağımızı. Soğuk Mağaralar gücümüzü emdiğinden ona başvuramıyorduk. Zaten Ragaz da bunu bilerek bizi buraya çekmişti.

Yanımızda silah ya da işimize yarar başka bir şey de yoktu. Portaldan geçerken Soğuk Mağaralardan haberdar olmadığım için anın telaşıyla boşluk yüzüğümü alma gereği duymamıştım. Ragaz bilerek biz buraya gelene dek nereye gittiğimizi söylememişti. Zahel ve Nowa burada değildi. Gittikleri kasaba… Lanet olsun kasabalarda sorun olduğu falan da yoktu. Ragaz onları bilerek göndermişti ki bizi buraya çekerken sorun yaşamasın. “Ne zamandır buradayız?” “Birkaç saat oldu.” Gözlerimle mağarayı tarayıp bir çıkış yolu bulmaya çalıştım. Ne yazık ki mağarada faydalı tek bir çöp bile yoktu. Duvara asılmış iki meşale vardı. İpleri yakmak için kullanabilirdik fakat bizden epey uzakta ve uzanamayacağımız kadar yüksekteydi. Karşımızdaki duvarda ne için olduğunu düşünmek istemediğim prangalı zincirler vardı. Zincirlenmek yerine neden bağlandığımızı düşünmek istemedim. “İşe yarar bir şey yok. Birilerinin bizi fark etmesini ya da abimin dönmesini beklemek zorundayız.” Azel’e kısa bir bakış attım. Sıkıntılı bir nefes verip gözlerimi karşıdaki boşluğa diktim. Kafam patlayacak gibiydi. Ragaz… onun bunu nasıl yapabildiğini anlayamıyordum ve anlamak da istemiyordum. Düştüğümüz hale rağmen kabullenmek çok zordu.

“O iti elime geçirdiğim anda kafasını koparacağım.” Hepimizin bakışları öfkeden köpüren Azel’e kaydı. Jieli artık ağlamıyor fakat hala titriyordu. Gözleri karmaşık duyguların esiri olmuştu. Valeria öfkeli fakat daha soğukkanlı görünüyordu. Ben de sıkışıp kalmıştım. Ne hissedeceğimi ne düşüneceğimi kestiremiyordum. “Belki bir nedeni vardır.” derken söylediklerime inanıp inanmadığımdan emin değildim. Azel keskin bakışlarını bana çevirdi. İnanmaz bir ifadeyle bakıyordu. “Nedeni ne bilmiyorum ama hain o. Niyeti bize zarar vermek.” Hepimizin gözleri Valeria’yı buldu. Boşluğa bakarak hissizce söylediklerine karşılık “olamaz.” diye fısıldadım. Valeria başını bana doğru çevirdi. Buz gibi bir soğuğun olduğu gözlerinde hayal kırıklığı vardı. “Onu tanıyorum Silva. Bakışlarını biliyorum. Zarar vermek istiyor, belki de ölmemizi istiyor.” İtiraz edemedim. Gizlice Ragaz’ı seven Valeria, bakışlarını bilen Valeria… Bize zarar vermek istediğini söylüyorsa yanılma ihtimali azdı.

“Neden?” dedi Jieli titreyen sesiyle fakat kimse cevap vermedi. Hiçbirimizin bu soruya verecek cevabı yoktu. Anlaşılan Ragaz’ı tanıdığımızı sanırken aslında hiç tanımıyorduk. Uzaktan adım sesleri kulağımıza çalınırken birkaç saniye sonra Ragaz karşımızda belirdi. Azel sandalyesinde debelenip öfkeyle ağzına geleni sayarken hayal kırıklığı dolu bakışlarımı Ragaz’a diktim. Tek kelime etmedim. Önce o konuşsun istedim. Konuşsun da buna mecbur kaldığını, bir yanlış anlama olduğunu, bunu bizi korumak için yaptığını söylesin istedim. Söylemedi. Bıçak kadar keskin bakışları kısa bir an Jieli ve Valeria’ya değdikten sonra ağır adımlarla Azel ve bana doğru yaklaştı. Harelerinde gördüğüm katı nefretle tüylerim diken diken oldu. “Neden?” dedim titreyen dudaklarımın arasından. İhanetin acısı öyle büyüktü ki yüzüne bakarken zorlanıyordum. Boğazıma bir düğüm oturmuştu. Yanan gözlerimden yaşlar taşmak istiyordu. Yanaklarımın içini kemirip kendimi tuttum. Hala umudum vardı. Hala Ragaz’ın ağzından çıkacak birkaç sözcüğü bekliyordum. “Yakında öğreneceksiniz.” Umudum iki kelimesiyle paramparça oldu. Artık karşımda dost bildiğim adam değil yüzüme gülerken ardında sırtımıza saplamak için bıçak saklayan bir hain duruyordu.

“İkizin sarayı ayağa kaldırdı.” dedi soğuk bir tonlamayla. Kael elbette yokluğumu fark edecekti. “Kıymetli Zahel’iniz de yakında burada olur.” Azel ağız dolusu küfürler ederken geri kalanımız sessizdik. Ragaz bir anda Azel’in suratına yumruğunu indirdiğinde Jieli çığlık attı. Dehşetle Ragaz’a bakarken Azel ağzında biriken kanı Ragaz’ın ayaklarının dibine tükürdü. “Abin gelmeden seni öldürmeyeceğim ama sabrımı fazla zorluyorsun.” Azel’in darmadağın suratından Ragaz sorumluydu ve daha fazlasını yapmak için can atar bir hali vardı. İkisi de birbirine nefret ve öfkeyle bakıyordu. Azel’in dağılan suratına baktım. Sadece şimdi değil ben baygınken de dayak yemişti. Yüzü yaralar ve morluklar içindeydi. “Ne istiyorsun?!” dedim sesimi yükselterek.

Dost sandığım adam bana döndü. “Zahel gözlerinin önünde sevdiği herkesi kaybetsin istiyorum.” Tüylerim diken diken oldu. “Bunca yıl yaptığım her şey, katlandığım her şey vakti geldiğinde intikamımı alabilmek içindi.” Dudaklarından nefretle dökülen sözcüklere inanmakta zorluk çekiyordum. Dostum sandığım adam şimdi bana kinle bakıyordu. “Boğazıma kılıç dayamıştın.” Sesim onunki kadar yüksek çıkmıyordu. Hiç beklemediğim birinden gelen ihanet kalakalmama neden olmuştu. Bağıramıyordum, öfkelenemiyordum. Hissettiğim içimi yakan bir durgunluktu. Anbar Köyünde Zahel’in tehlikeye düşmesine sebep oldum diye boynuma kılıç yaslayan adam şimdi Zahel’den intikam almak istediğini söylüyordu. “Çünkü onu öldürebilirdin. Ben intikamımı almadan ölmesine neden olabilirdin.”

Oysa ben dostunu korumak istediğini sanarak boğazıma kılıç yaslayan adamı takdir etmiştim.

Islanan kirpiklerimi kırpıştırarak öylece nefret dolu yüzüne baktım. “Dostum olduğunu sanmıştım.” Bunu daha ziyade kendime gerçeği idrak edebileyim diye mırıldanmıştım. “Dost mu?” dedi kaşlarını çatarak. “Zahel’e yakın olan kimse benim dostum olamaz. Senin için yaptığım her şeyi aslında alacağım intikam için yaptım.” İlk cümlesiyle yalnız beni değil Jieli ve Valeria’yı da vurmuştu. Kızların suratındaki hayal kırıklığı ve acıyı göz ucuyla görebilmiştim. Ragaz keskin bakışlarını üzerimden çekmeden konuşmaya devam ederken daha fazlasını dinlemek istemiyordum. Söylediği her sözcük daha fazla acı getirecekti. “Başta senden hiç hoşlanmamıştım. Yıllarca yaptığım planlarda sen yoktun. Birden hayatımıza dahil oldun. Fazlalıktın ve canımı sıkıyordun.” Gerçekten hakkımda bunları mı düşünmüştü? Yanaklarımın içini dişleyip gözyaşlarımı tuttum. “Bir aptal gibi Zahel’e hazırladığım zehri alıp kendi ellerinle ona sundun ve her şeyi berbat ettin. Yine de o gün başka bir şeyi test etmeme yaradın. Sana tepsiyi veren kızın başından beri yerini bilmeme rağmen uzaktan olanları izledim. Zahel’in ne yapacağını görmek istedim. Kimseye kolay kolay değer vermeyen Zahel senin için tanrılara karşı çıktı. Seni korudu ve eş olduğunuz ortaya çıktı.”

Hatıralar zihnimde canlandı. Ben Ragaz’ın kızı aradığını düşünürken meğer o uzaktan olan biteni seyrediyordu. Sevdiğim adama ellerimle sunduğum zehri o hazırlamıştı. Zahel’i öldürüp öldürmeyeceğini test etmek istemişti. Kanımın çekildiğini hissettim. Daha fazlasını duymak istemiyordum fakat sona gelen Ragaz konuşmaya devam etti. “Sen gelene dek planım hep yetersizdi. Zahel kimseyi arzuladığım intikamı alabileceğim kadar sevmiyordu ama sonra sen ortaya çıktın. Zahel sana âşık oldu. Senin uğruna her şeyi feda edebilecek hale geldi. İnanması güç değil mi? O kahrolası herifin birini bu kadar sevebildiğine inanamıyorum.” Sustum. Yüreğimi delip geçen hançerlerin acısı katlanılır değildi. “O gün ana hedefim sen oldun Silva. Zahel seni deli gibi seviyor ve seni kaybetmenin acısını yaşayacak.” Yani ölecek olan bendim. Zahel beni seviyordu ve Ragaz bu yüzden beni öldürmek istiyordu. Nedenini bilememek delirecek gibi hissetmeme neden oluyordu. Karşımda dikilen adamın suratı ansızın birinin tükürüğüne bulandığında başımı sağıma çevirdim. Azel yırtıcı gözlerle Ragaz’a bakıyordu. İpler olmasa onu parçalamaya niyetli olduğu açıktı.

Ragaz tiksinerek kıyafetinin koluyla suratını sildi ve gözlerini Azel’e kaydırdı. “Merak etme sen de Silva’yla gideceksin.” Harelerim endişeyle genişledi. “Canavarın teki olmana rağmen Zahel seni de seviyor. Bakalım kardeşinin ölümünü izleyebilecek mi?” Azel bakışlarını öne eğdi. Bağırmadı, hakaret etmedi, tek kelime etmedi. Kelimelerin boğazında düğümlenmesine neyin neden olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. “Yaptığın onca şeyden sonra Nowa seni parçalarına ayırmak isterken ben neden daha ılımlı davrandım sanıyorsun?” Azel ona bakmıyor, karşılık vermiyordu fakat Ragaz konuşmaya devam etti. “Abin seni seviyor diye. Birlikte vakit geçirip sevgisi, sana olan bağlılığı büyüsün diye senin gibi bir canavara müsamaha gösterdim. Vakti geldiğinde Zahel’den kardeşini de alabileyim diye.” Midem çalkalandı. Dudaklarından sıyrılan her söz bataklık gibi ruhumu derinlere sürüklüyordu.

“Ya kızlar?” dediğimde bakışlarını solumda oturan iki kadına çevirdi. “Onları bırak gitsin.” Azel ve beni istiyorsa mesele yoktu ama en azından kızların gitmesine müsaade edebilirdi. “Kimsesi olmayan Jieli.” dedi kendi kendine mırıldanır gibi. “Zahel’in kız kardeşi gibi gördüğü Jieli.” Şüpheyle baktım yüzüne. Jieli yerinde titrerken kalbim göğsümü deli bir kuvvetle dövüyordu. Ragaz gaddarca ifadesini bozmadan “o da kalıyor.” dediğinde kaskatı kesildim. “Sen aklını kaçırmışsın!” Boğazımda tahriş hissetsem de umursamadım. Aklını kaçırmış olmalıydı. Jieli’den bahsediyorduk. Kimseye zararı dokunmayan, herkesin iyiliğini arzulayan masum kadından. Ragaz onun da ölmesini isteyecek kadar aklını kaybetmişti. Bu intikam değil tamamen delilikti.

“Ya ben?” Uzun zamandır suskun olan Valeria’nın sesini duymak bakışlarımızı ona kaydırmamıza neden oldu. Donuk gözlerle Ragaz’a bakıyordu. “Burada olmaman gerekiyordu.” Umursamaz bir tonda söyledikleriyle ne hissedeceğimi şaşırdım. En azında birimizi öldürmek istemediği için sevinmeli miydim? Valeria aynı donuk gözlerle suratına bakmaya devam etti. “Kimsesi olmayan Valeria. Zahel’in kız kardeşi gibi gördüğü diğer kişi.” Valeria’nın bunları söyleyerek nereye varmaya çalıştığını anlamıyordum. İfadesi donuktu. Yine de ara ara titreyen çenesinden göründüğü kadar sakin olmadığını yakalamıştım. Ragaz gözlerini kaçırarak “sen Zahel için o kadar da önemli değilsin.” dedi. Neden öyle dediğine anlam veremedim. Zahel için Jieli neyse Valeria da oydu. İşin özünde Ragaz içimizden bir tek Valeria’yı yaşatmak istiyordu. Geri kalanımız Zahel’den almak istediği intikamda kullanacağı araçlardık. Evet, araçtık. Bunca zaman biz onu dostumuz olarak görürken Ragaz bize hep birer araç gözüyle bakmıştı. “Beni seviyor musun?” Hiç olmadık anda boğuklaşan sesiyle ortaya attığı soru hepimizi şaşkına çevirdi. Ragaz kalakalmış vaziyette sandalyeye bağladığı kadına bakarken titreşen gözlerinden geçenleri çözmek zordu.

Sessizlik oldu. Ragaz uzun uzun Valeria’ya baksa da cevap vermedi. “Ben seni seviyordum.” Ve yıllar sonra gelen itiraf kırılan bir cam etkisi yaratmıştı. Boğuk çıkan sesiyle hayal kırıklığı içinde yaptığı itiraf Ragaz’ın bir anlığına titremesine neden oldu. Seni seviyorum değil seni seviyordum dedi Valeria.

Gözleri dolu dolu halde “sen yeşil seviyorsun diye festivalde yeşil bir fener yakmıştım. Ne kadar da aptalmış.” dedi. Ragaz gözlerini kaçırsa da Valeria susmadı. “Meğer sen bizi öldürmek istiyormuşsun. Meğer sevdiğim adam ardında bedenime saplayabileceği bir hançerle geziyormuş. Senin gibi birini sevebildiğim için kendimden tiksiniyorum.” Valeria’nın acısı göğsümde koca bir oyuk açtı. Kim bilir ne zamandır tuttuğu yaşlar yanaklarından kaydığında gözlerini yumdu. Yıllarca sevdiği adam aslında bir hayaldi. Biz gerçek Ragaz’ı hiç tanımamıştık. Valeria bir maskeyi sevmişti ve şimdi o maske düşmüştü. Ragaz inatla gözlerini kaçırmaya ve katı ifadesini korumaya devam etti. Onun kalbinin yerinden taş olduğuna dair kendi kendime yaptığım şakaları hatırladım. Şimdi bir şakadan ve iğnelemeden fazlası olduğunu fark ediyordum. Ragaz’ın göğsünde ne taşıdığından emin değildim fakat kalbi olmadığı kesindi. Hangi kalp nerdeyse bir asırlık bir ihanete dayanabilirdi. “Benim için hiçbir zaman bir önemin olmadı.” Ragaz’ın yüzüne bakmadan sarf ettiği zehirli sözcükler Valeria’nın acıyla yüzünü buruşturmasına neden oldu. Sevdiği adama tiksintiyle bakıyordu.

“Senin de benim için hiçbir zaman ne önemin ne de değerin olacak.” Valeria sözleriyle tüm umutlarını, tüm ihtimallerini yakıp atmıştı. Gelecekte Ragaz da Valeria sevse bile Valeria bu sevgiye karşılık vermezdi. Valeria için Zahel her zaman çok değerli olmuştu, onu ailesi gibi görüyordu. Yine de Ragaz’la Zahel arasında kalsa belki Ragaz’ı seçebilirdi fakat şu andan sonra ölse de Ragaz’ı affetmezdi. Dünya tersine de dönse Valeria bunları unutmazdı. Ragaz kısa bir süre Valeria’nın bakışları altında bekledikten sonra kin dolu bakışlarını kısa bir an üzerimde gezdirip hışımla mağaranın çıkışında kayboldu. “Bu kahrolası yerden çıkmamız gerekiyor.” Azel iplerinden kurtulmak için debelenirken Ragaz’a küfürler yağdırıyor öfkeli sesi mağaranın duvarlarında yankılanıyordu. Jieli’nin “hanımım.” diyen sesi yalvarır gibi çıkmıştı. Gözlerinden yaşlar süsülüyor korkudan ve sırtımıza saplanan hançer yüzünden titriyordu. Valeria gözlerini boşluğa dikmiş öfkeyle yumruklarını ve dişlerini sıkıyordu. Neler hissettiğini tahmin bile edemiyordum. Hiçbir aşk itirafının böylesine acı verici olduğunu sanmıyordum. Reddedilse canı yanardı elbet fakat sevdiği adamın gerçek yüzünü görmek, ihanetle yüzleşmek…

“Elianther.” Kurtulmak için aklıma başka yol gelmiyordu. Bu lanet yerde hiçbirimiz gücünü kullanamıyordu ve herhangi bir silahımız da yoktu. “Elianther de kim?” Azel’e üstün körü bir bakış atsam da cevap vermedim. “Koruyucu Silva.” O yoğun sesini duymak içimi hiç böylesine rahatlatmamıştı. “Buradan çıkmamıza yardım edebilir misin?” Azel bana keçileri kaçırmışım gibi bakıyordu. Kızlar bile kiminle konuştuğumu anlamak için bana dönmüşlerdi. Ne yazık ki Elianther’i göremez ve duyamazlardı ve açıklama yapacak zamanım da yoktu. “Mağaraların benim gücüm üzerinde bir etkisi yok.” Verdiğim solukla göğsüm gevşedi. “Ama ne yazık ki şu an sana yardım edemem.” Aldığım yanıtla donup kaldım. Tek umudum bana yardım etmeyi reddediyordu.

“Ne? Neden?” Üzerimde yoğunlaşan bakışlara aldırış etmeden Elianther’in vereceği cevabı bekledim. “Bunları yaşaman gerekiyor. Öğrenmen gerekenler var.” “Ne? Hayır, hayır. Bekle!” Çılgınca sandalyenin üzerinde debelensem de faydası yoktu. Elianther gitmişti, beni ölme ihtimalimle baş başa bırakmıştı. “Silva ne oluyor?” Merak ve şüpheci irisleriyle beni süzen Azel’e cevap vermedim. Yumruklarımı sıkarken çıkmaza girmiş gibi hissediyordum. Sonuç alamayacağımı bile bile mağarayı yeniden incelemeye başladım ve sonuç değişmedi. “Hiçbirinizde bu iplerden kurtulmamızı sağlayacak bir şey yok mu?” Karşılığında aldığım yanıt sessizlik oldu. Buna inanamıyordum. Beni bu kahrolası sandalyede tutan basit halatlardı fakat kurtulamıyordum. Aptallık edip sorgulamadan Ragaz’ın peşine takıldığım için kendime lanetler yağdırdım. Bir saate yakın Azel’in ettiği küfürler eşliğinde mağarada bekledikten sonra yaklaşan adım sesleriyle gerildik. Gözlerim kahrolası mağaranın karanlık girişine döndüğünde gelenin Zahel olmamasını umdum. Neyse ki meşale ışığının aydınlattığı kişi Ragaz oldu. Sırtına yay ve ok kılıfını asmıştı. Belinde kılıcı ve birkaç hançer duruyordu. Gelişiyle birlikte hepimizin yüzü nefretle buruştu. Jieli ve Valeria’yı es geçip karşıma dikildiğinde yüzümü buruşturdum.

“Eşin ortalığı ayağa kaldırdı.” Sesindeki memnuniyet midemin çalkalanmasına neden oldu. “Onu buraya çektim. Her an burada olabilir.” Kalbim göğüs kafesimi daha şiddetli dövmeye başladı. Gözlerim girişe kayarken içeri girecek diye ödüm kopuyordu. Gelmesin istiyordum, ilk kez bana gelmesin istiyordum. “Ay Işığı.” Göğsüm sıkıştı. Korkuyla haykırdığı adımı duyduğumda gerçekliği yok etmek umuduyla gözlerimi yumdum. Sadece saniyeler sonra Zahel kardeşi bildiği adamın en büyük düşmanı olduğunu öğrenecekti. Öğrenmesin istedim. Onca şeyden sonra bir de bunu yaşamasın istedim lakin elimden bir şey gelmiyordu. “Jieli.” Jieli’nin ıslak gözleri anında irileşti. Tedirginlikle mağara girişine çevirdi başını. “Lanet olsun Nowa.” Anlaşılan Ragaz Nowa’nın Zahel’in peşinden gelmesini beklemiyordu. Düşünmeden edemedim, acaba Nowa’yı da öldürmek istiyor muydu? Zahel’le gitmeseydi o da bizimle burada hapsolmuş olur muydu? Adım sesleri yaklaşırken Ragaz sırtına astığı yayını alıp bir ok yerleştirdi ve yayı gerdi. Girişi hedef almıştı.

“Ne yaptığını sanıyorsun?!” Azel’e zerre aldırış etmeden mağaranın karanlık girişine doğrulttu okla bekledi. Adım sesleri iyice yaklaşırken sakince bıraktığı ok havada ıslık çalarak ilerledi ve eş zamanlı olarak bir inilti yükseldi. Zahel gergince Nowa’nın adını söylediğinde okun kime saplandığını anlamış olduk. Jieli haykırıp gözyaşlarına boğulurken Nowa uzaktan Jieli’nin adını haykırdı. Sesinden okun sıyırıp geçmediği anlaşılıyordu. Yayı bir kenara atıp çektiği hançerle Jieli’ye yaklaşan Ragaz’ı ancak hançeri boğazına dayadığında fark edebildik. Sandalyenin arkasına geçmiş uğursuzca parlayan metali titreyen Jieli’nin boğazına yaslamıştı. Yaşadığım dehşetin bir tarifi yoktu. Kimseye zararı dokunmayan Jieli’nin boynuna bir hançer dayanmıştı ve sapını Ragaz tutuyordu. Korkunç bir kâbus gördüğümü düşünmek istiyordum. Tüm bunların gerçek olması mümkün değildi. Ragaz nasıl Jieli’ye zarar vermek isteyebilirdi? Mağaranın girişinde Zahel ve göğsünün tam altında duran okla Nowa girdiğinde gördüklerini idrak etmeleri kolay olmadı. Telaşlı gözleri nasıl olduğumuzu anlamak istercesine üzerimizde gezindi. Hayatta olduğumuzu görmenin verdiği rahatlamayla dudakları kıvrılacak gibi olduğunda Ragaz’ı fark etmeleriyle gülümsemeleri sönüp gitti.

İhanetin yarattığı şokla donuklaşan gözleri Ragaz’a bakarken gördükleri ihaneti anlamaları zaman aldı. Nowa nerdeyse iki büklüm halde elini yarasına bastırırken gözleri şaşkınlık ve korkuyla dolup taşıyordu. Göğsünün tam altındaydı ok, Ragaz birkaç santimle kalbini kaçırmıştı ya da bilerek kalbini hedef almamıştı. Ölmesini istemediğinden mi yoksa henüz ölmesini istemediğinden mi emin olamadım. “Jieli.” Nowa göğsünün altında saplı duran okun etrafına elini bastırarak Jieli’ye doğru hareketlendiğinde Ragaz’ın gür sesiyle olduğu yerde donup kaldı. “Sakın bir adım daha atayım deme!” Jieli boğazına yaslanan hançer yüzünden titrerken Nowa inanmaz gözlerle yıllarca omuz omuza olduğu adama bakıyordu. Dostu bildiği adamın sevdiği kadının boğazına yasladığı hançere tüm bunlar gerçek olamazmış gibi bakıyordu. İhaneti kabullenemiyordu. “Bırak gitsinler.” Zahel Nowa’dan daha hızlı kavramıştı durumu. Yıldızsız bir göğü andıran gözleri ihanetin acısıyla ışıldarken çehresindeki ifade sertti. Seğiren yüz kasları tedirginliğini ele verse de soğukkanlılığını korumaya uğraşıyordu. “Sen ne yapıyorsun Ragaz?” Nowa’nın sesi umudun son kırıntılarıyla titrek çıkmıştı. Her şeye rağmen tüm bunların mantıklı bir açıklaması olmasını umuyordu. Mantıklı bir açıklama elbette vardı fakat Nowa’nın umduğu şekilde olmayacağı kesindi. “Silahlarınızı atıp kendinizi zincirleyin.” deyip başıyla karşıdaki duvardan sarkan zincirleri işaret etti. Nowa ve Zahel zincirlere kısa bir bakış atsalar da yerlerinden kımıldamadılar. Zahel sıktığı dişlerinin arasından “onları bırak gitsinler.” dedi. “Yaşamalarını istiyorsanız hemen kendinizi zincirleyin.”

Zahel zoraki bir kabullenmeyle üzerindeki silahları teker teker yere atarken Azel “abi yapma.” diye bağırdı. Kardeşine sakince, her şey yolunda der gibi bir bakış atsa da durmadı. Tüm silahlarını bıraktıktan sonra zincirler sarkan duvara yöneldi. Nowa Zahel’e şaşkın gözlerle bakarken “ne yapıyorsun anasını satayım. Burada ne haltlar dönüyor böyle?!” diyerek sitem etti. “Sen de.” dedi Ragaz keskin bir dille. Nowa ne yapacağını bilmez halde bileklerine prangalar geçiren Zahel ve Ragaz’a bakıp duruyordu. Kendini zincirlemeyi Zahel kadar kolay kabul edecek gibi durmuyordu. “Kadınının ölmesini mi tercih edersin?” diyen zalim sesin Ragaz’a ait olduğunu kabullenmek hala zordu. Hançerin baskını arttırıp Jieli’nin kısa bir çığlık atmasına neden olduğunda Nowa korkuyla elindeki kılıcı yere attı. Üzerindeki diğer silahları da teker teker attıktan sonra usulca duvara doğru gerilemeye başladı.

Ragaz Jieli’den uzaklaşıp Nowa ve Zahel’e yaklaştı. Takamadıkları son kelepçeyi bileklerine geçirirken gözlerinde yoğun bir nefret vardı. “Kendini zincirlemeyi çok kolay kabul ettin Zahel.” dedi Ragaz nefret ve keyifle karışık bir tonda. “Emrindeki şeytanlara güveniyorsun değil mi?” İçim bir an umutla dolu. Zahel şeytanları çağırarak hepimizin kurtulmasını sağlayabilirdi fakat Ragaz bunu sorduğunda göre bu ihtimali de hesap etmiş olabilirdi. Benimle aynı şeyleri düşündüğünü tahmin ettiğim Zahel usulca kaşlarını çattı. “Ay Işığını bulmaya öyle odaklanmıştın ki girişteki rünleri görmedin değil mi? İstediğin kadar çağır şeytanlarını. Hiçbiri içeri giremeyecek.” Şu ana dek sakinliğini koruyan Zahel bileğine prangaları geçirdiği için kendine kızarak zincirleri öfkeyle çekiştirdi. Ne yazık ki çabaları işe yaramıyordu. “Yapmadım de.” Ragaz adeta yalvaran gözlerle kendisine bakan Nowa’ya döndü. Gözlerinde Zahel’e bakarken ki nefreti yoktu fakat dostuna bakan birinin gözleriyle de bakmıyordu. “Yaptım.”

Ragaz hançeriyle Jieli’ye doğru yürürken Nowa nihayet kabullendiği ihanetin yarattığı öfkeyle zincirleri çekiştirdi. “Nasıl lan?! Nasıl?! Nasıl yapabildin?!” Ragaz yeniden Jieli’nin arkasına geçtiğinde hançer elinde uğursuzca parlamaya devam ediyordu. “Gözümüzün içine baka baka yalan mı söyledin?! Lan ben seni kardeşim bildim! Bize bunu nasıl yaptın lan?!” Nowa’nın haykırışlarına benzer şekilde karşılık verdiğinde gür sesi irkilmeme neden oldu. “Ne kardeşi lan! Benim bir tane kardeşim vardı oda öldü! Hiçbiriniz benim kardeşim falan değilsiniz!” Yıllar boyunca bir yalana inana Nowa’nın hareleri gerçeğin ağrılığı altında titriyordu. Ragaz’a ilk defa gördüğü biriymiş gibi bakıyordu, aslında hiç tanıyamamış gibi bakıyordu. “Yalan mıydı her şey? Lan sen bizim için kaç kere canını ortaya koydun! Numara mıydı hepsi?!” “Numara yapmadığım tek an şu an.” diyerek cevap verdi Ragaz buz gibi sesiyle ve nefretle yoğunlaşan harelerini Zahel’e kaydırdı. Gözlerindeki o yoğun nefret bir bataklığı andırıyordu. Bakanın içinde boğulduğu bir bataklık. Nowa’dan daha soğukkanlı olan Zahel sıktığı dişlerinin arasından “neden?” dedi. Hepimiz en çok bunu merak ediyorduk. Ragaz neden bize ihanet etmişti?

“Ailemi öldürdün.” Mağaraya kulak tırmalayan bir sükûnet çöktü. Tüm gözler Zahel’e dönerken Zahel kaşlarını çatmış ne dediğini anlamaya çalışıyordu. “Delirdin mi lan sen?! Zahel öyle bir şey yapmaz.” “Yaptı!” Gür sesi mağarada defalarca kez yankılandı. “Bütün sevdiklerimi benden aldı!” Öfkeden gözü dönmüş halde Zahel’e kilitlemişti bakışlarını. “Şimdi aynı acıyı ben de sana yaşatacağım.” Biz daha ne olduğunu anlayamadan havaya kalkan hançerin eti delip geçme sesi kulaklarımızı doldurdu. Nowa çığlık atarak zincirlerden kurtulmaya çalışırken Jieli kesik kesik inliyordu. “Hayıııırrrrr!” Sesim duvarlarda yankılanırken herkes öfkeyle debeleniyor dost sandığımız adama küfürler yağdırıyordu. Ragaz hiçbirini umursamadan sapladığı hançeri çektiğinde acı içinde inleyen Jieli güçlükle nefes alabiliyordu.

“Sen de benim gibi kız kardeşini kaybedeceksin.” dedi nefretle ve Jieli’nin kanına bulanan hançeriyle Azel’e yöneldi. “Geberteceğim lan seni!” diyerek kükreyen Nowa hayvani bir güçle zincirlerini çekiştirse de kurtulamıyor, zincirlerin şıngırtısı mağarada uğursuzca yankılanıyordu. Zahel gerginlikle Jieli’ye bakarken “neden bahsettiğini bilmiyorum. Aileni tanımıyorum.” dedi. Jieli’nin iyi olup olmadığını anlamaya çalışırken bir yandan da zincirleri kırmaya çabalıyordu. Siyah bir dumanı andıran gücü parmaklarının arasında kıvrılsa da hepsi bundan ibaretti. Mağara daha fazlasını yapmasına izin vermiyor, Zahel daha fazlası için kendini zorluyordu. Nowa korku dolu halde Jieli’ye bakarken onunla konuşmaya çalışıyor, sesi kesilecek diye ödü kopuyordu. Sebep olduğu vahşetten zerre etkilenmeyen Ragaz Azel’in başında dururken nefret ve öfke kemiklerime kazınıyordu. “En kötüsü de bu ya. Onları tanımıyordun bile. Sana hiçbir zararları dokunmamıştı ama sen adi canavarın teki olduğun için onları benden aldın.”

Kardeşi ona ihanet etmişti, kardeşi ona canavar demişti. Kardeşi bildiği adam ona ihanet etmişti, kardeşi bildiği adam ona canavar demişti.

Azel tepesinde kanlı bir hançerle dikilen adama ağzına geleni sayarken çığlıklarımız, haykırışlarımız birbirine karışıyordu. Ragaz’ın eli öfkesinin ve geçmişinin getirdiği acıyla titrerken nefrete bulanmıştı yüzü. Tereddüt etmeden ikinci kez kaldırdığı hançeri Azel’in göğsüne sapladı. Zahel’in haykırışı kulaklarımı doldururken üzeri usulca kana bulanan Azel acıyla inledi. “Sevdiklerini gözlerinin önünde yavaş yavaş kaybederken ne hissettiğimi anlarsın.” Hançeri sertçe çeken Ragaz bu sefer benim arkama geçti. “Sakın ona dokunma!” “En çok ona acı çektireceğim Zahel. Neden biliyor musun?” Cevap vermedi. Kaşlarını öfke ve gerginlikle çatmıştı.

Jieli ve Azel’in kanına bulana hançer çıplak kolumda derin bir kesik açtığında dişlerimi sıktım. “Çünkü en çok onu seviyorsun. Senin sevgin onun ölümü olacak.” Zahel’in yüzü kasıldı. “Kim?” dedi Zahel. “Ailen kimdi?” “Bilmiyorsun bile değil mi?” Sesindeki acı başka koşullar altında yüreğimi burkabilirdi fakat şimdi… Gözlerim Nowa, Jieli ve Azel arasında gidip duruyordu. Biri nefes almayı bırakacak diye ödüm kopuyordu. Nowa acı çekmesine rağmen iyi görünüyordu. Jieli pek iyi görünmese de aldığı hırıltılı solukları duymak içimi rahatlatıyordu. Yanımdaki Azel de henüz pes etmiş değildi. Kahrolası mağaranın zeminine bulanan kanı gördükçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum. Hepimiz telaş ve korkuyla birbirimize bakıp duruyorduk. Karmaşık duygular içindeydik fakat en belirgini öfke ve korkuydu. “Şehirdeki terkedilmiş o ev.” diyen Ragaz’ın ne evinden bahsettiği hakkında fikrim yoktu. Zahel kaşlarını çattı. “Sen o evin içinde annemi, babamı, kız kardeşimi aldın benden.” Zahel’in harelerinde hayret dolu bir ifade belirdi. Ragaz’a ilk kez görüyormuş gibi bakarken “sen.” diye mırıldandı. “Ben. O gece şans eseri evde olmayan ailenin büyük oğlu Ragaz, şans eseri düşmanını görebilen Ragaz.”

“Ben yapmadım.” dedi Zahel telaşla. Ragaz “seni gördüm!” diyerek çıkıştı. “Pencereden gördüm seni. İğrenç suratını da ailemin kanına bulanan hançeri de çok iyi hatırlıyorum.” Ne düşüneceğimi şaşırmıştım. “O gece o evdeydim ama ailene zarar vermedim.” Zahel müthiş bir inatçılıkla kendisini savunsa da Ragaz ona inanacak gibi durmuyordu. Bahsedilen olaya dair hiç bilgim olmadığından ağzımı açamıyordum. Ne desem boşunaydı. Tek bildiğim Zahel’in böyle bir şey yapmış olamayacağıydı. “Beni aptal yerine koyabileceğini sanıyorsun değil mi?” Zahel karşılık vermedi. Ne derse desin Ragaz’ın ona itimat edeceği yoktu. Jieli’ye gergin gözlerle bakarken ağzının içinde birkaç küfür savurdu. Ragaz kana bulanan hançeri boğazıma yaklaştırdığı esnada Zahel “kolye.” diye bağırdı. Ragaz durdu. Neyden bahsettiğini anlamak istercesine Zahel’e baktı fakat o sessiz kaldı. Neyde bahsediyorsa söylemekle söylememek arasında kalmış gibiydi. Nihayetinde çaresiz bir ifadeyle gözlerinni kısa bir an yumup konuştu. “Ay Işığı’nın kolyesiyle anılarıma bakabilirsin. O gece aslında ne olduğunu sana gösterebilirim.” Ragaz bir süre hiç kımıldamadı. Keskin bakışlarını Zahel’den ayırmadan hançerinin ucunu boynumda kaydırdı. Metal uç ikizimin verdiği kolyenin zincirini bulduğunda duraksadı. Keskin bir tonla “nasıl?” dedi.

“Kolyeyi takıp bana dokunman gerekiyor.” “Sana yaklaştığımda bir işler çevirmeyeceğine güvenir miyim sanıyorsun?” Zahel yumruklarını sıkarak sessiz kaldı. Ragaz’ın ona yaklaşmak gibi bir niyeti yoktu. “Benim aracılığımla görebilirsin.” dedim gergince. Ragaz “nasıl?” derken aynı anda Zahel gergince “hayır.” dedi. Bir anlığına hayretle Zahel’e baktım. En başta bunu teklif eden kendisiyken neden karşı çıktığını anlamış değildim. Umursamadım. Kurtulmamız için gerekeni yapmaya hazırdım. “Beni Zahel’e yaklaştır. Ben onunla sen de benimle temas kurarak da anılarını görebilirsin.” Ragaz bir süre düşünüp tarttıktan sonra sandalyenin sırt kısmındaki ahşabı kavrayıp sürüklemeye başladı. Ani hareketi çığlık atmama neden olurken sandalyenin iki ayağı zeminde sürtünüyor, kulak tırmalayan bir gıcırtı çıkarıyordu.

Zahel’in önüne geldiğimde sertçe bırakılan hatta nerdeyse fırlatılan sandalye nerdeyse yere düşüyordu. “Başla!” Emir verici tonu canımı sıksa da iplerin el verdiği ölçüde parmaklarımı Zahel’e uzattım. “Yapma Ay Işığı.” diyerek bedenini duvara iyice yaslayan Zahel’i anlayamıyordum. Yine de itirazlarına rağmen bacağına dokunmayı başardım. “Bir daha düşün Zahel.” diyen sesle eş zamanlı olarak hançer boğazıma yaslandığında Zahel çaresizce kaçınmayı bıraktı. Anlayamadığım duyguların esir aldığı gözleriyle bana bakıyordu. Ragaz mümkün olduğunca uzak durmaya çalışarak arkama geçip bir eliyle hançeri boğazıma yaslamaya devam ederken diğer elini de omuzuma yerleştirdi. Gözlerimi kapatıp Zahel’in bize göstereceği anıları beklemeye başladım.

“Merak etme Ay Işığı bir yolunu bulacağız.” Gözlerimin önünde kendi görüntüm ve Zahel belirdi. Göz yaşları içinde olan kendimi uzaktan seyretmek epey garip hissettiriyordu. Bunun önceki hayatımdan biri anı olduğunu anlamam uzun sürmedi fakat ben hatırlamıyordum. Kendimi zorlasam da zihnimde bu ana dair görüntüler belirmiyordu. Zahel’in hatırlayıp da benim hatırlamadığım geçmişimizi sessizce izlerken neden ağladığımı anlamaya çalıştım. Eskiden yaşadığım kulübenin içindeydik. Sağ tarafta şömine usul usul yanıyor, taş duvarların içini ısıtıyordu. Sol taraftaki duvarın önünde geniş bir koltuk, pencerenin önünde üzerinde yün bir battaniye olan sallanan sandalye duruyordu. Salonu aydınlatan tek şey şöminede yanan ateş ve pencereden süzülen gümüşi ayın ışığıydı. “Ya bulamazsak?” dedi geçmişteki halim Zahel’in yüzüne bakarken. O zamanlar kim olduğunu gizleyip kendini Aren olarak tanıtan Zahel’in gözlerinde karmaşık duygular vardı. Ellerini yanaklarıma yerleştirmiş gözyaşlarıma canı yanarak bakıyordu. Uzaktan geçmişimi izlemenin yarattığı tuhaf hisle içim ürperirken kollarımı kendime sarıp izlemeye devam ettim.

“Bulacağım.” dedi Zahel şüpheye yer bırakmayan bir tonla. Gözlerindeki kararlılık ne içindi bilmiyordum. Kollarını belime dolayıp bedenimi kendine bastırdığında ağlamaya devam ediyordum. Titreyen sesimle “korkuyorum Aren.” dediğimde kaşlarım çatıldı. Neyden korktuğumu, neden ağladığımı hatırlayamamak hiç hoşuma gitmiyordu. Bu anı neyin nesiydi? Neler olmuştu. “Seni kaybetmekten korkuyorum.” Sesindeki yoğun acı ve Zahel’in harelerini tutsak eden çaresizlikle yutkundum. Kahrolası hafızamı zorlayıp bu anı hatırlamak için debelendim fakat görebildiğim tek şey karanlıktı. Bu anda yaşanan her şey benim için bir gizemdi. “Kendimi kaybedersem ne olur?” Konuşanın kim olduğunu anlayamadım. Suya damlatılan mürekkep misli önümdeki görüntüler ve sesler dağılmaya başladı. Her şey anlaşılmaz renklere bürünürken uzaktan gelen seslerin ne dediğini anlayamıyordum. Anın içinde sürüklenirken kısa süre sonra renkler ve şekiller yeniden yerine oturmaya başladı.

Bu sefer boş bir sokaktaydım. Zahel sokakta koşar adımlarla ilerlerken nefes nefese kalmış haldeydi. Telaşla sağına soluna bakınıp duruyordu. Bir şeyler arıyordu ama ne olduğuna dair fikrim yoktu. Hızlı adımlarına ayak uydurmaya çalışarak ıssız sokakta onu takip ettim. Yoğun bir korku hissediyordum Zahel’den gelen. Neden korktuğunu bilmiyordum. Onu böylesine korkutanın ne olduğunu anlamak için sağa sola bakınsam da gördüğüm tek şey boşluktu. Peşinde biri mi vardı? Nereye gidiyordu? Evlerin epeyce azaldığı sokaklara geldiğimizde karşımızda pencereden ışıkları sızan tek katlı bir ev belirdi. Zahel durdu. Onunla birlikte ben de durup gözlerini diktiği evi incelmeye başladım. Sıradan bir evdi. Beyaz duvarları, ahşap kapı ve pencere pervazları vardı. Evin neden dikkatini çektiğini anlamıyordum. Bir ihtimal buranın Ragaz’ın evi olabileceğini düşündüğümde ürperdim. Zahel gergin adımlarla eve doğru yürümeye başladığında bir süre peşinden gidecek cesareti kendimde bulamadım. Ne göreceğimi bilmiyordum ve bilinmezlik beni ürkütüyordu. Bu o geceydi, Ragaz’ın ailesini kaybettiği gece ve Zahel buradaydı. Yüzünde daha önce görmediğim bir dehşet ve korku ifadesi vardı.

Yumruklarımı sıkarak peşine takıldım. Ağır ağır açık olmaması gereken fakat ardına kadar açık olan kapıya doğru yürüdü. Birkaç basamağı nerdeyse geri geri gitmek ister gidi tırmandı ve girişte kayboldu. Kapının eşiğinde tereddütle duraksadım. İçerinden gelen sesler göğsümü sıkıştırırken sertçe yutkunup eşikten geçtim. Usul adımlarla ilerleyip seslerin geldiği salona ulaştığımda karşılaştığım vahşetle donup kaldım. Orta yaşlarda bir adam yerde kanlar içinde yatıyordu. Üzerine yığıldığı gri halı kanıyla kırmızıya dönmüştü. Göğsünde bir hayvan saldırısına uğramış gibi feci yarıklar vardı. Dehşetle açık kalan gözleri kıpırtısızdı. Hayatta olmadığına şüphe yoktu. Adamın biraz ötesinde yatan küçük bir kızın bedeni vardı. Karnında hançer yaraları vardı ve yaralara sebep olan hançer karnında duruyordu. Hareketsiz halde yerde yatıyordu. Yaşadığını umsam da bu halde hayatta kalması pek mümkün görünmüyordu. Korkuyla sırtımı duvara yasladım. Tüm bunların birer anıdan ibaret olduğunu bilmeme rağmen göğsüm sıkışmıştı. Salonun zeminini kaplayan kan çok fazlaydı. Soluklarım şiddetlenirken birkaç farklı ses kulaklarıma ulaştı. Gördüklerim yüzünden farkına varamadığım sesler şimdi netleşiyordu.

Tereddütle başımı yerdeki cansız bedenlerden kaldırdım. Zahel’i yandan gördüğümde ne hissedeceğimi bilemedim. “Bırak onu.” diyen sesi sakin ve yatıştırıcıydı. Temkinle hareket ediyor, karşısına acıyla kasılmış bir ifadeyle bakıyordu. Boğazına bir hayvan ait olamayacak kadar uzun, kapkara pençeler yaslanmış olan kadın göz yaşları içinde Zahel’e bakıyordu. Müthiş bir korku vardı gözlerinde. “Lütfen.” dedi tir tir titreyen sesiyle. “Kızımı kurtarın.” Ağlayarak gözlerini yerde cansız yatan küçük kıza çevirdi. “Yalvarırım Siora’mı kurtarın.” Siora yaşıyor gibi görünmüyordu lakin annesi bir umutla kendi için değil kızı için yalvarıyordu. Zahel ne yapacağını bilmez haldeydi. Gözleri küçük kızla annesi arasında gidip gelirken ellerinin titrediğini fark ettim. Parmaklarının arasından gücü fışkırıyordu. Gücünün hedefi tam karşısıydı fakat kırmızı bir ışıkla parlayan duvar ona engel oluyordu. Duvarı kırmak, kadını kurtarmak için kendini zorlasa da olmuyordu. Duvar Zahel’in gücüne direniyordu. “Yalvarırım.” diyen Zahel’e şok içinde baktım. “Bırak kadını.” Yoğun karmaşada neler olduğunu idrak edemiyordum. Zahel’in ne diye bir canavara yalvardığını anlayamıyordum. Sözlerine karşılık hırıltılı ve tanıdık bir ses cevap verdi. “Elbette.” diyen ses pençelerini kadının boğazında boydan boya kaydırdıktan sonra kadını bıraktı.

Boğazından oluk oluk kan fışkıran kadın bir kukla gibi yere yığıldığında çoktan hayatını kaybetmişti. Müthiş bir korkuyla kanlı pençelerin sahibine doğru kaldırdım gözlerimi ve muazzam bir dehşetle donup kaldım. “Şeytan Kralın dönüşünü kimse durduramaz.” Her şey bir anda olup bitti. Vahşetin yaratıcısı keyifle parmaklarındaki kanı izleyerek evden çıkıp gitti. Zahel peşinden gitmekle gitmemek arasında kalmış gibi olduğu yerde donup kaldı. Yumruğunu dişlerinin arasına alıp var gücüyle sıkarken göz yaşlarını tutmaya çabalıyordu. Ne yapacağını bilmez halde Siora’ya yaklaşırken perişan görünüyordu. Gözlerinin altı morarmış, saçları dağılmış, alnında kırışıklıklar belirmişti. Tamamen çaresiz ve tükenmiş görünüyordu. Eğilip kızın karnındaki hançeri çıkardı. Kanlı hançer cansızca elinde duruyordu ve acı dolu gözleri küçük kıza bakıyordu. Artık ayakta duramıyormuş gibi dizlerinin üzerine yığıldığında hançer de parmaklarından kaydı. Dişlerini sıkarak kıza doğru eğilip yaşayıp yaşamadığını kontrol etmeye başladı. Doğrulduğunda gözlerinde beliren ışıkla ellerini kızın yarasına bastırdı. Gücüyle kan akışını durdurup yarları iyileştirdikten sonra kızı kucaklayıp kan gölüne dönen eve son kez bakarak oradan çıktı. Ormanda geniş gövdeli bir ağacın dibine gelen dek kucağındaki küçük kızla yürüdü.

Yanaklarından ara ara yaşlar süzülürken adımlarını güçlükle atıyordu. Üstü, çıktığı katliam evinde kana bulanmıştı. Siora’yı artık yürümeye takati kalmamış gibi usulca çimlerin üzerine bıraktı. Başı önüne düşmüştü. Artık tutamadığı yaşlar yanaklarından kayarken parmaklarını kırmak istercesine yumruklarını sıkıyordu. Uzaktan bir çıtırtı sesi duyulduğunda güçlükle başını kaldırıp “kim var orda?” dedi. Sesi zayıf çıkmıştı. Gelenin bir tehdit olma ihtimali de vardı fakat Zahel öyle bir durumdaydı ki başını bile zor kaldırıyordu. Ağaçların arasından diyarın muhafızlarından biri çıktı. Zahel’i görür görmez başıyla selam verip “devriye ekibinden Bruce efendim.” “Kızı saraya götür.” Muhafız başını sallayıp yerde hareketsiz duran kıza doğru yaklaştığı esnada kız başını oynattı. Canı yanıyor gibi kıpırdanırken usulca gözlerini araladı. Görüşünün netleşmesi ve neler olduğunu anlaması epey zaman aldı. Zahel ve muhafız sabırla kızdan gelecek bir tepkiyi beklerken doğrulmaya çalışan kıza Zahel dikkatlice yardım etti. Yüzünü acıyla buruşturan Siora elini karnına bastırdı. Zahel yaralarını iyileştirmişti ama hala canı yanıyor olmalıydı.

“Siz kimsiniz? Neredeyim ben?” Siora Zahel’e ve etrafına meraklı gözlerle bakarken Zahel ne cevap vereceğini bilmiyormuş gibi dudaklarını birbirine bastırdı. “Ben Zahel Sideras, diyarın tanrısıyım.” Siora’nın gözleri irileşti. Ne yapacağını bilmez halde Zahel’i selamlayama çalıştığında Zahel nazikçe omzunu tutup ona engel oldu. “Sorun değil.” dedi yatıştırıcı bir tonda. “Adın ne?” Siora başı ağrımış gibi gözlerini sıkıca yumdu. Cevap vermesi sandığımdan uzun sürdü. “Ben… hiçbir şey hatırlamıyorum.” Zahel sıkıntılı bir soluk verdi. Sanırım kız yaşadığı travma yüzünden hafızasını kaybetmişti. Bunun onun için iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlamak zordu. “Sorun yok, güvendesin. Şimdi muhafızım seni saraya götürecek. Olur mu?” Siora yapabileceği başka bir şey olmadığından başını salladı. Muhafız yaklaşıp küçük kızı dikkatlice kucakladı ve Zahel’i selamlayıp ağır adımlarla uzaklaşmaya başladı. Birkaç saniye geçmeden başını Zahel’e doğru çeviren kızın sesi yeniden duyuldu. “Adımı hatırladım.” dedi buruk bir sesle ve devam etti. “Benim adım Jieli efendim.” Zahel uzaklaşan kızın görüntüsüne durgun gözlerle bakarken ben kaskatı kesilmiştim. Nefes alamıyor, kalbimin attığını hissedemiyordum. Giden küçük kız… o Jieli’ydi, adından başka hiçbir şeyini hatırlamayan Jieli. Aslında o Siora Jieli Mortwus’du, Ragaz’ın öldü sandığı kardeşi.

Beklenmedik bir kuvvetle anının içinden çekildiğimde soluğum kesildi. Kendimi yine mağarada bulduğumda yere düşen metalin sesi kulaklarımıza ulaştı. Elini benden çeken Ragaz boğazıma yasladığı hançeri düşürmüştü. Şimdi şoke olmuş vaziyette karnına hançer sapladığı ve güç bela gözlerini açık tutan Jieli’ye bakıyordu, kardeşine bakıyordu. Bir anda her şeyi bırakıp Jieli’ye koştu. Kendi elleriyle hançerlediği kardeşinin yarasına ellerini bastırdı. Gözleri dolmuştu, Ragaz’ın ilk defa gözleri dolmuştu. “Ne oluyor lan?” dedi Azel. “Bu manyağın ailesini kim öldürmüş?” Cevabı biliyordum ama ona dönmedim. Titreyen gözlerim Zahel’i buldu. Başını yapma dercesine salladı. “Küçük Ruh.” Elianther’in sesi kulaklarıma ulaştığında ellerim titriyordu. Bedenim buz kesmişti. Kandırılmıştım. Bunca zaman bir aptal gibi kandırılmıştım. “Yeniden tanışmak oldukça heyecan verici.” Kafam patlayacak gibiydi. Zihnimden aynı anda binlerce düşünce geçip duruyordu. “Silva söylesene kimmiş?” Azel’in ısrarcı sesi kulaklarımda yankılandı. Dudaklarımı aralayıp asırlardır söylenen yalanı ifşa ettim.

“Benmişim.” Gerçek o kadar ağırdı ki nefes aldırmıyordu. Ragaz’dan ailesini alan bendim. “Şeytan Kral hiç yok edilmemiş. Onun ruhunu taşıyan Zahel değil benmişim.” O gün Kurak Topraklarda şeytanların selamladığı kişi Zahel değil bendim, Zahel’in tam arkasında duran beni selamlıyorlardı. “Nihayet öğrenmen ne kadar da hoş.” Ve kendini ilk koruyucu olarak tanıtan Elianther aslında bedenimi bir kabuk olarak kullanan şeytanın ta kendisiydi.

Bölüm : 04.10.2025 21:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...