
Hepinize keyifli okumalar. Oy verip yorum yapmayı ve beni takip etmeyi unutmayın. Seviliyorsunuz❤️
Silva
Odanın sıcaklığına rağmen tüylerim diken diken olmuştu. Soğuk bir ürperti derimin altına amansızca işlerken bu anda donup kalmıştık. İkimiz de kaskatı kesilmiş vaziyette birbirimize bakıyorduk. Öyle ki aldığımız soluklar göğsümüzün hareket etmesine sebep olmasa gerçekten donup kaldığımızı bile düşünebilirdim. Zahel’in gözlerini bürüyen öfke yok olmuş değildi ve saniyeler önce dudaklarından dökülen sözcükler gerçekti. Ruhumda buz gibi bir rüzgar estiren o sözleri gerçekten söylemişti. Diyarı yakıp yok etmekten bahsetmişti ve ciddiydi. Ne zerre tereddüt etmiş ne de pişman olmuştu. Aksine kararlılığını gözleriyle, ifadesiyle gayet açıkça belli ediyordu. Sanki karşımda Zahel değil de başka biri vardı. Öfkeden koyulaşan siyah harelerine bakarken orda Zahel’i arıyordum. Karşımdaydı lakin Zahel olmaktan çok uzak gibiydi. Bense kendini öldürmeye çalışan insanları bağışlayan adamı arıyordum.
Hayır, lanet olsun ki tek yaptığım kendimi avutmaya çalışmaktı. Ben kapkara kesilen bu gözlerde yatan başka biri olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Bunca zaman inatla onun Şeytanla bir bağı olmadığını savunmuştum ama şimdi… Az önce söyledikleri şüpheyi ölümcül bir zehre çevirip damarlarıma salıvermişti. Her şey tenindeki o saçma işaretin suçuydu. İnsanların ona canavar gözüyle bakmasının hatta Zahel’in kendini şeytan olarak görmesinin sorumlusu oydu. Nedenini anlayamıyordum. Hiç kimse değil de neden o? Neden o bu karanlık varlığın işaretiyle doğmuştu ki? Bu soru her zaman zihnimin bir köşesinde yatsa da bugüne kadar pek eşelememiştim ama şimdi cevabı her şeyden çok merak ediyordum. Zahel’in gerçekten de Şeytanı bedeninde taşıdığına inanmak istemiyordum. Zaten böyle bir şeyin nasıl mümkün olmuş olabileceğini de aklım almıyordu. Atalarımın o karanlık varlığı yok ettiğinden emindim. Öyleyse neden?
İçimi dolduran huzursuzluk dizginlenemez bir boyuta ulaşıyordu. Kafamı duvara vurarak parçalamak ve Zahel’in gerçekten de Şeytan olabileceği düşüncesinden kurtulmak istiyordum. Hayır, kesinlikle fazla abartıyordum. Zahel sadece geçmişten gelen korkuları ve güvensizliği yüzünden öfkelenmiş ve bunları da öfkeyle söylemişti. Gayet basit olan bir durumu yok yere karmaşık bir hale sokuyordum. En azından öyle olmasını umuyordum. “Kimseden vazgeçtiğim yok Zahel.” dedim kısık çıkan sesimle. İkimizin arasında müthiş bir gerilim vardı ve bunun bir an önce son bulmasını diliyordum. Daha yeni yeni işler yoluna girmeye başlamışken bir anda üzerimize çöken bu karabulutlar tüm neşemizi alıp gitmişti. Gözlerini bir anlığına kapatan Zahel sıktığı yumruklarını gevşetti. Öfkeden kasılan bedeni de usulca gevşerken gözlerini araladığında rahat bir soluk verdim. Yıldızsız bir göğü andıran bu gözlerde yine tanıdığım adam vardı. “Dediğim gibi vazgeçemezsin zaten.” dedi belli belirsiz bir gülümsemeyle ama bu pek de normal bir gülümseme gibi değildi. Kesinlikle altında yatan bir anlam vardı ama şimdi deşmeye çalışıp da ortamı yeninden kızıştırmak istemiyordum. “Ne demek istediğini bilmiyorum ama bana güvenmelisin.” dedim yatıştırıcı bir tonlamayla. “Daha önce yaptığım hatayı tekrar etmeyeceğim.”
Sesimde şüphesiz bir kararlılık olsa da Zahel zerre etkilenmiş değildi. Gözleri… bana inanmıyor gibi bakıyordu. Sertçe yutkunduğumda Zahel “Koruyucu hünerlerini ne zaman göstereceksin?” diyerek konuyu tamamen değiştirdi. Zihnim tamamıyla bir enkaza dönüşse de ona ayak uydurmaya karar verdim. Bana bazı şüpheler aşılasa da bunların asılsız olduğundan emindim. Diğer konuştuklarımızsa sadece varsayımlardı. Zahel korkusu yüzünden bunları sorma ihtiyacı hissetmiş ve içimi ürperten o sözleri söylemişti. Dile getirmekle eyleme dökmek bambaşka şeylerken bunları düşünerek canımı sıkmak istemiyordum. En azından bir süreliğini, üstelik de ona daha yeni kavuşmuşken, bu meseleleri erteleyebilirdik. Muzır bir gülümseme sunarken “şey azıcık paslanmış olabilirim.” dedim. Usulca sol elimi kavrayıp üzerine nazik bir öpücük kondurduktan sonra başını kaldırıp “ellerinin marifetlerinden hiç şüphem yok.” dedi ve yanaklarımın saniye saniye nasıl kızardığını hissettim. Söyledikleri ve dudaklarındaki şüpheli gülümsemeyle neyi kastettiği muğlaktı. Güçlerimden bahsediyor gibi dursa da içimden bir ses şu anda aklında farklı hatıraların döndüğünü söylüyordu. Zira şu an benim de aklımda da o hatırlar dönüyordu.
Önceki yaşantımda çoğu kez yatağımı Zahel’le paylamış ihtiras dolu anlar yaşamamıza müsaade etmiştim. Ve ellerim… kahretsin ellerimi hiçbir zaman yerinde tutmayı becerememiştim. Ellerimin her fırsatta Zahel’in kemerine oradan de fermuarına ulaştığını gayet net hatırlıyordum. “Otur da ne kadar marifetliyim görelim.” deyip onu yatağa çektim. Aksi halde pek de iyi şeyler olmayacaktı. Zahel’in yara bere içindeki sırtı yeninden görüş açıma girmiş olsa da kalp atışlarım hala düzene girebilmiş değildi. Ellerimi sırtına yerleştirip gücüme ulaşmaya çalışsam da bunu becermem pek de kısa sürmedi. Ateşler içinde kalan yanaklarımın soğuması ve kalbimin normal ritmine dönmesi sandığımdan uzun sürdü. Sonunda ulaşmayı başardığım gücümü bir iplik gibi yavaşça çekerek şifaya dönüşmesini sağlamaya başladım. Parmaklarımın altındaki yaraları sinir bozan bir yavaşlıkta kapanırken Zahel’in sırtı kasılıp duruyordu. Hiç sesini çıkarmıyor olmasa da bu süreç canını yakıyordu. Canı yansın istemiyordum ama iyileşmesi için canını yakmam gerekiyordu.
Ufak tefek yaralar dışındaki tüm yaralarını iyileştirmem sandığımdan çok uzun sürmüştü. Sadece sırtındaki kırbaç yaralarını kapatmam saatlerimi almıştı. Gücü şifaya dönüştürmek her zaman zorlu bir süreç olmuştu. Basit bir yarayı kapatmak bile çok fazla çaba gerektirirken ben onlarca derin kırbaç yarasını iyileştirmeye çalışmıştım. İyileştirmesine iyileştirmiştim ama tamamen tükenmiştim de. Sırtındaki tüm yaraları kapattığımda rahat bir nefes almıştım ama sonrası yoktu. O kadar bitkin düşmüştüm ki en sonunda bayılıp kalmıştım. Kendime geldiğimde yatakta uzanıyordum ve gece yarısını çoktan geçmiştik. Baygın olduğum esnada Sofia yiyecek bir şeylerle bizim için uygun kıyafetler getirmişti. Zahel üzerini değiştirmiş lakin yemeklere dokunmamıştı. Kendime geldiğimde birlikte bir şeyler yemiş sonra da tartışmaya başlamıştık. Zahel’i diğer yaralarını da iyileştirmem için ikna etmem çok zor olmuştu. İnadını kırmak için çok fazla uğraşmam gerekmişti. Öyle ki bir yerden sonra konuşmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. Neyse ki savaşımızın galibi ben olmuştum ve şimdi Zahel ufak tefek yaraları hariç tamamen iyi durumdaydı.
“Bitti.” dedim neşe ve yorgunluk karışımı bir sesle. Gücümü bu denli yoğun kullanabilmiş olmak çok iyi hissettiriyordu. Tabi bayılmak gibi ufak bir pürüz yaşamıştık ama o kadarı da olur. Neşeli gülüşüme ufak bir tebessümle karşılık verirken avucunu yanağıma yerleştirip baş parmağıyla tenimi okşadı. “Ellerinin marifetinden şüphem olmadığını söylemiştim.” Saatler önceki utanç dalgası yeninden üzerime vururken nefes alışverişlerim sıklaşmaya başladı. Loş ışık kızaran yanaklarımı gözlerden saklasa bile Zahel elinin altındaki tenimin ısındığını kesinlikle hissediyordu. Elini hafifçe aşağı kaydırıp başparmağını dudağımın üzerinde gezdirmeye başladı. Koyulaşan gözlerindeki arzu tenimi karıncalandırıyor içimi dizginlenemez bir şehvetle dolduruyordu. Çenemi nazikçe kavrayıp yüzlerimiz arasındaki mesafeyi küçültmeye başladığında gözlerimi kapatıp kendimi öpüşüne teslim ettim. Sıcak nefesi tenimi yalarken bir anda tıklatılan kapı irkilerek geri çekilmeme neden oldu. Olduğu yerde kalan Zahel kapıya ters bir bakış atarken yumruğunu sıktı. “Eğer yine Nowa’ysa bu sefer elimden kurtulamaz.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Nowa Rosth’un romantik anlarımızda bizi basmak gibi bir huyu vardı. Gecenin bu saatinde gelen gerçekten oysa bu sefer başına gelecekleri hak etmişti.
Tekrar tıklatılan kapıdan ardından “yengecim.” diyen sesi duyduğumuzda Zahel’in ifadesi tamamen değişti. Gülmemem gerekiyordu ama kendimi zor tutuyordum. “Azel’in senin değil de Nowa’nın kardeşi olmadığına emin misin?” “O benim kardeşim. Kan bağımız olsun ya da olmasın.” Aldığım ciddi cevaptan sonra kendimi toparlayarak kapıya döndüm. “Bir şey mi oldu Azel?” dedim Nowa gibi kapıyı tekmeleyip içeri girer diye korktuğumdan. “Şey…” Lafı ağzında geveleyen Azel sonunda “abim nasıl?” diye sordu. Zahel’in bakışları boşluğa düşmüştü. Ne düşündüğünü anlamak hiç de kolay değildi. Yıllarca kanlı bıçaklı olduğu kardeşi şimdi nasıl olduğunu soruyordu. “İyi, yaralarını iyileştirdim.” “Uyuyor değil mi?” derken sesi uyuyor olmasını umar gibiydi. Sanırım henüz abisiyle karşı karşıya gelmeye hazır değildi. Bir Zahel’e bir kapıya bakarken “uyuyor.” dedim. “Seninle konuşmak istediğim bir şey var.” “Sabah konuşsak?” “Önemli.” Zahel “git.” dediğinden yataktan kalkıp kapıya yöneldim. Dışarı çıktığımda beni karşılayan Azel göz ucuyla aralık kapıdan içeri bakmaya çalışsa da kapıyı hızlıca kapattım. Uyuyor dediğim abisini uyanık görmesi pek de iyi olmazdı.
“Ee ne söyleyecektin?” Girmem için kibarca kolunu uzattığında “dışarı çıkalım. Hem biraz hava almış oluruz.” dedi. Hem ne söyleyeceğini merak ettiğimden hem de bir an önce Zahel’in yanına dönmek istediğimden itiraz etmeden koluna girdim. Bahçeye çıkana kadar ikimiz de sessiz kaldık. Karşılaştığımız tapınak muhafızlarının selamlamalarını atlatıp bahçeye ulaştığımızda Azel’in kolundan çıkıp “anlat artık.” dedim. Zahel’le olan durumu yüzünden midir bilinmez Azel’de bir tuhaflık vardı. Alışık olduğum kadar neşeli görünmüyordu ve hala beni sinir edecek bir şeyler söylemiş de değildi. Ya Zahel’le karşılaşabileceği için gergindi ya da gerçekten ciddi bir mesele vardı. “Biz savaş halindeyken…” diyerek konuşmaya başladığında ilk defa bu denli ciddi bir konuşma yapan Azel’i merakla dinledim. “Çadırıma biz kuzgun geldi. Getirdiği kâğıtta bize karşı yapmayı planladığınız tüm olası saldırı planları yazıyordu.” Ağzım açık vaziyette duyduklarımı sindirmeye çalışıyordum. Azel bana içimizde bir hain olduğunu mu söylüyordu yoksa ben hala ayılmış değil miydim?
Ben duyduklarımı sindirebilmiş değildim ama Azel fırsat vermeden anlatmaya devam etti. “Hendor dağlarına ulaşıp yükseklikten yararlanarak saldırabileceğiniz, ateşkes sırasında karargahıma sızıp orayı havaya uçurabileceğiniz ve daha birçok ayrıntı konusunda biri bana haber gönderdi. Sadece bu da değil. Savaş planlarınızdan önce başka bir kuzgun daha gelmişti. Al kendin oku.” Azel cebinden çıkardığı kağıdı bana uzattı. Rulo şeklindeki saman sarısı kağıdı titreyen parmaklarımla yakaladığımda aklım tamamen bulanmıştı. Atmayı bırakan kalbimin eşliğinde titreyen parmaklarımla ruloyu açtığımda gözlerimin önüne serilen siyah mürekkeple yazılmış yazıları okumaya başladım.
Azel Sideras
Kim olduğumu merak etsen de bunun bir önemi yok. Bilmen gereken tek şey verdiğin bu savaşta sana destek çıkacağım. Zahel’den intikam almak istediğinin farkındayım. Şimdilik zamanı belirsiz olsa da Konsey yakında onu idam edecek. İdamının intikamın için yeterli olacağını düşünme. O herife ölüm arzu ettiğin acıyı vermez. Ona en büyük acıyı değer verdiklerini kaybetmek yaşatır. Bu yüzden idamı gerçekleşmeden değer verdiği herkesin ölüm haberini alsın ki intikamını alabilmiş ol. İşe önce mühürlüsünden başla. Sonra dostum dediği Ragaz’la Nowa’yı ondan sonra da tüm ordusunu kırıp geçir. Ne demek istediğimi anlamışsındır. Şimdi senden istediğim kısa bir ateşkes sağlaman. Bu süre zarfında Silva ve diğerleri karargâha varmış olacaklar. Tasarlayacakları bütün saldırı planlarını sana bildireceğim.
S.J.M
Kağıdın sonundaki S.J.M harfleriyle bakışırken adeta kan bedenimden çekilmişti. Okuduğum her kelimde tüylerim ürpermişti. Şoke olmuş gözlerle başımı usulca kaldırıp Azel’e baktım. Kaşlarını sıkıntıyla çatmış beni izliyordu. “S.J.M’in kim olduğuna dair bir fikrin var mı?” diye sorduğunda boş gözlerle ona bakmaya devam ettim. Kafamın içi tamamen yerle bir olmuş kalbim yediği ihanet hançeri yüzünden atmayı bırakmıştı. Zahel’in çok düşmanı olduğunun farkındaydım lakin bu başkaydı. İhanete uğramıştık, içimizde bir hain vardı ve bu kişi her kimse Zahel’in ölümüyle bile tatmin olmuyordu. Azel’in anlamsız ateşkesinin nedeni şimdi daha net bir hale gelmişti ama bundan hiç hoşlanmamıştım. Elimdeki kağıdı bir bombaymış gibi tutarken telaşla her kelimeyi, her harfi incelemeye başladım. Bu korkunç notu yazana dair bir ipucu bulmaya çalışsam da hiçbir şey yoktu. Sıradan bir kağıda sıradan bir mürekkeple yazılmış yazılar ve sondaki S.J.M harfleri…
“S.J.M bana kalırsa bir ismin baş harfleri.” dedi Azel bir tespitte bulunarak. “Olabilir.” diyerek ona katılsam da hepsi buydu. Elimizde ucu açık bu tahmin dışında başka bir şey yoktu.
“Bana gönderilen nottaki stratejileri düşünürken yanında kimler vardı? Neredeydiniz?” Temiz havayı birkaç kez içime çekip düşünmeye başladım. Yeterince büyük bir sorun yaşadığımızı düşündüğüm o anın aslında sandığımdan da büyük bir sorun yarattığını öğrenmek tüm dengemi altüst etmişti. “Karargaha girdiğin ilk zamanı hatırlıyorsun değil mi?” diye sorduğumda onaylamak için başını salladı. “Anlattığın her şeyi sen gelmeden önce tartışmıştık.” “Ve bana kuzgun da o gün geldi. Zaten o yüzden ateşkesi bozmuştum.” Elimdeki kağıdı paramparça etmek geçiyordu içimden ama belki bir ipucu vardır diye yapamıyordum. Öfkeden içim içimi yiyordu. Aramızdaki bir haini fark edemediğimize inanamıyordum. “Siz bunları konuşurken yanında kimler vardı?” Sakinleşmeye çalışıp Azel gibi mantıklı düşünmeye başladım. Ne kadar öfkelenmekte haklı olsam da sakinleşip mantıklı hareket etmem gerekiyordu ve ilk adım olarak Azel’in sorusunu cevaplamak gayet mantıklıydı.
“Senin de geldiğinde olan kişiler. Nowa, Ragaz, Valeria, Nowa’nın babası Fenir, Su Tanrısı ve Dalinar.” diyerek o gün benimle orada olan herkesi sıraladım. Azel düşünceli bir tavırla bir süre burun kemiğini sıktı. “Notu yazan kişi senin, Nowa’nın ve Ragaz’ın ölmesini kesin olarak istiyor. Yani onlar elendi.” dediğinde onları elese bile şüpheli listesine sokması canımı sıksa da sessiz kaldım. Onların böyle bir şey yapmayacağından zaten emindim. O yüzden boş yere Azel’le tartışmanın bir anlamı yoktu. “Geriye Valeria, Fenir Rosth, Su Tanrısı ve şu muhafız Dalinar kalıyor.” dediğinde anında karşı çıktım. “Valeria yapmaz!” derken sesim tereddütsüz ifademse sertti. O Zahel için bana bile kafa tutmuşken hain olması imkansızdan da öteydi. “Sakin ol Silva.” Adımı çok nadir söyleyen Azel tamamen ciddi ve hesapçı görünüyordu. “Sen güveniyorsan mesele yok.” dese pek ikna olmuş değildim. Gözlerim şüpheyle kısılırken “ama sen güvenmiyorsun?” dedim sorar bir tonlamayla ve devam ettim. “Hiçbirine.” Bir süre ne onayladı ne reddetti lakin sessizliği bana güvenmediğini düşündürttü. Azel’in yaptıklarını ve güvenmediği insanların yaptıklarını şöyle bir düşününce Azel’in güvensizliği epey ironikti.
“Hayır, senin ya da abimin duyduğu kadar büyük bir güven duymuyorum ama tamamen güvenmiyor da değilim. Hainin onlardan biri olmadığının ben de farkındayım.” dedi sonunda. Kaşımı sorgularcasına havaya kaldırıp “yine de Valeria’nın adını geçirdin.” dediğimde “hainin olduğunu düşündüğüm için değil. Sadece tek tek eleme yapıyordum. Onun adını da çıkaracaktım zaten. Hain ben bile olabilirim ama o olamaz.” diyerek kendini savundu. Diğerleri için de bu kadar keskin düşünceleri var mıydı bilmiyorum ama Valeria konusunda zerre şüphe duymadığı açıktı. “Bunu ona güvendiğin için mi yoksa ona karşı hislerin olduğu için mi söylüyorsun?” Gözleri kısa bir anlığına uzaklara daldı. O kısacık sürede neler düşündüğünü tahmin etmek zordu lakin yine de o düşlerin bir köşesinde Valeria olduğuna emindim. “İkisi de.” dedi bir soluk verip dudaklarına belirsiz bir tebessüm yerleştirirken. Gözleri hatırlarının etkisiyle hülyalı bir hal almış gibiydi. Bakışlarında saf bir mutluluk garip bir hüzün vardı. “Sizin ve hatta Kızıl’ın bile sandığının aksine biz onunla uzun zaman önce tanışmıştık.” İşte bunu duymayı beklemiyordum. Kaşlarım şaşkınlığın etkisiyle bükülürken “tanıştınız mı? Nerde, ne zaman?” diye sordum.
“Kızıl beni hatırlarsa o zaman anlatırım belki sevgili yengecim.” diyen Azel merakımı gidermeyeceğini açıkça belirtmiş oldu. Bir kez daha sinirlerimi bozmayı başarmıştı. Böylesine bir şeyi ortaya atıp devamını getirmiyordu. Oyunbaz bir ifade takınarak “hem sen söyleyince aklıma geldi. Siz abimle nasıl tanıştınız?” diye sordu. Burnumu kıvırıp ifademi düzeltirken “konuşmamız gereken daha önemli meseleler yok muydu?” diyerek ben de onun merakını gidermedim. Gayet umursamaz bir tavırla “ya aman yengecim hain kaçmıyor ya. Sen anlat.” dedi dedikodu havasına bürünerek. En başta önemli meseleler konuşmamız gerektiğini söyleyen oydu, şimdi dedikodu yapmak isteyen de oydu. Ben buna boşuna dengesiz demiyordum. Ciddi ciddi oturup Zahel’le nasıl tanıştığımı anlatmamı bekliyordu. Ben inanmaz gözlerle ona bakmaya devam ederken o tavrını hiç bozmayıp üstüne bir de “keşke çıkmadan çekirdek, kuruyemiş bir şey alsaydık ya. İyi giderdi.” dedi ve gerçek anlamda aklımı kaçıracağımı hissettim. Biri cebinden kuruyemişi eksik etmiyordu diğer geçmiş karşıma aramızda bir hain olduğunu söyledikten sonra kuruyemiş eşliğinde dedikodu yapmak istiyordu.
“Sen beni mi sınıyorsun?” dedim sitemkâr bir tonlamayla. “Yok yengecim ne sınaması.” “O zaman boş konuşmayı bırak da asıl meseleye geri dönelim.” Ciddiyetimle birlikte kısa süre önceki ifadesine büründü. “Şimdi Su Tanrısı, bizim geveze tavuğun babası bir de şu muhafız var.” Üçüne de uzun uzun kafa yormaya başladım. Ne kadar uğraşsam da kesin bir sonuca ulaşmayı başaramıyordum. “Nolan’ın olduğunu sanmıyorum. Zahel’i dostu olarak görüyor ve ona zarar gelmesini istemediğini açıkça gösterdi.” diyerek tek tek üçüyle ilgili bildiklerimi ve düşüncelerimi sıralamaya başladım. Nolan’dan şüphelenmek mümkün değildi. Zahel’e zarar vermek için hiçbir sebebi yoktu. Babasının ölümü için Zahel’e kin gütmediğini açıkça belli etmişti. Savaşta da bize fazlaca yardımı dokunmuş, Zahel’in idam edileceğini sandığı için tapınağa da gelmek istememişti. “Fenir’i pek tanımıyorum ama anlatılanlara göre daima sadık bir muhafız olmuş. Emekli olana dek yıllarca Zahel’e hizmet etmiş.” “Bilemiyorum.” dedi Azel güvensiz bir tonlamayla. Güvensizliğinde haksız sayılmazdı. Ne kadar Fenir’in sadakatli biri olduğu söylense de onu yakından tanımıyorduk.
“Dalinar’ı tanıdığım kadarıyla iyi niyetli ve sadık biri. Zamanında Zahel onu Aeros’dan kurtarmış. İhanet edeceğini sanmıyorum.” Dalinar görünüşte oldukça saf ve masumdu. Onun hain olduğuna inanmak çok güçtü. Zahel’e zarar vermek için gerekçesi de yoktu. Sükûnet içinde kaşları çatık vaziyette uzun uzadıya düşünen Azel “özetle yengecim sen hiçbiri hain olamaz diyorsun.” dedi emin olmak ister gibi. İçimi saran kasvetin etkisiyle kollarımı ovuşturdum. Öfke ve belirsizlikten çatılan kaşlarım bir türlü düzelmek bilmiyordu. “Bilmiyorum Azel. Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. Onlardan birinin hain olduğunu düşünemiyorum. Başka biri olamaz mı? Yani ne bileyim belki birileri bizi dinlemiştir, belki çadırın dışındaki nöbetçiler konuştuklarımızı duymuştur?” dedim. Sözlerim dibe batan birinin çaresiz, son çırpınışları gibi geliyordu kulağa. “Başka birinin dinlemiş olması pek de mümkün değil ama nöbetçi muhafızlar olabilir. O gün nöbet tutan muhafızları sorgulamamız gerekecek.” Onu onaylayıp bahçede yürümeye başladım. İçimi saran sıkıntı ve kafamın içinde uğuldayan düşünceler beni boğacak gibiydi. Azel de sessizce benimle birlikte yürüyordu.
Aklıma gelen şeyle birden durup ona döndüm. “Çadırda üç kişi daha vardı.” dedim heyecanla. Azel meraklı ifadesiyle bana bakarken “kim?” diye sordu. “İsimlerini bilmiyorum ama çadırda bizimle birlikte üç muhafız daha vardı.” Azel benim kadar heyecanlanmış değildi. Gözleri kısık, ifadesi şüpheciydi. “O halde onları da sorgulamamız gerekecek.” dedi monoton bir sesle. Ben değer verdiğim insanlardan birinin hain çıkabileceği düşüncesine katlanamadığım için bu kadar heyecanlansam da Azel için durum pek de öyle olmadığından bunu gayet sakin bir tavırla karşılamıştı. Bir süre daha sessizce bahçede yürüdük. Kafamın içindeki kaos bir nebze olsun yatıştığında Azel’in verdiği kağıdı ona geri verip tapınağa girdim. Bu gecelik Zahel’in kâğıttan da hainden de haberdar olmasını istemiyordum. Uyumuş olabileceği ihtimalini düşünerek yavaşça araladığım kapıdan içeri girdiğimde karşılaştığım boşluk kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Gözlerimi odanın içinde gezdirerek içeri girdim. Yatak boştu ve odanın hiçbir köşesinde Zahel’e dair bir iz yoktu. Odanın ortasına vardığımda gözlerim yerde gömlekle buluştu. Gömlekten ziyade gecelik olarak kullanılan kıyafet ben odadan çıkmadan önce Zahel’in üzerindeydi. Şimdi ise yerde öylece duruyordu.
Eğilip yerden aldığım gömleğin durumu pek de iyi görünmüyordu. Ön kısmı sanki biri gömleği özellikle buruşturmuş gibi buruş buruştu ve yakası yırtılmıştı. Gömlek parçalanmaktan son anda kurtulmuş gibi görünüyordu. Nedenini ise anlamış değildim. Zahel’in üzerinde olması gereken şeyin bu halde yerde ne işi olduğunu anlayamıyordum ve Zahel’in nerede olduğu büyük bir soru işaretiydi. Anlamaz bakışlarım eşliğinde gömleği yatağın üzerine bırakıp su sesi gelen banyoya doğru yöneldim. Tahminimce Zahel oradaydı ama girdiğimden beri kulağıma çalınan su sesi hala kesilmiş değildi. Eğer daha birkaç saat önce duş aldığını bilmesem duş alıyor olabileceğini düşünebilirdim. Önüne geldiğim beyaz, ahşap kapıyı tıklatacağım esnada duyduğum boğuk iniltiyle duraksadım. Yanlış duyduğumu umarak biraz beklesem de aynı sesi tekrar duymak telaşa kapılmama neden oldu. Zahel’i odada bulamamak ve gömleğinin parçalanmaktan son anda kurtulmuş olması aklıma pek de iyi şeyler getirmiyordu. İyiden iyiye tedirginleşen zihnim şimdiden binlerce senaryo üretmeye başlamıştı bile. Öyle ki Ragaz’ı dinlemediğim için kendime söylenmeye bile başlamıştım.
Birilerinin suikasta kalkışmasına zerre ihtimal vermemiştim. Zaten öyle bir şey olsa bile Zahel rahatlıkla karşı koyabilirdi. Kendime boş yere endişelendiğimi söyleyerek kapının kolunu uzandım. Aynı anda içerden gelen tok ses irkilmeme neden oldu. Sanki bir şeyler yere düşmüştü. Telaşla kavradığım kolu indirip içeri daldım. Karşılaştığım manzara zihnimin benim için ürettiği ihtimallerin hiçbirine benzemiyordu lakin içim de rahatlamamıştı. Zahel suyun altında yarı çıplak vaziyette duruyordu. Yumruk halindeki sağ eli duvardaydı ve duvardaki çatlaklara bakılırsa az önce duyduğum sesin kaynağı Zahel’in duvara attığı yumruktu. Başını öne eğmişti, sırsıklam olan saçları alnına dökülüyor ve sol eliyle sağ omzunu tutuyordu. Dudaklarından dökülen boğuk iniltiler ve vücudundaki kasılmalar canını yandığını düşünmeme neden olsa da görünürde hiçbir yarası yoktu. Canının yanmasına sebep olabilecek hiçbir şey yoktu. Yine de iyi görünmüyordu.
“Zahel.” Sesimi duyar duymaz hızlıca başını kaldırıp bana baktı. Kaşlarını çatmış, sıktığı dişleri çenesinin gerilmesine sebep olmuştu. Yıldızsız bir göğü andıran gözleri normalden farklı bakıyordu. Bakışlarında tam olarak çözemediğim bir şeyler vardı. Sanki kendi değilmiş gibi bakıyordu. Kısa süre önce birlikte olmasaydık sarhoş olduğunu bile düşünebilirdim zira bakışları ve garip hareketleriyle sarhoşmuş gibi görünüyordu. Öyle olmadığını bildiğimden haline bir türlü anlam veremiyordum. Canımı yanıyordu yoksa kendini mi kaybetmişti? Ona doğru attığım birkaç adımda beni dikkatle izledi. Siyah hareleri vücudumun her noktasına yakıcı bir ifadeyle bakıyordu. Beni sanki ilk defa görüyormuş gibi detaylıca incelemesine anlam veremiyordum. Bir an sonra omzundaki ve duvardaki elini çekip keskin adımlarla suyun altından çıktı. Attığı geniş adımlarla ben ona ulaşamadan o bana ulaştığında ne olduğunu sormak için dudaklarımı araladım lakin bir anda omuzlarımı kavrayıp bedenimi duvara yaslamasıyla sözcükler boğazımda tıkılıp kaldı.
Beklemediğim ani hareketi soluğumu keserken irileşen gözlerimle ona bakıyordum. “Zahel sen…” Bileklerimi yakalayıp başımın üzerinde duvara sabitlemesiyle bir kez daha konuşmama müsaade etmedi. Şaşkınlığım her hareketiyle biraz daha büyürken neler olduğunu kavramakta giderek zorlanıyordum. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp usulca yanağını yanağıma sürterken kokumu derince içine içekti. Bu hareketiyle mest olurken istemsizce gözlerimi kapadım. Kalbimin ritmi rayından çıkıyordu. Bedenimi duvarla kendi arasına sıkıştıran bedenini hissetmek mantıklı düşünmeme engel oluyordu. “Zahel neyin var?” Nihayet konuşabilsem de sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı. Dudaklarını boynuma sürterken arzuyla yoğunlaşan sesiyle “sana ihtiyacım var.” dedi ve bir kez daha ne olduğunu anlama fırsat vermeden dudaklarıma yapıştı.
(Bebeklerim buradan sonrası yetişkin içerikli bir sahne. Okumak isteyenler whatsapp kanalımdan ya da instagram hesabımdaki öne çıkanlar kısmında okuyabilir.)
❄️❄️❄️
Uyanmak gibi bir niyetim yoktu. Aksine birkaç gün boyunca aralıksız uyumak istiyordum lakin açılan bilincim benle aynı fikirde değil gibiydi. Göz kapaklarımı sanki üzerlerinde taş varmış gibi güçlükle aralayabildiğimde bulanık olan görüşümün düzelmesi için bir süre beklemem gerekti. Netleşen görüşümün kadrajına giren ilk şey çıplak vaziyette yanımda uzanan Zahel olmuştu. Kolumu göğsüne atmış başımı boynuna gömüş vaziyetteydim ve çok huzurlu hissediyordum. Dudaklarım hoşnut bir tebessümle kıvrılırken gözlerim bedenime doğru kaydığında dün gecenin tüm anıları zihnimde canlandı. Usulca doğrulup bedenimi telaşlı gözlerle incelemeye koyuldum. Ne yazık ki durum içler acısıydı. Göğüslerimde morarmadık nokta yoktu ve Zahel’in parmaklarının izi de hala duruyordu. Benzer morluklar karnımın ve belimin bazı yerlerinde de vardı. Boynumu düşünemiyordum bile. Morluklardan tenimin asıl renginin gözükmediğine emindim. Örtüyü üzerimden atıp bacaklarımı açığa çıkardığımda karşılaştığım manzara pek de farklı olmadı. İki bacağımın da iç kısımları morarmıştı.
Zahel emerek ve dişleyerek nerdeyse her yerimi morartıp kanlanmasına neden olmuştu. İşin kötü tarafı gece hissetmediğim tüm ağrı ve sızıyı şimdi hissediyordum. Moraran her yerim fena halde sızlıyordu. Dudağımdaki sızı hepsinden baskındı çünkü Zahel ısırıp kanatmıştı. Bacaklarımın arasındaki ağrı ise çok ayrı bir boyuttaydı. Sızlamayan tek uzvum bile yoktu. Üstüne bir de bazı pozisyonlar yüzünden bacaklarım ve belim fena haldeydi. Resmen perte çıkmıştım. Güç bela yan dönüp kontrol ettiğim kalçalarımda da benzer görüntüler vardı. Yer yer ufak morluk ve Zahel’in parmaklarının bıraktığı iz ayan beyan ortadaydı. Koruyucu olduğum için bedenim hızlı toparlanacaktı ama yine de bir süre bu izleri taşıyacaktım. Her ne kadar kılımı kıpırdatacak halim olmasa da tüm bu izleri görmek beni tahrik ediyordu. Tabi dün gece dersimi aldığım için bir süre uslu durmakta karalıydım. Zahel canımı yakmaktan bahsederken işin bu noktaya varacağını düşünmemiştim. Gözümü açmış olmam bile inanılmazdı bence. Yine de düşündükçe hiçbir anından pişman olmadığımı hissediyordum.
Birbirimizden fazla uzak kalmamızdan hoşlanmayan mühür ayrı kaldığımız sürede Zahel’i çok fazla zorlayarak dün gece patlama noktasına gelmesine neden olmuştu. Tabi mührün çok da fazla uzak kalmamamıza rağmen bu denli etkili olmasında Zahel’in zindanda olmasının payı büyüktü. Mührün etkisi olmasaydı gecemizin nasıl geçeceği muğlaktı. Tabi ben kesinlikle dün geceyi tercih ediyordum. Arsız dürtülerim yeniden aynı şeyi arzulasa da dürtülerime boyun eğmeye hiç niyetim yoktu. Bu geceyi de dün gece gibi geçirirsek mümkün değil gözümü açamazdım. Fena halde yorgun olduğum için tekrar uzanmaya hazırlanıyordum ki aniden çalan kapıyla irkildim. Çalan mı? Ne çalması biri resmen kapıyı yumruklamıştı. Gürültüye gözlerini aralayan Zahel uyku mahmuru halde doğrulurken telaşla çarşafı boğazıma kadar çektim. Kim bilir kapıyı yumruklayan bu destursuz izin alamadan içeri de dalıverirdi. “Tanrıçam.” diye nerdeyse bağıran sesi duyduğumuzda Zahel’le birbirimize baktık. O gözlerini devirirken ben sırıtıyordum. Nowa ve Azel başımızın belası olmaya kararlıydı galiba. Azel dün gece tam öpüşecekken bizi bölmüştü lakin Nowa epeyce geç kalmıştı. Sanırım formdan düşüyordu.
“Geç kaldın adi herif.” dedi hoşnutsuz bir tonla. “Neye geç kaldım lan?” diyen Nowa’nın sesi meraklı çıksa da merakını giderecek değildik. Kıkırdamaktan kendimi alamıyordum. Geç kalsa bile ne yapıp edip bizi yakalamayı başarmıştı. Her yakınlaşmamızda Nowa tarafından basılıyorduk. Bu iş resmen geleneğe dönüşmüştü. Ah, ah Jieli’yle bir ilişkileri olsa ben de onları basıp intikamımı alacaktım ama gel gör ki onlar yakınlaşmak yerine iyice uzaklaşıyordu. “Lan cevap versenize neye geç kaldım?” Sabırsızca bekleyen Nowa’ya “yok bir şey Nowa. Sen sabahın köründe neden kapımızdasın?” dedim. Bir süre cevap gelmedi. “Benimle dalga mı geçiyorsun? Sabahın körü mü?” derken sesinde hayret ve sitem vardı. “Öğlen oldu çifte kumrular öğlen. Bırakalım dinlensinler dedik ama siz de suyunu çıkarttınız. Bir an önce çıkın yataktan yoksa zor kullanmak durumunda kalacağız.” “Tamam, tamam.” Yataktan ilk kalkan Zahel oldu. Bense dün geceden sonra umduğum kadar kolay kalkamadım. Bacaklarım çok fena haldeydi. Yatağın diğer ucundan bana bakan Zahel’in dudakları gördüklerinden memnun olmuş gibi kıvrılırken bir an sonra kaşları çatıldı.
Yanıma gelip elini belime nazikçe yerleştirirken “çok mu sert davrandım?” diye sordu. Cevap evetti ama “hayır, daha öncesinde de zaten yorgundum o yüzden.” dedim. Böyle bir şey için kendini kötü hissetmesini istemiyordum. Ayrıca arada bunu tekrarlamak da istediğimden kendini tutmasına sebep olacak bir yanıt vermek istememiştim. Azıcık fena olabilirim. “Bu arada…” bakışlarımız yeniden kapıya kaydı. Bu herif gitmemiş miydi? “Dua edin yakınlarınızdaki odalarda kimse kalmıyor.” Büyüyen gözlerim Zahel’le kapalı kapı arasında gidip duruyordu. Bu baskıncı herif alt katta kalmamış mıydı? “Kapı mı dinledin?!” diyerek çıkıştı Zahel. Hoşnutsuz homurtular çıkaran Nowa “sapık mıyım lan ben?!” dedi. Bu sorunun cevabı şaibeliydi. Her yakınlaşmamızda nasıl yapıyorsa bizi basıyordu. Bacaklarını kırsam sürünerek gelip bizi basacak potansiyeldeydi. “Size iyilik yaramıyor.” diyerek sitem ettiğinde neyden bahsettiğini anlamış değildik. “Gece sizin gibi bizi de pek uyku tutmadı.” dedi imalıyla bir tonlamayla. “Ragaz ne olur ne olmaz bir kontrol edelim deyince buraya çıkmıştık ama daha koridorun başındayken geri döndük. Meğerse boş yere endişe etmişiz. İkiniz de domuz gibiymişsiniz.”
Utançtan renkten renge girmiştim. Hepsi bizi duymuştu. Kahretsin, çığlıklarımı duymuşlardı. Yer yarılsa içine girebilirdim. “Karımla ne yaptığım sizi hiç ilgilendirmez. Bir daha duysan da kendine sakla. Ay Işığımı utandırırsan bu senin için hiç iyi olmaz.” diyerek Nowa’yı keskin bir dille uyardı. “Kusura bakma kardeşim. Tanrıçamı utandırmaya bayılıyorum, bu konuda sana söz veremem. Şimdi sen kapıyı açıp beni boğazlamadan ben toz olayım, siz de bir zahmet çıkın artık şu odadan.” dedi ve gerçekten toz olup gitti. Zahel kısa bir an kapıya sinirli bakışlar atsa da Nowa çoktan tüymüştü. Hayır, anlamıyorum her yakınlaşmamızdan haberdar olmak zorundalar mıydı? Birinde tutulma olur, birinde bizi merak edecekleri tutar… “Kardeşinin teklifi giderek daha çok aklıma yatıyor.” dedim sitemle. Azel’in adının geçmesi bir an gözlerinin dalmasına neden olsa da “ne teklifi?” diye sordu. Alayla karışık bir sitemle “Nowa’yla Ragaz’ı kovmamı istemişti. Bence hepsini toptan kovmalıyız.” dedim. Hayran olunası bir gülümseme dudaklarına yerleştiğinde ben de kıkırdadım. “Hazırlansak iyi olur.” deyip aramızdaki mesafeyi kapattı ve beni kucaklayıp banyoya yöneldi.
Kahvaltıyı kaçırdığım ve inanılmaz yorucu bir gece geçirdiğim için epey açtım. Neyse ki öğle yemeğini kaçırmamıştık. Bir an önce aşağı inmek istiyordum. Aynanın karşısında kendimi süzerken gözlerim boynumdaki izlerde oyalanıp duruyordu. Giydiğim buz mavisi elbiseyi özellikle seçmiştim. Kolları olması ve yakasının yuvarlak olması tenimdeki izleri gizliyordu. Tabi boynum açıktaydı ama onun için de elbiseyle uyumlu bir pelerin ayarlamıştım. İstesem gücümü kullanarak tüm izleri yok edebilirdim ama istemiyordum. Tüm bu izleri taşımak iyi hissettiriyordu. Özellikle seçtiğim yakalı pelerini omuzlarımdan geçirip düzgünce sabitlediğimde boynum nerdeyse tamamen kapanmıştı. Ufak tefek kızarıklıklar açıkta kalmış olsa da dikkatlice bakılmadığı sürece fark edilmezdi. Sofia’nın dün fazlaca seçenek yollaması epey işime yaramıştı. Bu elbise ve pelerin resmen bir şanstı çünkü diğer tüm elbiseler ya askılıydı ya da bir yerlerinde dekoltesi vardı. Dünkü elbisem ise tamamen giyilemez duruma gelmişti. Hasarın büyüklüğünü ancak fark edebilmiştim. Fermuar nerdeyse elbiseden ayrılmıştı. Elbisenin sırtıysa kalça kısmına kadar tamamen yırtılmıştı.
Son kez kendimi kontrol edip aynadan ayrıldığımda “inelim mi?” demiştim ki gördüklerimle kaşlarım çatıldı. Onca kıyafetin içinden yine siyah bir şeyler bulup giymişti. Her zamanki gibi yine yakalı bir ceket tercih etmişti. Nasıl yaptığımı hala anlamamış olsam da ben de Zahel’in boynunda çok hoş izler bırakmıştım. Ceketin yüksek yakası izleri gizlese asıl amacının ensesindeki işareti gizlemek olduğunu bildiğim için canım sıkılmıştı. Onu bu yersiz endişesinden kurtaramıyordum. “İnelim.” deyip kolunu uzattığında koluna girip odadan çıktık. Aşağı indiğimizde hizmetçilerden birinin yönlendirmesiyle iki kanatlı beyaz bir kapıdan içeri girdik. Geniş odanın sağ tarafında öğle yemeği için hazırlanan masa ve tam karşımızda da bizimkiler vardı. Gelişimizle birlikte hepsinin odağı bize dönerken gözlerim en arkadaki figüre takıldı. Azel’in dünkü pelerini yine üzerindeydi. Başlığını alnına dek çekerek yüzünü büyük oranda gizlemiş ve fark edilmemek için en arkaya geçmişti. İçimi dolduran sıkıntıyı havayı ciğerlerime çekerek geçirmeye çalışsam da nafileydi. Azel ne kadar hatalarının farkına varsa da hissettiği suçluluktan abisinin karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu.
Onlara yaklaştığımızda Nowa “inanılmaz. Biz sizi anca akşam yemeğine bekliyorduk.” diyerek alay etti. Hepsinin gözlerinde Zahel’i görmenin mutluluğu vardı. İlk yaklaşan Nolan oldu. “Seni yeniden görmek güzel.” dediğinde Zahel “seni de.” diyerek karşılık verdi ve kucaklaştılar. Nolan’dan sonra gelen Ragaz oldu. O kaskatı ifadesiyle Zahel’e bakarken hafif bir kızgınlık ve sitemle “her şeyde beraber değil miydik?” diye sordu. “Benimle idam edilmeye bu kadar hevesli misin?” Kaşlarını hafiften çatarken bir an bile tereddüt etmedin “sensiz yaşamaktan iyidir.” dedi ve kollarını Zahel’e sardı. Erkeklere özgü kucaklaşmaları sona erdiğinde sıra Nowa’ya geçmişti. Çattığı kaşlarının altından Zahel’e bakarken “ölürsen gebertirim seni.” dedi. İronik sözleri ikisinin de tebessüm etmesini sağlarken sarıldılar. Nowa’dan sonra Zahel’in karşısına geçen Valeria tek kelime etmeden sadece sarıldı. Zahel küçük kız kardeşini teselli eder gibi Valeria’nın başını okşarken bu görüntüye tebessüm ettim. Bu sırada herkesten geride duran Azel hareketlendi. Hızlı adımlarla ilerlerken yanımdan geçip gitti. Telaşla arakamı döndüğümde Zahel’in sesi Azel’in adımlarını bıçak gibi kesti. “Yine mi bana kardeş acısı yaşatacaksın Azel?”
Azel’in bedeni olduğu yerde sanki taş kesilmişti. Abisini ne çok özlediğini biliyordum lakin yapamıyordu, arakasını dönüp abisine sarılamıyordu. Zahel ağır adımlarla yanımdan geçip Azel’in karşısına dikildiğinde iki kardeş uzun zaman sonra düşmanlıktan uzak gözlerle birbirlerine bakıyordu. “Gidecek misin?” diyen Zahel’in sesi kulağa gitme der gibi geliyordu. Tüm kalbimle Azel’in de bunu anlamasını umdum. Suçluluğu gitmesine neden olabilirdi ama Sideras kardeşlerin artık birlikte olmaya ihtiyacı vardı. Zahel kimsesiz hissettiği o berbat yıllarında bir tek kardeşine sahipti. Onu kaybetmek istemiyordu, ne yaparsa yapsın. Bunca yıllık yalnızlıktan sonra Azel’in de abisine ihtiyacı vardı lakin suçluluğuna yenilecek gibi duruyordu. Uzun süre tek kelime etmeyen Azel bir anda dizlerinin üzerine çöktü. “Özür dilerim.” dedi titreyen sesiyle, ağlıyordu. “Biliyorum affını hak etmiyorum ama çok pişmanım. Çok pişmanım abi. Yemin ederim çok pişmanım. Böyle olsun istemezdim. Ben… ben seni üzmek istemezdim.”
Gözyaşları içinde dudaklarından dökülenlerle Zahel yumruklarını sıkmıştı. Küçük kardeşi önünde dizlerinin üzerine çökmüş, gözyaşları içinde pişmanlığını dile getiriyordu. “Bi-biliyorum, hak etmiyorum ama seni çok özledim. Affetmesen de bir kez olsun ben de sarılayım sana abi.” Bu manzarayı izlemek yüreğimi parçalıyordu. Bir anlığına gözlerini sıkıca kapatan Zahel’in yutkunduğunu gördüm. Sonra usulca eğilip kardeşi gibi dizlerinin üzerine çöküp omuzlarını kavradı. “Başını kaldır ki sarılabileyim.” Azel afallamış vaziyette usulca başını kaldırdığında ağlamaktan kızaran gözleri gün yüzüne çıkmış oldu. Uzanıp pelerinin başlığını geriye doğru ittiğinde kardeşinin yüzünü onu yer altına hapsettiği günden bu yana ilk kez görmüş oldu. Dudakları kavuşmanın burukluğuyla hafifçe kıvrılırken kollarını küçük kardeşine sardı. Başını abisinin omzuna koyan Azel bu kucaklaşmayla hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kardeşinin haline kayıtsız kalamayan Zahel’in de gözleri dolmuştu ama kendini tutuyordu.
Dakikalar birbirini kovaladı lakin iki kardeşin birbirinden ayrılması hiç kolay olmadı. Nihayet birbirlerinden kopup ayağa kalktıklarında Azel ancak kedine gelebilmişti. Yine de dolu dolu bakan gözleriyle her an yeniden ağlayabilecekmiş gibi görünüyordu. “Seni özledim.” dedi Zahel kardeşine gülümserken. Ancak Azel abisine bir türlü bakamıyor sürekli gözlerini kaçırıyordu. Suçluluğu onu yiyip bitiriyordu. “B-ben de seni özledim abi.” Zahel onu affetmiş olsa bile o kendi affetmekte zorlanıyordu. Azel’in hali Zahel’in gözlerinde keder belirmesine neden olsa da ikimiz de Azel’in zaman ihtiyacı olduğunu biliyorduk. “Oturalım mı artık?” diyerek dikkatleri üzerime çektim. “Harbiden ya. Karnım zil çalıyor.” Nowa’nın alaycı desteğiyle ortamdaki kederli hava büyük ölçüde dağılırken masaya yerleşen ilk o oldu. “Zahel hadi.” Kardeşine son kez bakan Zahel yanımdan geçip masaya yerleşti. Onun ardından Valeria ve Nolan da masadaki yerlerini alırken “Konsey bize katılmıyor mu?” diye sordum. “Gelirler şimdi. Birazdan servis başlayacak. Oturun siz de.” diyerek cevap veren Nowa oldu.
Masaya doğru bir adım atmıştım ki Azel’in “Silva.” diyen sesiyle duraksadım. “Ne oldu?” “Konuşmalıyız.” deyip Ragaz’a seslendiğinde henüz oturmamış olan Ragaz bize doğru dönse de Azel’e cevap vermedi. “Gelebilir misin?” Yanımıza geldiğinde ifadesi her zamankinden daha soğuktu. Zahel affetmiş olsa da diğerlerinin Azel’e tutumu şimdilik pek dost canlısı değildi. Azel’in ne hakkında konuşacağını az çok tahmin ettiğimden direkt konuya girdim. “Ragaz karargaha vardığım ilk günü hatırlıyorsun değil mi?” Başıyla onayladığında devam ettim. “O gün çadırın içinde olan üç muhafızın ve dışarda nöbet tutan muhafızların kim olduğunu hatırlıyor musun?” “Evet. Hatırlamasam bile kayıtlarda isimleri vardır.” Umduğum cevabı almak rahatlamamı sağladı. “Onlarla konuşmamız gerekecek.” “Maalesef bu mümkün değil.” dediğinde kaşlarım merak ve şaşkınlıkla çatıldı. “Neden?” “Ne yazık ki onları saldırıda kaybettik.” Bir anda etrafı saran belirsizlik canımı sıktı. Azel’le birbirimize bakakalmıştık. “O zaman onlar olamaz.” dedi Azel. Nasıl bu kadar kesin konuştuğunu anlayamıyordum. “Nerden biliyorsun?” Elini cebine atıp dünküne benzer bir ruloyu uzattığında korkuyla atan kalbimi göz ardı edip kağıdı açtım.
İntikamdan çok kolay vazgeçmişsin Azel Sideras. Oysa abisini ifşalayan adamın yolundan dönmeyeceğini düşünmüştüm. Kendine çok yazık ettin çünkü artık sen de listemdesin. Zahel Sideras’dan kardeşini de koparacağım. Kim olduğumu öğrenmek için delirdiğini biliyorum. Ufak bir ip ucu bıraksam da çözemeyeceğinden eminim. O yüzden uykuya dalarken, sırtını dönerken iki kez düşün.
S.J.M
Tüm bedenim adeta buz tutmuş gibiydi. Elimde kağıtla öylece kalakalmıştım. İpucu dediği S.J.M saçmalığı beynimi kemirip sinirlerimi bozuyordu. Neler olduğunu çözemeyen Ragaz merakla bizi izlerken dayanmayıp elimdeki kağıdı çekip aldı. Okuduğu her kelimeyle kaşları daha da çatılırken öfkeden dudağı seğiriyordu. Okumayı bitirdiğinde ağız dolusu küfürler savurup Azel’e “bu ne zaman geldi?” diye sordu. “Sabah uyandığımda yatağın üzerinde buldum.” O halde hain muhafızlardan değildi. Tedirginlikle “birileri bizi dinlemiş olabilir mi?” dedim. İçimizden birinin hain olduğu fikrini kabullenmek istemiyordum. Öfkeden tüm bedeni gerilen Ragaz sıktığı dişlerinin arasından “imkansız.” diyerek tüm umutlarımı yıktı. “Nöbetçiler çadıra muhafızlardan da olası kimseyi yaklaştırmıyordu.” O halde kesindi. O gün bizimle birlikten olan biri haindi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 42.39k Okunma |
5.41k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |