
Gecikme için kusuruma bakmayın çiçeklerim inanın çok yoğundum. Zar zor yazabildim. Bu bizim artık ikinci kitap için final bölümümüz. Biliyorsunuz ilk kitap için final bölümü Suikastçının Yüzü olmuştu. Bu da ikinci kitabımızın finali. Üçüncü kitaba başlamak için birazcık zamana ihtiyacım var. İnanın okul, TÜBİTAK projesi, staj, bitirme projesi derken başımı kaşımaya vaktim kalmıyor. O yüzden kısa olmasını umduğum bir süre kadar ara veriyoruz. Artık yavaştan finali netleştirip olayları sonuca bağlamam da gerekiyor. Hepsini kurgulayıp ilk fırsatta yazmaya devam edeceğim. Whatsap kanalımızdan bilgilendirme yaparım yine. TABİ SAKIN ARA VERCEZ DEYİP AYLARCA ORTADAN KAYBOLAN YAZARLARDAN OLDUĞUMU SANMAYIN. MUAHAKKAK GERİ GELECEĞİM. ZATEN ÖYLE AYLARCA FALAN BEKLETMEM SİZİ. BANA ŞÖYLE BİRKAÇ HAFTACIK YETER. Hepinizi seviyorummm.
Bir Asır Önce
Reyena
Üşüyordum. Odanın sıcaklı yanan şöminenin ateşiyle her geçen saniye artarken ruhumda hissettiğim soğuğun bir tarifi yoktu. Donmuş bir hayaletten farksızdı ruhum. Bedenimse ruhuma inat sıcacıktı. Hoş ve biraz da yakıcı bir sıcaklı tüm uzuvlarıma nüfuz ediyordu. Ayın gümüşi huzmeleri penceremden içeri süzülürken donuk gözlerle şöminedeki ateşi seyrediyordum. Kendime çektiğim dizlerimin etrafına sardığım kollarımın baskısını biraz daha arttırıp yumruklarımı sıktım. Ateşin artık yeterli olmadığını hissettiğim anda şömineye iyice yaklaştım. Artık gürül gürül yanan ateşle aramda santimler vardı. Bedenime doğru vuran sıcaklık saç diplerimden parmak uçlarıma kadar tamamen ter içinde kalmama neden olsa da geri çekilmedim. Sıcaklık canımı yakacak kadar fazlaydı artık. Saniyeler geçti, belki de dakikalar ve ben yine hissizleşmeye başladım. Üzerime vuran ateşin tenimi kavurduğunu hissetmiyor fakat ensemdeki yoğun baskıyı iliklerime dek hissediyor ve üşüyordum. Omuzlarım yük taşıyormuşum gibi ağrıyordu. Kafamın içinde müthiş bir uğultu ve kalbimde huzursuzluk yer edinmeye başlamıştı. Korku bedenimin titremesine neden olurken sertçe yutkundum.
Telaşla elimi ateşe daldırdım. Katlanılmaz bir acı parmaklarımdan bedenime doğru yayılırken inleyerek dişlerimi sıktım. Gözlerimden yaşlar süzülüyor fakat yine de elimi çekmiyor, çekemiyordum. Çünkü hissetmem gerekiyordu. Kontrolün hala bende olduğunu anlamam gerekiyordu. Loş odanın içini usulca yan et kokusu sarmaya başlarken sıkmaktan dişlerimi kıracak raddeye gelmiştim. Canım yanıyordu, her anlamda ve yanması gerekiyordu. Çünkü yaktığım bendenim kadim bir kötülüğe ev sahipliği yapıyordu. İçimdeki korku ve endişenin yanına öfke de eklendi. Tüm diyarı yıllar boyunca bir yalana inandıran tüm Koruyucularaydı öfkem. Anne ve babam da dahildi buna. Bir yalan şimdi hayatımı mahvediyordu ve o yalan kontrolümü yitirdiğim anda tüm diyarı yok edecekti. Saklanarak hayatımı geçirmek hayatımın en büyük pişmanlığıydı şimdilerde. Eğer saklanmasam ensemdeki işaretin aslında ne olduğunu öğrenirdim. Eğer saklanmasam belki Konsey tarafından ortadan kaldırılır ancak böylesi bir kötülüğü kendimle birlikte büyütmemiş olurdum.
Güvenmek ve inanmaktı en büyük yanlışım. Xandria’nın bana anlattığı her şeye koşulsuz inanmıştım. Sizi koruyan, kollayan ve her daim yanınızda olan insana elbette inanırdınız. Ben de inanmıştım fakat bu bir hataydı. Yıllarca Şeytanın yok edildiğini sanarak büyüdükten sonra ölümünden kısa süre önce Xandria gerçeği anlatmıştı. Savaşın yok ettiği taraf Şeytan değil Koruyucular olmuştu. Bütün Koruyucular güçlerini birleştirip Şeytanı bir kafese hapsetmiş ve tüm diyara yok edildiğini söylemişlerdi. Gerçekten Konseyin bile haberi yoktu. Elbette hata yaptıklarını o zamanlar fark edememişlerdi. Onlara göre Koruyucuların soyu devam ettiği sürece sorun yoktu. Yarattıkları kafesi belli aralıklarla güçlendirdikleri takdirde Şeytan hapishanesinden asla çıkamayacaktı. Bilmedikleri şey savaştan sonra sayıları tehlikeli boyutta azalan Koruyucuları Konseyin tekere teker avlamaya başlayacağıydı. Konsey korumakla görevli olduğu kılıçla teker teker suikastlar düzenlemeye başlamıştı. Cinayetlerin karanlık yüzünün ortaya çıkması pek vakit almasa da geriye kalan bir avuç Koruyucu artık karşı koyacak durumda değildi. Konseye karşı açacakları bir savaş hayatlarına mal olabilirdi ve hayatları fazla değerliydi. Onların ölümü kadim bir kötülüğün serbest kalmasına neden olacaktı. Bu yüzden kaçtılar.
Kaçmanın da kalmak kadar yarasız olduğunu sonradan anlamışlardı. Koruyuculara düşman kesilen Konsey üyelerinden bazıları onların peşini bırakmamıştı. Üstelik yalnız da değillerdi, onları destekleyenleri etraflarına toplamış diyarda adeta bir av başlatmışlardı. Koruyucular Konseyin beklediğinden daha uzun süre direnmeyi başarmıştı. Yine de Şeytanın kafesini sürekli güçlendirmeleri onları epey zayıflatmış ve ölümlerine neden olmuştu. Zamanla Konsey hedefine ulaşmayı başarmıştı. Geriye yalnızca iki Koruyucu kalmıştı. Bana hamile olan annem ve babam. Xandira hamileliğin çok zorlu geçtiğini anlatmıştı. Doğumun başladığı gün babam kafesi güçlendirmek için gitmek zorunda kalmış, kısa süre sonra annemin sancıları başlamıştı. Babam gittiği yerden dönememişti ve annem de doğumdan dakikalar sonra babamın peşinden gitmişti. Annemin son nefesini verişiyle kafes kırılmış, yıllardır kilit altında olan şeytan yeniden özgürlüğüne kavuşmuştu. Aynı gün Konsey de zaferini ilan etmişti.
Sanıyorlardı ki Koruyucuların kökünü kazıyarak diyarın kontrolünü kendi ellerine almayı başarmışlardı. Kazandıklarını sanıyorlardı. Oysa savaş yoksa kazanan da olamazdı. Koruyucular Şeytanı kilit altında tutabilmek için Konseye karşılık verememişti ve onlar bunun bir zafer olduğu yanılgısına kapılmışlardı. Oysa kilit altında tutmak zorunda oldukları kötülük olmasaydı daha ilk cüretlerinde Koruyucular Konseyi diyar üzerinden silerdi. Tüm bunları sahip olduğum tek insanı kaybetmeden kısa süre önce öğrenmiş ve inanmıştım. Xandira’nın bana bütün gerçeği anlattığını sanmıştım. O ise en önemlisini benden saklamıştı. Kısa süre önce öğrendiğim şey tam bir yıkım etkisi yaratmıştı. Doğdum gün kafesinden kurtulan şeytan geçen onca yıldan sonra güçsüz düşmüş ve bir ruha tutunmak zorunda kalmıştı.
Seçtiği ruh ben olmuştum. Özgür kaldığı o anda gücünü kazanmak için güçlü fakat kontrolü olmayan bir ruha tutunması gerekmiş, o da ben olmuştum. Çocuk bedenimin içinde kadim bir kötülüğün yıllar içinde yitirdiği gücünü usul usul kazanmasını sağlamıştım. Ensemdeki işaretin sebebi buydu. Şeytanın işareti bedenimdeydi çünkü Şeytan benim ruhumdaydı. Xandria gerçeği bilmesine rağmen son nefesine dek sessiz kalmıştı ve nihayetinde benim öğrenmem tamamen uğursuzca gerçekleşmişti. Ölüm Diyarına geldikten bir süre sonra bazı sabahlar ellerimi kan içinde bulur olmuştum. Sebebinin elimdeki çizikler olduğunu sanıyordum, uyurken farkında olmadan kendime zarar verdiğimi sanıyordum. Dikkat edeceğim kadar sık gerçekleşmeyen bu olaya başta çok da önem vermemiştim. Fakat zamanla kendimi sorgular hale gelmiş, sabahları uyanır uyanmaz ellerimi kontrol eder olmuştum. Tırnaklarımı her gün dibine kadar kesmeme rağmen zaman zaman yine ellerimde çizikler buluyordum. Sebebini kendini Aren olarak tanıtan Ölüm Tanrısı’yla tanıştıktan sonra öğrenmiştim. İlk sevişmemizde ensesindeki işareti gördüğümde donup kalmıştım. Ne olduğunu sorsam da o zaman gerilerek cevap vermekten kaçınmıştı. Şeytanın ruhunu taşıdığına dair dedikoduları duymuş olsam da işaretin neye benzediği hakkında fikrim olmadığından o zaman ne olduğunu anlayamamıştım.
Aklımı kemirip duran bu soruyu rahatsız olduğunu bile bile kısa süre sonra tekrar sormuş ve uygun olmayacak şekilde ısrarcı davranmıştım. Gözlerinde biriken kedere inatla gözlerimi suratına dikip cevap vermesini beklemiştim. Pişmanlık saniye saniye içimi kemirse de dişlerimi sıkıp öylece durmuştum. Ve dudaklarından suratıma tokat gibi inen gerçekler dökülmüştü. O hakkındaki düşüncelerim değişeceği endişesiyle tepki vermemi beklerken tek kelime edememiştim. Suskunluğum hayal kırıklığına sebep olurken ve sessizce giderken dur diyememiştim. Sessizliğimi yanlış anlayarak gitmiş ve günlerce de yanıma uğramamıştı. Aren’in ziyaretlerini kestiği o günler kabustan farksız geçmeye başlamıştı. Kan içindeki ellerle uyanmak istemediğim için günlerce uyumamıştım. Elimde kan lekeleriyle uyandığım tüm o günlerde ne yaptığımı düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Sıkı sıkıya kilitlediğim kulübemden dışarıya adım atmıyordum. Uykusuzluktan kendimden geçtiğim anlarda kabuslarımda tüylerimi ürperten bir ses duyar olmuştum. Benimle alay ediyor, zihnimde katliamlar yapıyordu. Her seferinde soluk soluğa uyanıyordum.
Bir hafta sonra kapımda Aren belirdiğinde berbat haldeydim. Onu içeri alıp almamak konusunda bile tereddüt yaşıyordum. Ona zarar verebileceğimden korkuyordum. Çünkü kendimi kulübeye kilitlediğim bu bir hafta da bile iki kez ellerim kan içinde uyanmıştım. O korkunç ses kabusumda bir katliam yapmış ve gözlerimi açtığımda ellerimi kan içinde bulmuştum. Artık gördüklerimin kâbus olduğundan bile şüphe ediyordum. Hatta uyuduğumdan bile emin değildim. Uyuduğumu sanırken aslında iğrenç bir yaratığın kontrolüne giriyor olabilirdim. Kendimle verdiğim savaşın sonunda kararsızlıkla Aren’i içeri aldığımda uzun ve gergin bir sessizlik oldu. Normalde ilk anından son anına kadar sıcak ve samimi geçerdi görüşmelerimiz fakat bu sefer aramızda soğuk rüzgarlar esiyordu. O, hakkında artık farklı düşündüğümü sanırken ben meseleyi ona anlatıp anlatamayacağımı düşünüyordum. Ona zarar vermekten çok korkuyor fakat bir başıma kurtulamayacağımı da biliyordum. Tek kelime etmeyip önüne geçtim ve arkamı döndüm. Ciğerlerimi havayla doldururken bütün saçımı omzuma çektim ve işaretin açığa çıkmasını sağladım. Bunca zaman şans eseri görmediği işaret şimdi gözlerinin önündeydi.
Utanç ve gerginlikle ona döndüğümde tereddüt etmeden kollarıyla bedenimi sardı. O günden sonra tek derdimiz bir kurtuluş yolu bulmak olmuştu. Ne yazık ki onca zaman geçmesine rağmen hala bir çözüm bulmuş değildik. Kendimden koktuğum için dışarı çıkamıyor, kendimi kulübeye kilitliyordum. Aren günler boyunca her türlü kaynağı incelemesine rağmen bir çözüm bulamamıştı. Kulübenin içi Aren’in getirdiği kitaplar ve tarihi parşömenlerle dolu olsa da ben de bir sonuca varmış değildim. Umutsuzluk ete kemiğe bürünmüş karabasan misali üzerime çöreklenmişti. Yanık et kokusu daha da ağırlaşmaya başlarken artık bedenim tehlikeli derecede titriyordu. Kafamın içinde delici bir uğultu, göğsümde yoğun bir baskı vardı. Zihnim bulanmaya başlıyordu. Hayır, kendi bilincimde geri plana atılıyordum. Ruhuma kenetlenen Şeytan bir kez daha bedenime hükmetmek istiyordu ve ona engel olamıyordum. Titremelerim artık bir krize dönüştüğü noktada şöminenin önüne yığılıp kaldım. Cenin pozisyonunu alan bedenim zangır zangır titrerken bilincim saniye saniye bulanıklaşıyordu. Parmak uçlarımı hissedememeye başladığımda gözlerimden yaşlar döküldü. Kahretsin bunun olmasını istemiyordum.
Çaresizce ahşap zeminde sürünmeye başladım. Nereye gideceğime dair fikrim bile yoktu. Sadece bedenimi kontrol edebildiğimi bilmek istiyordum. Kulübenin ötesindeki ormandan hayvanların uluma sesleri iniltilerime karışıyordu artık. Onlar da kötü bir şeyin ortaya çıktığını hissediyor olmalıydı. Bacaklarımın da kontrolünü kaybettiğimde korku yüreğimi mengene gibi sıktı. “Ay Işığı.” Çalan kapıya endişeli gözlerle baktım. Gitmesini söylemek istiyordum fakat ağzımı kontrol edemiyordum. Dudaklarımdan yalnızca boğuk iniltiler dökülüyordu. Aren gergince kapıya vurmaya devam ederken içeri girmemesini umuyordum. Kontrolüm parmaklarımın arasından kayıp giderken kapı büyük bir gürültüyle ardına kadar açıldı. Aren gergin ifadesiyle içeri girdiğinde genişleyen hareleri köşe bucak beni aradı. Zayıf bedenimi yerde perişan halde gördüğünde hiç düşünmeden yanıma koştu. “İyisin. Ben buradayım, sakın korkma.” Sesindeki korku yüreğimi delip geçiyordu. Dizlerine aldığı başımı usulca oynatıp boğuk bir sesle “korkmuyorum.” dedim. Aren bir an rahatlamış görünse de konuşan ben değildim ama ona söyleyemedim. Kırılacağımdan korkar gibi bedenimi kucakladığında olanları izlemek dışında elimden bir şey gelmiyordu. Ruhum bedenimdeydi fakat bedenim artık kontrolümde değildi.
Aren bedenimi yatağa bırakmak üzereyken “korkması gereken sensin küçük tanrı.” dedim. Donmuş gözlerle gözlerime baktı. Artık kucağında taşıdığı kişinin ben olmadığımı biliyordu. Ne yapacağını bilmez gibi öylece kaldı. “Endişelenme sevgilin hala içerde bir yerlerde.” Kendi sesimi dinlerken içimden aşağılık yaratık diyerek sitem ettim. “Sözlerine dikkat mi etsen Küçük Ruh. Her an boğazını kesebilirim.” Bunu sesli söylememiş, Aren de duymamıştı. Uğursuz sesi adeta kafamın içinde yankılanmıştı. Tırnaklarını tehlikeli bir tavırla Aren’in boynuna sürttüğünde kendimi sıktım. Narin parmaklarım ise bulanmış gibi yavaşça kararmaya ve şekillendirdiğim tırnaklarım vahşice uzamaya başladığında ruhum buz kesti. Ellerim artık vahşi bir hayvanın pençeleri gibiydi. Aren de durumun farkındaydı ama temkinli davranarak tepki vermemeyi başarabiliyordu. “Aklından bile geçirme işe yaramaz tanrı. Yoksa sevgilinin narin bedenini gözlerinin önünde parçalarım.” Aren’in yapmaya çalıştığı şeyi ben fark edemesem de Şeytan fark etmişti. Aren isteksizce bedenimi yere indirdiğinde Şeytanın duyduğu hazla dudaklarımın kıvrılmasına neden olması canımı sıktı.
“Peşimden gelmemeni söylememe geren yoktur herhalde.” Sesindeki alaycılık midemi bulandırıyordu. Duyduğu hazzı hissetmek tüylerimi diken diken etse de bir şey yapamıyordum. Zarif parmaklarımın yerini alan katrana bulanmış gibi duran pençelere keyifle bakan Şeytan Aren’e bir böceğe bakar gibi üstten bir bakış atıp geniş adımlarla kapıya doğru yürüdü. Ne Aren peşimden gelebildi ne de ben kendimi durdurabildim. Bedenimin yaptıklarını bedenimde hapsolmuş vaziyette seyretmekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Kulübeyi ardımda bıraktığımda tepemdeki ay ışığının eşliğinde şehrin sokaklarına girdim. Şeytan kaos ve kan açlığıyla dolup taşarken irademi son damlasına kadar kullanıyor, önünden geçtiğimiz evlere girmemek için bedenine hükmetmeye uğraşıyordum. Çabalarım işe yarıyordu. Bilincime ördüğüm duvarlarla onu biraz da olsa zapt edebiliyordum. Şeytan tam da doğasına uygun şeytani bir açlıkla evlere yönelmek isterken bedenimi kontrol etmeyi başarabiliyordum.
Ne yazık ki bu beklediğim kadar uzun sürmedi. Yavaş yavaş ıssız sokaklara doğru ilerlesek de artık bedenimi kontrol edemiyordum. Ruhumda daha önce hissetmediğim bir yorgunluk vardı. Uyumak istiyordum fakat böylesi bir durumda çok tehlikeli görünüyordu. Ya kontrolümü sonsuza dek kaybedip, Şeytanın benim bedenimle diyara kaos getirmesine neden olursam? Düşüncesi bile titreyerek ayılmam için yeterliydi. “Daha ne kadar direnebilirsin ki küçük ruh?” Fiziksel olarak yapamasam da göz devirdiğimi hayal edip, yumruklarımı sıktım. Evlerin sayısı giderek azalırken bariz şekilde rahatlamıştım. Kocaman bir çöle düşen tek damlaydı bu. Yine de rahatlamış hissettiriyordu. En azından elim bu gece kana bulanmayacaktı. “Erken zafer ilan etme Küçük Ruh.” Bedenim penceresinden sarı ışık süzülen bir evin karşısında dikiliyordu. Dudaklarımda beliren şeytani sırıtıştan nefret ettim. Ayaklarım bana ihanet ederek eve yöneldiğinde içeride kimsenin olmamasını umdum. Bir kez daha benim aracılığımla birileri zarar görsün istemiyordum. Buna daha fazla dayanamazdım.
Tam önümde duran ahşap kapıya kısa süre baktım. Şeytan yoğun bir açlık ve heyecan duyuyordu. Bense gergindim ve Şeytanın duygularını hissetmek midemi alt üst ediyordu. Kapıya doğru sinek kovarmış gibi kayıtsızca salladığı parmaklarının arasından fışkıran kan kırmızı renkteki yoğun enerjisi kapının sertçe açılarak duvara çarpmasına neden oldu. İçeriden gelen telaşlı sesleri duyduğumda ölmek istedim. Ne olursa olsun ben bur Koruyucuydum. Korumam gereken insanları öldürmeye gelmek hissedebileceğim en berbat şeydi. Beni karşılayan koridora kısa bir bakış atarken içerden gelen gergin solukları işitebiliyordum. Bedenim kontrolüm dışında ağır ağır yürümeye başladığında ayaklarımı kesmeyi bile düşündüm. İrademin tamamını direnmek için kullansam da işe yaradığı yoktu. Verdiğim yoğun çaba sadece kısa bir an duraksamama neden olmuş, beni umutlandıran bu gelişme Şeytanı güldürmüştü. “İnadını takdir ediyorum Küçük Ruh. İnan bana çaban beni epey eğlendiriyor.” Ruhum öfkeyle dolup taşıtı. Ağlamak, bağırıp çağırmak istiyor fakat yapamıyordum. Hapishaneye dönüşen bedenim, bir tabutla toprağın altına gömülmekten binlerce kat beter hissettiriyordu. Olan tek şey düşüncelerimdi ve onu da kaybedeceğim diye ödüm kopuyordu.
Şeytanın ruhumu ezmeye çalıştığını hissediyordum. Sesimi, düşüncelerimi, hislerimi ve bana dair her zerreyi yok etmek için çabalıyordu. Sadece ruhumdan ibarettim, hatta belki bir ruhtan bile daha siliktim ve direnmek beni mahvediyordu. Donarak ölmeden kısa süre önce üzerinize çöken tatlı bir uyku hali çöreklenmemişti bilincime. Fiziksel yorgunluktan bin kat beter olan ruh yorgunluğu beni tüketiyordu. Tepemde akbaba gibi dönen o tatlı uykuya teslim olmak çok cazip geliyordu. Aklımın giderek bulandığını hissedebiliyordum. Direnmeye çalıştığım uykunun beni her an esir alabileceği düşüncesi kanımı donduruyordu. Ağır ağır geçtiğim koridorun sonuna vardığımda açık olan ahşap kapıdan içeri baktım. Evde gergin bir sessizlik hüküm sürse de içeride birilerinin olduğunu biliyordum. Nefes seslerini işitiyor, ruhlarındaki yoğun korkuyu soluyabiliyordum ve bundan zevk duyduğumu hissediyordum. Tüm bunları hissettiğim için kendi bedenimden nefret ettim. Elimden gelse kendi boğazımı kesebilirdim.
Korkuyla dolu odaya adım atan Şeytan hiç de aceleci davranmadan etrafa göz gezdirmeye başladı. Duvarın önünde duran koltuğa uzun ve keyifli bir bakış attığında tüm gücümle bilincime saldırdım. O koltuğun arkasında birileri vardı. Gürültüyü duyduktan sonra korkuyla oraya saklanmış olmalıydılar. Keşke daha iyi bir yere saklansalardı diye düşündüm fakat bedenimi ele geçiren Şeytandan kaçmak imkansıza yakın gibiydi. Koltuğa doğru yürümeye başladığımda aniden soluduğum başka bir kokuyla arkamı döndüm. Tam karşımda beliren adam hiç düşünmeden elindeki hançeri üzerime doğru savurduğunda bedenimi öldürebilmesini tüm kalbimle arzuladım fakat Şeytan sanki bu hamle fazlasıyla yavaşmış gibi elini kaldırıp adamın kalın bileğini havada yakaladı. Uğursuz pençelere dönüşen parmaklarımla adamın bileğini sıkmaya başladığında hançer parmaklarının arasından kaydı. Diğer elimle düşen hançeri havada yakaladığımda adamın gözleri korku ve öfkeyle irileşmişti. “Kimsin sen? Ne istiyorsun?” Arakamızda muhtemelen ailesinin saklandığını bilen adam temkinli davranarak saldırmıyordu. Dudaklarım şeytani bir gülümsemeyle kıvrıldığında kulaklarıma ulaşan sesim bana yabancı geliyordu. “Bir anlaşma yapalım mı küçük insan?” Adam sertçe yutkundu. Ara ara arkama kayan gözlerini fark etmek içimi parçalıyordu.
“Ne anlaşması?” Şeytan adamın bileğini bıraktığında sonunda parmaklarımın daha çok pençeye benzediğini fark etti. Dehşet harelerini sarsa da tepki vermemeyi başardı. “Seni öldürür ve saklanabildiklerini zanneden ailene dokunmam ya da ailecek ölmenizi sağlayabilirim.” Adamın korkusu şimdi daha da büyümüş, gözleri fal taşına dönmüştü. Sertçe yutkunup kısa bir gözlerini yumduğunda verdiği kararı anlayarak dehşete düştüm. Ruhum göz yaşları döküyordu. Kendi vücudum az sonra bir katliam yapacaktı. Şeytanın kimseyi bırakacağı falan yoktu, sadece alay ediyordu. Gözleri dolan adam cevap verecekmiş gibi dudaklarını araladığında konuşmak yerine bir anda üzerime hamle yaptı. Elleri kısa bir an boğazımı sarsa da Şeytan basit bir parmak hareketiyle adamın savrularak duvara çarpmasına neden oldu. Yere yığılan adama yaklaştım. Ayaklarımın dibinde kafasından kanlar akarak ayağa kalkmaya çalışan adama memnun bir ifadeyle bakıyordum. Ruhum parça parça olsa da tüm bunları yapıyordum. “Dur sana yardım edeyim.” diyen sesimden nefret ettim. Adamı kabaca ensesinden tutup ayağa kaldırdım. Şiddetli darbe yüzünden ayakta benim sayemde zar zor durabiliyordu. Kulağına doğru yaklaşıp “herhalde yalan söylediğimi anlamışsındır.” dedim. Çaresizce direnmeye çalışan adam yapma diyerek yalvarsa da Şeytan umursamıyor aksine tüm bunlardan keyif alıyordu.
Boşta kalan elimi adamın karnına koyduğumda kaskatı kesildim. Sivri pençelerini bir anda adamın karnına saplayıp kâğıt keser gibi yukarı doğru kaydırdığında şayet kontrol bende olsaydı kusabilirdim. Adamın göğsünde kendi ellerimle açtığım devasa yarıklar vardı. Tamamen hareketsiz kalan adamı çöp parçasıymış gibi kenara fırlattığımda tiz bir çığlık kulaklarımı doldur. “Babaaaa!” Küçük bir kız koltuğun arakasından çıkmış öldürdüğüm babasına doğru koşuyordu. Arkasından bağıran annesi de kendini açık etmişti. O da kızına doğru koşarken ikisinin gözleri yaşlarla doluydu. Bu dehşet dolu anın Şeytana verdiği zevk iğrençti. Az önce elbiseme sıkıştırdığım hançeri kavradı parmaklarım. Gözlerim babasına doğru koşan küçük kızı izlerken dudaklarım kıvrıldı. Tam önüme gelen kız babasına koşmayı bıraktı. Annesi çığlık atarken tiz bir kahkaha atıp hançeri geri çektim ve tekrar sapladım. Küçük kızın bedeni ayaklarımın dibine yığıldığında annesi dizlerinin üzerine çöküp kızının bedenini kavradı. Çığlıkları ve kederle dolu gözyaşlarını işittikçe aklımı kaybediyordum. Bu kan gölünü ben yaratmıştım, bir aileyi keyifle yok etmiştim. Ölmek istiyordum, yok olup gitmek istiyordum. Katlanamıyordum.
Bir annenin acı dolu feryatlarını keyifle dinlerken işittiğim adım sesleri Şeytanı harekete geçirdi. “Anlaşılan sevgilin peşimizi bırakmayacak. Planlarımda bir tanrı öldürmek yok ama seninki şansını epey zorluyor.” Çığlıklar attım, her hücremle direnmeye çalıştım. Şeytan yerdeki kadını kabaca tutup kaldırdı ve simsiyah pençelerini boğazına yaslayarak kapıdan uzaklaştırdı. Kadın çığlıklar atılıp debelense de kurtulamıyor Sioram diyerek bağırıyordu. Yerde kanlar içinde yatan kızın adı Siora olmalıydı, hayatını aldığım küçük kızın. Kan kırmızı gücünü parmaklarında toplayan Şeytan kısa bir hamleyle tam karşıma gücüyle aynı renkte, nerdeyse şeffaf bir duvar çekti. Yanılmasını umsam da kapıda Aren belirdiğinde korku benden geriye kalan her şeyi sarmaladı. Kendi ellerimle yaptığım katliama acıyla baktı. “Bırak onu.” Bedenimin kontrolü bende olmasa da içerde bir yerde olduğumu umuyor olacak ki sesi sakin ve yatıştırıcıydı. Bana ulaşmak ister gibiydi. Ne yazık ki ben ona ulaşamıyordum. “Lütfen.” dedi kadın korkuyla. Aren bana ulaşmayı umsa da temkinli davranıyor, dikkatle hareketlerimi izliyordu. “Kızımı kurtarın.” Yaşlarla dolu gözlerini kanlar içinde yatan kızına çevirdi. Kadın kendi için değil kızı için yardım istiyordu. Yaşıyor gibi görünmeyen kızının kurtarılmasını umut ediyordu. “Yalvarırım Siora’mı kurtarın.” Annenin yakarışı beni mahvediyordu.
Aren tereddütle yalvaran kadına, yerde kanlar içinde yatan bedenlere ve bana bakıyordu. Parmaklarının titrediğini ve gücünün elinde yoğunlaştığını fark ettim. Saldırmakta kararsız görünüyordu çünkü saldıracağı kişi bendim. En azından benim bedenimdi. Öpüp kokladığı bedenime zarar vermek istemiyordu ve daha da kötüsü beni kurtarabileceğini umut ediyordu. Şeytanı bedenimden atarım ya da en azından yeniden kendimi kontrol edebilirim sanıyordu. Oysa bu safça bir umuttan başka bir şey değildi. Şeytanı bedenimden atmam mümkün değildi. Onun ruhu yalnızca bedenime değil ruhuma da tutunuyordu. Şu andan itibaren yapabileceğim tek şey kısa süreliğine de olsa kontrolümü yeninden kazanmaktı ve bu olduğu anda artık ne benim ne de şeytan için bir beden olacaktı. Gücü parmaklarının arasında titreşirken gergin omuzları gevşedi ve “yalvarırım.” dedi. Şok içinde bu iğrenç yaratığa yalvaran Aren’e bakakaldım. Kahretsin! Şeytan sırf benim bedenimde olduğu için ona yalvarmıştı. Bu korkunç duruma ben sebep olmuştum. “Kadını bırak.” Şeytan hiç duymadığı kadar büyük bir hazla gülümsedi. Bir tanrının kendine yalvarmasından duyduğu yoğun zevk midemi altüst etti. Hissettiklerinin farkında olmaktan nefret ediyordum.
“Elbette.” dedi ve pençeler kadının boğazını boydan boya yardı. Aren öfkeyle aramızdaki kırmızı duvara saldırsa da çabası sonuç vermediği gibi Şeytanı daha da eğlendiriyordu. Pençelerinin arasında muazzam gücü cızırdamaya başladığında şayet bedenimi kontrol edebilseydim kalbim durabilirdi. “Yapma.” Çığlık atıyor, durması için yalvarıyordum. “Bir Koruyucu ve tanrının yakarışlarını dinlemek ne de hoşmuş.” Sustum. Saf kötülükle yoğrulan bir canavara yalvarmanın faydası yoktu. Tüm gücümle direndim. Bilincime hükmetmek için sahip olduğum her şeyi kullandım. Aren duvarı kırmak için ardı ardına gücünü kullanırken Şeytanın aniden duvarı kaldırmasıyla yoğun güç dalgalarından biri tam yanımdan geçti. Aren durdu. Artık saldırmıyordu. Yapabilirdi, beni öldürerek henüz tam potansiyelinde olmayan Şeytanı yok edecek güce sahipti fakat yapmıyordu. Bunun aklının ucundan dahi geçtiğini sanmıyordum. Ne olursa olsun bana zarar vermek istemiyordu lakin ben istiyordum ve verecektim. Şeytan elimde yoğunlaştırdığı gücünü müthiş bir hızla Aren’e doğru savurdu. Bedenine çarpan güçle dizlerinin üzerine yığılan Aren’in ağzından kan boşaldı. Gördüğüm manzarayla deliye döndüm.
Nedensizce kürek kemiğimde baş gösteren yoğun acının sebebini anlamış değildim fakat bu beklenmedik durum Şeytanı afallatmıştı. Artık odağı ne Aren ne de bilincimdi. Pençesini omzuna doğru atarak inlemesine neden olan acının sebebini anlamaya çalışıyordu. Şeytanın bile canını yakan bu yoğun acıyı fırsata çevirerek tüm odağımı bilincime verdim. Şeytan canını yakan şeyi ararken ben de bedenimin kontrolü için varımla yoğumla savaştım. Bir perdenin arakasından bakıyormuşum gibi olan bilincim yavaş yavaş netleşmeye başladı. Bedenimin bazı noktalarını yeniden hissetmeye başladığımda göğsümü dolduran sevinç değil yoğun bir kederdi. “Bana direnebileceğini mi sanıyorsun?” Durumu fark eden Şeytan ruhuma karşı savaş açtı. İkimiz de kontrol için savaşırken ayağa kalkan Aren dudağına bulaşan kanı koluyla sildi. Ruhum her an dağılıp gidecek gibi hissediyor fakat durmuyordum. Şayet şimdi başaramazsam bir daha şansım olmayacaktı. Kürek kemiğimdeki yoğun acı Şeytanın odaklanmasını zorlaştırırken tüm gücümle saldırmaya devam ettim. Verdiğim soyut savaş ruhumu tüketiyordu.
Pençelere dönüşen parmaklarım usulca normal haline dönmeye başladığında daha da hırslı saldırdım. Kontrol Şeytanın parmaklarından usulca kayıp bana doğru süzülüyordu. Aren sarsılan bedenimi gergince izlerken son bir çabayla Şeytanı püskürttüm. Yeniden kontrolüme geçen bedenimi hissettiğim ilk an düşecek gibi oldum. Bu benim tek fırsatımdı. Şeytanın kontrolü yeniden almak için ruhumla savaştığını hissediyordum ve yenilmem çok uzun sürmeyecek gibiydi. Şimdi dudaklarım donuk halde, kederle sarmalanan gözlerim dolu vaziyetteydi. Aren’e son kez bakarken temkinle ve umut dolu sesiyle “Ay Işığı.” dedi ve öksürerek kan kustu. Dudaklarını bir kez daha silip bana doğru bir adım attığında ona son kez bakıp koşarak evden çıktım. Ağaçların arasından hızla geçerken gözyaşlarım durmak bilmiyordu. Göğsüm deliniyor gibi hissediyordum. Yaptıklarımı hatırlamak beni öldürüyordu. Evime son kez uğrayıp Şeytanın yok edecek kadar güçlenemediği hançeri aldım. Uçurumun kenarına vardığımda hayatımın bu şekilde biteceğini bilmenin verdiği acıyla çığlık attım. Uzaktan Aren’in varlığını hissettiğimde aramıza bir duvar ördüm. Karşıma geçip göz yaşları içinde bana yalvardı. Yapmamam için söylediği onca şeye rağmen hançeri göğsüme doğrulttum.
Bu şekilde yaşamam mümkün değildi. Şeytan bir gün ruhumdan geriye kalanları yok edecek ve tam gücüne ulaştığında her şeyi yok edecekti. Ben bugün bir aileyi yok etmiştim, ben bugün sevdiğim adama kan kusturmuştum. Yaşayamazdım. Ne kadar çok istesem de yapamazdım. Her şeyden çok Aren’e zarar verme düşüncesi korkutuyordu beni. Ödüm patlıyordu ona bir şey olacak diye. Sevdiğim adamı kedere boğacağımı bile bile hançeri göğsüme sapladım. Herkes yaşasın diye kendimi öldürdüm. En çok da Aren yaşasın diye kendimi öldürdüm.
❄️❄️❄️
Silva
Kandırılmıştım.
Kahrolası Şeytan beni kandırmıştı. Lanet yaratık kendi doğasını öyle bir maskelemişti ki aslında ne olduğunu Koruyucu olmama rağmen anlayamamıştım ve en kötüsü ona güvenmiştim. Bir aptal gibi ona inanmış, dediklerini yapmıştım. Gücümü kontrol etmek için ondan yardım istemiştim. Tarihin en aptal ve korkunç Koruyucusu bendim. Şimdi asıl varlığını gizlemeyen Şeytanın yoğun gücünü hissediyordum. Midem bulanıyordu, o kahrolası yaratığı hissetmek midemi altüst ediyordu. Onun yüzünden intihar etmiştim ben. Başka açıklaması olamazdı. Ragaz ve Jieli’nin ailesini kendi ellerimle öldürmüştüm ve kim bilir daha neler yapmıştım. Kahretsin ki hatırlamıyordum. Şeytana dair hatırladığım hiçbir şey yoktu. Neden hatırlamadığımı anlayamıyordum. Gerçi artık önemi olup olmadığını da bilmiyordum. Zahel’in gösterdikleri kanımın çekilmesine yetmişken dahasını hatırlasam ne olacağını hayal edemiyordum. Belki Zahel o anıyı bile eksik göstermişti. Lanet olsun! Aklımı kaçıracaktım.
Kafamı kaldırıp bunca zamandır her şeyi bilen ama tek kelime etmeyen Zahel’e baktım. Gözlerinde acı vardı fakat zerre pişmanlık yoktu. Gerçeği benden sakladığı için hiç pişmanlık duymuyordu. Kaşlarımı çatıp gözlerimi kaçırdım. Bu kadar önemli bir şeyi benden sakladığı için kızgındım ve hala anlamadığım şeyler vardı. Ensemdeki o lanet işaret yoktu. Ne yaşadığım diğer dünyada ne de burada o işareti hiç görmemiştim. Oysa Şeytan hala ruhuma tutunuyordu, işaretin olması gerekiyordu. Bir an sonra farkına vardığım gerçekle adeta buz kestim. Kaçırdığım gözlerimi yeniden Zahel’e çevirdim. Üzerindeki yakalı cekete baktım. Özellikle giydiği yakalı ceket, ensesindeki işareti gizlemek için giydiği ceket. Göğsümde koca bir oyuk açıldı, nefes alamadım. Ellerim titriyordu, gözlerim titriyordu. Yanaklarımdan yaşlar süzülürken Zahel bana kıyamayan gözlerle baktı. Başını ağlama der gibi salladığında varlığımdan nefret ettim. Her tanrı mühürleneceği kişiye dair bazı şeyler taşırdı. Bir iz, bir yetenek, bir huy. Zahel bana dair o korkunç işareti taşıyordu. Bu kaderin iğrenç bir şakası olmalıydı. Bu kahrolası bir saçmalık olmalıydı!
Doğduğu gün, doğacağım gün Şeytanın ruhuyla birleşeceğimi bilen kader Zahel’u bunu mu vermişti? Bana dair taşıdığı şey nefret ettiğim ve yok olması için kendi canımı aldığım Şeytanın işareti miydi? Doğduğu günden beri yaşadığı her şeyin sorumlusu bendim. Ailesinin ondan nefret etmesinin, zindana kapatılmasının, gördüğü işkencelerin, kendi halkının ondan nefret etmesinin suçlusu bendim. Halkı onu taş yağmuruna tutarken bedenine siper olduğum günü anımsadım. Kendi sebep olduğum nefretten onu korumaya çalışmıştım. Kim bilir ne düşünmüştü. Başına gelen her şeyin suçlusu ona siper olmuştu. Önceki hayatımda bana kendisini başka biri olarak tanıtmasının nedeni de bendim. Diğer herkes gibi ondan nefret edeceğimi düşünerek bana yalan söylemiş ve yalanlarla bezeli diliyle beni sevdiğini hiç dile getirmemişti. Beni sevdiğini hiç söylememesine sitem edip durmuştum sürekli. Oysa bunun da sebebi bendim. Anılarını görünce babasından ve annesinden nasıl nefret ettiğimi hatırladım. Nasıl öfkelendiğimi ve Zahel’e yaşattıkları her şeyi onlara yaşatmak istediğimi hatırladım. O öfkeyi de tüm o işkenceleri de hak eden tek kişi bendim. Babası ondan nefret ediyorsa suçlusu bendim, annesi ondan nefret ediyorsa suçlusu bendim. Zahel’i yetim ve öksüz bırakan aslında bendim. Utanç içinde başımı eğdim. Bu saatten sonra yüzüne bakacak yüzüm yoktu
“Ne demek benmişim? Aklını mı oynattın sen?” Azel’in boğuk çıkan sesiyle sorduğu soruya cevap vermedim. “Çöz lan bizi!” Nowa’nın bağrışı kafası tamamen karışmış gibi duran Ragaz’ı harekete geçirdi. Hızlıca Nowa’yı sonra da Valeria’ya çözdü. Nowa gözlerini güç bela açık tutan Jieli’ye koşarken Valeria da Azel’i çözdü. “Çıkmamız lazım.” deyip Jieli’yi kucaklayan Nowa’nın bunu kime söylediğinden emin değildim. İplerinden kurtulan Azel Valeria’nın desteğiyle yanımıza gelip Zahel’in zincirlerini çözdü. Geriye bir tek ben kalmıştım. Zahel “iyi misin Ay Işığı?” deyip ipleri çözmeye yeltendiğinde yüzüne bakmadan “yapma.” dedim. Nowa mağaranın çıkışında kaybolurken Ragaz da onun peşinden koştu. “Gitmemiz gerek.” Israrına karşılık “yapma dedim!” diyerek çıkıştım. Sert sesim Azel ve Valeria’yı şaşkına çevirmişti. Zahel’se ne diyeceğini bilmez halde yüzüme bakıyordu. “Yengecim keçileri mi kaçırdın? Ne halt edeceksin burada kalıp? Bak yaralıyım zaten çıkalım şuradan.” Elini yarasına bastırırken Valeria’nın desteğiyle ayakta durabiliyordu. “Abini de alıp çıkın buradan.” Valeria ve Azel anlamaz gözlerle birbirine baktı. Onlara bakıyor Zahel’den gözlerimi özellikle kaçırıyordum.
“Seni burada mı bırakalım yengecim? Kafayı mı yedin? Abi çözsene karını. Davetiye mi bekliyorsun.” Zahel öylece bana bakmaya devam etti. İplerimi çözmüyor, tek kelime etmiyordu. Dişlerini sıkarak bana bakıyordu yalnızca. “Bırakın.” dedim buz gibi bir sesle. Kan kaybetmesine rağmen benimle inatlaşmasını aklım almıyordu. “Silva neler oluyor?” “Lütfen Valeria onları al ve çıkın buradan.” Ne olacağını kestiremezken burada olmalarını istemiyordum. Şeytan bilincimle savaşa girmişken onlara zarar vermekten korkuyordum. “Hayatta bırakmam seni.” Azel’in inadı beni delirtiyordu. Dişlerimi sıkarak acıyla kasılan suratına baktım. “Ya çok sevdiğin abinin zindanlara kapatılıp yıllarca işkence görmesine sebep olanın ben olduğumu söylersem.” Donup kaldı. İkisi de şok olmuş halde suratıma bakarken Zahel “senin suçun değil.” dedi. Hayır, benim suçumdu ama onunla inatlaşmadım. Tek istediğim gitmeleriydi. “O-olamaz.” dedi Azel şaşkınlığını üzerinden atamadan. “O zamanlar sen yoktun ki. Nasıl senin yüzünden olsun? Saçmalıyorsun” Bana şüpheyle bakıyordu. Doğru söylediğime inanmıyor ya da inanmak istemiyordu.
“Enseme bak.” dedim tereddüt etmeden. Birkaç gündür ensemde hissettiğim ağrının sebebini artık tahmin edebiliyordum. Şeytanın bedenimde varlığını güçlendirmesiyle ve geçmişimi hatırlamamla işaret de yeniden ortaya çıkmış olmalıydı. Azel kaşlarını çatarak ve tereddütle hareket ettiğinde Zahel “sakın!” diyerek çıkışıp önünü kesti. Azel bir bana bir abisine bakarken kafası tamamen karışmış haldeydi. Zahel görmelerini kesinlikle istemiyordu. “Şeytanın ruhunu taşıyan hiçbir zaman Zahel olmadı. O kişi başından beri bendim. Gerçek işaret benim ensemde.” Zahel hoşnutsuzca yüzünü buruşturup gözlerini kardeşinden kaçırdı. Valeria şok olmuş halde bana bakarken duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Azel tamamen donup kalmıştı. Hareleri benle abisi arasında gidip gelirken ne düşündüğünü tahmin bile edemiyordum. Artık tutmadığı yarasından kan sızmaya devam ederken teni giderek solgunlaşıyordu. Alnında terler birikmeye başlamış dudakları kurumuştu. Acı bedeninin kasılmasına neden oluyordu. “Hiç-hiç komik değil.” Sesi titriyordu. Böylesi bir şeyin mümkün olduğuna inanamıyordu. “Silva sen ne dediğinin farkında mısın?” Valeria’ya donuk gözlerle baktım. Sessizliğim nahoş bir cevaptı ve kaşlarının bükülmesine neden olmuştu.
“O-olamaz- olamaz ki.” Azel Valeria’nın desteğinden kurtulup şuursuzca bana doğru hareketlendi. Abisini omuzundan kenara ittiğinde Zahel karşı koymadı, sessizce durumu kabullendi. Artık gerçeği bilen tek kişi o değildi. Arkama geçip saçlarımı omzumun üzerine ittiğinde saçma bir umutla tekledi kalbim. Buz gibi parmakları ensemdeki saçları kenara itti ve öylece kaldı. Yüzünü göremiyordum fakat sessizlikten işaretin artık orda olduğunu anlamıştım. Zahel hayatını mahveden işaretin aslı şimdi benim bedenimdeydi. “Çıkın artık buradan.” Valeria diğerlerinden daha sağduyulu davranarak Azel’e yeniden destek verdi ve çıkışa doğru yöneldiler. “Hayır.” Daha birkaç adım atmışlardı ki durdular. “Gitmiyorum.” Valeria’dan sıyırılıp bana döndü. İnatları canımı sıkmaya başlamıştı. “Sana mühürlü diye.” dedi boğuk bir sesle. Kısa bir öksürük krizi devam etmesini engellese de durmadı. “Beni abime düşman etmeye çalışan herkes onun Şeytan olduğunu söylemişti. Onları inanmayı reddettiğimde her seferde ensesindeki o işareti hatırlıyordum. Aklımı bu sayede bulandırmayı başarabilmişlerdi. Eğer..” Dudaklarını sıkarken kaşları karmaşık duyguların etkisiyle çatıldı.
Yoğun acı yüzünün buruşmasına neden oluyordu fakat kaynağının hançer yarası mı yoksa gerçekler mi olduğunu kestiremiyordum. “Eğer sen olmasaydın böyle olmazdı.” “Azel sus!” Zahel’in kükreyişi hepimizi ürkütse de Azel’in haklı olduğu gerçeği değişmiyordu. Abisini o kadar severken manipüle olmasının tek sebebi bendim. Azel’in, aklını karıştıran tek şey o işaretti, abisinin benim yüzümden taşımak zorunda kaldığı işaret. “Yalan mı?” diyerek abisine aynı şekilde karşılık verdi. “Yaşadığın her şey, katlandığın tüm o eziyetler, işittiğin tüm hakaretler onun yüzünden. Seni ona mühürleyen kadere lanet olsun.” “Azel!!!” Zahel öyle bir bağırmıştı ki hepimiz açıkça afallayıp kalmıştık. Kontrol etmekte zorlandığı öfkesi gücünün kısa bir anlığına bedenini sarmalamasına neden olsa da kısa sürede geri çekilmişti. “Valeria gidin.” “Gitmiyoruz.” diyerek koluna girmeye çalışan Valeria’ya engel oldu. Öfkesi bana karşıydı ve haklıydı da fakat hiç sırası değildi. Bilincimdeki baskı artık daha şiddetli hale gelmişti. “İzlemek oldukça keyifli.” Elianther’ın daha doğrusu Şeytanın sesini kafamın içinde duyduğumda yüzümü buruşturdum. Acımızdan zevk alıyor oluşu öfkemi harlıyor bedenime tutunan ruhunu parçalama isteği doğuruyordu.
“Bana karşı koyabileceğini sanman ne kadar aptalca.” “Beni bir kez daha kullanmana izin vermeyeceğim.” Kafamın içinde kahkaha sesi yankılandı. Bilincimin duvarlarını tek tek yıkarken irademin her zerresiyle karşı koymaya çalışıyordum. Zahel ve Azel tartışıp duruyordu fakat ne konuştuklarına odaklanamıyordum. Bilincimin duvarlarını güçlendirip yıkılan her duvarı tuğla tuğla tekrar örmeye çalışıyordum. Koyduğum her tuğlada Şeytanın ruhunda artan huzursuzluğu hissedebiliyordum. Sandığının aksine ona karşı koyabiliyordum. Bir tuğla, bir tuğla ve bir tuğla daha. Bilincim adım adım güçlenirken ruhen verdiğim savaş bedenimi ter içinde bırakmıştı. Parmaklarım uyuşmuş saçlarım alnıma yapışmıştı. Vücudum patlayacakmış gibi hissetsem de durmadım. Zira en ufak duraksama tüm kontrolü yitirmeme neden olabilirdi. Şeytanın ruhundan yayılan yoğun öfkeyi hissediyordum. Karşı koyabildiğim için epey hoşnutsuzdu. Dişlerim artık sıkmaktan kırılacak raddeye geldiğinde Şeytanın “eskiden daha zayıftın.” diyen sesini duydum. Eskiden zayıf olduğum için kendime kızsam mı yoksa artık güçlü olduğum için sevinsem mi bilemedim.
“Ve şimdi güçlüsün ama bunu kimin sağladığını unutuyorsun.” Bir anda yoğun ve baskıcı güç ördüğüm duvarı paramparça etti. Şeytanın uydurduğu Elianther saçmalığına inanıp beni eğitmesine müsaade ettiğim için kendime lanetler yağdırdım. Gücümü nasıl kontrol ettiğimi benim kadar iyi biliyordu ve kim bilir eğitim adı altında bana neler yapmıştı. İkinci bir duvarım da paramparça olduğunda korkuyla bilincimi korumaya devam ettim. Ayakta kalan duvarlarımı olağanca gücümle kuvvetlendirirken bir duvar daha paramparça oldu. Dudaklarımdan bir çığlık sıyrıldığında tüm gözler üzerime döndü. Dışarıdan nedensizce açı çekiyor ve debeleniyor gibi görünsem de aslında içimde büyük bir savaş veriyordum. “Ay Işığı bana bak lütfen. Yapabilirsin, direnebilirsin.” Zahel’in bana duyduğu inancın şu an üzerimde hiçbir etkisi yoktu. Ben onun hayatının mahvolmasına neden olmuşken bana inanmasını istemiyor, bunu kaldıramıyordum. Şeytanın yoğun gücü sıradaki duvarı kırmak için uğraşıyordu fakat bu sefer diğerleri kadar kolay değildi. Varımla yoğumla güçlendirdiğim duvarı geçemiyordu. Yine tıkanıp kalmıştı ama buna daha ne kadar dayanırdım bilmiyordum.
“Karşı koyabiliyorsun.” dedi alay ve hoşnutsuzluk karışımı bir sesle. “Bu sefer izin vermeyeceğim.” Karşılıklı olarak gücümüzü arttırdık. Ne o duvarımı kırabiliyordu ne de ben direnmeyi bırakıyordum. “Bu sefer.” dedi mırıldanır gibi. Lanet sesini kafamın içinde duymak istemiyordum. “Geçen sefer Reyena bu sefer Silva.” Kaşlarımı çatsam da dikkatimi dağıtmasına izin vermedim. Bunu istiyordu ama müsaade etmeyecektim. Hiçbir saçmalığı kendimi kaybetmeme neden olamazdı. “Sence nasıl yeniden doğabildin?” Kanımın çekildiğini hissettim. Gerçekten biliyor olabilir miydi? Yeniden doğmak imkansızken bunun nasıl olduğunu bilebilir miydi? “Evet, Silva biliyorum.” Kalbim yerinden fırlayacak gibi çarparken duvarlarımı sabit tutmakta zorlanmaya başlıyordum. Dikkatimi toplamak için uğraşsam da merak içimi kemirip duruyordu. “Sen yeniden doğabil diye mühürlün, senin yüzünden oğlunu sevmeyen öz babasını katletti.” Fal taşı misali aşılan gözlerim Zahel’in üzerinde donup kaldı. “Yalan söylüyorsun.” diye haykırdım kafamın içinde.
Birini öldürerek başka birini hayata döndürmek mümkün değildi. En azından öyle olduğunu sanıyordum. Zahel’in babasını öldürmesine imkân yoktu. Zaten ölü olan birini nasıl öldürebilirdi ki? “Tanrıların masasına zehir sunduğun için zindanlara indirildiğin zaman dikkatini çeken kapıyı hatırlıyorsundur.” Evet, lanet olsun ki o kapıyı hatırlıyordum. Ağır metal kapı sıradan görünmesine rağmen garip bir şekilde dikkatimi çekmiş içimde anlamlandıramadığım bir his uyandırmıştı. “Mühürlünün babası sen intihar edene dek orada kilitliydi. Aptal tanrıların saldırısında ölmedi Silva. Onu seni hayata döndürmek için mühürlün öldürdü.” Boğazıma oturan koca bir yumru ve beni mahveden gerçeklerle dizlerim titriyordu. Dolu dolu olan gözlerimle babasını öldüremediğini umduğum Zahel’e baktım. Babasız büyümesinin ve babasının onu sevememesinin nedeni benken benim için onu öldürmemiş olmasını umdum. Bunu hak etmiyordum, hem de zere kadar hak etmiyordum.
“Baban…” dedim titreyen sesimle. Sormaya dilim varmıyordu. Burnumun direği sızlıyor yanaklarımdan sıcak damlalar kayıyordu. Babasından bahsedilmesiyle kaşları huzursuzca çatılan Zahel merakla devam etmemi bekliyordu. Benzer şekilde Azel da bana bakıyor neden aniden babasından bahsettiğimi anlamaya uğraşıyordu. “Tanrıların saldırısından sağ çıkmayı başardı mı?” Azel çehresine yansıyan kafa karışıklığıyla abisinden gelecek cevabı bekliyordu. O cevaba en çok benim ihtiyacım vardı. Hayır demesine her şeyden çok ihtiyacım vardı. İşkence gibi gelen uzun sessizlikten sonra Zahel cevap vermekten hiç memnun değil gibi gözlerini kapatarak tek kelime etti. “Evet.” Ve ben verdiğim savaşta mağlup çıktım. Yüreğimi parçalayıp götüren gerçek bütün duvarlarımı tuzla buz etti. Hiç var olmamış olmayı tüm kalbimle diledim.
Ben sadece varlığımla Sideras ailesini mahvetmiştim. Kılımı dahi kıpırdatmamıştım. Yalnızca nefes almam yetmişti.
Ben sevdiğim adamın en şanssız yanıydım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 42.39k Okunma |
5.41k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |