
Duyduğum silah sesleriyle gözlerimi açtım. Ne oldu? Kim vuruldu?
Arkamı döndüğümde Şeref'in alnındaki mermiyle yerde yattığını gördüm. Kendini mi öldürmüştü? Şaşkınlıkla ve korkuyla geriye doğru adımlamaya başladım.
Ardil "Dila!" diyerek yanıma geldi. "Sakin ol, geçecek tamam mı?" diyerek üzerindeki tişörtü çıkardı ve koluma tutmaya başladı. Koluma baktığımda kanadığını gördüm. Vurulmuş muydum?
Bir an bacaklarım tutmadı, yere düşecek gibi olunca Ardil tutarak oturttu yere beni. "Dila iyi misin Dila? Bana bak bir şey söyle" derken koluma bastırıyordu. O sırada Mesut yanımıza geldi ve bir şeyler söyledi ama duymadım. Algılayamadım. Bazı polislerin, Şeref'in üzerini örttüğünü gördüm.
Sonra havalandığımı hissettim. Ardil'in kucağındaydım. Bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. Gözlerim kapanıyordu. Yüzümü dokunduğunu hissettim ama açamadım gözlerimi. Sonrası yok.
Gözlerimi araladığımda tavandaki ışıklar gözlerimi aldı. Etrafta gezdirdim bakışlarımı. Hastanede miydim? Niye geldim ki buraya?
Yerimde doğrulmaya çalıştığımda sol kolumda bir acı hissettim. Baktığımda sargılı olduğunu gördüm. Tabi ya. Kolumdan vurulmuştum ben. Sağ kolumdan destek alarak yatakta doğruldum ve oturur pozisyona geldim. Niye kimse yoktu yanımda? Ardil neredeydi?
Kapı açıldı ve içeri bir hemşire girdi. "Geçmiş olsun, nasılsınız?" derken serumumu kontrol ediyordu.
"İyiyim, niye kimse yok?"
"Sizi bekleyenler dışarıda, isterseniz çağırabilirim" dediğinde başımı salladım. O çıktıktan sonra içeri Ardil, Cansu ve Mert girdi. Ardil koşarak yanıma geldi ve sıkıca sarıldı bana. Sağ kolumu doladım boynuna.
"İyi misin?" derken geri çekildi. Başımı sallayarak diğerlerine de sarıldım. "Çok korktum" dedi Cansu.
"Merak etmeyin, iyiyim. Ama tam hatırlamıyorum neler olduğunu." diyerek Ardil'e döndüm. "Kendini mi vurdu o?"
"Hayır, polislerden nişancı olan onu vurdu, o sırada o şerefsizin elindeki silah patlayıp senin kolunu sıyırdı"
Şimdi taşlar yerine oturuyordu.
"Kurtulduk yani o şer*fsizten" dedi Mert. "Kurtulduk kardeşim, bitti artık" dedi Ardil.
Gülümseyerek Ardil'e döndüğümde o gülümsemedi, hatta gözlerini başka yere çevirdi. Bana sinirliydi kesin.
"Sen sinirli misin bana?" dediğimde "Sence?" dedi kaşlarını çatarak. "Sen nasıl benden habersiz böyle bir şey yapabilirsin Dila? Üstelik sen planlamışsın. Bana niye söylemedin?"
İyi olduğumu anladıktan sonra sinirlendiğini göstermeye karar verdi galiba.
"Sana söyleseydim izin vermeyecektin çünkü. Kurtulduk işte planım sayesinde"
"Kurtulamayabilirdin ama!" derken sesi yükseldi. "Ya ben oraya gelmeseydim ve o ş*refsiz seni orada vursaydı? Seni son kez göremeseydim?" derken sesinin titrediğini fark ettim. Bir an yutkunamadım.
"Özür dilerim, ama planımın işe yarayacağını düşündüm."
"Vurulmak da planların arasında mıydı?!" Sesi hala yüksekti.
"Hayır ben" deyip derin bir nefes aldım. Haklıydı. Aynısını o bana yapsa ben daha büyük tepki verirdim.
"Özür dilerim. Ama artık bıkmıştım ondan. Ayrıca Cansu'yu kurtarmanın başka yolu yoktu, bunu sen de biliyorsun"
"Kendini feda etmek zorunda değildin"
"Mert için aynısını yapmaz mıydın?" dediğimde sessiz kaldı. Ardından hızla dışarı çıktı. Gözlerim dolmuştu.
"Çok korktu, o yüzden böyle" dedi Mert.
"Haklı, bir şey diyemiyorum" deyip Cansu'ya döndüm.
"Sen nasılsın? Oradan aldı değil mi seni polisler?"
"Evet, teşekkür ederim. Ama sana bir şey olsaydı seni asla affetmezdim Dila" diyerek bana sarıldı. "Bir daha kendini benim için feda etme"
"Söz veremem" dediğimde terst ters baktı. "Sen aynısını yapmaz mıydın?" dediğimde cevap vermedi. "Haklısın, ama en azından bir dahakine bizimkilere de haber ver" dediğinde başımı salladım.
"Bana Ardil'i çağırır mısınız?" dediğimde onaylayarak odadan çıktılar. Hemen sonra Ardil girdi. Gelip yanımda durdu. Sağ kolumu boynuna dolayıp kendime çektim ve boynuna bir öpücük kondurduktan sonra sarıldım. Kolları hemen belimi buldu.
"Özür dilerim. O an düşünebildiğim tek şey, Cansu'yu kurtarmak ve o pisliğin işini bitirmekti"
Saçlarımla oynadığını hissettim. "Ben özür dilerim bağırdığım için. Ama bir daha benden gizli böyle bir şeye kalkışmayacaksın" dediğinde "Tamam" dedim, ama söz veremedim.
Biraz geri çekilip gözlerime baktı. "Yarım kalan bir sözün vardı sanki" dediğinde önce anlamadım ama sonra hatırladım. Orada, onu sevdiğimi söylemek üzereydim ama beni durdurmuştu. Şimdi söylememi istiyordu.
"Bilmem hatırlamıyorum" dediğimde "Hatırlıyorsundur" dedi. Biraz düşünüyormuş gibi yaptım. "Cık, hatırlayamadım. Önemsiz bir şeydi herhalde" dediğimde kaşları havalandı. "Önemsiz bir şey öyle mi? İyi" deyip geri çekilirken gülerek kendime çektim onu. Biraz daha yaklaştı bana.
"Hatırlıyorum" derken utanmıştım. O an, korkudan söyleyecektim ama şimdi burada, bana böyle bakarken nasıl söyleyeceğim ki?
"Ardil" dediğimde "Hım?" dedi heyecanla. "Ben"
"Evet sen?"
"Ben" dediğim sırada hemşire girdi içeri. Oflayarak geri çekildi. Ben de heyecanımı geçirmeye çalıştım. "Sizi dışarı alabilir miyim?" dediğinde "Niye?" dedi Ardil.
"Hastaya bir ilaç verdim, uyuması gerek. Uyandığında tekrar görebilirsiniz"
"Benim yanımda uyuyabilir"
"Beyefendi, hastanemizin kuralları böyle. Lütfen zorluk çıkarmayın" dediğinde Ardil yüzünü asarak bana yaklaştı. Kulağıma eğilerek "O sözü duyacağım" dedikten sonra alnıma bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Ben de gülümseyerek yatağa uzandım. Hemşire de çıktıktan hemen sonra gözlerim kapanmaya başladı.
Gözlerimi açtığımda, yanımdaki sandalyeye oturmuş beni izleyen Ardil'i gördüm. "Günaydın güzelim" dedi gülümseyerek. "Hemşire seni çıkarmadı mı odadan?" dediğimde "Gizlice girdim" dedi. Gülerek "Cansu ve Mert nerede?" dedim.
"Doktorla konuştuk, uyandığında çıkabileceğini söyledi. Onlar da akşam için yemek yapmaya gittiler " dediğinde başımı salladım.
"Yaklaşsana" dediğimde "Niye?" derken dibime girmişti bile.
"Seni öpmek istiyorum" dediğimde gülerek bana yaklaşıyordu ama duraksadı. "Bana söyleyeceğin şeyi söylemeden öpücük yok sana" dediğinde şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. "Ciddi misin?" dediğimde sırıtarak başını salladı.
"Tamam" deyip derin bir nefes aldım. Heyecanla bana bakmaya başladı. "Ardil ben-" derken içeri hemşire girdi. Ardil ağzında bir şeyler mırıldanarak geri çekildi. Küfür ettiğine yemin edebilirim.
"Ben sizi dışarı çıkarmamış mıydım?" dediğinde "Evet, uyandığını öğrenince geldim ben de" dedi Ardil, yalan söyleyerek.
"Uyandığını nereden anladınız?"
"Hissettim" dedi sırıtarak. Ben de gülerek hemşireye döndüm.
"Ne zaman çıkabilirim?"
"Serumunuz bitmiş, çıkabilirsiniz. Kolunuzda büyük bir hasar yok, ama çok hareket ettirmemeye çalışın. Bir hafta ağrısı olur, onun için ilaç yazdım size. Geçmiş olsun" dedi. "Teşekkür ederim" dedikten sonra odadan çıktı.
Yataktan kalkmaya çalışınca Ardil yardım etti. Sağ kolumun altına girip belimden tuttu ve birlikte hastaneden çıktık.
Kapıyı çalıp beklemeye başladık. Mert'in evine gelmiştik. Cansu açtı. "Hoşgeldiniz" diyerek geri çekildi ve içeri girdik. "Hoşbulduk, hazır mı yemek? Çok açım" derken mutfağa ilerliyordum. Mert'in sofrayı hazırladığını gördüm. "Hazır hazır"
"Ne yaptınız?" dedi Ardil.
"Dila çok sevdiği için tavuk sote yaptık, daha doğrusu yapmaya çalıştık. Umarım beğenirsiniz" dedi Cansu. "Teşekkür ederim, siz yaparsınız da beğenmez miyim"
"Hadi siz geçin masaya" dedi Mert. Biz Ardil ile otururken onlar da son şeyleri masaya koyup karşımıza oturdular. Hemen yemeye başladım, çok acıkmıştım.
"Çok güzel olmuş, ellerinize sağlık" derken ağzıma bir lokma daha aldım.
"Afiyet olsun."
Hiç konuşmadan yemeğimizi yedik. Anlaşılan hepimiz çok acıkmıştık. Yemekten sonra, bulaşık için Cansu'ya yardım etmek istemiştim ama beni zorla koltuğa oturtup, başıma da Ardil'i dikip kalkmama izin vermemişlerdi. Mert ve Cansu bulaşığı hallederken biz de salonda onları bekliyorduk.
"Ağrın var mı?" dediğinde Ardil'e döndüm. "Hayır"
"Seninle hala konuşacağımız bir konu var, biliyorsun değil mi?" dediğinde gözlerimi kaçırdım. Elini çeneme koyarak yüzümü kendine çevirdi ve baş parmağıyla çenemi okşamaya başladı.
"Niye kaçıyorsun? Neyden korkuyorsun bu kadar? Utandığın için mi? Ya da benimle ilgili bir sorun mu?"
Korkmamın sebebi, ben bunu itiraf ettikten sonra işler ciddiye binecekti. Ve ben evliliğe, bir aile kurmaya hazır mıyım bilmiyorum. Bunları söyleyerek Ardil'i de üzmek istemiyorum.
"İkisi de galiba" dedim sessizce. Biraz daha yaklaştığında nefesini hissetmeye başladım.
"Öncelikle, benden hiçbir konuda utanmanı istemiyorum, bunu söylerken de. Ayrıca, sorun ne? Bunu benimle konuşmazsan çözemeyiz. Ve ben o sözlerin senin dudaklarından çıkmasını istiyorum artık" derken bakışları dudaklarıma kaymıştı.
Sertçe yutkundum. Karnımda hafif bir ağrı belirdi. Benim bakışlarım da dudaklarına kaydı.
"Dudaklarını çok sevdiğimi söylemiş miydim?" diye fısıldadığımda sırıtmaya başladı. "Hayır"
"Şimdi söylüyorum o zaman, dudaklarını çok seviyorum. Çok güzeller, sürekli öpesim geliyor. Bir öpüp, hiç bırakmayasım geliyor. Dudaklarını dudaklarım arasına alıp, dilimle-" derken sertçe dudaklarımızı birleştirmesiyle sözlerim yarıda kesildi.
Çok sert ve istekli bir şekilde öpmeye başladı beni. Sağ elimi saçlarına götürüp sertçe kendime çektim. Eli belime gittiği sırada ayak sesleri duymamızla ayrılmamız bir oldu. Tam o sırada Cansu ve Mert girdi içeri. Bizi o halde görmediler ama tipimizden belli oluyordu belli ki. Yüz ifadeleri şaşkındı çünkü.
"Eee biz, yüzümüzü yıkayalım" diyerek ayaklandığımda Ardil de kalktı. "Bence de" dediğini duydum Cansu'nun.
