
"Kaçırılmış"
Bu kelime beynimde dönüp duruyordu. Kaçırılmış ne demekti? Nasıl kaçırıldı? Kim tarafından? Ne zaman? İyi miydi şu anda? Kim bilir ne kadar korkmuştu.
Şu an kendimi çok kötü hissediyordum. En yakın arkadaşım kaçırılmıştı.
Bir süre sessizce Ardil'in yüzüne baktım.
"Na-nasıl yani?" dedim kekeleyerek.
"Bak sakin ol tamam mı?" dedi ellerimi tutarak.
"Ne olmuş anlat" dediğimde derin bir nefes aldı.
"Dün Mert onu evine bıraktıktan sonra olmuş sanırım. Aramış ulaşamamış. Evine gitmiş, gidebileceği her yere bakmış. Yokmuş. Evinin önünde telefonunu bulmuş, düşmüş ve kırılmış halde"
Onu dinlerken gözlerimin dolmasını engelleyemedim.
"Kim yapar bunu?"
"Bilmiyorum, sıradan biri de olabilir. Ya da Şeref" derken sesi sonlara doğru kısılmıştı.
"Şeref. Evet o. Bana ceza vereceğini söylemişti, ceza bu, Cansu" derken gözyaşlarımı daha fazla tutamadım.
"Benim yüzümden" diye fısıldadım. Ellerini yüzüme koydu ve gözyaşlarımı sildi.
"Senin bir suçun yok. Hem onun olduğundan emin değiliz"
"Eminim, o. Sen de biliyorsun. Beni sakinleştirmeye çalışma Ardil. Ne yapacağız şimdi? Nasıl bulacağız?"
"Merak etme, bulacağım onu. Bizimkiler çoktan sokaktaki kameralara bakmaya başladı. Bulacağız onu, söz veriyorum " dediğinde biliyordum, bulurdu. Uzanıp kollarımı boynuna doladım.
"Ne olur bir şey olmasın ona" dedim ağlamaklı bir sesle. Geri çekilip yanağımı okşamaya başladı.
"Şşt merak etme, olmayacak. Sağ salim bulup getireceğiz onu. Ben şimdi bizimkilerin yanına gideceğim" dediğinde "Ben de geliyorum " dedim.
"Güzelim-" derken itiraz edeceğini anladığım için sözünü yarıda kestim.
"Ben de geliyorum Ardil, beni götürmezsen arkandan kendim gelirim" dediğimde sesli bir nefes verdi.
"Biliyorum gelirsin. Tamam o zaman, hemen çıkalım" diyerek ayağa kalktığında ben de ayaklandım.
"Telefonumu alıp geliyorum" diyerek koşarak odama çıktım.
Allah'ım ne olur Cansu'ya bir şey olmasın ne olur!
Ardil
Dila, telefonunu almak için odasına çıkınca hemen ona mesaj attım.
Ne halt ediyorsun sen
Cevap vermedi. Öfkeyle telefonu cebime koydum.
Dila
İçeri girdiğimizde her zamankinden daha kalabalık olduğunu fark ettim. Tanımadığım baya yüz vardı. Bizi görünce hepsi Ardil'e selam verdi. Bazıları bana da başıyla selam verdi ama bazıları bakmadı bile bana. Açıkçası şu an umrumda değildi.
Kısaca etrafı inceledim. Herkes kendi işindeydi. Bazıları bilgisayar başında, bazıları aramalar yapıyor. Bazıları kendi arasında planlar yapıyor. Bunların hepsi Cansu için mi çalışıyor yoksa başka bir şey daha mı var anlayamadım. Ardil'e yaklaşıp kulağına fısıldadım.
"Herkes ne yapıyor?"
"Cansu'yu arıyorlar. Mert fazlasıyla gergin, onlarda korktukları için hızlı çalışıyorlar. Gel yukarı çıkalım" diyerek beni merdivenlere yöneltti.
Açıkçası bu kadar kişinin Cansu için çabalaması hoşuma gitmişti. Umarım buluruz onu, sağ salim.
Toplantı odasına girdiğimde tanıdık yüzler gördüm. Sıla, Merve, Baran, Arda, Ahmet, Mert buradaydı. Bizi görünce başları ile selam verdiler. Ardil hemen baştaki sandalyeye oturunca ben de hemen sağ çaprazına, Mert'in yanına oturdum. "İyi misin?" dedim sessizce.
"Onu bulunca daha iyi olacağım"
Kötü görünüyordu, korkuyordu o da.
"Ne var ne yok?" dediğinde Ardil'e döndüm.
"Evinin ordaki kameralara baktım. Sadece onu bayıltıp arabaya bindirdikleri kısım var. Sonrasında baktığım hiçbir kamerada görünmüyorlar. Sanki yerin altına girdiler" dedi Arda.
"O videoyu göstersene" dediğinde Ardil, Arda hemen bilgisayarından bir şeyler yapıp Ardil'in öbüne uzattı. Ben de başımı eğip ekrana baktım.
Karanlıktı, görüntü çok da net değildi. Cansu'yu gördüm, yürüyor. Ardından yanına siyah büyük bir araba yaklaşıyor, tabi ki plakası yok. Sadece arabanın sağ arka tekerinin üzerinde bir iz var, küçük ve belli olmayacak bir iz.
Arabadan iki maskeli adam iniyor. Cansu tam arkasını dönüp kaçacağı sırada onu yakalayıp ağzını kapatıyorlar. Bayıldıktan sonra arabaya bindirip gidiyorlar. Gözlerimin dolmasını engellemek için fazlasıyla çaba sarf ediyordum. Şu anda üzülemezdim. Video bitince Ardil leptopu tekrar Arda'ya uzattı. "Emin misin diğer videolarda bir şey olmadığına?"
"Evet,üç kere baktım ama tekrar bakarım" dediğinde Ardil başını salladı.
"Başka?" diyerek diğerlerine döndü.
"Biz Sıla ile polislerle konuşmaya gittik. Tanıdığımız polisler araştırıyor şu an" dedi Merve. Ardil sadece başını salladı.
"Kaldığı yurdun ordaki kameralara baktım ben de ama bir şey yok abi" dedi Ahmet.
"Olması lazım, bir şey olması lazım" dedi Ardil kendi kendine.
"Kaçırıldığı sokağın çıktığı tüm yollara baktığına emin misin? " dedi Mert Arda'ya.
"Eminim abi. Sadece üç yola çıkıyor ve üç yoldaki tüm kamerları taradım. Hiçbir yerden geçmemişler."
"Belki de hiç gitmediler"
Düşüncelerimi sesli dile getirdiğimde herkes bana döndü. Gerilmem normal mi?
"Nasıl yani?" dedi Mert.
Boğazımı temizleyip kelimelerimi toparladım.
"Cansu'nun evinin arka tarafları hep tarla biliyorsunuz ki. Belki oradalar. Sonuçta o tarafta kamera yoktur. Belki de bizi şaşırtmak için arabayı bilerek kameranın olduğu kısımda gösterdiler. Sonrasında diğer kameralara çıkmadılar çünkü oradan hiç ayrılmadılar"
Hepsi beni dikkatli dinlemişti.
"Saçmalık" dediğinde sert bit bakış attım Sıla'ya.
"Ne demek istediğini tam anlamadım Dila " dedi Ardil.
"Bak, ben geçen sene sürekli oraya gidiyordum, Cansu ile orada buluşuyorduk. Sonrasında orada gizli depo gibi bir şey keşfettik. İçine girmemiştik ama. Hala duruyor mu bilmiyorum, en son geçen sene gittik. Ama belki de onlar da orada. Belki de kamerlarda görünmemek için arabayı oraya bir yere çektiler ve o depoya girdiler. Orayı kimse bilmiyor çünkü. Üstelik bizim de bilmediğimizi düşünüyorlardır"
Hepsi beni pür dikkat dinlemişti. Susunca hepsine tek tek baktım, hepsi kafasında düşünüyordu şu an bunu.
"Dila sen var ya, harikasın" dediğinde gülümseyerek Ardil'e döndüm.
"Çok mantıklı. Hemen gidip oraya bakmamız lazım. Önce arabayı arayalım, belki bir şey buluruz, ardından depoya bakalım" dediğinde Ardil, hepsi başını salladı.
"Şimdi sadece Mert ve ben gidiyoruz " dediğinde "Ben de" diyerek araya atladım. "Ve Dila " diye eklediğinde gülümsedim.
"Arabayı bulursak depoyu ararız. Onu da bulursak gerektiği zaman size haber veririm ben" diyerek ayağa kalktı Ardil. O kalkınca hepimiz kalktık.
"Abi biz de gelseydik" dedi Ahmet.
"Evet, tehlikeli olabilir" dedi baran.
"O yüzden siz gelmiyorsunuz. Üstelik az kişi daha az dikkat çekeriz. Siz bizden haber bekleyin" diyerek bana döndü. Başıyla kapıyı işaret edince dışarı çıktım. Arkamdan da Mert ve o geldi.
Motorlara atlayıp cansu'nun evinin oraya ilerledik.
Motorları kenara park ettikten sonra indik ve cansu'nun evinin önüne doğru ilerledik. Yerde tekerlek izleri vardı, araba hızlı fren yaptığı için izi çıkmış olmalı. Kenarda gördüğüm şeyle duraksadım. Eğilip aldığımda Mert ve Ardil bana bakıyordu.
"Ne o?" dedi Ardil. Elimdeki şeyi ortaya uzatıp görmelerini sağladım.
"Cansu'nun bilekliği, düşmüş olmalı" derken sesim tiremişti. Mert'in çenesi kasıldı, dişlerini sıktığını fark ettim. Bilekliği ona uzatarak "Bu sende kalsa iyi olur, onu bulduğumuzda verirsin" dediğimde uzanıp bilekliği aldı ve hızla cebine koydu. Yeniden etrafa bakınmaya başladık.
Kameraların görünmediği yerlere ilerledik. Bence buradaydılar.
"Önce arabayı arayalım" dedi Ardil.
"Bence dağılalım, böyle uzun sürecek gibi" dediğimde onayladılar.
"Bence de. Mert sen şu tarafa bak, biz de Dila ile sol taraftayız" dedi Ardil.
"Hayır üçe ayrılalım. Daha hızlı olur"
"Hayır Dila, ne bulacağımızı bilmiyoruz, yanımdan ayrılmıyorsun"
Normalde bu dediğine kesinlikle itiraz ederdim ama fazla net söylemişti ve ben tartışıp vakit kaybetmek istemiyordum. Sessizce başımı salladığımda Mert'e başıyla işaret yapıp bana döndü ve birlikte sol tarafa doğru ilerledik.
Buralarda eski evler vardı. Yıkılmış evler, harabeye dönmüştü neredeyse. Orta taraf zaten boş, kuru bir tarla. Yıkılmış duvarların arasında dolanırken her yere bakmaya çalışıyordum. En ince deliğe kadar bakıyordum. Arabanın burada bir yerlerde olduğuna emindim.
Gördüğüm şeyle duraksayınca Ardil de durup bana döndü. "Ne oldu?"
"Şu ilerideki şeyi görüyor musun?" dedim başımla gördüğüm şeyi işaret ederek. Oraya bakıp inceledi.
"Evet"
Orada büyük bir şeyin üstü kapatılmıştı, sanki bir şey saklanılmaya çalışılmış gibi. Sanki araba gibi.
"Gidelim" dediğinde Ardil'in peşine takıldım ve oraya ilerledik. Yaklaştığımızda yavaşladık. Ardil etrafını kontrol ederek ilerliyordu. Ben de arkasından gidiyordum. Arabaya çok az kaldığında bana döndü.
"Sen burada bekle, belki içinde biri vardır" dediğinde başımı iki yana salladım. "Hayır ben de geleceğim" diye ısrar ettiğimde sesli bir nefes verdi.
"Hep bir adım arkamda olacaksın" dediğinde başımı salladım. Arkasını dönüp ilerlemeye başlayınca peşine takıldım. Yanına geldiğimizde üzerindeki kartonları kaldırdı ve altından gerçekten de siyah bir araba çıktı. "Bunun o araba olduğunu nereden anlayacağız?" dediğimde "Bilmiyorum" dedi düşünürken. Bu aracın da plakası yoktu ama benzerlik olabilirdi. Aklıma gelen şeyle arka tekerin olduğu tarafa ilerledim. Videoda gördüğüm izin aynısını görünce gülümsedim.
"Bu araba" dediğimde Ardil "Nereden anladın?" dedi.
"Videoda görmüştüm, tam burada aynı iz vardı" dediğimde Ardil gururlanmış şekilde gülümsedi.
"Zekan var ya beni bitiriyor " diyerek önüne döndüğünde sırıtmadan edemedim. Eline siyah bir eldiven takıp kapıyı açmaya çalıştı. Kilitliydi. Ben nasıl açacağımızı düşünürken bana döndü ve "Tel tokan var mı?" dedi.
Bunun olacağını tahmin ettiğim için cebime sıkıştırdığım tel tokayı çıkarıp ona uzattım. "Normalde saça takılmıyor mu bunlar?" dedi alayla.
"Saçıma takmıyorum ben bunları, kullanmıyorum. Ama işe yarayacağını düşündüğüm için yanıma almıştım " dediğimde gülümseyerek bir bakış attı ve önüne döndü. Bir dakika içinde kapıyı açtığında şaşırarak baktım ona. Bu kadar kısa sürmesini beklemiyordum. Bunu kesinlikle bana da öğretmesi gerekiyordu.
Kapıyı yavaşça açıp başını içeri uzattı. Kimsenin olmadığına emin olunca içeri girdi, arkasından ben de girdim. Kapıyı kapatıp telefonunun fenerini açtı. Cebinden siyah bir eldiven daha çıkarıp bana uzattı. "Belki bir şeyler buluruz, iyice bak" dediğinde başımı salladım. Eldiveni takarak aramaya başladım. O ön koltuğa geçip oraya bakmaya başladı. Ben de arabanın en arka tarafından başladım. Fenerin ışığıyla iyice inceledim ama pek de bir şey bulamadım. Biraz daha öne ilerlediğimde yerde bir şey gördüm. Bir yüzük. Erkek yüzüğü. Bu yüzüğü bir yerde gördüğüme eminim ama nerede?
"Bir şey buldun mu?" diye seslendiğinde Ardil'e döndüm. "Bu tarafta bir şey yok" diyerek yanıma yaklaştı.
"Burada da yok. Sadece bu yüzük var" diyerek yüzüğü ona uzattım.
"Bu yüzüğü ben bir yerden hatırlıyorum ama nereden bilmiyorum" dediğimde yüzüğü inceliyordu. "Bana da tanıdık geldi" dedi düşünceli bir ifadeyle.
Aklıma gelen şeyle hızla ona döndüm.
"Hatırladım" dediğimde bana baktı.
"Bu Samet pisliğinin yüzüğü, bir kaç kere görmüştüm" dediğimde Ardil'in çenesi kasıkdı. Onun adını duymak bile istemiyordu. "O zaman doğru yerdeyiz" diyerek yüzüğü cebine attı. "Bir an önce çıkalım" diyerek aşağı indi, ben de arkasından çıktım. Ardından kartonlarla eski haline getirerek oradan uzaklaştık. Biraz ileride Mert bizi bekliyordu. Burada olduğumuzu biliyor muydu? Sanırım Ardil mesaj atmıştı.
"Buldunuz mu bir şey?" dedi Mert.
"Samet şer*fsizinin yüzüğünü bulduk, bu araba" dedi Ardil. "Demek ki Dila haklıymış. O zaman dediğin gibi o depoda olabilirler" dedi bana dönerek. "Evet ama o deponun yerini tam olarak hatırlamıyorum. Üstelik hala var mı onu bile bilmiyoruz"
"Her ihtimali değerlendirmeliyiz. Gerekirse saatlerce arayacağız o depoyu" dedi Ardil kararlı bir sesle.
Derin bir nefes aldım. Biliyordum, bulacaktık Cansu'yu. Tek korkum, nasıl halde bulacağımız...
Bir saattir depoyu arıyorduk. Nerede olduğunu hatırlamıyordum, en son geçen sene gelmiştim. Üstelik bu tarla çok büyüktü, kim bilir neresindeydi. Hatta belki de deponun yanından defalarca kez geçtik ama otlar yüzünden göremedik.
Oflayarak durduğumda onlar da durdu. "Hatırlamıyorum, bulamıyorum. Belkide depo artık yok ve biz boşuna zaman kaybediyoruz" dedim hayal kırıklığı içinde. Ardil bana yaklaşarak yüzümü elleri arasına aldı.
"Sakin ol, şu an çok yoruldun ve Cansu için korkuyorsun. Kafanı toplayamaman çok normal ama odaklanman lazım. Zeki kızsın sen, hatırlarsın. Hadi güzelim" dedi moral verici bir sesle. Derin bir nefes aldım ve etrafıma bakındım. Geçen seneyi hatırlamaya çalıştım. Evinin arka tarafına gidiyorduk, ardından sol tarafa ilerliyorduk. Yaklaşık 3 dakika sonra deponun yanındaydık. O anı canlandırmak için cansu'nun evinin arka tarafına ilerledim. Mert ve Ardil de peşimden geliyordu.
Evin arka tarafına gelince yanımda Cansu'yu hayal ettim, o anımızı. Genelde elimizde cips oluyordu, yiyerek ve konuşarak gidiyorduk. İlerledim, sol tarafa doğru ilerledim. Birkaç dakika sonra durdum ve yere baktım. Etrafımda döndüm durdum ve gözüme bir şey takıldı. Yaklaşıp yakından baktım. Üzerindeki otları elimle kenara çekinca deponun kapağını gördüm. Bulmuştum, depoyu bulmuştum. Ayağa kalkıp diğerlerine döndüm.
"Buldum, burası depo" dediğimde hemen yere çöküp kapağa baktılar.
"Dila harikasın" dedi Mert gülümseyerek.
"Burada olup olmadıklarını bilmiyoruz ama burada olma ihtimalleri çok yüksek. Sessiz olun" dedi Ardil. Ardından cebinden bir bıçak çıkardı. Cebinde bıçakla mı geziyordu? Acaba başka şeyler de var mıydı?
Mert otları tuttu, Ardil de kesebildiği kadar kökünden kesti. Bunu yaparken çok da zorlanmış gibi değildi. Mert kesilen otları kenara atınca kapak daha da açığa çıktı. Kapak tamamen görünüyordu.
"Hadi girelim" deyince Mert, Ardil itiraz etti.
"Hayır, içeride olabilirler. Bu şekilde girmemiz cansu'nun yararına değil, ancak zrarına olur. Düzgünce plan yapmamız lazım, Mesut'a haber vermemiz lazım. Cansu'ya sadece bu şekilde yardım edebiliriz" dedi sakin bir şekilde.
"O zamana kadar Cansu'ya zarar verebilirler, belki de verdiler. Ben daha fazla duramam" diyerek kapağa yaklaştı Mert, ama Ardil onu omuzlarından hafifçe itti.
"Kendine gel, kafanı toplaman lazım. Ben de Cansu'ya bir şey olmsını istemiyorum. Bu yüzden plan yapmamız gerekiyor zaten. Bu şekilde içeri girsen ne yapabilirsin? Silahları var, anında seni gebertirler. Diyelim bir şey yapmadılar, kim bilir kaç kişiler. Onlarla başa çıkamayız, adam lazım, silah lazım. Üstelik başımızın belaya girmemesi ve bundan sonraki hayatımızı hapiste geçirmememiz için Mesut da lazım. Anlıyor musun beni? Şimdi eve gideceğiz. Ben bir plan yapacağım, sonrasında çeteye ve Mesut'a haber vereceğim. En kısa zamanda Cansu'yu kurtarmaya geleceğiz, merak etme"
Ardil'in sözleriyle Mert biraz daha sakinleşti. Ardil'in haklı olduğunu biliyordu, o yüzden daha fazla zorlamadı. Sessizce "Tamam" deyip arkasını döndü ve birkaç dakika sonra motoruna ilerleyip gitti. Arkasından bakmayı bırakıp Ardil'e döndüm.
"Sakinleşmesi lazım, çok korkuyor Cansu'ya bir şey olacak diye " dediğimde bana döndü.
"Biliyorum, düzgün düşünemiyor. Haklı, ben de düzgün düşünemezdim" dedi sıkıntılı bir ifadeyle.
"Cansu'yu kurtaracağız değil mi?" dedim umutlu bir şekilde.
"Evet" dedi kendinden emin bir şekilde.
"Peki, sence, onu aynı şekilde bulabilecek miyiz? Yoksa bana yaptıklarını ona da-" derken sözümü kesti.
"Bunları düşünme. Nasıl bulacağımızı bilmiyorum, ama onu bulacağız. Sadece buna odaklan. O güzel kafanı kötü şeylerle yorma." dediğinde burukça tebessüm ettim.
"Hadi gidelim" diyerek kolunu omzuma attı ve birlikte motorun yanına ilerledik.
Eve geldiğimizden beri salondaydık. Ardil saatlerdir telefonda konuşmalar yapıyor, ben de Cansu'yu kurtarmak için kendimce planlar üretmeye çalışıyordum.
Ardil bir anda ayaklanınca ben de otomatikmen ayağa kalktım. "Ne oldu?" dedim merakla.
"Bizim mekana gidiyoruz. Acele et" diyerek kapıya yönelince ben de koşarak ardından çıktım. Telefonum cebimdeydi ama üzerime bir şey alamamıştım. Şu an önemli de değildi zaten.
Toplantı odasına girdiğimizde hızlıca etrafa göz gezdirdim. Bazıları tanıdığım olan yaklaşık 25-30 kişi vardı. Ardil hemen baş köşedeki sandalyeye oturunca ben de sağ çaprazında ki sandalyeye kuruldum. Karşımda da Mert vardı ve dağılmış görünüyordu. Şu an kimse olmasa gidip sarılırdım ona.
Masanın üzerinde bir plan vardı. Nerenin olduğunu anlayamamıştım ama.
Ardil meraklı bakışlarımı fark etmiş olacak ki bana dönüp kısa bir açıklama yaptı.
"Deponun planı. Zor da olsa bulduk, şimdi plan yapacağız" diyerek diğerlerine döndü.
"Mesut sen hallettin mi?" dediğinde baktığı yere döndüm. Mesut ismini duymuştum ama ilk defa görüyordum onu. Uzun boylu, sarışın,kısa saçlı bir adamdı. "Hallettim, birkaç polis hazır. Ama silahlı çatışmaya girmememiz gerekiyor, amirimin kesin emri var. " dediğinde Ardil "Bu işimizi zorlaştırır" diyerek sessizce düşünmeye başladı.
Ben de biraz şaşkınlıkla hala Mesut'a bakıyordum. Ne yani, polis miydi? Gerçi Ardil bir ara bahsetmişti polis tanıdıkları olduğundan. Yanımızda polislerin de olması işimizi kolaylaştırır.
"Tamam şimdi şöyle yapıyoruz" diyerek masaya yaklaştı Ardil. Etraftaki herkes merakla Ardil'e bakıyordu. Ben de masaya eğilerek planı tam görmeye çalışıyordum.
"Pekala, madem biz silah kullanamıyoruz, o zaman onlar da kullanamaz." dediğinde ben ne demek istediğini anlamamıştım. Onları nasıl engelleyeceğiz ki?
"Kapağı açar açmaz içeri bayıltıcı sis bombalarından atacağız. Yüzümüze maskeleri takıp içeri gireceğiz. Sonrası kolay zaten"
Söylediği şeyleri kafamda tarttığımda mantıklı geldi. Gerçekten çok zeki.
"Kim girecek içeri?" dedi tanımadığım biri.
"Polisler ve ben. Ama yanımıza bir kaç kişi daha gerekebilir" dediğinde Mert "Ben varım tabiki " diyerek öne çıktı.
"Tamam" diyerek diğerlerine döndü Ardil. Sıla "Ben de geliyorum" dediğinde gözlerimi devirdim. Aman sen eksik kal. Neyse, Cansu için herkesin yardımı gerekli.
"Tamam. Mert, Sıla, Adem, Baran, Tekin, Burak ve Selim, siz benimle geliyorsunuz. Biz polislerle içeri gireceğiz. Silah, bıçak, sis bombası... Gerekli her şeyi hazırlayın. Bir saatiniz var" dediğinde söylediği kişiler hızla odadan çıktı. "Ali ve Arda, siz burada bizi ekrandan takip edeceksiniz. Kulaklık ayarlayın bize. Sis bombalarının üzerine de kameralar takın. İçeri attığımızda kameralara göre durumu bize bildireceksiniz, ona göre içeri gireceğiz" dediğinde "Tamam abi" diyerek çıktı ikisi de. Mesut yerinde doğrularak "Ben de gelecek olan polislere haber vereyim" diyerek odadan çıktı. "Siz de bize araba ayarlayın bir kaç tane, hazır olsun" diyerek diğerlerine döndü Ardil. Onlar da başlarını sallayarak odadan çıktılar. Odada sadece Ardil, Mert ve ben kalmıştık. "Mert" diyerek ona döndü Ardil. "Sen de git hazırlan istersen. Sana sağlam ve aklı başında bir şekilde ihtiyacımız var kardeşim. Toparla kendini " dediğinde Mert başıyla onayladı. Ardından sessizce odadan çıktı. Ardil sonunda bana döndüğünde ben de ona döndüm.
"Ne zaman çıkıyoruz?" dediğimde hafiften kaşları çatıldı. "Seni eve bıraktıktan sonra" dediğinde bir kaşım havaya kalktı. "Öyle bir şey olmayacak, ben de geliyorum" dedim kararlı bir şekilde. Tabi ki de en yakın arkadaşımın başı dertteyken öylece oturmayacaktım.
"Dila, çok tehlikeli" dedi beni ikna etmeye çalışarak. "Umrumda değil. En yakın arkadaşım o benim, ben de geleceğim. Hem yanımda sen varsın Ardil, ne olabilir?" dediğimde sesli bir nefes verdi. Kabul edecekti, etmese peşlerinden zorla giderdim. Bunu biliyordu, bunu bildiği için kabul etmek zorundaydı.
"Orada arabada bekleyeceksin, benim yapma dediğim bir şey yapmayacaksın. Geride duracaksın, dikkatimi dağıtmayacaksın ve başını belaya sokmayacaksın. Orada aklım sende kalsın istemiyorum" dediğinde hafifçe tebessüm ettim.
"Tamam, sözünden çıkmayacağım. Cansu'yu kurtarın da, başka bir şey istemiyorum" dedim sessizce.
"Merak etme, inşallah sağ salim kurtaracağız onu" dedi güvenilir bir şekilde. İnanıyordum ona, kurtaracaktık cansu'yu. Sadece kurtardığımızda ne halde olacağı beni korkutuyordu. Allah'ım sen bize yardım et.
Yaklaşık 15 dakikanın sonunda Mesut'un elindeki telsizden ses geldi.
"Hiçbir hareketlilik yok, girebiliriz" dedi telsizin diğer tarafındaki adam. "Tamam, 10 dakikaya çıkıyoruz" diyerek telsizi bıraktı Mesut. Yanımda oturan Ardil masadaki küçük kulaklığı aldı ve kulağına taktı. Bıçağı, pantolonunun cebina sıkıştırdıktan sonra silahını da beline koydu. Mesut'un da aynı şeyleri yaptığını gördüm. Ardil, karşımda oturan Ali'ye döndü ve "Kameraları taktın mı sis bombalarına?" dedi. Ali "Evet abi, hazır hepsi" dediğinde Ardil, Arda'ya döndü. "Kameralar hazır mı?"
"Evet, şu an görünüyor" dedi önündeki bilgisayara bakıp.
"Tamamdır" diyerek elini kulaklığına götürdü. "Hazır mısınız?" dedikten sonra bir süre bekledi. İstediği cevabı anlamış olacak ki "Tamam çıkıyoruz" deyip bana döndü. "Sakın arabadan çıkma, ne olursa olsun" dediğinde başımı salladım. "Dikkat et, lütfen" diye fısıldadığımda sadece göz kırptı ve arabadan indi. Film kaplı camdan baktığımda hepsinin çıktığını gördüm. Ellerinde silahlarla çok usta bir şekilde gizlenerek ilerlediler. Polisler de hemen yanlarındaydı. Duvarı döndükten sonra gözden kayboldular.
Arda'ya dönüp "Ekrana ben de bakabilir miyim?" dedim. "Tabi" diyerek kalkıp yanıma oturdu. Bilgisayarı da önümüze çekince ekranı gördüm. Ekran dörde bölünmüştü. Kameraların hepsinin görüntüsü vardı. Sadece karanlıktı, bombalar ellerinde olduğu için ekran da karanlık görünüyordu. Az sonra ekrana görüntü gelmeye başladı. Ekran hızlıca hareket ettikten sonra görüntü değişti. İki ekranda yer görünürken diğer ikisinde içeri görünüyordu. Sanırım bombaları içeri atmışlardı. Etraf sisli görünmeye başladı. Gerginlikle bacaklarımı sallamaya başladım.
Arda, net olan ekranı büyütüp ekrana eğildiğinde ben de aynısını yaptım. Gördüğüm şeyle gerginliğim arttı. İçeride kimse yoktu. Arda elini kulağına götürerek "Abi içeride kimse yok" dedi şaşkınlığını belli eden bir sesle. Ardil'in ne dediğini duyamamıştım ama az sonra birkaç kişi ekranda göründü. Sis ortadan kaybolmuştu. İçeri girenlerin arasında Ardil'i de gördüm. Etrafına bakındı sinirle. Mert de görüş alanıma girdi az sonra. Bir şeyler söylüyordu, sanırım bağırıyordu. İleri geri gitmeye başladı, ardından duvara sert bir tekme attı. Ardil yanına gidip ona bir şeyler demeye başladı. Sanırım sakinleştirmeye çalışıyordu. Gerginliğim daha çok arttı. Cansu burada değilse neredeydi?
Ekrandan göründüğü kadarıyla etrafı incelemeye başladım belki bir ipucu bulabilirim diye. O sırada duvarın kenarında yerde duran bir şey fark ettim. Ekranı büyütüp daha dikkatli baktım. Arda da benimle birlikte ekrana bakıyordu. Duvarın köşesinde, yerde bir kağıt vardı, üzerinde de bir şey vardı ama ne olduğunu anlayamadım. Arda'ya dönüp "Bana kulaklık ver" dediğimde sorgulamadan yandaki kulaklıklardan birini uzattı. Hızlıca takıp Ardil' seslendim.
"Ardil beni duyuyor musun?" dediğimde Ardil elini kulağına götürdü. "Dila?" dedi şaşkınlıkla. "Bir şey gördüm. Karşındaki duvarın kenarında yerde bir şey var, bir kağıt" dediğimde hızlıca etrafına bakınmaya başladı. Kağıdı gördüğünde eğilip eline aldı. Bir de bir şey vardı ama buradan tam olarak seçemiyordum. Mert ve birkaç kişi de ardil'e yaklaştı. Mert, kağıdın üzerindeki şeyi Ardil'in elinden aldı. Elini yumruk yaptığını gördüm. Ne oluyordu? Ne yazıyordu o kağıtta?
Ardil okuduktan sonra sinirle elindeki kağıdı buruşturdu. "Ardil neler oluyor?" dedim merakla. Bana cevap vermeden "Çıkıyoruz" deyip çıkışa yöneldi. Diğerleri de arkasından gitti. Sonrasında ekranda kimse kalmadı. Başımı cama çevirip gelmelerini bekledim. Az sonra Ardil görününce kapıyı açıp hızla dışarı çıktım. Seri adımlarla yanına gidince "Ne oldu?" dedim korkuyla. Mert de yanımızda durdu. Diğerleri ilerlerken Ardil onlara dönüp "Siz gidin" dediğinde hepsi arabalra binip gitti. Sadece bizim geldiğimiz araba kaldı.
"Ne oldu, na yazıyor o kağıtta?" dedim endişeyle. Ardil, elinde buruşturduğu kağıdı bana uzattı. Kağıdı elimden geldiğince düzeltip okumaya çalıştım.
Seni almadan kızı vermiyorum. Benden kurtulamazsın!
Korkuyla Ardil'e döndüm. "Bana mı bu?" derken sesim kısık çıkmıştı.
"Korkma bir şey olmayacak" diyerek ellerini omzularıma koydu ama ben korkuyordum. "Nasıl, bu nasıl olabilir? Buraya geleceğimizi nasıl anlamış olabilir?" dedim korkuyla. "Bilmiyorum, Allah kahretsin bilmiyorum!" diyerek sinirle söylendi Ardil. Mert'e döndüğümde berbat göründüğünü fark ettim. "Mert" dediğimde başını bana çevirdi. Onu teselli etmek istedim ama diyecek bir şey bulamadım. Uzanıp ona sarıldığımda ellerini sırtımda hissettim. "Merak etme, bir şey olmayacak Cansu'ya" dedim buna kendimi de inandırmaya çalışarak. Geri çekildiğimde "Umarım" diye fısıldadı.
"Hadi gidelim" dediğinde Ardil, hep birlikte arabaya yöneldik. Mert'i sakinleştirmeye çalışıyordum ama ben de çok korkuyordum.
Nerdesin Cansu, nasılsın?
Yolda giderken Şeref'in numarasından mesaj geldi.
Aldın mı notumu
Hemen yanımdaki Ardil'e dönerek "Şeref yazdı" dedim. Hızla telefonu elimden alıp mesaja baktı. Mert de arkaya dönüp "Ne yazmış?" dedi endişeyle. "Notu buldun mu yazmış" dedim.
Ardil'in bir şeyler yazdığını görünce eğilip ekrana baktım.
Aldım, seni görünce bir yerlerine sokacağım onu
Mesajları kimseye gösterme
Bundan sonra başka bir şey yazmadı, engelledi galiba. Çünkü Ardil'in yazdığı küfür dolu mesajlar da gitmedi. Sinirle telefonu bana uzattı. "Ne yapacağız şimdi?" dediğimde sesli bir nefes verdi. "Bilmiyorum Dila, bilmiyorum"
Gelirken Mert'i evine bırakmıştık. Bizimle gelmesini istesek de yalnız kalmak istediğini söylemişti. Ardil ne kadar ısrar etse de Mert istemedi. Ahmet bizi de eve bırakıp gitti.
Geldiğimizden beri başım çok ağrıyordu. Cansu'yu düşünmektendi sanırım. Ardil, telefon konuşmalarına devam ettiği için onu bölmek istemedim. Mutfağa gidip ilacı aramaya başladım. Dolapları açıp kapattım ama bulamadım. Neredeydi bu ilaçlar?
En alt çekmece çarptı gözüme. İlk geldiğim günlerde Ardil o çekmecenin kıırk olduğu için kullanılmadığını söylemişti. Ben de bu yüzden hiç açıp bakmamıştım. Belki oradadır.
Çekmeceyi çekiştirerek açtığımda içinde gördüğüm şeylerle kaşlarım çatıldı. Yaklaşık 10 tane ilaç kutusu vardı. Sorun şu ki hiçbirirnin üzerinde tek biraz yazı bile yoktu. İçlerine baktığımda hepsinin aynı ilaç olduğunu anladım. Üstelik hepsi de doluydu, hiç kullanılmamış gibi. Neydi bu?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |