35. Bölüm

❄️Tanrısız Diyar

Ceylan Keskin
anksiyeteliyazar

Selam bebeklerim ben geldim. Vakit kaybetmeden ikinci kitaba başlayalım dedim. Bölüme geçmeden ikinci kitabın adını soranlar oluyor. Şöyle ki aklımda birkaç isim olmasına rağmen henüz karar vermedim. Belli olduğunda size haber vereceğim çiçeklerim.

Silva

Dumura uğramış vaziyette olan biteni seyrediyordum. Hayatımda hiçbir şeyi sorgulamadığım kadar az evvel işittiklerimi sorguluyordum. Ne demişti o adam, suikastçı Zahel miydi? Hayır, bunun gerçek olmasına imkân yoktu. Suikastçı neredeyse Zahel’i öldürecekti. Kendi kendini zehirlemeye çalışmış olamazdı değil mi? Bir anda salonu saran uğultu zihnimde arka planda çalan bir müzik gibiydi. Kendi düşüncelerimden başka bir şeyi duyamıyordum. Yüzümdeki şoke olmuş ifadenin görülmeye değer olduğunu biliyordum ve herkesin suratında da benzer bir ifade oluştuğunu görebiliyordum. Konsey üyesinin dudaklarından dökülen o isim herkesin küçük dilini yutmasına neden olmuştu.

Öfkeden köpüren ve işittiği isme saldırmaya hazır görünen Aeros bile adeta yerinde taş kesilmişti. Konsey üyeleri korudukları ciddi ifadeyle Zahel’e bakmayı sürdürürken tanrılar hayret içinde donup kalmıştı. Yükselen uğultunun kaynağı ise kendi aralarında fısıldaşan muhafızlardı. Sol tarafımdaki Ragaz’ın bile yüzünden şaşkınlık okunmasına rağmen geri kalan herkesten daha soğukkanlı duruyordu. Böylesine şok edici bir gelişmeye rağmen hislerini kontrol edebiliyor olmasına inanamıyordum. Onun aksine Nowa’nın gerçek anlamda şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. “Siktir git lan! Nasıl olur?” Çıkışıyla birlikte göz ucuyla ona baktığımda ifadesi karmaşık bir hal almıştı.

“Bi… bir hata olmalı.” Ben de Nowa’ya katılıyordum. Kesinlikle bu işte bir iş vardı. Herkes olabilirdi lakin Zahel asla. Onun bunu yapmasını için hiçbir neden yoktu ki. “Hata yok.” diyen ses Ragaz’a aitti. Sanki yeterince şok olmamışız gibi bir de üstüne bu işittiklerimiz nerdeyse dilimizi yutmamıza neden olacaktı. Afallayarak Ragaz’a döndüğümüzde o gözlerini masaya dikmiş sakince yerinde duruyordu. “O taştan kafayı sonunda yedin herhâlde. Ne dediğinin farkında mısın?” Şaşkınlık içinde olmasına rağmen alaycılığını koruyan Nowa’nın sözleri Ragaz’ın istifini dahi bozamadı.1

Baş muhafız duruşunu aynı şekilde korumaya devam ederken sağ elini karnının üzerine yerleştirdi. Bu anormal hareketin nedenini başta anlayamadım. Zahel’in suikastçı olduğunu söylediklerinde bile kılını kıpırdatmamışken şimdi bu yersiz hareketi mantıksız geliyordu. Sonra parmak uçlarının uzandığı noktayı fark ettim. Ragaz kılıcını çekmesinin gerekeceğini düşünüyor olmalıydı ki elini hazırda bekletiyordu. Ne olabilirdi ki? Burada bir çatışma yaşanacak hali yoktu ya. Yani en azından öyle olmasını umuyordum. Yine de salonu saran gerginliğe ve tıpkı Ragaz gibi ellerini kılıçlarını çekmek üzere hazır bekleten muhafızlara bakınca her şeye hazırlıklı olmak gerekiyordu. “Farkındayım. Suikastçı Zahel ve her an bir çatışma patlak verebilir. Silahına uzansan iyi edersin.”

Nowa ve ben dehşet içinde inatla istifini bozmayan baş muhafıza bakıyorduk. Uyarısını anlayabilirdim lakin Zahel konusunda bu denli kesin konuşmasına anlam veremiyordum. Yoksa Ragaz zaten her şeyi biliyor muydu? Ya da farkına varamadığım başka şeyler mi vardı? “Zahel’i nasıl böyle bir şeyle suçlarsın?!” diye çıkıştı Nowa. Kimsenin bizi duymaması için mümkün olabildiğince alçak sesle konuşuyorlardı. Yine de konsey muhafızlarından bazılarının dikkatini çektiğimizi üzerimizde gezinen bakışlardan anlayabiliyordum. Yine aynı aşağılayıcı bakışlardı bunlar. Nedenini ise şimdi daha iyi anlıyordum. Zahel’in suikastçı olduğunu düşünerek buraya gelmişlerdi. Dolayısıyla bu aşağılayıcı bakışlar sadece bana özel değildi. Onlar bu bakışlarıyla tüm Ölüm Diyarını hapsetmek istiyorlardı. “Ona bak.” dediğinde başıyla Zahel’i işaret etti. Ne yapacağını kestiremeyen Nowa dediğini yapıp bakışlarını Zahel’e çevirdi.

“Zahel hiçbir şeyi karşılıksız bırakmaz. Üzerine bir iftira atılıyorsa kendini savunmayı bilir. Sana kendini savunuyor gibi mi görünüyor? Hayır çünkü söylenenler doğru ve Zahel kendini aklamak için yalan söylemez.” Nowa’nın zaten bildiği şeylerdi bunlar lakin inanmak istemediğinden göz ardı etmişti. Şimdi ise göz ardı ettikleri Ragaz’ın dudaklarından dökülerek onu çaresiz bir hale sokmuştu. Zahel’i yıllardır tanıyan kişi söylenenlerin doğru olduğunu iddia ediyordu. Peki haklı mıydı? Dayanamayarak bakışlarımı az evvel suikastçı olmakla itham edilen Zahel’e çevirdim. Hala yerinde oturuyor ve çoktan ayaklanmış olan konsey üyeleriyle tanrıları tekinsiz bir ifadeyle süzüyordu. Bakışlarında daha önce görmediğim bir şeyler kol geziyordu. Kıstığı gözlerini ağır ağır ona bakan yüzler arasında gezdirirken yıldızsız bir göğü andıran gözleri zifiri karanlık bir gece kadar ürkütücü, hükmü altındaki şeytanlar kadar vahşi görünüyordu. Şeytani bir kıvılcım dolanıyordu harelerinde.

Alışık olmadığım bu bakışlar içimi ürpertti. Ağır ağır sandalyesini geriye ittiğinde ortaya çıkan tiz ses gerilim yüklü sessizliği yarıp geçerken konsey muhafızları mızraklarına davranıp kendilerine verilecek emirleri beklemeye koyuldular. Tekinsiz bir ateşle yanan gözlerini Konsey Liderine diktiğinde nefesimi tutmuş dudaklarından dökülecek kelimeleri bekliyordum. Tüm bunların yalandan ya da bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu duymaya ihtiyacım vardı. “Kaç asır oldu Aşin?” Demek Konsey Lideri olduğunu varsaydığım adamın adı buydu. Gerçi şu durumda hiçbirinin adının bir önemi yoktu. Zahel’in konsey üyesine adıyla hitap etmesi ve konuşma şekli zaten hat safhada olan gerginliğimi biraz daha arttırdı. Konseye karşı hoş bir izlenimim olmamasına rağmen saygıyla yaklaşmak gerektiğini düşünüyordum. Oysa Zahel’in dudaklarından dökülen her bir söz küçük düşürücü ve otoriterdi. Yine de sınırları aşmamıştı, şimdilik.

“Haddini bil Zahel!” Konsey Liderinin sert çıkışı ve aradaki resmiyeti kaldırmasıyla işlerin kızışacağı açıkça ortaya çıkmış oldu. Hoş şeyler yaşanmayacağı kesindi. Hangi tarafın zararlı çıkacağı ise şimdilik herkes için bir merak konusuydu. “Asırlarca beceriksizce peşimde dolandınız. Elinize ne geçti, koca bir hiç. Ne kadar işe yaramaz olduğunuz sayemde bir kez daha kanıtlanmış oldu.” Ve bu sözler inkâr eden tarafımı yıkan en büyük darbeyi indirmiş oldu. Ragaz haklıydı, ortada bir hata ya da yanlış anlaşılma yoktu. Suikastçı gerçekten de Zahel’di, eski tanrıları o öldürmüştü. “Her zaman bir şeytandın ve sonunda özüne döndün. Senin gibi bir kötülüğün nefes almaması gerekiyordu. Doğdun gün seni öldürmeleri gerektiğini söylemiştim.” Konsey Liderinin bu sözleri üzerimde bir kıyamet etkisi yarattı. Zehirli sözleri içimdeki bir şeyleri ateşe verdi. Öfke tanıdık bir dost misali içimi sarmalarken dişlerimi sıkmaktan kendimi alamadım.

Zahel’in ifadesi daha da kararmıştı. Bu duyduklarının onda tam olarak nasıl bir etki yarattığını bilmesem de canının yandığından zerre şüphem yoktu. İnsanlar böyledir işte; seçemediklerinizle sizi yargılarlar çünkü bilirler ki kimse isteyerek kötü bir yol seçmez. Aşin de tam olarak bunu yapmış kutsal yanına hiç de yakışmayacak şekilde seviyesiz bir karşılık vermişti. Zahel yumruklarını sıkarken iki yanımda duran adamların da gürültülü nefesleri kulaklarımı dolduruyordu. İçimi buz kestiren bu konuşmanın onları da öfkelendirdiği nefeslerinden bile belli oluyordu. Dönüp baksam suratlarında savaşmaya hazır vahşi bir ifade göreceğime emindim. Zira onlar Zahel’i yargılamaz ne yapmış olursa olsun onun yanında dururlardı.

“Yeni doğan bir bebeği öldürmek isteyecek kadar zavallısın Aşin. Şimdi denesene…” diyerek hazır olduğunu belirtmek istercesine kollarını iki yanında hafifçe açtı. “Hadi beni öldürmeyi dene.” Burnundan soluyan Konsey Lideri herhangi bir karşılık vermezken suratı kıpkırmızı kesilmişti. Yine de gururundan ödün vermeyerek başını dik tutmaya ve meydan okurcasına Zahel’e bakmaya devam ediyordu. “Ya… yapamazlar değil mi?” diyen Nowa’nın sesi şüphe doluydu. Konseyin bir tanrıyı öldürüp öldüremeyeceğine dair hiçbirimizin zerre fikri olmadığından şüphe hepimizin zihnine davetsiz bir konuk gibi girmişti. Kael’ın anlattıkları bir kez daha kulaklarımda yankılanırken “yaparlar.” diyerek Ragaz benim söylemek istediğim şeyi söylemiş oldu. Hala bizden yana dönmemiş birkaç dakika öncesine nazar daha dikkatli şekilde olanları izliyordu.

“Hayır, o… Ölüm Tanrısı. Bir tanrıyı öldüremezler.” Demesine rağmen sesi hala şüphe doluydu. Söylediklerinin doğruluğundan yüzde yüz emin olamıyordu. “Onu idam etmek isteyecekler.” derken sesim soğukkanlı çıkmasına rağmen öfkeyle yumruklarımı sıktım. Etime sapladığım tırnaklarım nahoş bir acıyı uzuvlarıma yayarken gözlerimi Zahel’den ayıramıyordum. “Hayır, yapamazlar!” Baş muhafızın sesi bu kez kararlı çıkmıştı. Yapamayacaklarından emin olduğundan değil böyle bir şeye kalkıştıkları takdirde engel olmak üzere elinden gelen her şeyi yapacağı konusunda kendine olan güveni tam olduğundandı bu kararlılığı. Nowa’yı azıcık tanıdıysam bu olanlara sessizce seyirci kalmazdı. “Suikastçının idam kararı zaten kesinleşmişti. Bu kişinin Zahel olması Konseyin ekmeğine yağ sürdü. Muhtemelen bir taşla iki kuş vurduklarını düşünüyorlardır.” Ragaz’ın nefretle dişlerinin arasından döktüğü gerçekler suratıma sert bir tokat misali çarptı.1

Haklıydı, muhtemelen tüm bunlar Konseyin ağzının suyunu akıtıyordu. “Haddinizi bilmenizi ve susmanızı öneriyorum Tanrı Zahel.” diyen ses konseydeki yaşlı kadına aitti. Bir adım atarak Aşin’in yanına geçmiş ve buz gibi bakışlarını Zahel’e dikmişti. “Elbette, susmak sizin en iyi yaptığınız şey.” derken Zahel’in gözleri öyle bir nefretle bürünmüştü ki omurgamdan aşağı soğuk bir ürpertinin geçtiğini hissettim. Konseyi tanımıyor olmama rağmen ben bile hoşlanmamışken Zahel’in de onlardan hoşlanmasını bekleyemezdim lakin gözlerinde gördüğüm bu nefret bambaşka bir şeydi. Bir an sonra somutlaşacak ve uzun tırnaklarını Konsey üyelerinin gırtlağına saplayacak gibiydi. Aldığı cevap karşısında afallayan ikili birbirlerine kısa bir bakış atarken huzursuz oldukları barizdi. Zahel’in sözleri benim için çözemediğim bir gizem olsa da Konsey için öyle değildi anlaşılan.

“Uzatmanın manası yok Aşin. Şeytandan doğduğunda kurtulamadıysak şimdi kurtuluruz.” Yaşlı kadının söyledikleri Liderin yüzünde şeytani bir gülümseme oluşmasını sağladı. Dudakları zevkle kıvrılan adam göz ucuyla yanına gelen kadına bakarken “haklısın Vala. Geç olsun da güç olmasın.” dedi ve tüyler ürperten bakışlarını yeniden Zahel’e yöneltti ve tam o anda hiç beklenmedik bir şey oldu. Nihayet yaşadığı şoku atlatmayı başaran Aeros eliyle masadan destek alarak keskin bir hamleyle kendini yukarı çekti. Kimse ne olduğunu anlayamadan masanın üzerine çıkan tanrı aynı hızla attığı iki adımın ardından yumruk haline soktuğu elini geriye doğru çekti.

Ağzımdan tiz bir çığlık kaçarken Aeros aşağı atladığı esnada yumruğunu da hızla öne savurup Zahel’in suratına geçirdi. Aldığı darbeden sonra Zahel’in başı hafifçe bizden yana döndü. Oysa o yumruğun kuvvetini ben buradan bile hissetmiştim. Zahel’in ise neredeyse kılı bile kıpırdamamıştı. Yanımda duran Nowa ve Ragaz hızla kılıçlarını çekip öne doğru atılırken bir hışımla Zahel’in yakasına yapışan Aeros gözü dönmüş vaziyette onu sarsıyordu. “Seni adi şeytan!” diyerek gürleyen tanrı bir anda Zahel’in boğazına yapışsa da Zahel herhangi bir tepki vermiyor duruşunu korumaya gayret ediyordu. Koşarak Zahel’e yaklaşan Nowa ve Ragaz’ın peşine takıldığımda onlar benden önce varıp kılıçlarını Aeros’un boynuna doğrulttular.

Bir şok daha yaşayan Aeros dumura uğramış vaziyette donup kalırken ellerini usulca çekip başını onlara doğru çevirdi. Bense aramızda birkaç metre kala durmak zorunda kaldım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Elimden bir şey gelir miydi onu da bilmiyordum. Yanımdan hızla iki silüet geçtiğinde bunların Aeros’a eşlik eden muhafızları olduğunu fark ettim. Nowa ve Ragaz’ın Zahel’i korumaya çalıştığı gibi onlar da kendi tanrılarını korumak üzere harekete geçmişlerdi. Kılıçlarını keskin bir hamleyle Nowa ve Ragaz’ın boğazına dayadıklarında gerilim hat safhaya çıkmış oldu. Ben de dahil herkes tedirginlikle olanları izliyor kimse bir şey yapamıyordu.

“Bir halt edemezsiniz!” dediğinde Konsey üyeleri de Aeros’un tarafını tuttu. “Adamlarına geri çekilmelerini söyle Zahel.” Ateş saçan gözlerle Aeros’a bakmayı sürdüren baş muhafızlar boğazlarına dayanan kılıçların varlığına rağmen hiç de geri çekilecek gibi durmuyordu. “Emin misin?” Ragaz’ın sorusu kulağa ürkütücü gelirken bastırdığı kılıcı Aeros’un boynundan aşağı kan süzülmesine neden oldu. Bu yaptığı Konsey üyeleri arasında bir uğultuya neden olurken Zahel’in dudağının kenarı gururlu bir ifadeyle kıvrıldı. Tanrılarına yapılanın farkına varan Hava Diyarı muhafızları ateşe ateşle karşılık vermeyi uygun görmüş olacaklar ki kılıçlarına uyguladıkları kuvveti arttırdılar. Nowa ve Ragaz’ın boynundan aşağı doğru kan ince bir çizgi halinde süzülürken duruşlarını korumaya devam ediyorlardı.

“Geri çekilin!” Hava Tanrısına kılıç doğrultan ikili Zahel’den gelen emre kulak asmayarak yerlerinde sabit durmaya devam ettiler. “Geri çekilin!” diyerek kendini tekrarladığında Nowa onaylamaz ifadesiyle ondan yana çevirdi başını. “Çekilmiyoruz!” diyerek kestirip attı ve kılını kıpırdatmadı. “Emirlerime karşı mı geliyorsun?” “Geliyorum, ulan geliyorum! Seni de emirlerini de düdükleyeyim.” Nowa kendini kaybetmiş gibi görünmesine rağmen bunu mümkün olduğunca alçak sesle söyleyerek diğerlerinin duymasına mâni olmaya çalışmıştı. Nowa’nın inadını yenemeyeceğini anlayan Zahel bu sefer de Ragaz’a kaydırdı bakışlarını. “Tekrar etmeyeceğim Ragaz geri çekilin.” Ragaz nefret saçan gözlerle Aeros’a bakmayı sürdürürken istemeye istemeye kılıcını indirdi. “Ne halt ediyorsun?!” “Kılıcını indir Nowa.” Yaklaşık birkaç dakika boyunca kararsızlıkla eli titreyen Nowa nihayet kılıcını indirdiğinde ikili hala boğazlarını tehdit eden kılıcın varlığı yüzünden yerlerinde sabit kalmaya devam ettiler.

Nihayet rahat bir soluk alan Aeros karşısındaki vaziyetten hoşnutluk duyuyor olacak ki dudağının kenarı keyifli bir sırıtışla kıvrılmıştı. Ragaz ve Nowa’nın öfke ve nefret karışımı ifadelerine rağmen gülümsemeyi sürdüren tanrı içimde tiksinti duygusu oluşturdu. Mevcut durum korunmaya devam ederken müdahale etmek istesem de benim işe karışmamın ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmediğimden geri planda durmayı tercih ediyordum. “Aeros!” “Hava Tanrısı!” Sabrımın sonuna gelip ağzımı açtığımda Zahel’le aynı anda Aeros’a hitap etmiş olduk. Uzun süren sessizliğimi bozmam sonucu birçok bakış üzerimde toplanırken Zahel’le gözlerimiz kesişti. O konuştuğuna göre bir şey söylememe gerek kalmadığını düşünüyordum ama Zahel başıyla konuşmamı istediğini işaret ettiğinde sertçe yutkundum.

Şimdi üzerimde gezinen onca bakışa rağmen ve benden üstün olan tanrıların varlığıyla beraber konuşmam gerekiyordu. Sanırım bu kendimi kanıtlama fırsatına sahip olduğum önemli anlardan biriydi. Cesaretten yoksun olmamama rağmen böylesine büyük olayların ortasında olmak hele ki olayın merkezindeki kişi olmak beni geriyordu. Bugün bu korkumu yenmem gerekiyordu. Öteki türlü burada kalmak için verdiğim savaşın ne anlamı kalırdı ki? Bir tanrıça olarak sözümü dinletebiliyor ve rahatça konuşabiliyor olmam gerekiyordu. Derin bir soluk alıp duruşumu düzelterek Aeros’a çevirdim bakışlarımı. “Adamlarınıza geri çekilmelerini söyleyin. Aksi halde bu iki adamınıza mâl olacak.” Belki daha uzlaşmacı ve sakin olmam gerekiyordu ama konuştuğum kişinin az önce sevdiğim adamın boğazına yapıştığını düşününce istesem de hoş şeyler söyleyemezdim.

“Sen…” dedi iğrenir gibi bir tonla ve aşağılayıcı bakışlarını uzun uzun üzerimde gezdirdi. Tüm bunların yanında suratını da hoşnutsuzlukla buruşturarak bana karşı olan tutumunu ayan beyan gözler önüne sermiş oldu. “beni tehdit mi ediyorsun.” “Uyarıyorum.” diyerek anında verdiğim yanıt söylediğimin aksine altında tehdit notaları barındırıyordu. “Geri çekilirseniz kellerinizi bizzat ben alırım.” Aeros’un gözlerini benden ayırmadan adamlarına verdiği emirle beni kale bile almadığını göstermiş oldu. Ne var ki büyük bir hata yapıyordu. Bu duruma karşı hazırlıklı olmadığımdan elimin altında bir plan olmasa da Nowa ve Ragaz’a güvenim tamdı.

“Öyle olsun. Nowa, Ragaz adamları indirin.” Bir aksilik çıkmamasını umarak söylediklerimin üzerinden bir saniye bile geçmesine izin vermeyen baş muhafızlar hızla eğilip boğazlarını tehdit eden kılıçlardan kurtulduktan sonra muhafızları bileklerinden yakalayıp kılıçlarının düşmesini sağladılar. Ardından bileklerini geriye doğru büküp diz kapaklarının araka kısmına tekmeyi geçirmeleriyle birlikte iki muhafız da dizlerinin üzerine düştü. Tüm bunlar göz açıp kapayana kadar kısa bir sürede gerçekleştiğinden muhafızların karşılık vermeye fırsatı bile olmamıştı. Öfkesi arşa çıkan ve gözlerinden gerçek anlamda ateş saçmak üzere olduğunu düşündüğüm Aeros nefretle bana bakarken ben demiştim der gibi bir ifadeyle ona bakıp gülümsedim. Konseyin düzeni ve huzuru sağlamakla görevli olduğuna dair şüphelerim bu olayla birlikte giderek artıyordu. Gözlerinin önünde gerçekleşen kargaşaya kayıtsız kalmışlardı. Umursadıkları tek şey Zahel gibi duruyordu. Sanki diyardaki bütün problemlerin kaynağı o’ymuş gibi.

“Yanına dönün.” Zahel’in emrinden sonra geri çekilen ikili durumdan hoşnut olmasa da yanıma döndüler. “İyi misiniz?” dedim gözlerim boyunlarından süzülen kanda gezinirken. Neyse ki derin bir kesik değil basit bir çizikti. “İyiyiz.” “Tanrı Aeros lütfen geri çekilin ve kendinize hâkim olun.” Konsey Liderinin sözlerinin ardından Aeros istemeye istemeye masanın diğer ucundaki yerine dönerken Aşin’e hiç de hoş olmayan bir ifadeyle bakıyordu. Sanırım Konsey Liderinden de olsa tavsiye, belki de onun gözünde emir, almak hoşuna gitmemişti. “İdam edilecek öyle değil mi?” Sessizliğini bozan Roan üstten bir ifadeyle Zahel’e bakarken dudakları mide bulandırıcı bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. “Konsey meclisi bir toplantı yapıp bu konuyu tartışacak.” “Ne tartışması?!” diyerek gürleyen Aeros gözlerini Aşin’e dikmişti. “Son kez uyarıyorum Tanrı Aeros kendinize hâkim olun.” Aldığı yanıttan hiç de memnun olmayan Aeros susmak zorunda kalırken Konsey Lideri muhafızlarına döndü. Hareketlenen muhafızlar mızraklarını öne doğru doğrulturken Zahel’in gözleri gözlerimi buldu.

Bir bakış aslında sadece bir bakış değildir ya. Altında başka anlamlar yatar, bakanın gözlerinde yüreğinin derinliklerinden geçenleri saklar. Sadece bakmaz, bir şeyler anlatmak ister. Zahel de işte tam olarak böyle bakıyordu. Gözlerinde gizlediği bir şeyler vardı, bana anlatmak istediği bir şeyler. Ne yazık ki anlayamıyordum. Yıldızsın bir göğü andıran gözlerinde çakan kıvılcımların ne manaya geldiğini çözemiyordum. “Bu kadar oylanma yeter. Muhafızlar etrafını sarın.” Gelen emir muhafızları harekete geçirirken Zahel yeniden Konsey Liderine döndü. “Madem yaptıklarım için cezalandırılacağım. O halde gitmeden evvel ben de hak edenlere hak ettikleri cezayı keseyim.” Zahel’in bu sözleri konseyi şaşkına uğratırken hepsi tedirginleşiverdi.

Koşar adımlarla Zahel’in etrafını saran muhafızlar mızraklarını ona doğru doğrulturken oluşturdukları yarım çemberi giderek daraltıyorlardı. Ne var ki bir noktadan sonra oldukları yere çakılıp kaldılar. Zahel’in ayaklarının dibinden bir gölge misali uzayarak çıkan şeytanlar hızla muhafızların önünü kesti. Hareketsiz kalan muhafızlar mızrakları ve kılıçlarını şeytanlara doğrultsalar da herhangi bir hamlede bulunamıyorlardı. Tuttukları basit çeliğin şeytanlara zarar verebileceği konusunda şüpheliydim. Oysa şeytanların herhangi bir silaha gereksinim duymaksızın zarar verebileceğinden zerre şüphem yoktu. “Her zaman kirli oynadın. Suçlu olmana rağmen haksız rekabet ediyorsun.” Kıstığı gözlerini Konsey Liderine diken Zahel’in ifadesi avına kitlenen bir yırtıcıyı andırıyordu. “Haksız rekabet mi? Bunu sadece beni almak için konsey ordusuyla gelen sen mi söylüyorsun?”

Konsey Lideri ağzından bir şeyler geveleyip dursa da tek kelime edemedi. “Onlara hükmedebiliyorum çünkü bunun bedelini ödedim ve ödemeye de devam ediyorum. Sen karışıma bir orduyla çıkmışken ben neden onları kullanmaktan çekineyim.” “Işık Konseyi!” Aşin’in Zahel’e karşılık vermeyip gerisinde duran konsey üyelerine seslenmesinin hemen ardından üyeler yan yana dizildi. İşaret ve orta parmaklarını birleştirip diğerlerini kapatırken ellerini göğüslerine götürdüler. “Hayır!” Kulağımın dibinden ansızın yükselen ses irkilmeme neden olurken göğüslerindeki ellerini hızla çeken üyeler avuç içleri yere bakacak şekilde açık olan parmaklarını Zahel’e doğrulttular. Bu hareketleriyle beraber göğüslerinden çıkan beyaz, keskin bir güç dalgası hızla ilerleyip bir noktada birleşirken Zahel’e doğru ilerliyordu. Çarpmasına santimler kala Zahel’in elini kaldırmasıyla önünde dumanımsı bir bariyer oluştu. Bariyere çarpan güç dalgasının ortaya çıkardığı gürültü defalarca kez yankılanırken kulaklarım çınladı.

Zahel’in bariyeriyle mücadele eden güç dalgası kulak tırmalayan bir ses çıkarırken Ragaz bir adım öne çıkarak kendini tekrarladı. “Yapamazsınız!” Zahel’in gücünü delmek için uğraşan Konsey Lideri Ragaz’a kısa bir bakış attı. “Kapıya birilerini gönderdiniz mi?” Ragaz’ın sorusu cevapsız kaldı. Zira üyeler hala Zahel’in bariyerini geçmeye çabalıyorlardı. Ragaz’ın neyden bahsettiği ise meçhuldü. “Yapamazsınız. Zahel’in gücü yer altı kapılarını kilitli tutuyor.” “Senin tanrın diyar için yer altındakilerden daha büyük tehlike arz ediyor.” “Neyden bahsediyor?” diyerek Nowa’ya yaklaştım. Gerginlikle alnını ovuşturan baş muhafız “ben bunu tamamen unutmuşum.” diyerek kendi kendine konuşurken sorumu cevapsız bıraktı. “Neyi unuttun? Ragaz neyden bahsediyor?”

“Sıkeyim böyle işi. Yer altı kapılarından bahsediyor. O kapıların ardında şeytanlardan tut da gasadulara kadar türlü türlü canavar var. Kapıları kilitli tutan Zahel’in gücü ama konsey onu oator ipiyle bağlamak istiyor. Bu ilahi yanına ket vuracak ve kapılar savunmasız kalacak.” Aldığım yanıt dehşetle gözlerimin büyümesine neden oldu. Konsey Liderine baktığımda tek derdi Zahel’mişçesine bariyeri kırmaya çabalıyordu. Böyle bir riski göz göre göre almış olmasına inanamıyordum. Konseyin görevi diyardaki düzeni ve güvenliği sağlamakken bu yaptıkları görevleriyle hiç bağdaşmıyordu. Ben de dahil herkes bir tiyatro izliyorcasına Zahel’le Konseyin çatışmasını izliyorduk. Zira bu durumda elimizden gelen başka bir şey yoktu.1

Zahel boştaki sol elini yumruk yapıp hızla savurduğunda avucundan çıkan gücü ok gibi havayı yararak ilerledi ve Roan’ın omuzuna saplandı. Sapsız bir hançeri andırsa da biçimsiz ve dumanımsı olan gücü Roan’a saplandığında durmadı, beraberinde onu götürmeye devam etti ve çivi misali duvara saplandı. Ayakları yerden birkaç santim yukarıda sallanan Roan acıyla inleyip elini kanayan omuzuna bastırırken herkes dehşete düşmüş vaziyette olanları idrak etmeye çabalıyordu. “Değersiz öyle mi?” dedi Zahel gözlerini Roan’a dikerken ve bir kez daha gücünü kullandı. Elinden sıyrılıp giden gücü Roan’ın bu sefer de sol omuzuna saplandı. Ateş Tanrısı acıyla kıvranırken Silas hızla ona yaklaşıp omuzlarına saplanan hançer benzeri gücü kendi gücüyle yok etti.

Dizlerinin üzerine düşen Roan alaycı bir ifadeyle Zahel’e bakarak “tam da bir şeytanın yapacağı gibi.” dedi. Zahel’in bu sözlere karşılık vereceğini sansam da öyle olmadı. Bir yandan şeytanlara hükmettiğinden, bir yandan bariyeri korumaya çabaladığından ve anlamadığım bir sebepten Roan’a saldırdığından alnında terler birikmişti. Dişlerini sıkıca birbirine bastırırken kendini fazlasıyla zorladığı barizdi. Konseye karşı koymaya devam ederken bu sefer de gücünü salonun tavanına yönlendirdi. Avucundan fışkıran siyah gücü sanki içinde minik yıldızlar varmış gibi parlıyordu. Yıldızsız bir göğü andıran gözlerinde olması gereken yıldızların gücünde toplandığını düşündüm bir an. Tavana çarpan güç dalgası büyük bir çatlak oluşturduğundan kırılan parçalara süratle aşağı doğru düşmeye başladı. Nowa ve Ragaz beni geri çekip önüme siper olurken herkes masadan uzaklaşma derdine düşmüştü. Ne yazık ki Aeros kaçmayı becerememişti ya da Zahel’in hedefinde o olduğu için kaçma şansı hiç olmamıştı.

Tozlar eşliğinde üzerine düşen koca taş parçası Aeros’un öne doğru yığılmasına eden oldu. Masa ve sırtındaki taşın ağırlığı altında kıvranan Aeros ateş püsküren gözlerle Zahel’le bakarken o bir kez daha gücünü kullandı ve Roan’ın omzuna saplanan hançer bu kez de Aeros’un eline saplandı. Avucunu yarıp geçen güç Hava Tanrısının acı bir çığlık atmasına eden olurken bu sefer de ona dikti gözlerini. “Bu elindi değil mi? Yanlış yok.” Hançer Aeros’un sağ eline saplanmıştı. Zahel’in ise ne demek istediği yine meçhuldü. Acı içinde yüzünü buruşturan Aeros güçlükle diğer eliyle hançeri çıkarmaya uğraşırken Zahel’in bariyeri de çatlamaya başlamıştı. Aynı anda birden fazla kişiyle savaşmak Zahel’i yormuş olmalıydı. Şeytanların bir anda geri çekilip yok olmasının ardından Zahel’in oluşturduğu bariyeri yok oldu.1

Konsey bu anı fırsat bilip nerden çıkardıklarını dahi çözemediğim ipi güçlerini kullanarak bir anda Zahel’in etrafına dolayıverdiler. Uğursuz yeşil bir ışık yayan ip bana daha önce Maskeli Adamda gördüğüm taşı anımsatırken konsey muhafızları Zahel’in etrafını kuşatmıştı. Etrafı iple onlarca defa sarılmış olan Zahel adeta pes etmiş bir ifadeyle gözlerimin önünde dururken kalbim göğsümü öyle bir dövüyordu ki nefes alamadığımı hissediyordum. Sanki hava ağırlaşmış soluması güç bir hale gelmişti. Bakışları beni bulurken iki muhafız kollarını girmişti. “Keşke…” dedi bana bakarken ama devamını getirmedi. Ne diyeceğini öyle çok merak ettim ki kalbim bir anda göğsüme ağır gelmeye başladı. Gülümsedi, keder ve pişmanlığı içinde barındıran bir gülümsemeydi bu. Nedenini ise anlamak mümkün değildi. Zahel’i anlamak bir gün gerçekten mümkün olacak mıydı acaba? “Öyle bir şeysin ki söz konusu sen olunca kendi dilim bile bana ihanet ediyor.”

“Gidiyoruz.” Konsey Liderinin emrinin ardından Zahel zorluk çıkarmadan kendisini tutan iki muhafızın yönlendirmesiyle yürümeye başladığında beraberinde herkes hareketlendi. Konsey önden çıkışa doğru ilerlerken beraberlerinde getirdikleri muhafızları da, gerçi sayıların göz önüne alacak olursak orduları, peşlerinden yürümeye başladı. “Hayır!” diyerek öne atıldığımda kolumu saran parmaklar bir adım daha atmama izin vermedi. Geriye doğru döndüğümde yüzlerinde çaresiz bir ifadeyle bana bakan baş muhafızlarla karşılaştım. “Hayır, onu götüremezler.” Nerdeyse ağlamaklı çıkan sesime hâkim olamıyordum. Neler olduğu, Zahel’in neler yaptığı umurumda bile değildi. Onu böyle götürmelerine müsaade edemezdim. Üstelik götürdükleri takdirde ne yapacaklarını bilirken. Kollarımı kurtarmak için debelenirken Zahel’i benden adım adım uzaklaştırıyorlardı. “Silva dur.” “Hayır, hayır. Onu götürmelerine izin veremeyiz. Bırakın beni, bırakın!” Sesim taş duvarlarda yankılanırken Nowa ve Ragaz beni bırakmamakta inat ediyor Zahel’se görüş açımdan çıkıyordu.

“Silva sakin olmak zorundasın. Şu anda gitmesini engellemek için yapabileceğin bir şey yok.” Başımı çevirdiğimde Zahel’in artık görüş açımda olmadığını gördüm. Geride kalan muhafızlar kapıdan çıkarken dolu gözlerle oraya baktım. Gücü çekilen bedenim bir anda yere yığıldığında dizlerimin acımamasının tek sebebi Nowa ve Ragaz’ın beni tutuyor olmasıydı. Gözlerimden yaşlar süzülürken onlar da yanıma çöktüler. “Gaddar olduğumu düşünebilirsin ama ağlamayı kesmek zorundasın. Şu anda zor bir durumdayız ve sana ihtiyacımız var.” Cümlesini tamamlarken hala masanın başında duran tanrılara üstün körü bir bakış atan Ragaz yeniden bana döndü. “Zahel gitti ve tanrıça olarak üzerine büyük bir sorumluluk bindi. Bu sorumlulukları alman gerekiyor ve her şeyden önemlisi Zahel’i kurtarmanın bir yolunu bulmak zorundayız. O yüzden ağlamayı bırak ve ayağa kalak. Şu halinle hiç de tanrıçaya benzemiyorsun.”

Ragaz haklıydı, hem de kabul etmek istemeyeceğim denli haklıydı. Başımı sallayıp göz yaşlarımı silerken hızlıca ayağa kalktım. Nefesimi toplayabilmek adına kısa bir süre beklerken Aeros’un hançerden çoktan kurtulduğunu gördüm. Aeros sanki normal konuşmak nedir bilmezmiş gibi yine yüksek sesle diğerlerine bir şeyler söylüyordu ve ifadesine bakılırsa öfkeden küplere binmişti. “Valeria ve Jieli’ye haber verin. Zahel’in odasında toplanıp konuşalım.” “Ben haber veririm.” diyen Nowa gitmek üzere yeltendiğinde kolunu yakalayıp engel oldum. “Dalinar haber versin ve o da gelsin.” Zahel onu kendi elleriyle ordusunun bir parçası yapmışsa ve Ragaz da ona güvendiğini söylüyorsa ben de onu tanımak ve güvenebilmek istiyordum. Hoşnutsuz bir ifadeyle bana bakan Nowa’ya “yardımı dokunabilir. Ayrıca onu tanımak istiyorum.” İstemeyerek kabul eden Nowa olup biteni şok içinde izleyen muhafıza yaklaşıp söylediklerimi ilettikten sonra yanıma döndü.

Dalinar koşarak salondan ayrılırken biz de kapıya doğru yöneldik. “Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?” Döndüğümüzde Aeros’un öfkeden kudurmuş suratıyla karşılaştık. “O sizi hiç ilgilendirmez. Ayrıca gördüğünüz üzere toplantı sona erdi. Şimdi ben sizi kovmadan evimden giderseniz çok iyi olur.” Konuşurken geride duran tanrılara da uzun bir bakış atarak bu sözlerimin sadece Aeros’u kapsamadığını ifade ettim. Zaten her şey birbirine girmişken bir de diğer tanrılarla uğraşamazdım. “Öyle bir şey olmayacak!” diye çıkıştı Aeros. “Kocan katilin teki ve kim bilir sizler nesiniz? O katilin idamı gerçekleşmeden hiçbir yere gitmiyoruz.” Sözleri hepimizin patlamaya hazır sinirlerine kıvılcım çaktırırken Nowa yarım adım öne çıkıp gözlerini Aeros’a dikti. “Bekçi iti gibi başımızda duracaksın yani. Acıktığında önüne kemik atmamız da gerekecek mi?” “Nowa!” Ragaz’ın uyarıcı ses tonuna rağmen Nowa gözünü dahi kırpmıyordu.

Kızarıp bozaran Hava Tanrısı gücünü kullanmak üzere elini kaldırdığında aynı anda Ragaz da kılıcını çekip diğer kolunu önümüze siper etti. Bir tanrının gücüne karşı Ragaz’ın kılıcının hiç şansı yoktu. Yani işler birazdan daha da berbat bir hal alabilirdi. “Aeros kes şunu!” Su Tanrısı beklenmedik bir şekilde araya girdiğinde Aeros hala öfkeli gözlerle bize bakıyordu. “O canavar babamı öldürdü.” diye kükredi Aeros. Sanki gerçekten bunu umursuyordu. Tek derdi sarsılan itibarıydı. Bu durum hem kanımı kaynatıyor hem de midemi bulandırıyordu. “Biliyorum Aeros ama bunda onların bir katkısı yok. Herhangi bir şey yapamayacak kadar zavallılar. Onlarla uğraşmanın bir anlamı yok.” Şüpheci gözlerle birkaç saniye boyunca bizi süzen Aeros başını olumlu anlamda sallarken Nolan’a döndü. “Haklısın yok. Yine de o canavar idam edilene dek burada kalacağız.” Öfkesi yatışmış görünen tanrı bize üstten bir bakış atarken Nolan’la beraber bizden uzaklaştılar. “Gidelim.” 8

❄️❄️❄️

Nihayet Jieli, Valeria ve Dalinar’ın da gelmesiyle birlikte uzun bir soluk alıp onlara döndüm. Üçü de gözlerini dikmiş merak ve şaşkınlık karışımı bir ifadeyle bizi seyrediyordu. Nowa ve Ragaz sıkıntıyla odanın içinde volta atarken bir yandan yüzlerini ovuşturuyor kendilerini bir çözüm bulmaya zorluyorlardı. Ne var ki bu durum için bir çözüm olma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğunu söylemeseler de biliyordum. Zahel’i konseyin elinden alabilecek ne yetkimiz ne de gücümüz vardı. Aklımdan onu kaçırma planları geçse de başarma olasılığım o kadar zayıftı ki fırtınanın ortasında kalmış cılız bir mum ışığını andırıyordu.

“Doğru olamaz.” dedi Jieli başını inkâr etmek istercesine sallarken. Dalinar tüm olanlara şahit olduğunun pek kolay olmasa da durumu idrak etmiş görünüyordu lakin aynı şey kızlar için geçerli değildi. Gözlerindeki inkâr öylesine kuvvetliydi ki olanlara şahit olmamış olsam ben de onlarla aynı fikirde olabilirdim. Kahretsin, olanlara şahit olmama rağmen hala inanmakta güçlük çekiyordum. Buna inanmak çok zordu. Zahel’in bunu neden yaptığını anlamak ise zordan da zordu. Kafam patlayacak raddeye gelene dek düşünüyor, düşünüyor yine de geçerli bir neden bulamıyordum. İşlerin bu şekilde gelişeceğini asla düşünmemiştim. Planıma göre tek tek tanrılara görüşecek, tanrıları öldürmek için geçerli nedenleri olan kişilerin listesini çıkaracak ardından tek tek hepsini sorgulayacaktım. Konsey beni büyük bir çabadan yıkıcı bir şekilde kurtarmıştı.

“Doğru.” diyerek Jieli’yi yanıtlayan Ragaz oldu. Bize nazaran daha soğukkanlı davranabiliyordu. “Doğru mu Silva?” Valeria Ragaz’a inanamadığından değil kabul etmek istemediğinden soruyordu bana. Doğru olmadığını söylememi istiyordu. Ben de doğru olmadığını söylemeyi en az onun kadar istememe rağmen ağzımı açtığımda sadece “doğru.” diyebildim. Kızlar şüpheyle birbirlerine bakarken herkes allak bullak olmuş görünüyordu. Kafamın içinde sayısız plan oluşurken Ragaz ve Nowa volta atmaya devam ediyor bir yandan da kızlara olan biteni anlatıyordu. Dalinar ise kenarda şaşkınlığını gizlemeye çalışarak sessizce bizi seyrediyordu. İfadesi büyüklerin konuştuğu ve ne dediklerini anlamadığı bir ortamda kalmış küçük bir çocuğu andırıyordu. “Kahretsin! Sizce konsey ne yapacak?”

Nowa’nın sorusu havada asılı kaldı. Herkes cevabı bildiğinden ya da bilmediğinden sessiz kaldı. “İdam etmek isteyecekler.” diyebildiğimde uzun bir soluk alıp ciğerlerimi havayla doldurdum. Şok olmanın ya da ağlamanın hiçbir faydası yoktu. Kendimi toparlamam, acı verici de olsa gerçekleri görmem ve ne yapacağıma karar vermem gerekiyordu. Yanıtımla birlikte Nowa ve Ragaz volta atmayı bırakırken herkesin yüzü bana döndü. “Yapamazlar. Diyar tanrısız kalamaz.” “Evet, kalabilir.” Valeria’nın cevabının ardından bir adım öne çıkarak yüzünü bana çevirdi. Başındaki kapüşonu geriye attığında açıklaması için sessiz kaldım. “Bir tanrı ya da tanrıça çocuğu olmadan ölürse ölen beden olur ve ruh dünyayı terk eder. O kişiyi tanrı ya da tanrıça yapan ilahi güç ise geride kalır, yani en azından öyle tahmin ediliyor. Tanrı Zahel’i idam ederlerse ölüm tanrısı yani o ilahi güç geride kalabilir.”

Bundan ne çıkarmamız gerektiğini ben de dahil kimse anlamamıştı. Zahel olmadıktan sonra gücünün geride kalması neye yaradı ki? “Ee bu neye yarar ki?” Hepimizin merak ettiği soruyu sessizliğini bozmaya karar veren Dalinar sormuştu. Düşünceli ve meraklı ifadesiyle Valeria’nın cevap vermesini bekliyordu. “Emin değilim. Böyle bir durum daha önce hiç yaşanmadı. Geride kalan güç Ölüm Tanrısı olması için uygun birini seçebilir, tanrı olması için yeni bir beden yaratabilir ya da Tanrı Zahel’le birlikte gücü de yok olup gider ve beraberinde diyar da Ölüm Tanrısı da yok olabilir. Çok fazla ihtimal var.” Zaten karışık olan kafam iyice karışmıştı. Anladığım tek şeyse riskli olmasına rağmen Konseyin Zahel’i idam etmek isteyeceğiydi. “Yapmazlar.” diyen kişi Dalinar oldu. “Konsey denge ve düzende sorumlu. Diyarımızın öylece yok olmasına izin vermezler.”

İyimserliği ve Konseye yönelik olumlaması sıkıntıyla başımı sallama neden oldu. Keşke söyledikleri doğru olabilseydi. “Sanmıyorum.” dediğimde bakışlarını bir saniyeliğine yüzümde gezdirip gözlerini indirirken duruşunu düzeltti. Onunla henüz bir samimiyetim olmadığından mesafeli ve saygılı davranıyordu. “Anladığım kadarıyla Konsey o kadar da masum değil. Belki diğer meselelerde hakkaniyetli davranmışlardır ama Zahel’de öyle olmayacak. Ondan kurtulmak istiyorlar ve sanırım neye mal olacağı pek umurlarında değil.” Yer altı kapılarının korumasız kalmasına müsaade ettiklerini düşününce değil Ölüm Diyarı bütün Wienor yansa umurlarında olmaz gibi geliyordu. İşlerin umduğu gibi ilerlemeyeceğini idrak eden Dalinar hayal kırklığına uğramış vaziyette yeniden sessizliğe gömüldü.

Anlatılanları idrak etmem uzun birkaç dakikamı aldı. Yani Konseyin Zahel’i idam etme ihtimali azımsanamayacak kadar yüksekti. Öte yandan söz konusu riski alıp almayacakları ise meçhuldü. “Risk büyük ama Konsey yine de bu riski almak isteyebilirler. Onlar Zahel’den kurtulmak istiyorlar. Sırf suikastçı olduğu için değil onu kişisel bir mesele haline getirdiler.” Umutsuzluk bir canavarı andıran sivri pençelerini kalbime sapladı. Ağrıyan kalbimi avucunda acımasızca sıktı. Hiç umut yok gibi duruyordu. Konseyi durdurmanın ya da Zahel’i kurtarmanın bir yolunu bulamıyordum. “Hiç… hiç vaktimiz yok mu?” Çaresiz gözlerle baktım Valeria’ya. En azından biraz zamanımız olursa belki… belki bir yolunu bulabilirdik. “Var. Tanrı Zahel’i idam etmek beraberinde büyük riskler getirdiğinden bunu öylece yapamazlar. Önce Konsey meclisinde görüşmeler olacak. Verdikleri karara göre diğer tanrıları bilgilendirecek ve onlarla da görüşecekler. Tüm bunlar epeyce zaman gerektirir. Ancak tam olarak ne kadar vaktimiz var bilemiyorum.”

Çölü andıran kalbime bir damla su düşmüş gibi hissettim. Evet, ihtiyacım olanın yanında bu bir hiçti ama bir şeylerin başlangıcı olabilirdi. En azından vaktimiz vardı. Bir şeyler düşünüp bir çözüm bulabilirdik lakin hepsinden önce bir yolunu bulup Zahel’le görüşmem gerekiyordu. “Tünel mi kazsak?” Nowa’n sessizliği bozması ve ortaya attığı fikirle bütün yüzler benden ona dönmüş oldu. “Biz değil tabi Zahel.” Ne dediğine anlam veremediğimizden ve kafamız patlamak üzere olduğundan boş gözler ve çatılmış kaşlarla öylece ona bakmayı sürdürdük. “Yemek veriyorlardır değil mi? Kaşığı saklasın ve çıkmak için bir tünel kazsın.” Dalga geçtiğini anladığımızda ya da en azından ciddi olmadığını umduğumuzda gözlerimizi devirdik. “Saçmalamanın hiç sırası değil Nowa.” Ragaz’ın uyarısına karşılık sadece omuzların silkmekle yetindi. “Haklısın, konsey karar verene kadar tüneli kazamaz.”

Cidden mi? der gibi bir ifadeyle suratına bakarken kollarını göğsünde kavuşturup “sadece bir fikir. Zaten kaşık yerine kürek kullanırsa daha hızlı olur.” dedi. “Zahel’le konuşmam gerekiyor.” derken Valeria’ya döndüm. “Maalesef. Seni doğrudan Ay Işığı Mabedine götüremem. Konseyin mabedi rünler ve büyülerle koruma altında. Sadece Karkarum’a gitmeni sağlayabilirim ve Konsey’in seni içeri alacağını da sanmam.” Bahsettiği mabedin Konseyin yaşadığı yer olduğunu varsayarken portalla gizlice Zahel’in yanına gidebilme fikrimin suya düşmesinin hayal kırıklığını yaşadım. Zaten bu kadar basit olmasını bekleyemezdim ama yine de portal aracılığıyla onunla görüşebileceğimi ve çılgınca olsa da onu kurtarabileceğimi umut etmeden yapamamıştım işte.

“Ama benim bir şekilde Zahel’le görüşmem gerekiyor.” Valeria çaresiz bir ifadeyle suratıma barken herkes bir şeyler söylüyordu ama kimin ne dediğini anlamak imkansızdı. Bir ara Nowa’nın “hassiktir!” dediğini duyar gibi olsam da başımı kaldırıp bakmadım. “Beni dinleyin. Şu anda önemli tek mesele Zahel değil.” “Nowa şu an saçmalıklarının hiç sırası değil.” diyerek yanıt veren Ragaz olmuştu.

“Anlamıyorsunuz. Başka bir sorunumuz daha var.” “Nowa sus ve düşünmemize müsaade et.” Hoşnutsuz bir ifadeye bürünen baş muhafızı bir fişek gibi yanımdan geçip tek hamlede masanın üzerine çıktığından hedefine ulaşarak tüm gözlerin üzerinde toplanmasını sağladı. “Ah nihayet.” “Bana bak tavuk cidden şu an şaka yapmanın hiç sırası değil.” Nowa Valeria’ya göz devirirken ifadesi ciddiyet dolu bir hal aldı ki bu da hiç iyiye işaret değildi. “Şu an başımızdaki tek sorun Zahel değil. Siz zindanlardayken güneydoğu sınırından bir haber geldi. Ölüm Diyarı şu durumda Tanrısız Diyar olarak bir savaşa girdik.” Üzerinden saatler geçmeden ikinci bir şok dalgası üzerime çullandığında kalakaldım. Nowa’nın ağzından çıkanlar aklımın alabileceğinden de öteydi. “Ne savaşı? Bak eğer bu da bir şakaysa…” “Keşke şaka olsa ama değil. Sınırdaki birlikler saldırıya hazırlıksız yakalanmış. Düşman ordusu köy ve kasabaları yağmalayıp geçmiş. Birlikler sivillerin çoğunu korumaya alıp geri çekilmek zorunda kalmış. Şu anda bulundukları hattı koruyorlar ancak fazla dayanamazlar.”

Bir kez daha telaşla düşünmeye koyulduğumuzda Ragaz Nowa’yı soru yağmuruna tutmuştu. “Kim saldırıyor?” “Anbar Köyündeki şu maskeli şerefsiz. Kendine canavarlardan oluşan bir ordu kurmuş.” Maskeli adamı hatırlamak kanımı fokurdatırken içine düştüğüm çaresizliği yenemiyordum. Zahel’i götürmüşlerdi ve bir savaş kapımızdan içeri girmişti. Diyarın tanrıçası bendim lakin benim sorumluluğum olmasına rağmen şu an ne yapacağımı bilmiyordum. Neyi tutsam elimde kalıyor gibi hissediyordum. Sırf Zahel’i kurtarmak bile başlı başına imkânsız görünürken şimdi bir de Nowa’nın anlattıklarından sonra kendimi bataklıkta gibi hissediyordum. Kurtulmak için çırpınıyor çırpındıkça daha da batıyordum. “Silva zor biliyorum ama kararlar vermen gerek.” Ragaz elini destek vermek istercesine omzuma yerleştirirken başımı kaldırıp ona baktım. “Tanrıça sensin yani son söz senin ama merak etme sana yardım edeceğiz. Biz yol gösterirken sen de her şeyi öğreneceksin.” Başımı onayla salladığımda bir adım geri çekildi.

“Dalinar sen benimlesin. Diğer sınırlara ek birlikler gönderilmesini söyle. Geri kalanların bir kısmı burada kalsın. Onun dışında tüm kuvvetler bizimle birlikte güneydoğu sınırına gelecek.” “Emredersiniz efendim.” Dalinar emrini yerine getirmek üzere hızla odadan ayrıldığından Ragaz bu defa da bize döndü. “Nowa sen Silva’yla kal ve Zahel’le görüşmesini sağla. Sonra bize katılman gerekli.” Hepimiz başımızla onayladık. Şimdi çözmemiz gereken tek sorun Zahel’le nasıl konuşacağımdı. “Onunla nasıl konuşacağım?” “Sanırım bu noktada ben devreye giriyorum.” İşittiğimiz ses hepimizin bakışlarının kapıya yönelmesine sebep oldu. Gıcırdayarak açılan kapıdan içeri giren kişiyi gördüğümde hayretle suratına baktım.6

Bölüm : 08.02.2025 20:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...