27. Bölüm

❄️Işık Festivali Part1

Ceylan Keskin
anksiyeteliyazar

Bebeklerim selam. Biliyorsunuz bir önceki bölümde bir oy sınırımız vardı. Sınır geçebileceğimizi ummuştum ama öyle olmadı. Ben de inisiyatifi ele alıp bu hafta bölüm atmaya karar verdim. Ayrıca oy sınırının da birazcık yüksek olduğuna kanaat getirdim. O yüzden oy sınırını 100'e çekiyorum. Bu hafta paylaştığım iki bölüme 100'er oy gelirse yeni bölüm gelecek. Lütfen oy vermekten çekinmeyin ve sizin desteğinizin beni motive eden temel şey olduğunu unutmayın. Hepinize kocaman öpücükler ve keyifli okumalar. 😘2

OY SINIRI: 100

Silva

Karanlığın içindeyim. Hayır, gözlerim kapalı değil. Karanlık, çünkü buraya mahkûm edildim. Üşüyorum, korkuyorum, ellerim titriyor. Buradan ne zaman çıkarım bilmiyorum. Gittiler, gittiler ve ne zaman dönerler? Ne zaman beni buradan çıkarırlar bilmiyorum çünkü bana söylemiyorlar, burada ne kadar kalacağımı hiç söylemiyorlar. Sırtımı kapıya yaslamış dizlerimi kendime çekmiş vaziyette oturuyorum. Ellerim sızlıyor. Tırnaklarımın arasının göremesem de simsiyah olduğunu biliyorum. Hayır, ellerim kirli değil, ellerim kanlı. Tırnaklarımın arası kanla dolu.2

Açılmayacağını bile bile kapıyı tırmalamaktan oldu bunlar. Ellerim soyuldu, parçalandı, kanadı ve kanadı. Karşımdaki pencereden süzülen ay ışığını seyrediyorum ruhsuz gözlerle. Hayır, o bir pencere değil. Eskiden öyleydi ama artık tahta bir kapıdan hiçbir farkı yoktu. Üst üste dizilmiş tahta parçalarının arasından incecik ay ışığı sızıyordu içeri. İşte karanlığı aydınlatan tek ışık buydu. Uyuşmuş bacaklarımı sürüyerek odanın ortasına geliyorum. Ellerimi ışığın önüne yerleştirip duvarda oluşan gölgeleri seyrediyorum. Yalnız olmayı sevmiyorum ve yalnızlığımda bana arkadaşlık eden tek şey ellerimle oluşturduğum bu gölgeler.

Minicik ellerimle önce bir kelebek yapıyorum. Sonra bir kuş yapmayı deniyorum ama başaramıyorum. Yine de üzülmüyorum, kuşa benzemese de önemli değil. Gölgelerim var ve onlar benimle yalnızlığımı paylaşıyor.

Bir şey oluyor, sıkıca gözlerimi kapatıyor yetmiyor ellerimi de gözlerime siper edip öylece bekliyorum. Sonra usulca aralıyorum gözlerimi ve bir ışık görüyorum. Işık büyüyor, büyüyor… Hayır, o ışık değil, o ateş. Yanıyor, hapishanem olan o dört duvar yanıyor. Aç gözlü alevler göğe doğru yükselirken yangını gören insanlar telaşla eve doğru koşuşturuyor. Ben uzaktayım. Alevleri görebilecek kadar yakında sıcaklığını hissedemeyecek kadar uzaktayım.

Gözlerimi kırpıyorum ve açtığımda yeninden karanlığın içinde buluyorum kendimi. Kendimden şüphe edip gözlerimi açıp açmadığımı kontrol ediyorum. Açıklar, yine de karanlığın içindeyim. Yeniden karanlıktayım ve bu sefer hiç ışık yok, bu sefer gölgelerim yok. Dizlerimin üzerindeyim. Altımdaki zemin hareketimle dalgalanıyor. Suya atılan bir taşın oluşturduğu halkalar gibi halklar oluşuyor ama altımdaki su değil. Kapkara bir şey. Sıvı gibi görünüyor ama batmıyorum işte.

“Uyanman gerekiyor Silva Sideras.” “Seni yeniden görmek çok hoş Küçük Ruh.” Ansızın peyda olan sesler kulaklarımı kapatmama neden oluyor. Canım yanıyor ve ben nedenini anlayamıyorum. Sanki bedenim iki farklı kuvvet tarafından çekiştiriliyor. “Uyanmak zorundasın Silva Sideras.” “Uyandığında yarım bıraktığımız işimizi tamamlayacağız.” Sesler her konuştuğunda canım daha da çok yanıyor. Ne dediklerini umursamıyorum. Acıyla kıvranmaya devam ederken aralık olan gözlerime mor bir ışık doluyor. Işık büyüyor, büyüyor….6

❄️❄️❄️

Bazen can yakmak için fiziksel zarar vermek gerekmezdi, ruhta açılan bir yara da yeterdi can yakmaya ve hatta daha fazlasına. Fiziksel acı diner yaralar kabuk bağlar izleri silikleşirdi. Lakin ruhta açılan yara kapanmaz acısı dinmez izi de geçmezdi. Tek bir söz, tek bir hareket yeter sonsuz bir ızdırabın fitilini ateşlemeye. Unutmak mümkün olmaz, unutulsa dahi hissedilir. Nedenini bilmezsin ama canın yanar. Öylesine bir anda gözünden bir damla yaş süzülürken kalakalırsın.

Gözlerimi diktiğim tavana bakmaya devam ederken gözlerimden yaş dökülmesin diye sıktığım dişlerim çenemi sızlatmaya başlamıştı. Çığlık atarak uyandığımda karşılaştığım boşluk yüreğimi sızlatmıştı. Gördüğüm kâbusun etkisinden kurtulabilmemse epeyce vaktimi almış, duyduğum o sesler kafamın içinde yankılanmaya devam etmişti.

Sonunda kâbusun etkisinden kurtulmayı başardığımdan beri boş gözlerle tavanı seyrediyor yataktan çıkamıyordum. Kahvaltı çoktan hazırlanmış olmalıydı ancak aşağı inmek gibi bir niyetim yoktu. Öylesine utanmış ver kırgın hissederken Zahel’in varlığını hissede hissede bir şey yiyemezdim. Geleceğini söylemişti ama gelmemişti. Gecenin hatırları zihnimde canlanırken uykuya daldığım esnada geldiğini sanmıştım ama bunun gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu anlayamıyordum.2

Ona kızgın değildim aksine kendime kızıyordum. Beni istemiyor olabileceği ihtimalini bile bile yok saymış aptal gibi gelmesini beklemiştim. Aptaldım, aptalın tekiydim, en aptalı da aramızdaki eş bağıydı. Zahel ölümün tanrısıydı, güçlüydü, ilahi bir doğası, kusursuz bir kişiliği vardı. Bense öylesine biriydim, hiçbir özelliği olmayan, güzel olmayan, gücü olmayan. Kader nasıl bir hata yapmıştı da bizi birbirimize mühürlemişti aklım almıyordu. Zahel de bunun farkında olmalıydı ki beni eşi olarak istemiyor ve hatta yanına yakıştırmıyordu. Kabul, belki biraz abartıyordum ama kabullenemiyordum işte, anlayamıyordum.4

Üzerimdeki örtünün içine biraz daha sindim. Canım tarifsiz bir acıyla kavruluyordu. Sevdiğim adamın beni istemediği gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptığında en büyük yarayı kalbim almıştı. Kanıyordu, sızlıyordu, ne yapacağını bilmiyordu. Şimdiye dek hep umut etmiştim, Zahel’in de beni sevebileceğini, beni isteyebileceğini. Onun mühürlüsü olduğumu öğrendiğimde ise umutlarım daha da büyümüştü. Mâni olamamıştım, aksini düşünmeye ne kalbim ne de aklım müsaade etmişti. Şimdi ise ne yapacağımı bilmiyordum. Ağlamamak için sıktığım çenem titriyor, gözlerim dolup duruyordu. Canımı en çok da Zahel’in delireceğini bilmesine rağmen yine de beni istemeyişi yakıyordu. Bencil ya da onursuz biri olmadığının farkındaydım. Tam da bu yüzden delirecek olsa dahi istemediği bir kadınla birlikte olmak istemiyordu.4

Bense bir hayale kendimi öyle kaptırmıştım ki hiçbir şeyi umursamadan kollarına koşmuş ve reddedilmiştim. Düşünüyor düşündükçe de idrak ediyordum. Mühür arzularımı körüklediğinde Zahel’in kendini tutabilmesinin tek nedeni sağlam bir iradesinin olması değildi, o karşısındaki kadını hiç istemiyordu. Bana dokunduğu o anları hatırladım, tenimde gezinen sıcak parmaklarını, dudaklarımı öpen dudaklarını. Kontrolünü kaybettiği o anlarda kim bilir nasıl iğrenmişti bana dokunurken. Oysa ben bulutların üzerinde gibi hissederken onun benden iğrenebileceğine hiç ihtimal vermemiştim. Bu sefer gözlerimi dolduran yaşların akmasına mâni olamadım, boğazıma oturan koca yumruyu da geçiremedim.1

Vakit ilerliyor, dakikalar birbirini kovalıyordu ve kapımın çalması sadece an meselesiydi. Kahvaltıya inmediğim için Jieli her an odama gelebilirdi. Sadece birkaç saniye sonra kapı hafifçe tıkladığında elimin tersiyle göz yaşlarımı silip doğruldum. Hala geçmeyen utancım öyle büyüktü ki kimseye bir şey anlatamazdım. O yüzden normal görünmem gerekiyordu, gülümsemem gerekiyordu. Dudaklarımı yalancı bir tebessüm için kıvırdığımda suratımın nasıl bir hal aldığını bilmiyordum. Sadece iyi göründüğümü umut ettim. “Gir.” Kapı açıldığında girin demem gerektiğini fark ettim çünkü Jieli yalnız gelmemişti, Valeria da onun yanındaydı.

Bakışları beni bulduğu anda yüzlerinin aldığı şekilden umduğum gibi görünmediğimi anladım. Kaşları endişeyle çatılan kızlar telaşla yaklaşıp yatağın kenarına oturduklarında derin bir soluk alıp omuzlarımı dikleştirirken bir kez daha gülümsemeyi denedim. İyi olmadığınız halde iyiymiş gibi davranmak, içiniz ağlarken gülümseye çalışmak öyle zordu ki. Acı içindeyken gülümseye çalışmak koca bir dağı sırtlanmaya çalışmaktan farksızdı.

“Hanımım ne oldu?” İnandırıcı olmam gerekiyordu, inandırıcı olmalısın Silva. “Ah gece doğru dürüst uyuyamadım, biraz yorgunum.” derken esneyip boynumu ovuşturdum. İnanmamışlardı. “İçine atmaya çalışma Silva. Bize anlatabilirsin.” Anlatabilirdim, anlatabileceğimi biliyordum ama şu anda konuşabileceğini sanmıyordum. Zira konuşursam boğazıma oturan yumru büyür düşmemesi için direttiğim yaşlarım akar giderdi. “Gerçekten bir şey olmadı. Diyorum ya yorgunum.” Gülümserken üzerimdeki örtüyü ittirip bir hışımla ayağa kalktım ve gardırobuma yöneldim.2

“Öyleyse neden kahvaltıya gelmiyorsunuz hanımım?” “Gelmek üzereydim.” dedim dolaptan lacivert bir elbiseyi çekip alırken. Kızların ifadelerini göremesem de sırtımda gezinen bakışlarından bana hiç de inanmadıklarını hissedebiliyordum. Giyinmek üzere banyoya yöneldiğimde daha kapıya varmadan işittiğim Valeri’nın sesi beni olduğum yere bir mıh gibi sabitledi. “Yani dün Tanrı Zahel’e geceyi birlikte geçirmeniz gerektiğini söylemedin ve geceyi yalnız geçirmedin öyle mi?” Tuttuğum elbiseyi kuvvetle sıkarken ne titreyen çeneme ne de gözlerimden süzülen yaşlara mâni olabildim. Boğazımdaki yumru büyürken öylece durdum. Anlatmamak buraya kadardı, Valeria zaten her şeyi çözmüştü. Tek merak ettiğimi Zahel’in yanıma gelmediğinden nasıl bu kadar emin olduğuydu.

“Hanımım.” dedi hüzünlü ve teselli etmek isteyen sesiyle. Birinin kollarının etrafımı sardığını hissettim, sonra bir çift kol daha dolandığında hiçbir şeye mâni olamadım. Ne güzümden süzülen yaşlara, ne titreyen çeneme ne de hıçkırıklarıma. Bu acı yüreğime o kadar ağır gelmişti ki… Hayatım boyunca ilk kez birini sevmiştim ve o da beni reddetmişti. Beni sarmalayan Valeria ve Jieli biraz geri çekilip göz yaşlarımı silerken hıçkırıklarımın arasında güçlükle nefes alabiliyordum. Dakikalar geçti, kızlarla sarılır halde öylece durduk. Sakinleşmemi beklediklerini biliyordum, sakinleşiyordum da. Akan her göz yaşımda biraz daha kendime geldiğimi istiyordum.

Yatağın kenarına oturduğumda onlar da karşıma yerleşti. Endişe kaşlarının bükülmesine, dudaklarını birbirine bastırmalarına neden olmuştu. Başındaki kapüşonu geriye doğru atan Valeria’nın endişeli yüzü tamamen ortaya çıkarken elini elime yerleştirdi. Valeria gerekmedikçe ne pelerinini ne de kapüşonunu çıkarırdı, şimdi ise bir dost olarak benim yanımda olmak için kendini açıkça gösteriyordu. “Ne oldu?” Cevap vermek için dudaklarımı araladım ancak düğümlenen boğazım konuşmama müsaade etmedi. Uzun bir soluk alıp ciğerlerimi havayla doldurduktan sonra endişeyle beni izleyen iki çift göze baktım. “Aşağı yukarı dediğin gibi oldu.” dedim ve bir soluk daha aldım. “Zahel geleceğini söylemesine rağmen gelmedi.”

Geleceğim demişti ve ben öyle mutlu olmuştum ki bunu beni kırmamak için söylediğini hiç düşünmemiştim. Karşıma geçip seni istemiyorum diyecek bir adam değildi ama tutmayacağı sözler veren bir adam olduğunu da düşünmemiştim. Onu zorda bırakmıştım o da beni kırmak yerine tutamayacağı bir söz vermeyi seçmişti. Yüreğim sızlıyordu ve ben dün geleceğim demek yerine seni istemiyorum deseydi canım bu kadar yanar mıydı diye düşünüyordum. Cevap basitti, yanardı. Öyle bir yanardı ki o yangın cehennem ateşinden beter olur çıkardı. “Mühürlüsü olduğum halde beni istemiyor ve ben aptal gibi bu ihtimali hiç düşünmeden onu yalan söylemeye mecbur bıraktım.” Gözümden bir damla daha yaş süzüldü. Ben Zahel’e öyle bir bağlanmıştım ki beni her reddedişi cayır cayır yakıyordu. Önce ilk geldiğimde istememişti beni, sonra da dün gece gelmeyerek açıkça belirtmişti istemediğini.5

“İnanabiliyor musunuz çünkü ben inanamıyorum. Benimle olmak yerine delirmeyi tercih ediyor.” dedim histerik bir şekilde. Belki de sinir krizi geçirmek üzereydim, allak bullak olmuştum. Göz yaşlarım peşi sıra akmaya devam ederken Jieli sessizliğini bozdu. “Tam da bu yüzden gelmemiştir yanınıza.” dediğinde afalladım. Gözlerim masumane ifadesinde gezerken yaşlar duruverdi. Beklentiyle ona bakarken Valeria’ya kısa bir bakış atıp yüzüne anlayış dolu bir ifade yerleştirdi. “Dün bana söylediklerinizi hatırlıyor musunuz hanımım?” Birkaç saniye düşünsem de hiçbir şey hatırlayamadım ve başımı olumsuz anlamda salladım.

“Efendi Nowa…” diyerek başladığı cümlesini Valeria bir anda kesiverdi. “Şu tavuğa efendi deyip durma Jieli. En azından bizim yanımızdayken öyle deme.” Bu sözler kısacık bir an için içimde gülümseme isteği uyandırsa da dudaklarım kıvrılmadı. Gözlerini kırpıştırarak Valeria’ya bakan Jieli “ağız alışkanlığı. Hem sen de tavuk demeyecektin Val.” “Tavuğa aslan diyemezsin ya. Hem insan müstakbel eşine efendi der mi? Şimdiden böyle alıştırırsan vay haline.” Jieli Valeria’ya onaylamaz bir bakış atıp yeniden bana döndüğünde yanakları hafiften kızarmıştı. “Dün bana Nowa’nın beni istemediğim bir şeye zorlamak istemediği için sırtına merhem sürmemi istememiş olabileceğini söylemiştiniz.” Başımı aşağı yukarı salladım hatırladığımı belirtmek için.

“Efendi Zahel de aynı şeyi düşünmüş olabilir. O mecbur kalmadıkça hiç kimseyi bir şey yapmaya zorlamaz. Bana kalırsa yanınıza gelmeme sebebi bu.” Aynı anda hem anladığımı hem anlamadığımı düşünürken suratım karmaşık bir hal almıştı. Baş parmağımın tersiyle gözlerimi kurularken sertçe yutkundum. “Nasıl yani?” Açıklamayı Valeria devralırken bakışlarımı ona çevirdim. “Jeli haklı. Tanrı Zahel muhtemelen mecbur kaldığın için onunla birlikte olmak istediğini ya da daha kötüsü ona acıdığını düşünmüş olabilir. O da senin gibi senin onu istemediğini ancak mühür yüzünden buna mecbur kaldığını sanmış olabilir.” İşittiklerim duraksamama neden oldu. İlk bir dakika için tüm bunları sırf beni teselli etmek için söylediklerini gerçeğin bu olmadığını düşündüm.2

İkinci dakikada ise gelen farkındalık gözlerimi kırpıştırmama neden olurken bir Jieli’ye bir Valeria’ya bakıp duruyordum. Haklılardı yani en azından haklı olma ihtimalleri vardı. Zahel’in yerinde ben olsam ben de onu hiçbir şeye zorlamak istemezdim. Gerçekten olabilir miydi? Zahel sırf mecbur kaldığım için mi onunla olmak istediğimi sanmıştı? Umut, evet şu anda içime yerleşen duygu tam da buydu. Çok acımasızdı. Zira işler düşündüğüm gibi olamayabilir Zahel beni istemiyor da olabilirdi. Yine de bu umuda tutundum. Ne kadar da ironikti, umut etmek kumar oynamaktan farksızdı hatta belki daha tehlikeliydi ve daha acı verici ama yine de vazgeçilmezdi. Bütün hisler düz bir yolken umut çatallı bir yoldu ve o yol ayrımında her şey mümkündü. Umut enkaz altında da bırakabilirdi gökyüzüne de uçurabilirdi.

“O… olabilir mi?” dedim titreyen sesimle. Olmasını her şeyden çok istiyordum. “Ben kesinlikle öyle düşünüyorum hanımım.” “Bak sen. Dün Silva sana aynı şeyi söylediğinde sen pek inanmamıştın.” Jieli omzunun üzerinden Valeria’ya bakarken “konumuz bu değil.” Küçücük bir ihtimalin doğurduğu umudun içime kök salıp yeşermesine izin verdim. Lakin bu sefer diğer ihtimalleri göz ardı etmedim. Bu sefer yüzüme gerçek bir gülümseme yerleştirirken rahat bir soluk verip ayağa kalktım ve hazırlanmak üzere banyonun yolunu tuttum. “Kalkın hadi. Ne oyalanıyorsunuz? Bugün Işık Festivali değil mi?” Banyoya girerken kızların arkamdan kıkırdadıklarını duydum. “Ne festivali daha beş dakika önce çocuk gibi ağlıyordun sen.” Arkamı dönüp kollarımı göğsümün altında kavuşturdum ve kıstığım gözlerimi Valeria’ya diktim. “Konu Zahel olunca hassas oluyorum napayım?” “Hassas değil de daha çok karamsar oluyorsun.” Haklı olabilirdi.

Evet, haklıydı. Sevilmeye alışkın olmayan birinin sevildiğine inanması zor olabiliyordu.

“Hıh.” dedim gözlerimi devirirken. “Bir gün âşık ol da anla halimi.” dedikten sonra banyoya girdim. Sırtımı kapıya yaslayıp içtenlikle gülümsedim. Kızların kıkırtıları kulağıma çalınıyordu. İkisi de iyi ki vardı ve iyi ki hayatıma girmişlerdi. Aksi halde şimdi yatağımda kıvrılmış ağlamaya devam ediyor olurdum. Onlar söylemeseydi Zahel’in gelip de bu konuda benimle konuşacağını sanmıyordum. Zira konuşmaya niyeti olsa bunu dün yapardı. Gelmeyişine değil ama sessiz kalışına öfkelendim. Ne olursa olsun ne istediğini ya da istemediğini onun ağzından duymayı hak ediyordum.2

❄️❄️❄️

Masaya oturduğumdan beri önümdeki tabağa odaklanmış başımı kaldırıp kimseye bakmamıştım. Kızların anlattıkları içimi ne kadar rahatlatsa da kendimi hala kötü hissediyordum ve buna engel olamıyordum. Birkaç karış ötemde oturan Zahel’e bir an olsun bile gözlerimi çevirmemiştim ama onun üzerimde gezinen bakışlarını hissedebiliyordum. Hissetmemem mümkün değildi. Zira oturduğumdan beri tek odağı ben olmuştum. Yemek yemiyor kollarını masanı üzerine yerleştirmiş halde beni seyredip duruyordu. Keşke ne düşündüğünü duyabilseydim. Zihnimdeki iki ihtimal kıyasıya rekabet ederken ve Zahel bana böyle bakarken kendimi çıkmazda hissediyordum. Bir yanım bana böyle bakmasını bana karşı hisleri olduğuna yoruyor diğer yanımsa tam aksini haykırıyordu ve ben savaşın ortasında kalmış gibi hissediyordum.

Çatal kaşıkların tabağa çarpma sesleri, koşuşturan hizmetçilerin ayak sesleri ve nöbet değişimi yapan muhafızların sesleri kulaklarımı doldururken gerginliğim artıyor zaman hızla akıp gidiyordu ve ben hala ne yapacağıma karar verememiş halde öylece önümdeki yemekle oynayıp duruyordum. Bir kez daha ama bu sefer farklı bir noktadaki muhafızların nöbet değişimi yaptıklarını işittim. Olanlardan sonra Zahel sıkı bir güvenlik önlemi almış muhafız sayısını üç katına çıkarmıştı. Artık sarayın nerdeyse her yeri muhafız kaynıyor habersiz sinek bile uçamıyordu. Göz ucuyla Valeria’ya baktım. Ragaz’ın yanındaki sandalyeye oturmuş ağzına birkaç lokma tıkıştırırken endişeli bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Göz göze geldiğimizde içini rahatlatmak için gülümsedim. Büyük bir ihtimalle Jieli de aynı endişeli ifadeye bana bakıp duruyordu ama ben başımı çevirip de ona bakamıyordum.

İkimizin arasında oturan Nowa ise bir şeyler olduğunu hissetmiş olacak ki arada bana kaçamak bakışlar atıyordu. Üzerimde gezinen bu bakışlar gerginliğimi biraz daha arttırırken oturduğum yerde dikleşip ağzıma birkaç lokma attım ve mümkün olduğunca normal görünmeye çalıştım. Ve sonunda pes ettim. “Ay Işığı!” Yumuşacık sesi kulağıma çalındığında derin bir soluk alırken tüm cesaretimi toplayıp bakışlarımı bana bakan Zahel’e çevirdim.1

Gözlerim gözlerini bulduğunda kalbim tekledi ve buna engel olamadım.

Dudakları düz bir çizgi halindeydi, yüzünde her zamanki soğuk ve mesafeli ifadesi vardı. Yine de sesi öylesine sıcak ve yakın hissettiriyordu ki kalbim her defasında çelişki içinde kalıyordu. Hangisi gerçekti; kayıtsız yüz ifadesi mi? Yoksa şefkat dolu sesi mi? “Tanrıça olarak…” diyerek başladığı cümlesi bir nebze de olsa rahatlamamı sağladı. En azından dünle ilgili konuşmayacaktı. Gerçi dünle ilgili konuşmak istese bunu böyle açık bir yerde yapmazdı. “Festival ateşini yakarken yanımda durma hakkın var. Şayet istiyorsan ateşi birlikte yakabiliriz.” Birlikte demişti, keşke sadece ateşi yakarken birlikte olmasaydık, keşke her anlamda birlikte olabilseydik.

“İstiyorum.” derken sesim beklediğimden kısık çıksa da umursamadım. Garip bir durumun içindeydik. Zahel’e bakamıyor konuşamıyordum. Lakin yanında olmayı istemiyor da değildim. Çünkü ne kadar acımasız da olsa ben bir umuda tutunup gitmiştim, Zahel’in de bir gün beni sevebileceği umuduna. Bu belki de hiç gerçekleşmeyecekti ama en azından denemek istiyordum. Sonrasında ise… sonrasını sonra düşünecektim. Bana doğru usulca eğilip diğerlerinin duyamayacağı bir tonda “mor sana çok yakışıyor.” dediğinde afallayıp kaldım. Gözleri öylesine dolu bakıyordu ki bir an için hayallere kapılıverdim. Mor bana yakışıyordu, mor en sevdiğim renkti. Zahel bunu bildiği için mi söylemişti yoksa…2

Zihnimde dün geceye dair anılarla dolup taştığında istemsizce yutkundum. Mor, dünce giydiğim geceliğin rengi mordu ve ben rüyamda Zahel’in yanıma geldiğini görmüştüm. En azından şu ana kadar bunun bir rüya olduğunu sanıyordum, değilmiş. Zahel geleceğini söylemiş ve gerçekten de gelmişti. Kulaklarıma kadar kızardığımı vücudumdaki tüm kanın yanaklarımda toplandığını hissediyordum. Zira dün gece giydiğim gecelik fazlasıyla cüretkardı ve Zahel beni onun içinde görmüştü üstelik de uyurken. Zaten kısa ve dekolteli olan geceliğin uyuduğum esnada ne hale geldiğini tahmin dahi edemiyordum. Kahretsin, giymemeliydim.3

Mor sana çok yakışıyor. Sesi bir kez daha kulaklarımda yankılanırken pişmanlığım yok olup gitti ve yerini çocuksu bir sevinç aldı. Zahel beni beğenmişti. Ben yeterince güzel olmadığımı düşünürken o beni beğenmişti ve bu söylemişti de. Teşekkür mü etsem diye düşünüp duruyordum ama dudaklarım bir türlü aralanmıyordu. “Gerçi…” dediğinde gözlerim bir kez daha gözlerini bulurken kalbim nerdeyse göğsümden fırlayacaktı. “Herhangi bir şeyin sana yakışmama ihtimali yok.” dediğinde kalbim göğsümü terk etmek üzere kaburgalarımı zorlarken ne diyeceğimi bilmiyor ama bir şeyler söylemem gerektiğini hissediyordum. “Teşekkür ederim. Sana da her şey yakışıyor aslında.” dediğimde fena halde saçmaladığımı fark edip dilimi ısırdım. Kahretsin! Ne diyordum ben böyle.5

“Ne düşündüğümü söyledim. Bunu için teşekkür etme.” Başımı sallamakla yetindim. “Ve yanılıyorsun.” dediğinde merak ve şaşkınlık karışımı bir ifadeyle ona baktım. “Kendine bir şey yakıştırmıyor musun?” dedim inanamayarak. Bana göre Zahel ne dediğinin farkında bile değildi. Sesiyle, bakışlarıyla, görünüşüyle aklımı başımdan alan adama bir şeyin yakışmaması mümkün değildi.

“Kendime yakıştırdığım ve yakıştırdığım için korktuğum tek bir kişi var.” dedi. Bir şey demedi bir kişi dedi. Artık kalbimin atışlarını kulaklarımda duyuyordum. Şiddetle yükselip alçalan göğsüme mâni olamazken aldığım cevapla kalakalmıştım. Umudumu besleyen tarafım dallanıp budaklanmış bahsettiği kişinin ben olduğumu söylüyordu ama umuduma ket vuran diğer yanımsa fazla alıngan olduğumdan hayıflanıyordu.3

Hepsinden bağımsız olan ve beni şaşkına çeviren asıl şeyse Ölüm Tanrısını az önce bana korktuğunu itiraf etmiş olmasıydı.

Gözlerimin içine bak baka bana korktuğunu söylemişti ve ben o korkuyu gözlerinde görmüştüm. Oysa onun herhangi bir şeyden korkmasının mümkün olmadığını sanıyordum. Her şeye muktedir olduğunu ve hiçbir gücün onu korkutmaya yetmeyeceğini. Lakin anlaşılan o ki bir şey Ölüm Tanrısını korkutuyordu ve ben bu korkunun ne denli büyük olduğunu kestiremiyordum. Zahel bugün ilk kez bana hislerinden bahsetmişti ve söylediği ilk şey korktuğuydu. Bu anı unutmamaya yemin ettim. Zira bu Zahel’in aramıza çektiği duvarları ilk yıkışı ve kendini tanımama izin verdiği andı.2

“Bir de öpüşün tam olsun bari.” Başımı çevirdiğimde birbirine geçirdiği parmaklarına çenesini dayamış sırıtarak bize bakan Nowa’yla karşılaştım. Zahel tehditkâr bakışlarını üzerine dikerken yanaklarımın ısınmaya başladığını hissediyordum. “Ben seni bir öperim görürsün!” diyen Ragaz’ın gözleri Nowa’ya sabitlenmişti. Uyarıcı ifadesi Zahel’inkinden bile tekinsiz görünse de Nowa pek aldırış ediyor gibi görünmüyordu. Ona bakıp yüzünü buruşturarak “ayyy! Aman kalsın, ben almayayım. Kadınlar tarafından öpülmeyi tercih ederim.” dedi. Zahel dışında hepimizin gözleri Nowa’yı bulurken Nowa nerdeyse anında ne dediğinin farkına vardı. Gözleri kocaman olurken başını hızlıca iki yana salladı. “Hayır, hayır. Kadınlar değil. Öyle demek istemedim. Ben…” Telaşla birbiri ardında sarf ettiği sözler durumu kurtaramadığı gibi kıkırdamama neden olmuştu.4

“Tek bir kadın, tek bir kadın demek istedim. Sevdiğim kadın, şey yani… eğer, eğer seversem.” Lafı toparlamak için sarf ettiği beyhude çaba bataklıkta çırpınmaya benziyordu. Gözleri Jieli’ye kayıp dururken hala konuşuyordu. “Sevdiğim biri yok. Yani var da… Off hay ben böyle işin...” Nihayet ağzının içinden birkaç küfür savurarak susan Nowa başını önüne eğip gözlerini önündeki tabağa dikti. Şu anda Jieli’ye bakamamak için inanılmaz bir çaba sarf ettiğine emindim. Hafifçe eğilip baktığımda Jieli’nin de gülümsemesini bastırmaya çalışarak önündeki tabağa baktığını gördüm.3

“Her şeye burnunu sokarsan böyle olur işte.” Nowa’nın gözleri bu sefer karşıda oturan Valeria’yı buldu. Gözlerini devirirken “fırsatını buldun ya geç dalganı.” dedi. “Ee bu işleri senden öğrendim.” dedi Valeria sandalyesinde geriye yaslanırken. “Ben düşüne bir tekme de ben vurayım demiyorum.” Nowa kıstığı gözlerini Valeria’dan ayırmazken ikisinin atışması Jieli ve benim kıkırtılarımızı bastırmaya çalışmamıza neden oluyordu. Resmen bir türlü anlaşamayan kardeşler gibi davranıyorlardı. “Gerçek tekme de atabilirim çok istiyorsan.”

“Yok daha neler bana?” Nowa üstten bir tavırla “Ölüm Diyarı ordusu baş muhafızına ha? Anca rüyanda olur o dediğin.” Nowa gururla omuzlarını dikleştirip gülümserken Valeria hoşnutsuz bir tavırla gözlerini devirdi. “Ölüm Diyarı ordusu baş muhafızı az önce iki lafı bir araya getirememişti.” Bu söz üzerine gülümsemesi hızla solan Nowa bir şey demek için dudaklarını aralasa da muhtemelen verecek uygun bir cevap bulamadı. “Aklın başına geldi mi bari? Milletin ilişkisine karışmazsın artık.” 1

“Kıskanıyorsun değil mi?” dedi Nowa masaya dirseklerini dayayıp hafifçe eğilirken. “Daha neler seni mi?” diyen Valeria imkânsız bir şeymiş gibi gözlerini devirirken alaycı bir tavırla gülümsedi. “Tabi, en azından benim kalbimde biri…” duraksadığında göz ucuyla Jieli’ye baktı. Yalandan öksürüp tekrar Valeria’ya döndüğünde “her neyse sen biliyorsun işte. Ama senin yok, kalpsiz büyücü.” Bu sözlerden hiç etkilenmeyen Valeria bir parça ekmeği ağzına attıktan sonra umursamaz bir tavırla “kalbimde bir şeyler gizlemektense kalpsiz olmayı yeğlerim korkak muhafız.” Bir an mosmor kesilen Nowa bir süre tek kelime edemedi. Atışmalarının nihayet sonlandığını düşünmeye başladığım esnada bir şeyler söylemek üzere dudaklarını araladı.

“Nowa!” Ragaz’ın uyarıcı ses tonu Nowa’nın konuşmasını engellerken bakışlarını da ona çevirdi. “Ama Ragaz…” “Sus artık. Aynı çatı altında olmanıza rağmen sevdiğin kadınla konuşamıyorsun ama burada başımızın etini yiyorsun.” Ragaz’ın beklenmedik sözleri Zahel de dahil tüm bakışların onda toplanmasına neden olurken yuttuğum ekmeğin boğazıma takılmasıyla kendimi bir öksürük krizinin ortasında buldum. Zahel hızlıca kaptığı su dolu bardağı dudaklarıma götürdüğünde aldığım birkaç yudum kendime gelmemi sağladı. “İyi misin?” Başımı onayla sallayıp yeniden sağıma döndüm. Nowa resmen yerinde taş kesilmiş afallamış gözlerle Ragaz’a bakıyordu. Jieli hiç kimseyle göz teması kurmazken hepimiz Nowa ve Ragaz’a bakıyorduk. Ortam resmen buz kesmişti, en azında Nowa ve Jieli için.4

❄️❄️❄️

Kısa bir süre önce batan güneş bu kez etrafı karanlığa gömememişti. Bütün şehir festival için yakılan mumlar, meşaleler ve gaz lambalarıyla aydınlatılmıştı. Çiçeklerle, mumlarla ve daha çeşit çeşit malzemeyle süslenen şehir meydanı iğne atsan yere düşmeyecek haldeydi. Kurulmuş birkaç tezgâhta çeşit çeşit eşyalar satılırken en çok rağbet gören ürün dilek fenerleriydi. Çoğunlukla çiftler ve bazen yalnız, genç insanlar dilek fenerlerinin olduğu tezgâha akın ediyordu.

Bazı tezgahlar ise tamamen yeme içmeyi sağlamak üzere kurulmuştu. Üzerlerinde daha önce hiç görmediğim çeşit çeşit yiyecek, meyve ve içecekler duruyordu. Dilek fenerlerinde sonra en çok rağbet gören kesinlikle yiyecek tezgahlarıydı. Bunun yanı sıra çeşitli gösterileri sunmak üzere de sahneler kurulmuştu. Bir sahnede gölge oyunu sergilenirken bir başka sahneden oyuncular bir hikâyeyi canlandırıyordu. Başka bir sahnede ise yaşlıca bir kadın oturmuş Işık ve Karanlığın savaşını anlatıyordu.

Çocuklar güle şakıya etrafta koşuştururken insanlar da oldukça keyifli görünüyordu. Meydanın tam ortasına taşlarla kocaman bir çember oluşturulmuş içi ise odunlarla doldurulmuştu. Yüksekliği iki metreden fazla olan odun yığını kısa bir süre sonra Zahel ve benim tarafımdan yakılacaktı. Biz geleli bir saatten fazla bir zaman olmuştu. Yanımda Jieli, Valeri ve arkamızdan bizi takip eden iki muhafız vardı. Olanlar yüzünden Zahel yalnız gitmemize hiçbir şekilde müsaade etmemişti. Kızlarla yiyeceklerin olduğu bir tezgâha doğru yaklaşırken bir kez daha kendimi süzmeden edemedim.

Kabarık etekli, ışıl ışıl parlayan kumaşa sahip mor bir elbise giymiştim. Kalp şeklinde yakası olan elbisenin ince askıları ve omuzlarımdan aşağı dökülen tül detayları vardı. Aynı zamanda elbisenin sırt kısmında pelerini andıran uzun bir parça, göğüs ve bel kısımda ışıl ışıl parıldayan elmas mı diye sorguladığım taşları vardı. Parlak kumaş ve elmas olduğundan şüphelendiğim göz alıcı minik taşlar ışıl ışıl parıldarken insanlar dönüp dönüp bana bakıyor kim olduğumu sorguluyorlardı. Muhteşem görünüyordum, tıpkı bir tanrıça gibi. Gerçi zaten bir tanrıçaydım. Bu düşünce kıkırdamama neden olurken Zahel’in bu elbiseyi benim için diktirdiğini anımsadığımda hoş bir tebessümle kıvrıldı dudaklarım.

“Silva şunu densene.” Valeria’nın uzattığı renksiz sıvıya şüpheyle bakarken “ne bu?” dedim. “Wienora özgü bir içecek. Fazla içersen sarhoş edebilir ama bir bardaktan bir şey olmaz.” Tereddütle bardağı elime aldığımda içip içmemek arasında kaldım. Çünkü daha önce hiç alkollü bir içecek içmemiştim ve Valeria’nın bir şey olmaz demesine rağmen şüphelerim vardı. Ayrıca bardağın fazlasıyla büyük olması da gözümü korkutmuyor değildi. Valeria başka bir tezgâhın başında olmasına rağmen beklentiyle bana bakan gözlerini görebiliyordum. En fazla ne olabilir diyerek içecekten bir yudum aldığımda ağzımda hoş bir tat bıraktı. Biraz ekşi ve keskin bir tadı olmasına rağmen oldukça hoşuma gitmişti. Birkaç dikişte bitirdiğim bardağı tezgâha bıraktığımda artık gezinmek için zamanımız yoktu. En azından bir süreliğine.

Kalabalık hızla sağa ve sola ayrılırken ortada oluşan boşlukta arkasında birkaç muhafızla Zahel belirdi. Üzerinde yine siyah bir takım vardı ve sandığımın aksine fazlasıyla sadeydi. Beni süsleyip püsleyen Ölüm Tanrısı böylesi bir günde tamamen siyahlara bürünmüştü. Gündelik hayatta giydiği takımların aksine üzerindeki takımda herhangi bir işleme ya da özel bir detay da yoktu. Geride tuttuğu geniş omuzları, dik tuttuğu çenesi ve güçlü adımlarla festival ateşini yakmak üzere ortada duran odun yığınına doğru ilerlerken gözlerimi insanlara kaydırdım.

En azından bugün bir kişi bile Zahel’e kötü gözle bakmıyor ortalığı karıştıracak hareketlerde bulunmuyordu. Sanırım ne olursa olsun kimse bu kutsal günü lekelemek istemiyordu. Böğrümde birinin dokunuşunu hissettiğimde yana doğru döndüm. “Hadi hanımım gidin.” Ah tabi ya ateşi Zahel’le beraber yakmam gerekiyordu. Kendimden emin adımlarla ve duruşumdan ödün vermeden Zahel’e doğru ilerlemeye başladığımda kızlar arkamda kalırken bizi takip eden iki muhafız biraz gerimde benimle beraber yürüyordu. Odunun yığının önünde, Zahel’in tam yanında yerimi aldığımda tüm dikkatler benim üzerimde yoğunlaştı. Onlarca çift göz merakla beni süzerken etrafta dingin bir sessizlik vardı.

Muhafızlardan biri Zahel’e yanan bir meşale uzattığında ben de uzanıp meşalenin sapını kavradım. Aynı anda bir adım atıp odun yığınına yaklaştığımızda meşaleyi odunların arsına bıraktık. Zahel’in ateşi yakmadan önce bir şeyler söyleyeceğini sanmıştım ama anlaşılan bu konuda da yanılmıştım. Bir anda alev alan odun yığınından yayılan sıcaklık tenime değerken sessizlik bozulmuştu. İnsanlar neşeyle alkışlayıp, ıslıklar çalarak ve dans ederek etrafa dağılırken duran müzik de yeniden canlanmış rengarenk havai fişekler patlamaya başlamıştı. “Benimle…” dedim ona biraz daha yaklaşırken. Etraftaki ışıkların yansıdığı ve bu sefer yıldızlı bir göğü andıran gözleri elalarımla buluştuğunda kalbimin ritmi bozuldu. “Olmak istemiyor musun?” Her türlü çekinceme rağmen sorduğum soru Zahel’in kaşlarını çatmasına neden olduğunda gerginliğim biraz daha arttı.

Bütün gün bu anı düşünüp kendimi rahatlatmaya çalışmak buraya kadarmış. Çünkü şu an alacağım cevaptan deli gibi korkuyordum. Bana doğru bir adım attığında aramızda yarım karışlık mesafe kalırken nefesi tenime çarpıyordu. Koskoca bir insan kalabalığının ortasında etraftan müzik sesleri yükselirken Ölüm Tanrısı ve ne olduğunu bile bilmeyen bir kız duruyor beklentiyle birbirlerine bakıyordu. “Ah Ay Işığı.” diyerek iç çekerken yanağıma yerleştirdiği avucu afallama neden oldu. Beklenmedik hareketi yanı başımda yanan ateşten bile daha çok ısıtmıştı bedenimi, ruhumu, benliğimi. “Bilmediğin ve şu anda sana söylemeyeceğim o kadar çok şey var ki.” İçime bir merak çöreklense de şu anda umursadığım ve cevabını bilmek istediğim tek bir şey vardı. “Sadece söyle. Beni eşin olarak istiyor musun istemiyor musun?”

Göz bebekleri koyulaşırken baş parmağıyla yanağımı okşuyordu. Benimse kalbim beklentiden durma noktasına gelmişti. “Sana bencil bir adam olduğumu söylemiştim Ay Işığı ve yine bencillik ediyorum. Buna mâni olmam gerekiyor ama yapamıyorum. Söz konusu sen olunca iradem yerle bir oluyor.” Ne demek istediğini tam olarak idrak edemezken soruma cevap vermekten kaçındığını düşünmeye başlamıştım. Kararlılıkla gözlerine sabitledim gözlerimi, bugün ve tam şu anda soruma öyle ya da böyle cevap alacaktım. “Lafı dolandırma! Sadece cevap istiyorum.” Güldü. Bir anlık olan bu gülüş benim nefesimi kesmeye yetti. Zahel Sideras bugün beni şaşırtmaya kararlıydı anlaşılan. Zira güldüğüne ilk defa şahit oluyordum. Nadiren de olsa gülümsediğine şahit olmuştum ama gerçekten gülmesi bambaşkaydı. O an anladım ki lafı dolandırmasına gerek yoktu. Çünkü bir gülüşü yetmişti aklımın başından gitmesine.2

“Güçlü olduğunu görmeyi, kararlılığını ve bana kafa tutmanı seviyorum.” Artık nefes dahi alamıyordum. Aklım öyle bir bulanmıştı ki hayati işlevlerini dahi yerine getiremez olmuştu. Zahel benden bir şeyleri seviyordu, bu beni de sevdiği anlamına gelmiyordu ancak öyle güzel hissettiriyordu ki. “İstiyorum.” dedi ve bu tek kelime kalbimin ritmini bozmaya yetti. “Sen benim eşimsin. Hep öyleydin ve öyle olmaya da devam edeceksin. Yanıma bir tek seni yakışıyorsun.” Duraksadı, bakışlarını önüne düştü ve ardından tekrar beni buldu. “Özür dilerim. Olan her şey ve olacak olan her şey için.” 4

Bu sözlerden sonra gerçekleşen olayların hızına ayak uyduramadım. Kızlar bana doğru yaklaşırken başka bir şey söylemeyen Zahel benim bir şey dememi beklemeden arkasını dönüp muhafızlar eşliğinde kalabalığa karıştı. “Hanımım gidelim mi?” Onayla başımı sallayıp onlara katılsam da sadece bedenim onlarlaydı aklımsa Zahel’de ve az önce söylediklerinde takılıp kalmıştı. Beni istiyordu, hem de öyle bir istiyordu ki ses tonu bile seni istiyorum diye haykırıyordu. Yüzüme hiç silinmeyecekmiş gibi duran bir gülümseme yerleşirken kızların garip bakışları üzerimde geziniyor benimse başım dönüyordu.

Kalabalığın arasında ağır ağır ilerlerken dünya bulanıklaşmaya gözlerim her şeyi çifter çifter görmeye başladığında bir anlığına dengemi kaybedecek gibi oldum ama kızlar beni tam vaktinde yakaladı. “İyi misin Silva?” İyiydim, iyi hissediyordum ama gözlerim hem bulanık hem de çifter çifter görüyordu. “İy… iyi… iyiyim.” diyebildim güçlükle. “Val sarhoş olmuş olmasın sakın.” “Bir bardaktı sadece. Mümkün olabilir mi?” Attığım her adımda ayaklarım birbirine dolanırken dengemi sağlayan kızların koluma girmiş olmasıydı. “Haklısın, gerçekten de sarhoş olmuş. Bu kadar hassas olmasını beklemiyordum.” “Ne yapacağız? Saraya mı dönsek?”

Hayır, kesinlikle saraya falan dönmek istemiyordum. Daha Zahel’le birlikte dilek feneri yakacaktım. Ağzımdan duyduğum ancak anlayamadığım mırıltılar dökülürken gitmemek için çırpınıyordum. “Sen Tanrı Zahel’i çağır en iyisi.” Koluma giren ellerden biri yok olduğunda bir çuval gibi yığılan bedenimi Valeria kucakladı. İnsan kalabalığını yararak beni daha sakin bir yere sürüklerken ağzımın içinde bir şeyler gevelemeye devam ediyor hıçkırıklarıma engel olamıyordum.

“Siz gidin.” Bedenimi başka biri tek hamlede kucakladığında kaşlarımı çatıp suratına baktım. Karşımda gördüğüm iki Zahel’e şaşkınlıkla bakarken başımı yana yatırıp onları inceledim. “Senden… iki tane var.” dedim parmaklarımla iki yaparak. Bir şey demedi. Başım bir o yana bir bu yana sallanırken ben bir şeyler söylemeye devam ettim. Uzu uzun konuştum, anlamadığım bir şeyler söyleyip durdum. Bir ara nedensizce gözlerimden yaşlar süzüldü. En sonunda da kendimi ahşap bir taburenin üzerinde buldum. Sırtım boş sokaktaki duvarlardan birine yaslanmış, başım yana düşmüştü. Bulanık gören gözlerim Zahel’i aradı ama yoktu. Onu bulmak için yerimden kalkmayı denedim ama sallanan zemin ayağa kalkma izin vermedi.4

“Hareket etmeseneee!” diye söylendim ayaklarımın altındaki zemine bakarken. “Zahellerimi… bulmam gerekiyor. Sabit dur.” dedim işaret parmağımı tehditvari bir tavırla sallarken. Ama yer durmadı ve hareket etmeye devam etti. O esnada iki Zahel de geri dönmüş getirdiği bardağı usulca dudaklarıma yaklaştırmıştı. “Ne bu?” desem de cevap vermesini beklemeden heyecanla bir yudum aldım. Acıydı ve tadı berbattı. Aldığım yudumu yüzümü buruşturarak tükürdüğümde içeceğin bir kısmı Zahel’in üzerine sıçradı.

Afallamış vaziyette ıslanan üzerine bakarken iki elimle ağzımı sıkıca kapattım. Sonra dayanamayıp karnımı tutarak gülmeye başladım. Zahel bana doğru yaklaşıp bardağı dudaklarımı yaklaştırdığında yüzümü buruşturup başımı çevirdim ve kaşlarımı çatarak “içmemm.” dedim. “İnat etme Ay Işığı.” “Hayırrr dedim. Bir kez daha… zehirlenmek… istemiyorum.” Ağzımdan kelimeler güçlükle çıkarken dediklerimin ne kadar anlaşılır olduğunu bilmiyordum. Zahel’in bardağı tutan eli havada donup kalırken uzun uzun suratıma baktı. “Zehirli değil.” dediğinde sesi epeyce kısık çıkmış onu duymak için eğilmem gerekmişti.2

Başımı yana yatırıp ellerimi yanaklarıma yerleştirdim ve kaşlarımı çatarak “ama… tadı… berbat.” dedim. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıp suratıma kocaman bir gülümseme yerleştirdim. “Benim… benim… yerime sen… içsene.” Başım sağa sola düşerken Zahel’e bakmaya devam ediyordum. Dünya sanki bir anda hızlı dönmeye başlamıştı, etrafımdaki her şey durmaksızın hareket edip duruyordu. “Sarhoşsun Ay Işığı. Senin içmen gerekiyor.” Başımı sağa sola salladım. Dudağımı öne doğru sarkıtıp işaret parmağımı sürekli hareket edip duran Zahel’e doğru uzattım.

“Ben… sarhoş değilim… Hem… hani dudaklarımın…” ansızın gelen hıçkırıp lafımı bölerken bir kahkaha attım. “Dudaklarımın… değdiği bir şeyin… kötü olma… ihtimali yoktu.” Nihayet cümlemi tamamladıktan sonra Zahel bardaktan ufak bir yudum aldı. “Sana dair hiçbir şeyin kötü olma ihtimali yok.” dediğinde ellerimi çırpmaya ve gülmeye başladım. Zahel büyüleyici bir gülümsemeyle beni seyrederken gülmeyi bırakıp dudaklarımı büzdüm. “Zahel… sence ben… ben güzel miyim?” Beni baştan aşağı süzerken kendi kendime hoş görünmek için pozlar vermeye uğraştım.

“Kendini benim gözlerimle görebilseydin bu soruyu sormazdın.” Aldığım cevaptan memnun olmayarak yüzümü buruşturup kollarımı kavuşturdum. “Hıh lafııı… dolandırma… dolandırmadan cevap… ver.” “Güzelsin, çok güzelsin. Benim için güzel olan tek şey sensin Ay Işığı.” Aldığım cevaba önce gülümsedim sonra boşluğa dönüp “duydunuz… mu? Ben… güzelim. Güzelim… saçlarım… onlar da güzel. Güzel değil mi Zahel?” Zahel’e döndüğümde beklentiyle ona bakarken yanağımda ılık bir ıslaklık hissettiğimde kaba bir tavırla yanağımı silip burnumu çektim. “Güzel… güzel değil mi Zahel?” 1

Gözlerim daha da bulanıklaşırken yüzümü ekşittim. Ağlamak istemiyordum. Zahel yavaşça elini uzatıp benim aksime nazikçe ıslanan yanaklarımı sildi. “Saçının her bir telini tek tek öpebilirim Ay Işığı.” Cevabına karşılık kıkırdarken abartı bir tavırla saçlarımı geriye doğru savurdum. “Şimdi şunu iç.” Bardağı bir kez daha dudaklarıma uzattığında içememek için başımı sağa sola salladım. “İçmek istemiyorum.” dedim elini ittirirken.

“Hem… ben sana… küsüm.” deyip dudak bükerek kollarımı göğsümün altında kavuşturdum. “Neden?” Ona doğru döndüm. Uzattığım işaret parmağımı yüzüne doğru sallarken “çünküü… seen… dün gece yanımaaa gelmedin.” dedim. Kelimeler ağzımdan güçlükle ve yuvarlanarak çıkıyordu. “Geldim.” “Geldinn.. amaaa istediğim bu değildi.” Salladığım işaret parmağımın ucunu göğsüne bastırıp devam ettim. “Seniii.. çıplak görmek istedim… Kendimin de çıplak olmasını istedim. Sonra… sonra anlarsın yaa.” Bir kahkaha attım, ardından kızgınlıkla dudaklarımı büzüp kaşlarımı çattım. “Ama sen… sen ne yaptın! Gelmek için uyumamı bekledin. Oysa… oysa ben senin içinn… o kadar hazırlanmıştım.” Bu sefer dudaklarımı hüzünle büzdüm, sonra yeniden bir kahkaha attım.5

“Biliyor musun?” dedim. Ağzımı yaya yaya konuşuyordum ve Zahel’in ne dediğimi anladığını sanmıyordum. Bardağı bir kez daha dudaklarıma uzattığında elini ittirdim. “Yarı çıplakken… mmm… enfes görünüyorsun. Dün üzerineee atlamamak için… kendimi zor tuttum.” dediğimde âdem elmasının yukarı çıktığını ardından aşağı doğru kaydığını gördüm ve bir kahkaha daha attım. “Bir dahaki sefere… havlu olmazsa… ben de beniii… yarı çıplak görmene izin verebilirim.” Bir kez daha yutkunduğunda başımı yana yatırıp suratına baktım. “Belki de bunu şimdi yapmalıyım.” Güçlükle kaldırdığım elimi omzuma atıp askıyı kaydırmaya yeltendiğimde Zahel’in parmakları bileğimi sardı.

Elimi çektiğinde kıstığım gözlerini üzerine sabitlerken dudağımın kenarını ısırdım. “Madeem öyle o zaman… sen soyun.” Zahel afallamış gözlerle bana bakarken ellerimle ceketini yakaladım. Düğmelerini pek becermesem de açmaya çalışıyordum. Düğmeler hareket etmese işim çok daha kolay olabilirdi. Zahel bu durumu fırsat bilip bardağı bir kez daha ağzıma yaklaştırdı ve bu sefer zorla da olsa o iğrenç şeyi içmemi sağladı.

Bir süre başım fena halde ağrır vaziyette yerimde beklerken aniden nükseden mide bulantısı olduğum yerden ok gibi fırlamam neden oldu. Koşar adımlarla bir duvarın dibine geldiğimde midemde ne varsa boşaltmaya başladım. Birinin elleri önüme düşen saçlarımı geriye doğru çekerken uzun bir öksürük krizinin ortasında kaldım. Solumdan uzanan bir mendil ağzımı sildiğinde doğruldum ve karşımda Zahel’i buldum. “Zahel.” 1

 

Bölüm : 28.12.2024 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...