Banyoya girdiğimde Ardil de arkamdan girdi. Hala nefes nefeseydim. "Rezil olduk" dediğim sırada bana yaklaşıyordu.
"S*ktir et, seni istiyorum ben" demesiyle dudaklarımızı birleştirmesi bir oldu.
Anında karşılık verdim. Beni itip kalçamın lavaboya değmesini sağladı. Vahşice ve aceleyle öp*şüyorduk. Onunla s*vişmeyi özlemiştim.
Sağ elimle saçlarını çekiştiriyordum. Belimden tutup kaldırdı ve lavaboya oturttu beni. Dudaklarımızı hiç ayırmamıştı bu sırada. Bacaklarımı ayırıp arasına girdi. Kendimi öne ittirip bedenlerimizin birbirine değmesini sağladım. Belimden çekerek bana destek oldu. Erkekliğini hissediyordum resmen. Kasıklarımda bir sıcaklık hissediyordum.
Vahşice öp*şmeye devam ederken sağ elimle tişörtünü sıyırmaya çalıştım. Ben beceremeyince o hızla tişörtünü çıkarıp fırlattı ve tekrar dibime girdi. Sağ elimi kaslarında gezdirirken onun bir eli de tişörtümün altından çıplak tenimi okşuyordu. Öp*şmenin arasında bir saniyeliğine geri çekilip dudaklarını yaladım ve tekrar öpmeye başladım. Olmuyordu, tadına doyamıyordum.
Elleri vücudumu talan ediyordu, dili ağzımı. Kasıklarımdaki acı artıyordu. İçimdeki istek de öyle. Ama kendime gelmeliydim. Şu an hiç de uygun bir ortamda değildik.
Zor da olsa dudaklarımızı ayırdığımda nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Bu süreçte gözlerini gözlerimden ayırmamıştı.
"Sırası değil, durmamız lazım" dediğimde başını salladı sadece. Hala kendine gelememiş gibiydi.
"Yüzümüzü yıkayıp çıkalım" dediğimde yine başını salladı. Ben lavabodan inince biraz geri çekilmek zorunda kaldı. Yüzümü yıkadıktan sonra onun da yüzünü yıkamasını beklerken saçlarımı ve üzerimi düzelttim. Sonra birlikte salona doğru ilerledik.
Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya karar verdim. Gülümseyerek onların karşısındaki kanepeye oturduk "Toparlanabildiniz mi?" dedi Cansu imayla. "Hı hı" dedim sadece.
"Bence hayatımızın en güzel dönemine girmiş bulunmaktayız" dediğinde anlamayarak kaşlarımı çattım. "Niye?" dedi Ardil. "Şeref'ten kurtulduk çünkü. Bunu kutlamalıyız"
"Ne yapacağız ki?" dedim. "Bara gideceğiz ve kendimizi dağıtacağız, eğleneceğiz"
"Olabilir" diyerek bize döndü Mert. Ardil bana bakıyordu. "Haklısın, gidelim içelim" dediğimde Ardil'in kaşları havalandı. "İçelim derken? Sen içmiyordun ya hani"
"Evet ama bu gerçekten de kutlanmayı hak eden bir şey. Bugün içeceğim" dediğimde bir şey söylemedi.
"Tamam o zaman, hemen evlere gidip hazırlanalım. Saat 7, bir saate barda buluşalım"
Hepimiz anlaştıktan sonra evlere dağıldık.
Barın önüne gelince Ardil elini belime koyarak beni kendine çekti ve öyle içeri girdik. Kapıda Mert'in motorunu gördüğümüz için geldiklerini anlamıştık ve onlara bakınıyorduk. Her zamanki gibi bar tarafında yoklardı. Etrafıma bakınırken Ardil kulağıma eğilip "Oradalar" dedi ve beni çekiştirmeye başladı. Cansu ve Mert en köşedeki L koltuklu yere geçmişlerdi.
Ben Cansu'nun yanına oturduktan sonra Ardil de yanıma oturdu. "Ne zaman geldiniz?" dediğimde "Az önce" dedi Cansu. Mert, eliyle birini çağırıp bir alkol ismi söyledi ama ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Cansu da aynısından söyledi. Ardil kulağıma eğilip "İçmekte kararlı mısın?" dedi. "Evet, hafif bir şey söyle" dediğimde adama dönüp ikimize de aynı şeyden istedi.
Az sonra içkiler gelmişti. Ardil benimkini bana uzatırken "Dikkatli iç" dedi. Bardaktan bir yudum aldıktan sonra yüzümü buruşturdum. Hem kokusu hem de tadı iğrençti. Geenkinde nasıl içmiştim anlamadım. "Çok kötü bu" dedim Ardil'e. "En hafif içki bu. Bence içme, daha önce içmemiştin, bundan sonra da içme. Kendine zarar verme" dediğinde bardağımı masaya koydum. Vaz geçmiştim.
"Sen niye içiyorsun?"
"Ben babamla annemi kaybettiğim zaman denemiştim. Pek kendimde değildim. Buraya geldiğimiz zamanlar dışında içmiyorum ama. Gerçi burada da çok içmiyorum"
"Evet fark ettim, niye bu kadar az içiyorsun?"
"Çok hızlı sarhoş oluyorum, en fazla bir bardak içiyorum o yüzden" dediğinde başımı salladım. Diğerlerine döndüğümde Mert'in içkisini bitirdiğini, ama ikinciyi içmediğini gördüm. Cansu ise ikinci için Mert'e ısrar ediyordu ama Mert kabul etmiyordu. "Cansu" dediğimde bana döndü. "Bence de bu kadar yeter, sarhoş olma" dediğimde oflayarak ayağa kalktı.
"O zaman dans edelim" diyerek elini uzattı bana. "Ben dans etmiyorum biliyorsun, hele de bu ortamda"
"Hani eğlenecektin? Oturarak mı eğleneceksin?"
Haklıydı, bugün kendimi aşacaktım. "Tamam" diyerek Cansu'nun elini tuttuğumda Ardil durdurdu beni.
"Bu p*çlerin arasında dans etmeyeceksin herhalde?"
"Bir şey olmaz, sen varsın ne olabilir?" dediğimde dudağının kenarı kıvrıldı. Kulağıma eğilip "Bir şeyden rahatsız olursan söyle bana, gözümün önünden ayrılma" dedikten sonra yanağımdan öpüp geri çekildi. Cansu ile piste doğru ilerledik ama çok ortalara girmedik.
Cansu hemen şarkıya uyum sağlayıp dans etmeye başladığında ben gergince etrafıma bakınıyordum. "Hadisene" diyerek ellerimi tuttu ve hareket etmeye başladı. "Utanıyorum, herkes bize bakıyor gibi hissediyorum"
"Kimsenin bize baktığı yok, herkes sarhoş"
"Nasıl dans edeceğimi bilmiyorum ki"
"İkimiz buluştuğumuzda kendi kendimize dans ettiğimizde çok güzel ediyordun. Yine öyle düşün. Sadece ikimiz varız ve eğleniyoruz"
Sakin ol Dila, kimsenin sana baktığı yok. Rahatça oyna.
Cansu'nun söyledikleriyle yerimde kıpırdanmaya başladım. "Hadi biraz daha, çok güzel dans ediyorsun sen. Göster kendini"
Gülerek dans etmeye başladım. Hiç kimse yokmuş gibi rahat bir şekilde dans ediyorduk. Fazla eğlenceliydi.
Biz gülerek oynamaya devam ederken yanımıza iki erkek yaklaşmaya başladı. Onları umursamamaya çalıştım ama daha da yanımıza geldiler. Bize katıldılar dans ederken. "Naber kızlar?" dedi biri, ama cevap vermedik. Cansu başıyla ileriyi işaret ettiğinde ilerlemeye başladık ki biri kolumu tuttu. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyeceğim sırada Ardil önüme geçti ve adamın kolunu itti sertçe. Mert de Cansu'nun önünü kapatmıştı.
"Bakın işinize" dedi Ardil sertçe. Adamlar itiraz etmeden gittiler.
"Siz bizimle dans etmezseniz başkaları gelir. Ne demişler, yemeyenin malını yerler"
Cansu'nun söylediğiyle sırıtmaya başladım ama Ardil dibime girince gülüşüm durdu. O sırada Cansu Mert'i ortaya götürmüştü bile.
"Boşuna gülme, kimse benim bir şeyime dokunamaz" dedi dişlerinin arasından.
"Benim bir şeyim derken?" derken biraz daha yaklaştım ona.
"Benim değil misin?" diye fısıldadı dudaklarıma. Dudaklarımız arasında milimler vardı.
"Doğru seninim" dedikten sonra dudaklarına sert bir öpücük kondurdum. "Sen de benimsin" dediğimde hafiften sırıttı. "Ömrümün sonuna kadar seninim"
Söyledikleriyle gülümsemeye başladım. Ellerimi omuzuna koyup dans etmeye başladım. Ellerim omuzundan pantolonuna kadar yavaşça kayarken ben de bedenimi aşağı kaydırdım, sonra dans ederek tekrar yukarı çıktım. Bu süreçte gözlerimi gözlerinden ayırmamıştım. Yutkunduğunu fark ettim.
"Dans etsene" derken beni duyması için bağırmam gerekmişti. "Ben etmem"
Ellerim boynuna kaydı. "Hareket et bari" dediğimde başını iki yana salladı. Belimden tutarak beni kendine çekti ve bedenlerimizi yapıştırdı.
"Sen et, ben seni izlerim"
Ben dans ederken gerçekten de gözünü ayırmadan beni izledi. Etrafımda dönerken beni kendine çekti ve sırtım göğsüne yaslandı. Eli karnımı yavaşça okşamaya başladı. Ben kıpırdanmaya devam ettiğim için kendimi ona sürtüyordum.
"Güzelim, ne yapıyorsun?" diye fısıldadı kulağıma arkadan. Yüzümü hafiften ona dönünce nefesini hissettim. Kendimi ona sürtmeye devam ediyordum.
"Seninle s*ksi bir şekilde dans etmeye çalışıyorum, ne var?"
"S*ksi bir şekilde?" dedikten sonra güldüğünü duydum. "Öyle olsun" dedikten sonra karnımdaki eli sıkılaştı.
Elleri karnımın üzerinde gezintiye çıktı. Ben yavaşça hareket ederken o da ellerini bedenimde gezdirerek bana ayak uyduruyordu. Bir eli yukarı çıkıp göğüslerimin ortasında durdu. Kıyafetin üzerinden göğüslerimi okşamaya başladığında inleyerek kendimi ona daha da bastırdım.
Diğer eli de aşağı indi ve kasıklarımda duraksadı. Elbisemin içine girip çamaşırımın üzerinden kadınlığımı avuçladığında inleyerek kendimi daha da bastırdım ona. Kalp atışlarım arttı. Kasıklarımda bir sıcaklık vardı.
Eli çamaşırımın üzerinden kadınlığıma dokunurken diğeri elbisemin üzerinden göğsümü okşuyordu. Nefesi boynumu yakıyordu.
Çamaşırımdaki elini tutup çamaşırımın üst kısmına getirdim.
"Çamaşırımın altına gir, dokun bana" derken nefes nefeseydim.
"Emin misin? Bu ş*refsizlerin senin inlemelerini duymasını istemiyorum" dedi kulağıma. "Umurumda değil, kimsenin bizi duyduğu da gördüğü de yok. Dokun bana lütfen" dediğimde sırıttığını hissettim.
Eli içeri girdi ve kadınlığıma dokundu. İnleyerek kendimi ona daha da bastırdım. Erkekliği gitgide büyüyordu sanki. Diğer eli göğsümü kıyafetin üzerinden okşamaya devam ediyordu. Kadınlığımdaki eli hareket etmeye başladı. Orayı keşfediyordu sanki. Az sonra alışmıştı oraya. Hareket ettirmeye başladı elini, kadınlığımla oynamaya başladı. İnlemelerim arttı, kalbim çıkmak üzereydi. Müzik çok yüksekti ve etraf karanlıktı ama yine de kimse beni duymasın diye dudaklarımı dişlemeye başladım. Kulağımın dibinde Ardil'in de inlediğini duyduğumda gülümsemeden edemedim. Kadınlığımla dans ediyordu eli sanki.
"Biraz daha sert" diyerek kendimi erkekliğine daha da bastırdım. Dayanamayacaktım. Elimi ensesine koyup başını boynuma doğru eğdim ve yüzümü de biraz ona çevirip dudaklarımızı birleştirdim. Biz öp*şürken bir eli göğsümü okşuyor, diğeri kadınlığımla dans ediyor, erkekliği de içime girmek için can atıyordu sanki. Kendimden geçmek üzereydim. Evde olsak duramazdım muhtemelen.
Dudaklarımızı hafifçe ayırdı. "Islanmışsın" diye fısıldadı.
"Senin için"
Söylediklerimle dudağıma sert ve istek dolu bir öpücük kondurdu. "Her an Cansu ve Mert gelebilir. Diğerleri umurumda değil ama onlara bu şekilde görünmek istemem" dediğimde başını sallayarak elini kadınlığımdan çekti ve dudaklarına götürdü. Eline bulaşan ıslaklığı yaladığında sertçe yutkundum.
Allah'ım sen bana yardım et!
Nefes nefese kalmış biçimde birbirimize bakıyorduk. Sanki bedenlerimiz ayrılmıştı ama gözlerimizle s*vişmeye devam ediyorduk.
Bana bir şey söyleyeceğini anladığımda duymak için yaklaştım ona.
"Sarhoş değilsin değil mi? Kendi isteğinle yaptın bunu?" dedi emin olmak ister gibi. Gülümseyerek kulağına biraz daha yaklaştım.
"Sarhoş falan değilim, bunları yapmak istedim. Fazlasını da istedim ama sırası değil" dediğimde gülümseyerek dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. O sırada yanımıza Cansu ve Mert geldi.
"Gidelim mi? Geç oldu?" dediğinde Mert, onaylayarak eşyalarımızı aldık ve bardan çıkıp evlere dağıldık. Eve gelir gelmez Ardil ile birlikte yatağa girip uyumuştuk.
Hepimiz boş kantinde oturuyorduk. Sabah baş ağrısıyla uyanıp geç kalmıştık. Geldiğimizde ders çoktan başladığı için hiç girmemeye karar vermiştik.
"Dün iyi ki gitmişiz. Sabah hiç güzel olmadı ama yine de dün güzel geçti"
Cansu'nun söyledikleriyle Ardil'e döndüm, gözgöze geldik. Dün ilk defa o kadar ileri gitmiştik ve bundan hiç de rahatsız değildim. Ona gülümseyip Cansu'ya döndüm. "Bence de"
Mert'in telefonu çalınca sessizleştik. "Efendim?" diyerek açtı.
"Baba sakin konuş anlamıyorum" deyip biraz bekledi. Ne duyduysa çok şaşırmıştı ve üzülmüştü.
"Baba, ne- ne diyorsun sen?" derken sesi titremişti. Mert'i ilk defa böyle görmüştüm. Cansu endişeyle "Ne oldu?" dedi ama Mert onu duymamış gibiydi. O sessiz kalınca Ardil onun elinden telefonu alıp "Tufan amca benim Ardil, kötü bir şey mi oldu?" deyip karşıyı dinlemeye başladı. Bakışları Mert'e döndü ama Mert şoka girmiş gibiydi. Cansu onu konuşturmaya çalışıyordu ama duymuyordu sanki.
"Tamam" deyip kapattı Ardil telefonu. Gözleri Mert'in üzerindeydi. Çok kötü bir şey olmuştu galiba. "Mert" dedi Ardil, ama cevap vermedi. "Ne oldu?" dedim merakla.
"Annesi vefat etmiş" dediğinde şaşkınlıkla Mert'e döndüm. "Ne?" dedi Cansu. Bir anda böyle bir şey beklemiyordum.
Ardil kalkıp Mert'in yanına gitti. "Mert, kendine gel. Hadi kalk babanın yanına gidelim" deyip kolunu tutunca Mert sessizce ayağa kalktı. Biz de ayaklandık. Cansu'nun gözleri dolmuş, her an ağlayacak gibi duruyordu. Ben ise hala şoktaydım.
Birlikte dışarı çıktıktan sonra Ardil bir taksi çevirdi. Mert ve Cansu ona binip evlerine doğru yola çıkınca biz de motora bindik ve hiç konuşmadan Mert'in ailesinin evine gittik.
Kapıya geldiğimizde motordan inip beklemeye başladık. Taksiden daha hızlı gelmiştik.
"Nasıl ölmüş annesi?"
"Tansiyonu vardı, kalp krizi geçirmiş"
"Çok üzüldüm. Mert çok kötü durumda"
"Evet, ama atlatacak" dedi sessizce. İkimiz de başka diyecek bir şey bulamamıştık sanki.
Az sonra taksi geldi. Birlikte eve girdik. Akrabaları çoktan gelmeye başlamıştı bile. Mert babasına sarıldı sıkıca. Tufan amca da çok bitkin görünüyordu. Bana bir yerden tanıdık geliyor ama nereden? Daha önce görmüş müydüm acaba? Belki kafeye falan gelmiştir.
Hep birlikte içeri geçip oturduk. Ev çok kalabalıktı. Herkes Mert'e baş sağlığı diliyordu. Mert ise sadece başını sallıyordu. Kendine gelmeye başlıyordu galiba, şoktan çıkmış gibiydi. Cansu sürekli onun yanına duruyor, o oturunca oturuyor, kalkınca kalkıyordu. Cansu da çok üzülmüştü ama onu yalnız bırakmamaya çalışıyordu.
Birkaç saat sonra herkes gitmeye başlamıştı. Sadece Mert, babası ve biz kalmıştık. Kimse konuşmuyordu. Sessizliği Ardil bozdu.
"Nasıl oldu Tufan amca?" dediğinde Mert de merakla babasına döndü.
"Ben de anlamadım. Bir anda yere yığıldı" dedi sadece.
Açıkçası yalan söylüyor gibiydi. Bir anda niye yere yığılsın ki? Ama neden yalan söylesin? Bilmiyorum, inanamadım. Ama şimdi bunu sorgulamanın sırası değil.
Saat geç olunca hepimiz evlere dağıldık. Mert ve Cansu, Mert'in evine geçmişti. Biz de eve geldikten sonra salona geçmiştik.
"Ardil bir şey söyleyeceğim" dediğimde merakla bana döndü.
"Tufan amcayı çok tanımıyorum ama, bana karısının ölümü hakkında yalan söylüyor gibi geldi"
"Ben de inanmadım" dediğinde biraz rahatladım. Adamın günahını boşa almamışım en azından.
"Ne olmuş olabilir ki? Niye yalan söylesin bu konuda?"
"Bilmiyorum. Tufan amcayı tanırım da severim de, karısını da severdi. Ama yalan söylediğine göre" deyip biraz bekledi. "Bence onun bir suçu var" dediğinde şaşırdım. "Niye?"
"Yalan söylemesinin başka bir açıklaması olamaz çünkü. Belki istemeden zarar vermiştir ona, belki onu üzmüştür ve bu yüzden kalp krizi geçirmiştir, bilmiyorum. Ama bir şeyler sakladığı kesin"
Söyledikleri mantıklıydı. "Ne yapacağız peki?"
"Biraz zaman geçsin, konuşacağım onunla."
"Tamam, ama emin olmadan Mert'e bir şey söyleme sakın. Kendine gelmesi biraz zaman alacak belli ki"
"Merak etme" dedikten sonra yine sessizleştik. Az sonra ayağa kalkıp "Yatacağım ben" dediğimde o da ayaklandı. "Tamam, yatalım" dedi ve birlikte onun odasına çıktık.
Şeref'in ölümünden sonra birbirimize daha da yakınlaşmıştık ve o günden beri beraber yatıyorduk. Sanırım onu sevdiğimi öğrendiği için bu kadar yakınlaştık. Neyse, bu durumdan şikayetçi değilim.
Bugün Mert ve Cansu gelmeyecekti derslere. Mert'in bir süre kafasını dinlemesi iyi olurdu. Hem annesinin mezarına da gitmek istiyordu tekrar. Cansu da onu yalnız bırakmak istemiyordu. Ama devamsızlığımız az olduğu için Ardil ve ben gelmiştik. Zaten iki ders vardı bugün sadece.
Biraz erken geldiğimiz için kantinde karşılıklı oturuyorduk. "Sence Mert toparlayabilecek mi?" dedim.
"Toparlayacak"
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Mert güçlü çünkü, zor da olsa bunu atlatacaktır." Sessiz kaldım.
Ben annemi kaybedeli yıllar olmuştu. Onun ölümünü kabullenmem çok zor olmuştu ama çocuk olduğum için zorlanmıştım belki de. Gerçi, anne her yaşta annedir. Her yaşta bunun acısı aynı olur.
"Ne düşünüyorsun?" dediğinde Ardil'e döndüm.
"Annemi kaybettiğim zamanları düşünüyordum. Ben de zor kabullenmiştim. Ama sonuç olarak kabullendim. Üstelik yalnızdım da. Ama şimdi Mert'in yanında biz varız. Benden daha kolay toparlanacağını düşünüyorum."
Elini, masanın üzerindeki elimin üzerine koydu ve baş parmağıyla okşamaya başladı. Bu hareketine gülümsedim. Diğer elimi de, elimin üzerindeki elinin üzerine koydum. Ellerini çok seviyordum. Gerçi ona dair her şeyi çok seviyordum.
"Merak etme, toparlanacaktır." dedi.
"Babasıyla ne zaman konuşacaksın peki?" dedim merakla. "Birkaç gün sonra. O da karısının ölümüne çok üzüldü, biraz toparlansın."
Üstteki elimi elinden çekip telefonumdan saate baktım. "Ders başlamak üzere" dediğimde ayaklandı. Elimi bırakmadı ama. Ben de ayağa kalkınca elimi daha sıkı tuttu ve sınıfa el ele gittik. İçim kıpır kıpır oldu. Sınıfa girmek üzereyken uzaktan bu tarafa gelen Murat ile gözgöze geldim. Ufak bir baş selamı verdiğinde ben de aynı şeyi yaptım ve arkamı dönüp Ardil ile sınıfa girdim.
En arka ve en köşeye geçtik. İkimizin de pek ders dinleyesi yoktu zaten, yoklama için gelmiştik.
İkinci ders başlayalı daha beş dakika olmuştu ama şimdiden sıkılmıştım. Ardil'e doğru kayıp kolunu kaldırdım ve sırtımı göğsüne yasladıktan sonra kolunu omuzuma sardım. Gülümseyerek daha da çekti beni kendine. Başımı da omuzuna koydum. Omzumdaki eli saçlarımla oynarken diğer elini yanağıma koyup okşamaya başladı. Ben de bir kolumu göğsüne koydum. Normalde bu kadar rahat olmazdım insanların içinde ama en arkaya oturan öğrenci pek yoktu. Üstelik hocanın bizi buradan görmesi ve duyması da mümkün değildi.
Bir anda kulağıma eğilip "Seni çok seviyorum" diye fısıldadığında duraksadım. Bunu duyduğum için sevinmiştim ama ne diyeceğimi bilemedim. Başımı kaldırıp ona baktım. "Ardil" dediğimde sözümü kesti. "Zorlanıyorsan bir şey söylemene gerek yok, biliyorum." dediğinde burukça gülümsedim. Elimi hafif çıkan sakalları arasına koyup uzandım ve dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdum.
"Özür dilerim" diye fısıldadım dudaklarına doğru.
"Dileme. Ama her neyden korkuyorsan, bunu bana söylemediğin sürece çözemeyiz. Belki bana söylemeye henüz hazır değilsin sebebini, belki de hiç söylemeyeceksin bilmiyorum. Ama ben seninle ilgili hayaller kuruyorum ve bu hayallerin boş olmasını istemiyorum."
"Ardil, benim de bir sürü hayalim var. Ama benim asıl korktuğum" deyip duraksadım. "Ne? Söyle bana"
"Şu an sırası değil bence"
"Sırası, kimsenin bizi duyduğu yok zaten. Hazır başlamışken konuşalım şu konuyu" dediğinde derin bir nefes aldım. Başımı yeniden omzuna koydum gözlerine bakmamak için. O şekilde konuşmaya başladım.
"O hayalleri gerçekleştirmekten korkuyorum, işlerin ciddiye binmesinden korkuyorum"
"Niye?" dedi şaşkınlıkla. "Buna hazır mıyım bilmiyorum çünkü. Bir aile kurmaya hazır mıyım, becerebilir miyim bilmiyorum"
"Niye böyle düşünüyorsun?"
"Çünkü bir ailenin nasıl olduğunu bilmiyorum Ardil. Babam hiç olmadı, annemi çok küçükken kaybettiğim için onunla olan çoğu anımı hatırlamıyorum bile. Benim hiç ailem olmadı, bu duyguyu bilmiyorum. Üstelik annemsiz büyüdüm ben. Bana bir şey olursa çocuklarımın o şekilde büyümesini istemem, benim yaşadıklarımı yaşamasınlar"
Elini yanağıma koyup yüzümü kaldırdı ve gözlerine bakmamı sağladı. Arada az bir mesafe vardı.
"Dila, birlikte öğreneceğiz nasıl aile olacağımızı. Birlikte öğreneceğiz nasıl anne baba olacağımızı. Bu duyguyu yaşamamış olabilirsin, ama senin çok güzel bir anne olacağını düşünüyorum. Üstelik, sana bir şey olur da çocukların sensiz büyür korkusuyla aile kurmaktan vaz geçmen çok saçma. Hayat bu, hepimiz öleceğiz. Birimiz birimizden önce ölecek ve diğerimiz bunun acısıyla yaşamak zorunda kalacak. Bunun yüzünden birlikte olmayacağız mı yani?" deyip biraz bekledi. Haklı konuşuyordu.
"Bak güzelim" derken baş parmağı yanağımı okşamaya başladı. "Korkunu anlıyorum, ama korkarak hiçbir yere varamazsın. Ben seninle olan hayallerimi gerçekleştirmek istiyorum, çünkü seni çok seviyorum. Beni bu hayallerimden mahrum bırakma"
Neden bilmiyorum ama gözlerim dolmuştu. O sırada herkesin ayaklandığını fark ettim. Ders bitmişti anlaşılan. Herkes sınıftan çıkarken biz aynı şekilde kalmaya devam ettik.
"Ardil" dedikten sonra gözümden bir damla yaş aktı. Yanağımdaki eliyle o yaşı sildi. "Özür dilerim ben, seni üzmek için öyle söylemedim. Sadece" derken sözünü kestim.
"Seni çok seviyorum"
Gözlerimden akan yaşlar arttı. Bir an duraksadı. Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Bunu şu an söylememi beklemiyordu anlaşılan. "N-ne?" derken yutkundu. Gözlerimdeki yaşlara engel olamıyordum. Niye böyle oldu?
"Seni çok seviyorum. Hayatımdaki her şeyden çok, kendimden çok seviyorum. Bunu sana daha önce söylemediğim için özür dilerim. Ama ben seni gerçekten çok seviyorum. Sana dair her şeyi seviyorum. Sesini, yüzünü, konuşmanı, ellerini, dudaklarını... Sana yemin ederim seninle ilgili her şeyi çok seviyorum ve hep de seveceğim."
Uzun zamandır içimde biriktirdiğim her şeyi söylemiştim. Gözlerimdeki yaşlar durmuştu ama yüzümde hala ıslaklık vardı. Ardil kendine gelince yüzümü avuçları arasına alıp yaşları sildi. Ardından gözlerimin üzerinden teker teker öptü. Sonra alnımdan, yanaklarımdan, burnumdan, çenemden, yüzümün her yerinden öptü. En son da dudaklarıma yumuşak bir öpücük bıraktı.
"Ben de seni çok seviyorum" dediğinde gülümsedim. "Biliyorum" diyerek dudaklarımızı birleştirdim. Yavaş ama istekli bir şekilde öpmeye başladım. Ama çok geçmeden geri çekildim.
"Gitmemiz lazım, her an birileri gelebilir" dediğimde başını sallayarak geri çekildi. Eşyalarımızı alıp merdivenden inmeye başladık el ele.
"Şimdi biz sevgili mi oluyoruz?" dediğinde gülümsedim.
"Bilmem, öyle mi oluyoruz?" derken ben de sırıtıyordum. İkimiz de salak salak gülüyorduk. Elimi bırakmadan kolunu omuzuma atıp beni kendine çekti. Başını eğip dudaklarıma ıslak bir öpücük kondurdu. İstemsizce dudaklarımı yaladım, onun dudaklarının tadı vardı.
"Valla ne olursak olalım, birbirimizi seviyoruz ya, bunu bilmem yeterli." dediğinde gülümseyerek ona biraz daha sokuldum. "Bence de"
Motorun yanına gelince duraksadım. "Ardil" dediğimde "Hım?" diyerek bana döndü. "İş ne olacak şimdi? Sen bir arkadaşının-" derken sözümü kesti. "Güzelim" dediğinde gülümsedim.
"Söyle yakışıklım" dediğimde o da güldü.
"Bence çalışmana falan gerek yok. Zaten birlikte yaşıyoruz. Benim param senin paran, bunu kabullen artık. Tamam öncesinde birlikte değildik ve bu yüzden çalışmana razı geliyordum. Ama artık birlikte olduğumuza ve hep birlikte yaşayacağımıza göre çalışmayacaksın"
Bundan sonra birlikte yaşayacağımıza göre...
Bu cümle çok hoşuma gitmişti.
"Tamam haklısın" dediğimde kaşları havalandı. "Cidden mi? Ben itiraz edersin diye düşünmüştüm"
"Yoo niye itiraz edeyim? Doğru söyledin, senin paran benim param. Sen zengin olduğuna göre ben de zenginim. Çalışmayacağım mesleğimi elime alana kadar" dediğimde güldü. "Sonunda bu konuda anlaşabildik."
"Şimdi ne yapacağız? Mert'in yanına mi gideceğiz?"
"Ben gideriz diye düşünmüştüm. Gitmeyelim mi?"
"Bilmiyorum, Cansu'ya yazdım ben geliriz çıkışta diye. Ama Mert'in yalnız kalması daha iyi olur dedi. Cansu'dan bile uzak duruyormuş. Bilemiyorum, sen onu daha iyi tanıyorsun. Ne yapmamız ona daha iyi gelir?"
"Yanına gitmemiz. Ne kadar yalnız kalmak istediğini söylerse söylesin yalnız kalmak istediğini düşünmüyorum. Yanına gidip biraz konuşalım, kafası dağılır belki" dediğinde başımı sallayarak onayladım. Ardından motora bindik.
Geleli yaklaşık bir saat olmuştu. Hepimiz fazla sessizdik. Ara sıra konuşmaya çalışıyorduk ama Mert'in canı öyle sıkkındı ki konuyu uzatamıyorduk, susmak zorunda kalıyorduk. Kapı çalınca Ardil açmak için kapıya ilerledi. Ben de peşinden gittim. Muhtemelen söylediğimiz hamburgerler gelmişti.
Parayı ödedikten sonra kapıyı kapattı. "Ardil, acaba biz bunları hazırlarken sen Mert ile konuşsan mı?"
"Ya aslında ben de onunla konuşmayı düşündüm ama ne diyeceğimi bilmiyorum ki. Canını daha çok sıkacak bir şey söylersem?"
"Biraz kendini toparlamasını söyle. Annesi onu bu şekilde görmek istemezdi, bunu ona söyle. Sonrasında içinden ne geliyorsa devam edersin konuşmaya"
Başını salladıktan sonra elinden poşetleri aldım. Kapıdan Mert'i çağırıp onu terasa çıkardıktan sonra Cansu ile mutfağa ilerledik. "Niye çağırdı Ardil Mert'i?" dedi merakla. "Konuşmak için, belki kendine gelir" dediğimde "İyi olur, zaten benimle konuşmuyor" dedi yüzünü asarak.
"Kendini bunun için üzme, hala kabullenemedi annesinin gittiğini. Seninle konuşmamasının seninle bir ilgisi yok"
"Haklısın ama elimde değil. Onun için bir şeyler yapmaya çalışıyorum, konuşmaya çalışıyorum. Ama beni görmezden geliyor."
"Bak bunlar seni kırıyor olabilir ama onu biraz alttan alman lazım. Şu an kendinde değil, belki seni kırdığının bile farkında değildir. Eninde sonunda toparlanacak. O zamana kadar biraz daha sabret"
Daha fazla bir şey söylemedi, ben de konuyu kapattım. Hamburgerleri poşetten çıkarıp tabaklara koyup salona götürdük. İçecekleri ve patatesleri de koyduktan sonra onların gelmesini beklemeye başladık.
ARDİL
Terasa çıkıp sandalyelere oturduk ve karşı manzarayı seyretmeye başladık. Onu niye çağırdığımı sormadı, ben de konuya nasıl başlayacağımı bilemiyorum.
"Nasılsın?" dedim. Bana dönmeden cevap verdi. "İyiyim"
"Mert" dedim kaşlarımı çatarak. "Bana yalan söylemene gerek yok, benim karşımda iyiymiş gibi, güçlüymüş gibi görünmene de gerek yok. Kardeşiz biz, biliyorsun değil mi?"
Yavaşça bana döndü. Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra sadece başını salladı. "Bak" dedim derin bir nefes aldıktan sonra. "Yaşadıkların çok ağır, acını anlayabiliyorum. İnan bana anlıyorum. Ama kendini biraz daha toparlaman lazım. Bazı şeyleri kabullenmen lazım. Kendini bu kadar bırakma."
Cevap vermedi ama beni dinlediğini anlıyordum.
"Annen seni böyle görmek istemezdi" dediğimde hızla bana döndü ve "Annem burada yok ama" dedi sertçe.
"Annen burada yok ve bunun için gerçekten üzgünüm. Ama baban burada, Cansu burada, biz buradayız. Anneni kaybettin ama biz hala buradayız."
Tekrar kafasını manzaraya çevirdi.
"Bak Mert, hepimiz bir gün öleceğiz. Hepimiz birilerini kaybedeceğiz. Ama birini kaybettiğimiz zaman kendimizi de kaybetmememiz lazım. Anneni kaybetmiş olabilirsin, ama diğer sevdiklerin hala burada. Kalan ömrünü annen için üzülmekle geçirmektense, diğer sevdiklerini de kaybetmeden onlarla doya doya yaşayarak geçirmelisin. Çünkü giden bir daha gelmiyor. Annen için üzülebilirsin, canını yakıyor olabilir. Ama bunu kabullenip hayatına devam etmelisin. Annen burada olmayabilir, ama burada olsaydı senin hayatına devam etmeni isterdi."
Gözlerinden yaşlar aktığını fark ettim. Gözyaşlarını sildikten sonra kızarmış gözleriyle bana döndü.
"Haklısın" dedi sessizce. "Ama canım yanıyor lan. Çok canım yanıyor. Sanki hayatım bitmiş gibi hissediyorum. Bu acı hiç geçmeyecekmiş gibi geliyor"
"Biliyorum, inan seni anlıyorum. Ama geçiyor Mert, her şey geçiyor. Bu acı da geçecek, inan bana. Sadece bu acının geçmesi için çabalaman lazım, kendini bırakmaman lazım. Sevdiklerinin senin yanında olmasına, sana destek olmasına izin vermen lazım."
Yüzünü tekrar silip ayağa kalkınca ben de ayaklandım. Bir anda bana sıkıca sarıldı. "Teşekkür ederim. Senin gibi bir kardeşim olduğu için çok şanslıyım" diyerek geri çekildi.
"Bana sahip olmak herkese nasip olmaz, kıymetimi bil" dediğimde gülerek omzuma vurdu hafifçe. "Yemek geldi" dediğimde başını sallayarak içeri geçti. Ben de hemen arkasından gittim.
DİLA
Mert ve Ardil içeri girip yanımıza oturdular. Mert'in yüzü gülüyordu. Cansu'nun yanına geçtikten sonra onun yanağına bir öpücük kondurup hamburgerini eline aldı ve yemeye başladı. Şaşkınlıkla Cansu ile göz göze geldik. Ardil'e döndüğümde gülümseyerek göz kırptı. Ona iyi geleceğini biliyordum.
"Hadi, yesenize" dediğinde Mert, hepimiz gülerek hamburgerlerimizi yemeye başladık.
Yemekten sonra Cansu ve ben yediklerimizi kaldırmak için mutfağa geçmiştik. O sırada Ardil de su içmeye gelmişti. "Ardil" dedi Cansu. "Teşekkür ederim" dedi minnet dolu bir gülümsemeyle. Ardil sadece başını salladı gülümseyerek.
"Ne söyledin ona?" dedim merakla.
"Bir şey söylemedim, öyle havadan sudan konuştuk" dediğinde gülümseyerek ona baktım. "Halledeceğini biliyordum" dedim.
"Ben her zaman hallederim bebeğim" deyip yanağımdan makas alıp içeri gittiğinde arkasından şaşkınlıkla güldüm. "Bebeğim mi dedi o?" derken Cansu'ya döndüm. "Evet, çok şaşırdım" dedi gülerek. Ardından mutfağı toparlamaya başladık.
Saatlerdir sohbet ediyorduk. Olan her şeyi geride bırakmıştık sanki. Toplanıp böyle eğlenerek sohbet edeli uzun zaman olmuştu. Kapı çaldığında Mert kapıya bakmak için ayaklandı. Geri geldiğinde yanında babası da vardı. Onu görünce hepimiz ayaklandık. "İyi akşamlar. Ben sizi bölmeyeyim, sadece Mert'e bir şey vermeye gelmiştim"
"Olur mu Tufan amca, geç otur" dedi Ardil.
"Yok ben gideyim. Gitmede önce" deyip Mert'e döndü. Cebinden cüzdanını çıkarıp içinden bir resim çıkardı. "Bunu evde buldum, sende kalsın" diyerek Mert'e uzattı. Burada görebildiğim kadarıyla Mert'in küçüklüğünde annesiyle çekindiği bir resimdi. Mert bunu görünce bir an duygulandı. "Teşekkür ederim" diye fısıldadı babasına.
Babası başını salladı sadece. Cüzdanını cebine geri koyarken içinden küçük bir resim, ayaklarımın dibine düştü. Resmi ona vermek için aldığımda gördüğüm şeyle donakaldım. Bu, bu nasıl olur? Dudaklarımdan istemsizce döküldü o kelime.
"Anne?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |