
"Bilmiyordum!" diye bağırdım arkasından koşarken.
"Farkında değildim, bekle lütfen bekle!"
Ağlamaya başlamıştım. Ama o durmuyordu.
"Gelme artık gelme! " diye bağırdı arkasını dönmeden ama durmadım.
"Özür dilerim, çok özür dilerim. Beni dinlemen lazım lütfen" dedim ağlayarak. Yorulmuştum. Yağmur yağmaya devam ediyordu ama bu beni durdurmuyordu.
"Dileme! Özür falan dileme! Neyini dinleyeceğim ben senin?!" diye bağırdı tekrar. Arkasına bakmadan ıslanmış kıyafetleriyle hızla benden uzaklaşmaya devam ediyordu. Soğuğu hissetmemeye başlamıştım.
"Bak lütfen -" derken duyduğum korna sesiyle sustum ve...
Zorlukla gözlerimi araladım ama gözüme vuran ışıkla geri kapattım. Yavaşça açmayı denedim tekrar. Gözlerimi açabildiğimde bir hastanede olduğumu anladım. Kolumda serum takılıydı. Üzerimde hastane kıyafeti vardı. Oda boştu.
Doğrulmaya çalıştım ama beceremedim. Neden gelmiştim buraya?
Bir anda kapı açıldı. İçeri bir doktor ve hemşire girdi.
"Uyanmışsınız, geçmiş olsun. Nasıl hissediyorsunuz?" dedi gülümseyerek doktor. 40'lı yaşlarında duruyordu.
"Ne oldu bana?" dedim sorusunu es geçerek.
"Hatırlamıyor musunuz?" dedi.
Düşündüm ama hatırlayamadım.
"Hayır, ne oldu bana?" dedim korkuyla.
Birbirlerine baktıktan sonra doktor yanıma yaklaştı.
"Sana birkaç soru soracağım, cevaplamanı istiyorum. Hafıza kaybın olabilir " dediğinde korkuyla yutkundum. Dosyamı eline aldı ve içine bakarak bana sorular sormaya başladı.
"Adın ve soyadın ne?"
"Dila. Dila Deniz"
"Kaç yaşındasın?"
"18"
"Bir hastalığın var. Ne olduğunu biliyor musun, hatırlıyor musun?"
"Epilepsi"
"Annen baban?"
"Annem öldü, babam" dedikten sonra bir an duraksadım. Ardından "Babam da öldü " dedim yutkunarak.
"Kardeşin var mı?"
"Hayır "
"Buraya neden geldiğini hatırlıyor musun?"
"Hayır"
"Buraya gelmeden önce nerede, kiminle olduğunu biliyor musun?"
Biraz düşündüm.
"Hayır, hatırlamıyorum "
"Pekala, hastayı buraya getiren kişiyi çağıralım " dedi hemşireye dönerek. Ardından bana döndü.
"Tanıyor musun bakalım?" dedi.
İçeri bir erkek girdi. Benim yaşlarımda, yaklaşık 1,90 boyunda, kumral saçları, kahverengi ela karışımı gözleri, açık teni, kemikli yüz hatları olan biri. Yakışıklıydı.
İçeri girer girmez gözgöze geldik. Tanımıyordum onu. Ama o beni tanıyormuş gibi bakıyordu. Ama iyi şekilde değil, gözlerinde biraz öfke ve nefret görüyordum. Ya da bana öyle geliyordu.
"Tanıyor musun?" dedi doktor bana.
"Hayır" dedim.
Ona dönüp "Tanışıyor muyuz?" dedim.
Biraz bekledi ama ardından "Hayır" dedi.
"Beni buraya siz getirmişsiniz sanırım, teşekkür ederim. Ne olduğunu biliyor musunuz?" dedim.
Sesli bir nefes verdi. Konuşmak istemiyor gibiydi.
"Ben kaldırımda beklerken bir korna sesi duydum, baktığımda siz yerdeydiniz. Ben de ambulansı aradım ve sizinle geldim" dedi.
"Teşekkür ederim" dedim ama tepki vermedi. Konuşmayı sevmiyordu galiba.
Doktora döndüm. "Sorun ne tam olarak?" dedim.
"Araba çarptığında başınızı vurmuşsunuz. Geçici bir hafıza kaybı geçiriyorsunuz. Ama geçmeyebilirde" dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Anlamadım ne demek istediğinizi" dedim korkuyla.
"Bazı şeyleri unutmuşsunuz. Genelde hastalarda belli bir yaşa kadar unutmalar görülür ama bazen bunlara rastlanabiliyor. Beyniniz bazı şeyleri unutmuş sadece. Küçüklüğünüzden de olabilir, şimdi ki yaşamınızdan da. Neleri unuttuğunuzu siz yaşadıkça fark edeceksiniz. Hatırlama ihtimaliniz var ama bazı şeyler kalıcı olarak da silinmiş olabilir " dedi.
Korkuyla yutkundum.
"Hiç hatırlamayabilirim yani?" dedim endişeyle.
"Evet malesef. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok, bir kaç gün ağrılarınız olabilir bunun için bir ilaç vereceğiz. Serumunuz bitince çıkabilirsiniz. Geçmiş olsun " diyip hemşireyle birlikte çıktı odadan.
Korkmuştum. Neden bilmiyorum ama korkmuştum. Ya hiçbir şeyi hatırlayamazsam?
Hala karşımda duran çocuğa baktım. Dümdüz bana bakıyordu. Bir geçmiş olsun bile dememişti. Odun.
Bir süre gözlerime baktı, ardından hiçbir şey demeden odadan çıkıp gitti. Kim bu ya? İnsan bir şey söyler. Neyse.
Seruma baktığımda bittiğini gördüm. Ayaklanıp üzerimi değiştirdim ve eşyalarımı da alıp çıktım hastaneden. Cüzdanıma baktım, neyse ki para vardı. Bir taksi çağırdım ve evime gittim.
Gözlerimi açtığımda acıktığımı anladım. Hastaneden gelir gelmez yatmıştım çünkü gerçekten başım ağrıyordu.
Hemen bir şeyler yedim ve salona geçtim. Tarihe baktığımda şok geçirdim. Unutmuştum. Üniversiteye gitmeme 3 gün kalmıştı. 3 gün sonra resmen üniversiteye başlıyordum. İç mimarlık bölümünü seçmiştim. Pekala size biraz kendimden bahsedeyim.
Ben Dila. Dila Deniz. 1'65 boyunda, koyu kahve dalgalı saçları olan ve beline kadar uzanan, kahverengi göz rengi olan ve epilepsi hastalığı olan biriyim. 18 yaşımdayım. 12 yaşında annemi kaybetmiştim. Kanserden ölmüştü. Babamı zaten hiç tanımamıştım, şu an yaşıyor mu yaşamıyor mu onu bile bilmiyorum. Umrumda da değil. Beni bırakıp giden birini umursamıyorum. Annemden resmini bile istememiştim. Annem öldükten sonra teyzemle kalmıştım. Beni çok sevmezdi ama annemin hatırına bana bakıyordu. Ama üniversiteyi Ankara'da tutturunca İzmir'den ayrılmam gerekti. Bu evi de benim için almıştık. Hem üniversiteyi okurken kalmam için, hem de teyzem söylemese de, üniversiteden sonra da burada kalmam için almıştı. Bir daha yanına dönmemi istemiyordu. Bunu fazlasıyla belli etmişti. Ama yine de ona karşı bir kinim yoktu. Sonuçta yıllardır bana bakıyordu. Neyse, bu eve geleli neredeyse bir ay olmuştu. Tanıdığım kimse yoktu burada. Yalnızdım. Ama aslında uzun zamandır yalnızdım. Annem öldükten sonra hiç arkadaşım olmamıştı. Dışarı bile fazla çıkmıyordum. Yeni bir şehire geldiğim için de zaten arkadaşım olmamıştı daha. Olmasa da olur yani. Üniversite ihtiyaçlarımı, annemin bana bıraktığı para ile karşılayacaktım. Yani param vardı ama yine de bir süre sonra çalışmam gerekebilirdi. Ama şimdilik çalışmayacaktım. Şehire alışmam gerekiyordu.
Neyse çok konuştum. Televizyonu kapatıp odama çıktım ve biraz telefonda oyalanıp yatağa girdim.
Sabah uyandığımda öğlene geliyordu. Başım ağrıdığı için fazla uyuyordum. Kalktım ve kahvaltımı yaptım. Ardından biraz kitap okudum. Sonra telefonumla oyalandım. O sırada watsaptan bir bildirim geldi. 'İç mimarlık' diye bir grup kurulmuştu. Yüze yakın kişi vardı grupta. Bir mesaj geldi gruba.
Bir liste. Sanırım okul açılmadan bu listedeki eşyaları almamız gerekecekti. Listeye baktığımda şok geçirdim. Bir sürü kitap ve çizimler için eşyalar vardı. Bunlar kim bilir ne kadar tutacaktı? Gerçi bunu bekliyordum, sonuçta iç mimarlık en masraflı bölümlerden. Şimdi ben bunları ne zaman alacağım ki?
Buraları da bilmiyorum zaten. Ne yapacağım ben ya? Ama bu olacaktı zaten. Eninde sonunda dışarı çıkacağım, buraları öğreneceğim.
Telefondan biraz araştırma yaptım buralardaki dükkanlarla ilgili. Aradığım şeylerin satıldığı birkaç yer vardı. Çizimler için gerekli malzemeleri bir dükkandan, kitapları diğer dükkandan almam gerekecekti. Hepsini bugün halledemem. Malzemeleri bugün alıyım, kitapları da yarın.
Hazırlandım ve çıktım evden. Konumu açıp yürümeye başladım. Yaklaşık 15 dakikalık mesafedeydi.
İçeri girdim ve hemen malzemeleri almaya başladım. Birkaç kişi daha benimle aynı malzemeleri alıyordu. Sanırım aynı bölümdeydik. Hızlıca aldım ve kasaya yöneldim. Fiyatı duyduğumda kısa bir şok geçirdim ama hemen parayı ödeyip çıktım. Ellerim doluydu, zor yürüyordum. Taksi çağırdım ve eve geldim. Geldikten sonra yemek yedim ve televizyon açtım. Boş boş kanallarda gezinmeye başladım. Saat geç olmuştu. Bir kahve yaptım, kitabımı da aldım ve camın kenarına geçtim. Yağmur yağdığını farkettim. Bir anda zihnimde bir anı belirdi. Yağmur.
Bir dakika. Bana arabanın çarptığı zaman yağmur yağıyordu. Koşuyordum. Ama nereye gidiyordum, neden koşuyordum? Kimse yoktu sadece ben. Nereye? Hatırlamıyorum. Görüntü saniyeler içinde zihnimde belirdi ve gtti. Sevinmiştim ama. Umarım diğer unuttuklarımı da hatırlarım.
Öğlene doğru hazırlandım ve kitapları almak için yola çıktım. Biraz sonra gelmiştim. Kitapları aldım ve çıktım. Yine çok pahalı tutmuştu. Daha üniversiteye başlamadan bu kadar para harcamıştım. Annemin bıraktığı para bana kesinlikle yetmezdi.
Eve gelince yemek yedim ve odama çıktım. Yarın için hafif bir heyecan vardı üzerimde. Üniversiteye başlayacaktım. Gittiğim üniversite bu şehrin iyi üniversitelerinden biriydi. Yarın için götüreceğim eşyaları hazırladım ve geç olmadan yatağa girdim.
Alarm sesiyle yüzümü buruşturdum. Bu ne böyle? Niye alarm kurdum ki?
Tekrar gözlerimi kapattığımda aklıma gelen şeyle yataktan fırladım. Bugün üniversitemin ilk günüydü. Hemen banyoda işlerimi halledip üzerimi giyindim. Siyah kot pantolon ve krem rengi kazağımı giydim. Dalgalı saçlarımı da açık bıraktım.
Hemen kahvaltı yaptım ve evden çıktım. Biraz erken çıkmıştım çünkü bölümü bulmakta falan zorlanabilirdim. Taksi çağırdım ve üniversiteye doğru yola çıktım.
Taksiden indim ve bahçeye girdim. Beklediğimden daha kalabalıktı. Sanırım herkes bugün erken gelmişti. Bahçede durup kampüsü incelemeye başladım. Gerçekten çok büyük ve güzeldi. Bahçesi kocamandı.
Ortada dikilmeye devam ederken bir anda bir motor hemen önümden geçti hızla. Korkuyla geri sendeledim. Neredeyse bana değecekti.
2 adım ötede durdu ve üstündeki kişi indi. Kask takmıyordu. Bu kişi tanıdık geliyordu ama nereden? Bana doğru dönünce nereden tanıdığımı anladm. Bu beni hastaneye götüren kişi. Motoruna yaslandı ve bana döndü.
"Biraz daha mı dikkatli kullansan?" dedim hafif bir sitemle.
"Yolun ortasında dikilmeseydin" dedi umursamaz bir tavırla. Ciddi mi bu?
"Neredeyse bana çarpacaktın" dedim.
"Ama çarpmadım" Neden bu kadar umursamaz ve rahat ki?
"Ya çarpsaydın?" dedim.
"Umrumda değilsin" dedi yüzünü buruşturarak. Umrunda olmadığımı fazlasıyla belli ediyordu zaten.
Oflayarak gözlerimi devirdim.
"Niye bu kadar abarttın ki?" dediğinde sertçe ona döndüm.
"Korktum" dedim.
Bir an duraksadı. Bunu söylememi beklemiyordu.
"Daha birkaç gün önce araba çarptı bana. Neler yaşadığımı gayet iyi biliyorsun. Korkuyorum, buna rağmen hala umrumda değilsin diyorsun. Umrunda olmayabilirim, ama biraz daha dikkatli olabilirsin" dedim hafif bir sitemle. Biraz abartmış olabilirim ama umursamaz tavırları beni deli etmişti.
Sustu ve dümdüz bana bakmaya başladı. Ne diyeceğini mi düşünüyordu yoksa gerçekten saçmaladığımı mı bilmiyorum.
"Korkma bu kadar, her araba ya da her motor sana çarpacak diye bir şey yok" dediğinde sesli bir nefes verdim. Anlaşılan bununla konuşulmayacak.
Hiçbir şey demeden arkamı döndüm ve bölümlerin ortak binasına yürümeye başladım. İlk günden sinirlenmek istemiyordum. Artık yeni bir hayata, yeni bir okula başlamıştım. Güzel başlamalıydım.
Ortak binaya girdiğimde direkt kantinin olduğu bölüme geldim. Masalar vardı, etrafta onlarca insan. Bazıları ilk sınıftı ama diğerleri tabi ki birkaç senedir burada okuyordu. Bölümlerin nerede olduğuna dair bir liste arıyordum. Asmış olmaları gerekiyordu çünkü bölümümün nerede olduğunu bilmiyordum. Buldum. Yaklaşık 10 tane liste asılmıştı. Hemen iç mimarlık bölümünün olduğu listeyi buldum. Binasını ve sınıfımı buldum. Yarım saate başlayacaktı ders.
"Selam"
Bir anda duyduğum sesle yerimde sıçradım. Arkamı döndüğümde yaklaşık 1,85-1,90 boylarında, esmer, kahverengi gözlü birinin bana baktığını farkettim.
"Kusura bakma, korkutmak istememiştim" dediğinde gülümsedim.
"Hayır önemli değil, dalmışım ben" dedim.
"Murat" diyip elini uzattı. Önce tereddüt etsem de "Dila" diyerek elini tuttum.
"Birinci sınıf mısın?" dedi merakla.
"Evet, sen?"
"Benimde ilk senem. Aslında ikinci sınıf olmam gerekiyordu ama bir sene hazırlık okudum. Sen okumadın sanırım, geçen sene seni görmedim" dedi. Benimle konuşmaya mı çalışıyordu ben mi kafamda kuruyordum?
"Evet ben hazırlık okumadım, İngilizcem biraz iyi. Hangi bölümdesin?" dedim meraklı gibi görünmeye çalışarak.
"İnşaat mühendisliği, sen?"
"İç mimarlık" dedim.
"Güzel. Pekala dersim başlamak üzere, umarım sonra görüşürüz Dila" dedi.
"Görüşürüz" dedim ve gitti.
İlk günden biriyle tanışmıştım bile.
Listelere tekrar döndüm ve resmini çektim unutmamak için ama o sırada izlendiğimi hissettim. Etrafa baktığımda bana bakan kimseyi görmedim ama o his hala içimdeydi. Gerçi burada onlarca kişi var, böyle hissetmem normal olabilirdi çünkü uzun zamandır kalabalık bir ortama girmemiştim.
Ders başlamadan bir kahve içmek için sıraya girdim. O sırada önümdeki kız bana döndü. Sarı saçlı , yeşil gözlü, benden birkaç santim uzun, tatlı bir kızdı.
"Merhaba, Cansu ben" diyerek elini uzattı.
"Dila" dedim elini tutarak. Bu sefer tereddüt etmemiştim.
"Kaçıncı sınıfsın? İlk sınfım ben ve çok heyecanlıyım" dedi gülerek.
Tatlı ve konuşkan bir kızdı. Benim tam aksime.
"Ben de birinci sınıfım. Hangi bölüm?"
"İç mimarlık" dedi.
"Ben de" dediğimde heyecanla "Gerçekten mi? Çok sevindim. Aynı sınıftayız o zaman. Birlikte gidelim mi sınıfa? " dediğinde "Olur, tabi" dedim gülümseyerek.
"Tamamdır, gel kahveleri alıp oturalım" dedi ve önüne döndü.
Kahveleri aldıktan sonra masalardan birine oturduk. Hala izleniyormuş hissediyordum ama umursamadım.
"Hazırlık okumadın sanırım, seni görmedim geçen sene" dedi. Niye herkes bunu soruyor?
"Evet ben okumadım. İngilizcem fena değildir. Önceden kurslara gitmiştim" dedim ve kahvemden bir yudum aldım.
"Ne kadar şanslısın, ben koskoca bir sene sadece İngilizce dersi gördüm düşünebiliyor musun? İğrenç bir şey" dediğinde gülümsedim. İçten bir gülümsemeydi. Her ne kadar Cansu ile zıt olsak da enerjisi çok güzeldi.
Kahvelerimiz bitmişti.
"Gidelim mi artık sınıfa, dersin başlamasına az kaldı" dediğimde "Tamam" dedi ve kalktık.
Sınıfa girdiğimizde yarısı dolmuştu. Yaklaşık 100 tane koltuk vardı. Aşağıdan yukarı doğru çıkıyordu.
Toplam 9 sıra vardı. Aşağıdan 4. Sıraya duvar kenarına yakın bir yere geçtik. İkimizin yanı da boştu. Dersin başlamasına az kalmıştı. Hemen defteri çıkardım. O sırada Cansu'nun yanına bir kız oturdu.
"Merhaba Nisa. Seni Dila ile tanıştırayım" diyip beni gösterdi. Elimi uzatıp "Merhaba, Dila ben" dedim.
Elimi tuttu ve "Nisa" dedi. Ardından ben arkama yaslandım ve Cansu ile Nisa'nın konuşmasına pek katılmadım. Çok sosyal olmayı seven biri değildim.
Biraz sonra sınıf iyice dolmuştu. Biri girdi içeri. 35'li yaşlarında bir kadın.
"Merhaba arkadaşlar. Ben prof. Hilal Yılmaz. İç mimarlık bölümünün hocasıyım, yani sınıf hocanız sayılırım. Bu derste size bölümle ve derslerle ilgili bilgi vereceğim, eğer bir sorununuz olursa öncelikle bana gelmenizi istiyorum." dedi.
O sırada Cansu kulağıma eğildi ve "Böyle tatlı göründüğüne bakma. Sanırım geçen seneden beri okulun sahibiyle birlikteymiş" dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Sonra önüne döndü. Açıkçası bu pek de umrumda değildi, insanların özel hayatlarına karışmazdım. Ama o bunu nereden biliyordu?
Ardından hoca yoklamayı alarak isimlerimizi de öğrenmiş oldu. Biraz bilgi verdi ve derse başladı. Hızlıca not almaya başladım. Bazıları yetiştiremediği için söyleniyordu ama ben hızlı yazdığım için pek de sorun olmuyordu. 50 dakika sonra ders bitti ve dışarı çıktık. Bir sonraki dersim 20 dakika sonra başlayacaktı.
Dersten sonra Cansu ve Nisa tuvalete gittiler. Beni de çağırdılar ama gitmedim. Dışarı çıktım hava almak için. İleride bir banka oturdum. Az sonra yanıma Murat geldi. "Oturabilir miyim?" dediğinde yana kaydım ve "Tabi" dedim.
"Nasıl geçti ilk dersin?" dedi.
"Fena değildi, senin?" dedim ona dönerek. O sırada izlenme hissi yeniden geldi. Murat'a belli etmeden etrafıma baktım ama kimse bana bakmıyordu. Tekrar Murat'a döndüm.
"Benimde aynı. Arkadaş edinebildin mi?" dedi. Neden bu kadar çok soru soruyorsun?
"Evet biriyle tanıştım. Sen?" dedim.
"Benim zaten geçen seneden tanıdık arkadaşlarım vardı, zor olmadı yani. Arkadaş bulamazsan ben buradayım" dediğinde gülümsedim. Ardından saate baktım.
"Dersim başlamak üzere, görüşürüz" dedim ayağa kalkarak.
"Görüşürüz" dedi arkamdan.
Sınıfa girdim. Yalnızdım bu sefer. Az sonra yanıma Cansu geldi. O sırada hoca da girdi sınıfa.
Açıkçası bugünki derslerde biraz sıkılmıştım. Zaten ilk sene biraz sıkıcı geçecekmiş. Diğer senelerde asıl çizimlere başlayacakmışız. Şimdi son derse girecektim. Saat 3'e geliyordu. 5 derse girmiştim. Cansu ile birlikte sınıfa ilerledik ve aynı yere oturduk.
Etrafa bakarken kapıdan giren motorcu çocukla göz göze geldik ama hemen başımı çevirdim. O bu sınıfta değildi ama? Etrafıma baktığımda tanımadığım birkaç kişi daha olduğunu farkettim.
"Bazıları bizim bölümümüzde değil, niye buradalar?" dedim Cansu'ya.
"Dış mimarlık ya da mimarlık bölümleriyle bazı derslerimiz ortak. Şimdiki gelenler dış mimarlık bölümünden. Ara sıra böyle karışacakmışız" dediğinde şaşırmıştım.
Açıkçası o çocukta hiç mimarlık okuyacak tip yoktu. Neyse canım banane.
"Şu çocuğa bakar mısın? Aşırı cool değil mi?" dedi Cansu hayranlıkla.
"Hangisi?" dedim gösterdiği çocuğu görmeye çalışarak.
"Bak şu kapıdan giren" diyerek eliyle işaret ettiği yere baktım.
1,90 boylarında, esmer bir çocuk girmişti. Fena değildi tipi.
Yukarı çıkmaya başladı.
Çocuğu izlerken "Hoşlanıyor musun ondan?" dedim.
"Bilmiyorum, ben pek hoşlanmam kimseden. Ciddi bir ilişkim olmadı hiç, ama o çok iyi değil mi?" dedi çocuktan gözünü ayırmadan. Pek de benim tipim değildi.
"Yani, fena değil" dediğimde gördüğüm şeye şaşırdım.
O çocuk, motorcu çocuğun yanına oturmuştu ve omzuna vurdu hafifçe. Arkadaşlardı sanırım. Hala onları izlerken motorcu çocukla gözgöze geldim. Bu sefer bakmaya devam ettim, ama sınıfa hoca girince gözlerimi kaçırdım.
"Adı ne onun?" dedim.
"Mert. " dedi.
"Yanındaki çocuğu tanıyor musun?" dedim meraklı olduğumu belli etmemeye çalışarak.
"Evet, onu da geçen sene görmüştüm hazırlık sınıfında. Aslında İngilizcesi çok iyiydi, neden hazırlık okuduğunu anlamamıştım. Adı Ardil. Kimseyle konuşmaz ama, sert bir tip. Mert onunla nasıl arkadaş anlamıyorum. Niye sordun? Hoşlandın mı yoksa?" dedi sırıtarak.
"Ne? Hayır tabiki. Böyle şeylerle ilgilenmiyorum ben " dedim önüme dönerek.
Ne hoşlanması ya? Allah yazdıysa bozsun.
Ders bittiğinde çantamı topladım ve ayağa kalktım. Cansu hala çantasını toplamaya çalışıyordu. Sınıf neredeyse boşalmıştı.
"Hızlansan mı biraz?" dedim sıkılmış bir şekilde.
"Tamam bitti" diyip ayağa kalktı.
Yürümeye başladı ve merdivenlere geldi. Onun tam arkasından geçerken biriyle çarpışmak üzereydim. Kafamı kaldırdığımda motorcu çocuk olduğunu farkettim. Bir süre gözlerine baktım. Hala öfke var gibiydi. Ya da ben yanlış anlıyordum. Gözlerimi kaçırdım ve Cansu'nun arkasından ilerledim. O ve Mert arkamızdan geliyordu, farkındaydım.
Çıkışa ilerlerken bir anda yanıma Murat geldi. Cansu ile duraksadık.
"Selam, bitti mi dersiniz?" dedi Murat.
"Evet, senin?"
"Bitti benimde. Çıkalım mı?" dedi.
"Olur, siz tanışıyor musunuz?" dedim cansu ve Murat'a.
"Evet, geçen seneden. Naber Cansu?" dedi Murat.
"İyidir senden?" dedi Cansu gülümseyerek.
"İyi bende" dedi Murat. Ardından bana döndü.
"Çıkalım" diyip elini koluma koyduğunda bir anda ona çarpan kişiyle eli kolumdan ayrıldı. Motorcu çocuk yürürken çarpmıştı ona. Arkasına bakmadan gitti. Mert de öyle. Görmüyor mu kocaman insanı?
Murat bir şey demeden çıkışa yürüdü. Biz de yanında gidiyorduk.
"Acıktım ben, yemek yemeye gidelim mi?" dedi Cansu.
"Olur, bana uyar" dedi Murat ve bana döndüler.
"Siz gidin, ben eve gidiyim" dedim.
"Neden? Sen de gel" dedi Cansu.
"Ben pek sevmiyorum dışarı çıkmayı falan, pek bana göre değil, siz gidin" dedim ama Murat itiraz etti.
"Sen de gel hadi, hem daha da tanırız birbirimizi" dediğinde istemiyordum ama onları da kırmak istemedim.
"Peki tamam " dediğimde Cansu gülerek koluma girdi ve yürümeye başladık. Biraz ötede bir pizzacı varmış, oraya gittik. Siparişleri verdik ve beklerken konuşmaya başladık.
"Murat sen bu şehirde mi yaşıyordun?" dedi Cansu.
"Evet, ailemle kalıyorum. Sen?" dedi.
"Bu şehirde yaşıyorum ama üniversite yurdunda kalıyorum ben. Evim baya uzak buraya. Dila sen?" dedi. Bana döndüler.
"İzmir'den geldim ben, ayrı evde kalıyorum" diyerek kısaca açıkladım.
"Çok zor değil mi ailenden ayrı kalmak? Özlemeyecek misin annen ile babanı?" dedi Murat.
Derin bir nefes aldım.
"Annem ve babam yaşamıyor. " dediğimde şok olmuştu. Anlaşılan bunu beklemiyordu.
"Dila ben özür dilerim, bilmiyordum" dedi mahcup bir ifadeyle.
"Hayır önemli değil, alıştım " dedim gülümsemeye çalışarak.
İkisi de sustu. Ortam gerilmişti.
"Peki siz, neden bu bölümleri seçtiniz?" dedim konuyu benden uzaklaştırmaya çalışarak.
"Benim çocukluk hayalimdi, çok severdim" dedi Cansu gülerek.
"Ben aslında bilgisayar mühendisliği istiyordum ama puanım yetmeyince inşaat mühendisliği seçtim. Pişman olmam umarım " dedi Murat.
Biz sohbete devam ederken pizzalarımız geldi. Yedik ve kalktık. Cansu ve Murat ters yöne gideceği için ayrıldık. Yürüyerek gitmeye karar verdim. Yolu öğrenmem lazımdı. Hava kararmaya başlamıştı ve hafif yağmur yağıyordu.
Yürürken yine takip edildiğimi hissettim. Arkamı döndüğümde kimse yoktu. Önüme dönüp yürümeye başladım. Hafif serinledi hava. Az sonra bir sokağa girdim. Akşam olduğu için boştu, açıkçası biraz ürkmüştüm. Hızlıca yürüken bir anda önüme 3 kişi çıktı. İçiyorlardı sanırım. Hızlıca yanlarından geçerken biri "Nereye güzellik?" diye laf attı ama durmadan yürümeye devam ettim. Kimse de yoktu.
Bir anda biri kolumu tuttu "Duymadın mı sana dedim" dedi. Zor konuşuyordu, sarhoş olduğu çok belliydi.
"Bırak kolumu" diyip çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Diğerleri de yanımıza geldi. Biri de diğer kolumu tuttu. Kaçmaya çalıştım ama beceremedim. Diğeri de elini yüzüme dokundurmaya çalıştı. İğrenç laflar etmeye başladılar.
"Bırak dedim bırak" diyerek kaçmaya çalışıyordum ama beceremiyordum. Biri beni itti ve yere düştüm. Üstüme gelmeye başladı üçü birden. İğrenç laflarını duymamaya çalışıyordum.
Ayağa kalkmaya çalıştığım sırada tekrar itti ve tekrar düştüm.
Üşümüştüm. Korkmuştum.
Bir anda biri yere düştü. Başımı kaldırdığımda o motorcu çocuğu gördüm. Onun ne işi vardı burada? Adama yumruk atmıştı sanırım. Ardından diğerine de bir yumruk attı. Sarhoş oldukları için karşılık veremiyorlardı. Diğerini de yere düşürünce bana yaklaştı. Gözlerim dolmuştu. Elini uzattı. İtiraz etmeden elini tuttum. Buz gibiydi. Elim elinde kaybolmuştu resmen. Ayağa kaldırınca elimi bıraktı. Üzerimi düzelttim ve ona döndüm.
"Teşekkür ederim" diye fısıldadım. Sesim içime kaçmıştı sanki.
Gözlerinde o nefret yoktu. Başka bir duygu vardı. Acıma mı? Hayır. Neydi? Belki de üzülmüştü halime bilmiyorum.
"Seni eve bırakıyım" diyip yürümeye başladı. Hızla yanına geçtim. Hiç konuşmadık. Bakmadım bile ona. Üşümüştüm baya. Kollarımı kendime sardım. Bunu farketmiş olacak ki üzerindeki ceketi çıkardı.
"Gerek yok" dedim ama dinlemedi ve sırtıma geçirdi ceketi, giymeme yardım etti. Açıkçası bunu beklemediğim için şaşırmıştım.
"Teşekkür ederim" dedim tekrar. Bir şey demeden önüne döndü.
Evimi tarif etmem dışında hiç konuşmadan evime gelmiştik. Ona döndüm. Bana bakıyordu, gözlerime.
Ceketi çıkaracağım sırada "Gerek yok, sende kalsın" dedi.
"Hayır gerek yok" dedim ama "Sende kalsın" dedi tekrar sert bir ifadeyle. Gözlerine tekrar aynı öfke gelmişti. Uzatmak istemedim.
"Teşekkür ederim tekrar. Gelmeseydin-" derken sözümü kesti.
"Gelmeseydim ne olacağını bilemeyiz, geldim. " dedi.
Bu çocuğu anlayamıyordum.
"Peki, iyi geceler" dedim ve arkamı döndüm. Bir şey demedi.
Evime girdim ve odama çıktım. Hemen bir duşa girdim. Bugünü düşünmek istemiyordum. Yatağa girdiğimde aklıma bir şey geldi. O motorcu çocuğun orada ne işi vardı, ıssız bir yerdi. Merak etmiştim. O sırada gözüm sandalyenin üzerindeki cekete kaydı. Anlayamıyordum onu.
Alarmla gözlerimi açtım ve hazırlanmaya başladım. Kahvaltımı da yapıp evden çıktım.
Bahçeye girdiğimde yine kalabalıktı. Kantine girdim ve bir kahve alıp cam kenarındaki bir masaya oturdum. Dışarıyı izlemeye başladım. Sohbet eden ve gülüşen insanlara baktım. Buradan çok mutlu görünüyorlardı ama kim bilir içlerinde nasıl yangınlar vardı?
Bir anda çekilen sandalyeyle irkildim.
O motorcu çocuk sandalyeye oturmuştu. Merakla ona baktım. Ama o dümdüz bana bakıyordu. "Senin sanırım bu?" diyip bir bilekli uzattı.
Bilekliği elime aldığımda zihnimde bir görüntü belirdi.
"Bunlar ikimizin. Hiç çıkarmayacağız bu bilekliği tamam mı?" dedi bileğime takarken. Aynı bileklikten bende ve onda vardı.
"Tamam, gerçekten çok güzel" dedim hayranlıkla.
"Bunları sonsuza kadar saklayacağız. Söz mü?" dedi.
"Söz" dedim gülümseyerek ve sarıldım ona.
Hatırladığım anıyla gözlerim doldu. O kimdi ama? Arkadaşım mı? Çok yakınım mıydı? Neredeydi şimdi?
"İyi misin?"
Duyduğum soruyla ona döndüm. Merakla bana bakıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Evet, ben, çok teşekkür ederim. Benim için önemli bir şeydi" dedim sessizce.
"Az önce noldu?" dedi.
Merak mı etmişti? Belki de öylesine soruyordu.
"Bir şey hatırladım. Bu bilekliğin nereden geldiğini" dedim bilekliği takmaya çalışırken.
"Hatırlayabiliyor musun unuttuklarını?" dedi.
"Birkaç olayı hatırladım. Bu bilekliği bana biri vermişti, ama yüzünü hatırlayamıyorum, kim olduğunu da." derken sonlara doğru sesim kısılmıştı.
Ardından bileğimi ona uzattım.
"Takar mısın?" dedim. Tereddütte kalsa da bileğime uzandı ve bilekliği taktı. Eli sıcacıktı. Dünün aksine.
"Başka ne hatırladın?" dedi.
"Neden soruyorsun? Umrunda olmadığımı sanıyordum?" dedim bir kaşımı havaya kaldırarak.
Bir an duraksadı, bunu beklemiyordu.
"Umrumda değilsin zaten, sadece o kadar kurtardım seni, o yüzden sordum" dedi gözlerini kaçırarak.
"Bunun dışında bir şey daha hatırladım" dediğimde bana döndü. Gözlerime bu sefer merakla bakıyordu ve sanki biraz umut mu vardı? Saçmalama.
"Arabanın çarptığı gün yağmur yağıyordu. Sadece onu hatırladım. Koşuyordum ama nereye gittiğimi bilmiyorum" dedim.
Bir süre sessizce baktı.
Ardından bir şey demeden ayağa kalktı.
"Adın ne?" dediğimde duraksadı.
"Niye sordun?" dedi.
"Beni 2 kere kurtaran kişinin adını merak ettim" dediğimde dudakları alayla kıvrıldı. Yanağındaki küçük çukura gözlerim takıldı. Bir an ona dokunmak istedim.
İsmini zaten Cansu'dan öğrenmiştim ama bir de ondan duymak istemiştim.
"Ardil" dedi.
Kaşlarımı çattım. Ardil? Ardil?
O söyleyince isim zihnimde birkaç kez yankılandı sanki.
"Ne oldu?" dedi kaşlarını çatarak.
"Sadece, bu ismi duymuştum sanırım ama yanlış hatırlıyor olabilirim. Neyse, Dila ben" dedim.
Gülerek başını salladı ve gitti. Hayret, gülebiliyormuş.
Gerçekten anlamıyordım onu.
Ne yapmaya çalışıyordu?
Biraz sonra yanıma Cansu geldi ve beraber derse girdik.
Bugün 3 dersimiz vardı. Şimdi son derse girecektik. Sınıfa ilerlerken yanımıza bir çocuk geldi. "Naber Cansu?" dedi sırıtarak. 1.85 boyunda, uzun saçları vardı. Kaşında piercing vardı. Boynunda da bir dövmesi. Pek tekin birine benzemiyordu.
"Selam Cenk" dedi Cansu istemeyerek. Pek sevmiyordu sanrım onu. Gerçi sevilecek gibi de durmuyordu.
Cenk bana elini uzattı. "Cenk ben" Elini tuttum. "Dila"
"Güzel isim" dedi sırıtarak.
"Derse gitmemiz lazım Cenk" dedi Cansu ve kolumdan tutup hızla yürüdü.
"Pek sevmiyorsun sanırım onu?" dedim Cenk'ten uzaklaşırken.
"Ondan uzak dur bence. Çok yavşaktır, her gördüğü kıza asılır. Geçen seneden tanıyorum. Kim bilir kaç kızla yatmıştır?" dediğinde yüzümü buruşturdum. Kesinlikle uzak duracaktım ondan.
Ders bitince yola çıktım ve yürüyerek eve geldim. Yemek yedim ve aldığım notları temize çektim. Akşam olmak üzereydi. Biraz kitap okudum. Ardından telefonla oyalandım ve yattım.
Sabah gözlerimi açtığımda geç kaldığımı farkettim çünkü alarmı birkaç kere ertelemiştim. Hızla üzerimi giyindim ve evden çıktım. Taksiyi aradım ama en erken 15 dakikaya gelirmiş. Geç kalırdım. Koşmaya başladım. Biraz sonra karşıdan karşıya geçeceğim sırada önüme çıkan motorla irkildim ve yere düştüm. Motor düşmek üzereydi ama zor durdu.
Yüzüne baktığımda motorcu çocuk olduğunu gördüm. Yine kask takmamıştı.
"Ne yapıyorsun?" dedi sinirle.
Ayağa kalktım ve üzerimi çırptım.
"Özür dilerim, görmedim" dedim panikle.
"Düzgün bak bir daha, çarpacaktım sana" dedi sesini yükselterek.
Sustum, haklıydı.
Derin bir nefes aldı.
"Niye koşuyordun?" diye sordu.
"Geç kaldım derse" dedim sessizce.
"Atla" dediğinde "Anlamadım?" dedim şaşırarak.
"Atla, ben de geç kaldım " dediğinde itiraz etmeden yavaşça motora yaklaştım.
Nasıl binecektim ki buna?
"Neyi bekliyorsun?" dedi omzunun üzerinden bana dönüp.
"Nasıl bineceğim?" dediğimde sesli bir nefes verdi.
"Ayağını şuraya koy, omzumdan tutun"
Dediğini yaptım ve zor da olsa bindim. Arkadaki kaskı bana uzattı. "Tak bunu" dediğinde taktım ama bağlayamadım.
"Ya sabır! " diyerek bana döndü biraz ve bağladı. Önüne dönüp motoru çalıştırdı.
"Tutun bana" dediğinde ellerimi yavaşça omzuna koydum. İrkildiğini hissettim. Omzundan sıkıca tutundum ve bir anda motor hareket etmeye başladı.
Daha sıkı tutundum. Çok hızlı sürmüyordu. Aynadan kendime baktığımda kaskın altından çıkan saçlarımın uçtuğunu gördüm. Gülümsedim.
Bir anda zihnimde bir anı belirdi.
"Sıkı tutun" dedi bana. Çok hızlı sürüyordu motoru. Ellerimi beline sardım sıkıca. Aynaya baktığımda saçlarımın uçuştuğunu gördüm. Ama kafamda kask yoktu. Motoru kim sürüyorsa güveniyordum sanırım ona
"Hadi" dediğinde kendime geldim. Durmuştuk ve inmemi bekliyordu. Yavaşça indim ve kaskı çıkardım. Motora baktım. Ben daha önce motora binmiştim. Kimin motoruna ama? Hatırlamıyorum.
"Noldu?" dediğinde ona döndüm.
"Sanırım ben daha önce motora bindim" dediğimde şaşkınlıkla kaşları çatıldı.
"Kimin olduğunu bilmiyorum ama bindim" dedim kendi kendime. Ardından onun umrunda olmadığını fark edip "Neyse geç kaldık" diyerek arkamı döndüm. O da yanımda yürüyordu. Hızla içeri girdik.
Sınıfın önüne geldiğimizde duraksadım. "Sen nereye?" dedim.
"Ortak ders" diyip kapıyı açtı. Ders çoktan başlamıştı. Tanımadığım bir hoca vardı. Neredeyse her yer dolmuştu.
"Evet?" dedi hoca bize.
"Kusura bakmayın geç kaldık" diyip yürümeye başladı Ardil. Bende arkasından gideceğim sırada hoca "Bekle" diyerek durdurdu beni. Ardil de arkasını dönüp bana baktı ama ben hocaya bakıyordum.
"Tanımıyorum seni, kimsin?" dedi merakla.
"Dila ben" dedim.
Sırıtıyor muydu bana mı öyle geliyordu?
"Dersten sonra yanıma gel Dila" dediğinde şaşırdım ve korktum açıkçası. Neden çağırdı?
"Neden?" dedi Ardil hocaya. Şaşırmıştım. Ama o hocaya bakıyordu.
"Bir şey konuşacağım onunla. Oturabilirsiniz" diyip arkasını döndü.
Ardil bana bir bakış atıp yürümeye devam etti. Ben de arkasından ilerledim. Boş bir yere oturdu. Yanına oturmamak için başka bir yer aradım ama her yer doluydu. Oflayarak Ardil'in yanına geçtim. Kaşları çatık hocaya bakıyordu.
Önüme döndüm ve dinlemeye başladım.
Az sonra sinirle Ardil'e döndüm. Elindeki kalemi çevirdiği için derse odaklanamıyordum. Ona baktığımı fark edince bana döndü.
"Yapma şunu" dedim sessizce elini göstererek.
"Neden?" dedi.
"Odaklanamıyorum" dedim.
"Yani?" dedi 'Banane?' der gibi.
Oflayarak önüme döndüm.
Hala yapıyordu. İnadıma yapıyordu.
Biraz daha devam edince sinirle elindeki kalemi tuttum. Doğal olarak elini de tutmuş oluyordum.
Bana döndü şaşkınlıkla.
"Yapma şunu artık" dedim dişlerimin arasından tıslayarak.
"Elimi tutmak için bahane mi arıyorsun?" dedi alayla.
"Ne? Hayır tabiki " diyip hızla elimi çektim. Hala sırıtıyordu.
Oflayarak önüme döndüm. Kalemi oynamayı bırakmıştı. Belli etmeden gülümsedim ve dersi dinlemeye devam ettim.
Ders bitince çantamı topladım ve ayağa kalktım. Hocanın yanına gidecektim. Hocanın yanına ilerlediğimde sınıftan çıkmadan önce Ardil'le gözgöze geldik ama hemen başımı çevirdim. Sonra sınıftan çıktı.
"Merhaba Dila. Samet ben" dedi.
"Merhaba hocam" dedim.
"Seninle tanışmak istedim. Seçtiğin bölümden memnun musun?" dedi..
Niye bu kadar sırıtıyordu? Ağzı yırtılacaktı neredeyse.
"Evet hocam şimdilik bölümümle ilgili sorunum yok" dedim düz bir sesle. Nedense hoşlanmamıştım hocadan.
"Bir sorun olursa odama gelebilirsin. Üçüncü katta odam var, orada konuşuruz" dedi sırıtarak.
"Peki hocam, teşekkür ederim. İyi günler" diyerek yanından ayrıldım. Sınıftan çıkınca derin bir nefes aldım. Gerçekten hoşlanmamıştım bu adamdan.
O sırada yanıma Cansu geldi. Ve ben izlendiğimi hissettim yine. Etrafıma baktığımda kimse bana bakmıyordu. Neyse.
"Seni bekledim" dedi Cansu.
"Neden?"
"Hocayla konuştun ya, seni uyarmak için" dediğinde anlamadım.
"Gel kantinde konuşalım" diyip ilerledi.
Bir masaya oturduk.
"Bak o hocayla ilgili geçen sene bir şeyler konuşuluyordu" dedi.
"Ne gibi?" dedim merakla.
"Geçen sene bir kızı taciz etmiş sanırım. Kız öyle dedi ama hoca tabi ki itiraz etti. Kız iftira atıyor diye atıldı okuldan ama bence doğru söylüyordu. Kim böyle bir yalan söyler ki? Uzak dur bence ondan " dediğinde sertçe yutkundum.
"Yok artık" dedim kendi kendime.
"Teşekkür ederim beni uyardığın için" dedim gülümseyerek.
"Rica ederim canım. Bu arada senin numaran bende yok " diyip telefonunu çıkardı.
"Numaranı verir misin ?" dedi. Söyledim ve kaydetti.
O sırada omzuma dokunan elle irkildim.
Cenk. Eli hala omzumdaydı.
"Selam kızlar" dediğinde omzumu çekerek elini yavaşça ittim ve "Selam" dedim.
Cenk tekrar elini omzuma koydu.
"Çek elini Cenk" dedi Cansu sertçe.
"Rahatsız etme kızı"
"Ne rahatsızı? Rahatsız mısın?" dedi bana dönerek. "Evet" dediğimde afalladı. Elini çekti.
"Sizinle de eğlenilmiyor. Bu arada az önce Cansu'ya numaranı verdin sanırım, ben de alabilir miyim?" dedi sırıtarak.
"Hayır" dedim düz bir ifadeyle.
"Dersimiz başlayacak Cenk" deyip ayağa kalktı Cansu. Hemen bende kalktım ve sınıfa ilerledik.
Dersin başlamasına bir dakika vardı. Sınıfa göz gezdirdiğimde her yer doluydu.
Ardil ve Mert yan yana oturuyordu ve ikisinin de yanında birer boşluk vardı. Cansu oraya ilerleyince ben de arkasından gittim. Cansu Mert'in yanına oturdu gülümseyerek. Ben de malesef Ardil' in yanına oturacaktım.
Oflayarak Cansu'ya baktım ama napıyım der gibi bir bakış atınca Ardil'in yanına ilerledim. Yanına oturduğumda başını eğdi ve hafifçe tebessüm etti. Ona bakmadan defteri çıkardım ve hocayı bekledim.
Ders bitince çantamı toplamaya başladım.
"Samet hoca ne dedi?" dedi Ardil. Ona döndüm ama bana bakmıyordu, çantasını topluyordu.
"Neden sordun?" dediğimde bana döndü. Ama ben önüme dönüp son eşyalarımı da çantama koydum. Bana bakıyordu ama umursamamaya çalışıyordum.
"Soruma cevap ver" dedi. Tekrar ona döndüm. "Sen de soruma cevap ver" dediğimde kaşları hayretle yukarı kalktı. Ardından güldü. Gülümseyince yanağında bir gamze belirdi. Gözüm oraya kaydı ama tekrar gözlerine çıktım.
"Sen benimkine cevap verirsen ben de seninkine veririm" dedi. Dikkatle gözlerine bakıyordum, bu sefer kaçırmadım gözlerimi. Gözleri kahverengiydi, ama ela tonları da vardı. Ortası sarımsı bir renkti. Gerçekten çok güzeldi.
"Bölümümle ilgili sorular sordu. Sorun olursa odasına gitmemi söyledi." dediğimde çenesini sıktı. Sinirlenmişti.
"Gitme yanına" dedi net bir şekilde.
"Neden?" dedim.
"Geçen sene bir kıza -" derken sözünü kestim.
"Duydum, ama ona inanmamışlar. Gerçekten öyle bir şey var mı bilmiyoruz" dedim.
"Var, o kıza gerçekten tecavüz etti" dedi.
"Nereden biliyorsun?"
"Her şeyi de sorgulama, biliyorum işte. Gitme yanına, odasına çağırdığına göre senin hakkında da güzel şeyler düşünmüyor. Öğrencileri kolay kolay odasına çağırmaz" dediğinde şaşırmıştım. Belki o kıza gerçekten onları yaptı ama bana karşı öyle bir şeyi olduğunu düşünmüyordum. Ama yine de dikkatli olacaktım tabi ki.
"Hani umrunda değildim?" dedim alayla.
"Değilsin zaten, bu söylediklerim sana özel değil, kim olsa uyarırdım" dediğinde önüme döndüm. Çantamı sırtıma takarken "Hı hı tabi " dedim.
"Kendini bu kadar önemseme" dediğinde hızla ona döndüm. Neden bilmiyorum ama az da olsa kırıldığımı hissetmiştim.
Ama onun yüzünde düz bir ifadeden fazlası yoktu. Belki biraz da öfke.
Bir şey demeden ayağa kalktım. Cansu ve Mert'in az ötede sohbet ettiğini gördüm.
Yanlarına ilerlerken Ardil'in de arkamdan geldiğini biliyordum.
Cansu ve Mert'in yanında durunca bana döndüler.
"Selam, Mert ben" diyerek elini uzattı.
"Dila" diyip elini tuttum.
"Siz tanışıyor musunuz?" dedi Ardil ve beni göstererek.
"Hayır" dedim net bir sesle. Belki de az önceki söylediği için bilmiyorum ama sinirliydim. Neden bu kadar önemsemiştim ki bu lafı?!
"Gidelim mi?" dedim Cansu'ya dönüp. "Aslında biz dışarıda bir şeyler içecektik. Siz de gelin" dedi Mert, Ardil ve bana bakarak. Ardil'in yüzüne hiç bakmıyordum.
"Hayır ben katılmayayım. Size iyi eğlenceler" diyip yanından geçeceğim sırada Cansu kolumu tuttu.
"Noldu? Bir şeye mi canın sıkıldı?" dedi. "Hayır, sadece eve gitmek istiyorum" diyip tekrar geçecektim ki kolumu bırakmadı.
"Sen gelmezsen ben de gitmem" dediğinde şaşırdım.
"Saçmalama, git eğlen sen." dedim
"Sen de gel o zaman"
"İstemiyorum gerçekten, zorlama lütfen " dedim.
"Sende bir sorun var. Sen mi bir şey dedin?" diyerek Ardil'e döndü. Yüz ifadesine bakmamıştım hiç.
"Hayır, onunla ilgisi yok. Bunaldım biraz" dedim.
"Tamam gel, kafan dağılır" dedi. Israrla bakıyordu, en son dayanamayıp "Peki" dedim sessizce.
Gülerek "Teşekkür ederim. Hadi gidelim" dedi ve sınıftan çıktık.
Ardil bir şey dememişti, katılmazdı belki bize, inşallah.
Bahçeye çıktığımızda motorlarının yanına ilerledik. "Motorla gidelim, biraz uzak" dedi mert. "Oley! Hep istemiştim motora binmeyi" dedi Cansu sevinçle.
Belli etmeden Ardil'e baktığımda motoruna yaslanmış bizi beklediğini gördüm.
"Cansu sen benim arkama bin, Dila sen de Ardil'in arkasına bin istersen" dediğinde itiraz ettim.
"Ya aslında ben gelmesem daha iyi" dedim Cansu'ya dönüp.
"Saçmalama, lütfen benim için gel. Motordan korkuyor musun, taksiyle falan da gidebiliriz" dedi.
"Korkmuyorum ama, neyse tamam" dedim sessizce. Hayır diyememekten nefret ediyordum.
Mert motoruna bindi, arkasına da Cansu bindi. Başımı Ardil'e çevirdim. Bana bakıyordu. Ardından motoruna bindi. Ben de yaklaşıp arkasına bindim. Kaskı alıp uzattı. "İstemiyorum" dediğimde başım başka yerdeydi. Yüz ifadesini görmemiştim. Kaskı arkaya koydu ve motoru çalıştırdı. "Tutun " dediğinde ellerimi omzuna koydum. Hareket etmeye başladığımızda omzunu daha sıkı tuttum. Sabahkinden biraz daha hızlı sürüyordu, Mert öndeydi, hemen arkasından gidiyorduk.
Aynaya baktığımda saçlarımın uçuştuğunu gördüm, gülümsedim. Rüzgar da hafif yüzüme vuruyordu. Gözlerimi kapatıp başımı kaldırdım. Ardil'in bana baktığını hissettim aynadan, ama umrumda olmadı. Hem yanlış hissetmiş de olabilirdim. Onu umursamadan anın tadını çıkardım. Gülümseyerek yolu bitirdim. Motor durduğunda etrafımıza baktım. Uzak bir yere gelmiştik sanırım. Motordan indim ve saçımı düzelttim. Ardından Cansu'nun yanına ilerledim. Ardil de arkamdan geliyordu.
İçeride cam kenarında bir masaya ilerledik. Ben cam kenarına, Cansu yanıma, Ardil karşıma ve Mert de onun yanına oturmuştu. Birer kahve sipariş edip beklemeye başladık.
Camdan dışarıyı seyrederken Mert'in bana seslenmesiyle ona döndüm.
"Dila, biraz kendinden bahset. Geçen sene seni görmedim, hazırlık okumadın sanırım. İngilizcen iyi mi?" dedi. Niye bu okulda ki herkes bunu soruyor?
"Fena değil, daha önce kurslara gitmiştim" dedim gülümsemeye çalışarak. Şu an pek de tadım yoktu.
"Yurtta mı kalıyorsun?" dedi.
"Hayır, öğrenci evinde" dedim. Ardil bana bakıyordu ama ona dönmemek için direniyordum.
"Tek başına mı kalıyorsun, ailen falan yanında mı?" dedi. Neden bu kadar meraklısın?
"İzmir'den geldim ben, tek başıma kalıyorum" dedim.
"Anne ve babandan ayrılmak zor olmadı mı? Genelde kızlar ailelerine düşkün olurlar" dediğinde duraksadım. Sertçe yutkundum. Ardil hala bana bakıyordu ve bu beni daha da geriyordu.
"Ailem vefat etti, o yüzden pek de zor olmadı benim için" dedim sessizce.
Duyduğuyla duraksadı ve "Özür dilerim ben bilmiyordum, kusura bakma" dedi mahçup bir ifadeyle.
"Hayır önemli değil, alıştım artık" dedim gülümsemeye çalışarak.
O sırada çantamın kenarını sıktığımı fark ettim ve hızla bıraktım. Başımı cama çevirdim. Herkes susmuştu. Hep benim yüzümden geriliyordu ortam.
Gülümseyerek Mert'e döndüm. "Sen başka bir şehirden mi geldin?" dedim. "Hayır burada yaşıyorum. Ailemden ayrı eve çıktım ama" Zengindi yani.
"Peki sen Ardil?" dedi Cansu. Yavaşça Ardil'e döndüm. Dakikalardır ilk defa yüzüne bakıyordum. Göz göze geldik ama Cansu'ya döndü. "Ben de İzmir'den geldim" dediğinde şaşırdım. Aynı yerden mi gelmiştik? Yine de bunu ona sormadım. O beni umursamıyordu, ben de öyle davranacaktım.
"Merak ettiğim bir şey var. Geçen sene sen hazırlık okudun ama ingilizcen baya iyiydi. Neden okudun bir sene?" dediğinde Cansu, ben de merak etmiştim. Kısa bir süre bana baktı ama tekrar Cansu'ya döndü.
"Biri için bir sene geç başladım" dediğinde çok şaşırdım.
"Ne yani, sevgilin mi var?" dedi Cansu şaşkınlıkla.
Ne yani? Sevgilisi mi var?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |