7. Bölüm

7. Bölüm

Zeynep
anonimm_z

Ardil vurulmuştu!

 

Acıyla inleyerek kolunu tuttu. Zor da olsa kendime gelerek hemen yanına gittim. "Ardil?" dedim korkuyla. O sırada kolundan akan kanı gördüm. Kolundan vurulmuştu. Kan akıyordu. Eli kan olmuştu. "Ardil" dedim korkuyla.

"Bana bak, bana bak" dediğinde ona döndüm. "Bir şey yok, korkma. Bir şey yok" dedi. Bu durumda bile beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

"Ben, ben ne yapacağım?" dedim endişeyle. Gözlerim dolmuştu. "Ambulansı ara" dedi kısık bir sesle. Evet evet, ambulans. Hemen telefonu çıkardım. Ararken o da yere oturdu. Canı yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Ambulansı arayıp hemen yanına çöktüm. Yarasına bakmaya çalıştığımda kolunu çekti ve "Bakma" dedi ama görmüştüm bile. Koşarak yukarı çıktım ve tişörtlerimden birini getirdim. Elini çekip hemen kanayan yere bastırdım tişörtü. Kanın akmasını engellemem lazımdı. Yüzüne baktığımda bana baktığını gördüm. Gözlerim dolu doluydu.

"İyi misin?" dediğimde sesim titremişti. Gülümsemeye çalışarak başını salladı.

"Özür dilerim" diye fısıldadım. Gözümden bir damla yaş aktı. Başını iki yana salladı. "Senin suçun yok, ağlama" dedi sessizce. Zor konuşuyordu. Canı yanıyordu. Benim yüzümden canı yanıyordu!

 

"Konuşma, zorlama kendini" dedim ve koluna daha da bastırdım.

Elime kan bulaşmıştı. Umursamadım. Kafası yana düştüğünde hızla yanağından tuttum ve kafasını kaldırdım. "Hayır hayır hayır, sakın bırakma kendini" dedim. Gözümden akan yaşları tutamıyordum artık. Gözlerini zor açık tutuyordu. Kafası yine düşerken bir elimi kolundan çektim ve yanağına koydum. Yüzüne kan bulaşmıştı ama umursamadım. Yanağını tuttum düşmemesi için. "Bırakma kendini lütfen" dedim yalvarırcasına. Başını salladı yavaşça. Gözleri kapanmaya başladı. "Kapatma gözlerini. Dayan lütfen, kapatma gözlerini." dedim. Ağlamaya başlamıştım. Sesim titriyordu . Çok korkuyordum. Gözlerini zor açık tutuyordu. Elim hala yanağındaydı. "Kapatma gözlerini tamam mı? Bir şey olmayacak sana. Ben daha çok soru soracağım sana. Daha çok sorum var, bir sürü merak ettiğim şey var benim. Onları soracağım sana. Kapatma gözlerini lütfen" dedim ağlayarak. Hafifçe gülümsedi. Yüzü dayanmıyordu, düşüyordu.

"Ardil!" dedim sertçe.

O sırada ambulans sirenlerini duydum. "Geldiler, dayan lütfen geldiler" dedim. Ağlıyordum.

Sedyeyle içeri girdiklerinde hızla onu yatırdılar ve ambulansa bindirdiler. Ben de yanına bindim. Gözleri kapanmıştı.

 

Hastaneye geleli 15 dakika falan olmuştu. Cansu ve Mert'e haber vermiştim. Gelirlerdi birazdan. Ben de odanın önündeki sandalyeye oturmuştum. Ellerimi izliyordum, kanlı ellerimi . Ardil'in kanına bulanmış ellerimi.

 

"Dila!" Duyduğum sesle sağıma döndüm. Cansu ve Mert gelmişti. Hemen ayağa kalktım ama sarılamadım. Ellerimden dolayı.

 

"Nasıl durumu?" dedi Mert korkuyla.

"Bilmiyorum, bir şey söylemediler" dedim. Cansu "İyi değilsin sen, gel elini yüzünü yıkayalım" dediğinde itiraz ettim ama dinlemedi. Ellerimi yıkayıp tekrar odanın önüne geldik.

"Hangi şerefsiz yaptı bunu? Nasıl oldu bu?! Nerede oldu?!" dedi Mert sertçe. "Üvey babam. Benim yüzümden" dedim. Tekrar gözlerim dolmuştu.

"Nasıl oldu?" dedi Mert sakin olmaya çalışarak.

"Evime gittiğimizde o da oradaymış. Silah doğrulttu. Beni vuracaktı, hedefi bendim. Ardil vuruldu ama, benim yüzümden" dediğimde yanaklarım ıslanmaya başlamıştı.

"Senin suçun yok, o şerefsizin suçu bu" dedi. Cansu da gelip bana sarıldı.

"Kendini suçlama."

 

Az sonra kapı açıldı. Hemen ayağa kalktık. İçeriden çıkan hemşire endişeli görünüyordu. "Ne oldu?" dedim panikle. "Hasta çok kan kaybetmiş. Acil kan lazım" dedi. "Benim ki uymuyor, nereden bulacağız?!" dedi Mert ellerini saçlarının arasından geçirirken. "Kan grubu ne?" dediğimde hemşire "0 RH+" dedi. "Benimki de uymuyor" dedim ağlamaklı bir sesle. "Acilen bulunması lazım. Biz de diğer hastanelerden bulmaya çalışacağız. Ne kadar erken bulursak o kadar iyi olur" deyip gitti. "Ben bir kaç kişiye soruyum" diyerek telefonunu çıkardı Mert. Biraz ileriye gidip birilerini aramaya başladı. "Ben de kampüsten tanıdıklarıma soruyum" diyerek gitti Cansu. Ben? Ben ne yapacaktım? Öylece duramazdım. Ama arayacak kimsem de yoktu! Allah kahretsin! Kimsesizliğim her durumda karşıma çıkmak zorunda mıydı?!

 

Mert "Yok, bulamıyorum. Kimsede yok Allah kahretsin!" diyerek yanıma geldi. "Ben de bulamadım" diyerek geldi Cansu ümitsizlikle. "Ne yapacağız?! Benim kardeşim orada kan kaybediyor ve ben bir şey yapamıyorum! Sikerim böyle işi!" diye sesini yükselterek koltuğa sert bir tekme attı Mert. "Sakin ol, bulacağız bir yolunu" diyerek Mert'i sakinleştirmeye çalıştı Cansu. Ben ise yine ağlamaya başlamıştım. Bildiğim tek şey ağlamaktı, elimden gelen tek şey buydu.

 

Cansu bir Mert'e bir bana baktı. "Tamam artık, kendinize gelin!" diye sesini yükseltti bir anda. "Burada bağırıp çağırmanız, ağlamanız hiç bir işe yaramayacak! Ardil'in, sizin sağlam halinize ihtiyacı var, çaresiz halinize değil! Hala zamanımız var. Niye hemen pes ediyorsunuz?! Belki bir yerden bulunacak kan. Kendinize gelin artık!"

Cansu haklıydı. Ağlayıp durmanın Ardil'e hiçbir yararı yoktu. Yüzümü silerek ayağa kalktım.

"Cansu haklı. Kendimize gelelim. Birilerine sormaya devam edin. İllaki bir yerden bulunacak bu kan " dedim ümit dolu bir sesle. "Tamam, evet doğru. Hadi o zaman" diyerek hemen telefonunu çıkardı Mert. "Ha şöyle ya" diyerek cansu telefonunu çıkardı. Ben de telefonumu çıkarıp rehberime girdim arayabileceğim biri var mı diye ama rehberimde bile zaten toplam 20 kişi falan vardı. Onlar da eskiden kalmış kişilerdi. Ama gözüm bir isme takıldı. Murat. Olabilir miydi? Denemekte fayda var. Aradım ve açmasını bekledim. Hadi hadi hadi!

"Efendim?"

"Alo Murat. Acil bir şey sormam lazım. 0 RH+ kana ihtiyacım var. Bulabilir misin?" dedim konuşmasına izin vermedim.

"Benim kan grubum. Ben veririm. " dediğinde sevinçle gülümsedim.

"Sen, sen ciddi misin? Gerçekten mi?!"

"Evet, kimin ihtiyacı var?"

Bir an duraksadım. Ardil ile araları iyi değildi. Ya vermek istemezse?

"Ardil" dedim sessizce. Bir an duraksadı.

"Ne? Dila ben" deyip bekledi. Vermek istemiyordu.

"Murat lütfen. Ardil'in hayatı söz konusu" dedim ağlamaklı bir sesle.

"Dila biliyorsun Ardil ile aramızın kötü olduğunu" dediğinde ağlamamak için zor durdum.

"Murat benim için. Lütfen" diye fısıldadım. Derin bir nefes aldığını duydum. "Tamam. Hangi hastahane?" dediğinde bir an yanlış duyduğumu düşündüm. "Sen, sen ne dedin?"

"Tamam, ama sadece senin için vereceğim. Hastanenin konumunu at geliyorum"

"Murat, Murat çok teşekkür ederim, çok teşekkür ederim. Atıyorum konumu" deyip telefonu kapattım.

"Yok bulamadık" diyerek yanıma gelen Cansu ve Mert'e baktım.

"Buldum, buldum" dedim sevinçle.

"Ne?" dedi Mert şaşkınlıkla.

"Murat'ın kanı uyuyormuş. Geliyor şimdi" dediğimde "İşte bu!" diyerek mutlulukla sarıldı Cansu bana. "Murat mı?" dedi Mert. "Evet, başka arayacak kimseyi bulamadım. "

"Kabul etti mi?" dedi şaşkınlıkla.

"Aslında etmemişti ama benim için geleceğini söyledi. " dedim sessizce.

Mert'in kaşları havaya kalktı.

"Senin için. Allah Allah, sebep?" dedi Mert kollarını birbirine bağlayarak. "Anlasana canım işte, Dila'dan hoşlandığı için ona hayır diyemedi" diyerek gülümsedi Cansu. "Abartma " dedim itiraz ederek. "Hayır Dila, haklıyım. Bunu sen de biliyorsun " dediğinde cevap vermedim. Bunu düşünmek istemiyordum şu an. "Konumuz bu değil. Ardil'e kan bulundu. Buna odaklanalım" dediğimde Mert de uzatmadı.

 

Az sonra yanımıza az önceki hemşire geldi. "Kan buldunuz mu?"

Tam cevap vereceğim sırada duyduğum "Dila" sesiyle arkama döndüm. Benimle birlikte Mert ve Cansu da döndü. Murat gelmişti. Hızla yanıma ilerledi. "Murat, o verecek kanı" dedim Murat'ın yüzüne onaylamak ister gibi.

"Evet ben vereceğim" dediğinde sevinçle gülümsedim. "Buyurun, hemen alalım kanınızı" diyerek yönlendirdi hemşire Murat'ı. Murat bana son bir bakış atıp hemşirenin peşinden gitti. Ardil kurtulacaktı.

 

Neredeyse 15 dakika oldu. Murat kanını verdikten sonra hemşire hemen içeri girmişti. Çıkmasını bekliyorduk ama hala çıkmamıştı. Murat'ı görünce oturduğum yerde doğruldum. Yanıma geldi ve oturdu. "Teşekkür ederim" dedim sessizce. O sırada karşıda oturan Mert ve Cansu bize bakıyordu. Murat bir şey söylemek için ağzını açtı ama hemşire çıktığı için sustu. "Durumu nasıl?" dedim ayağa kalkarak. Diğerleri de ayaklanmıştı. Ama murat hala oturuyordu. Anlaşılan iyi olup olmaması onun çok da umrunda değildi.

 

"Durumu gayet iyi. Zaten kurşun sıyırmıştı, çok kan kaybettiği için durumu kötüydü ama kanı da verdik. Birkaç tane dikiş attık. Şu an gayet iyi"

Rahat bir nefes aldım. Şükürler olsun Allah'ım.

"Görebilir miyiz?" dedi Mert gülümseyerek. "Tabi, zaten serumu bitince çıkabilir. Geçmiş olsun" diyerek yanımızdan ayrıldı hemşire. "Hadi girelim" dedim sevinçle. Mert ve Cansu kapıya yönelince Murat'a döndüm.

"Murat, hadi" dedim başımla kapıyı göstererek. İstemediğini belli eden bir ifadeyle yanıma geldi. Ben ise onun aksine gülümsüyordum.

Mert ve cansu'nun arkasından ben girdim. Görüş açıma yatakta yatan Ardil girince gülümseyerek hızla yanına yaklaştım. Mert ve Cansu sol tarafta duruyordu. Ben de sağ tarafına geçtim. Yanındaki sandalyeye oturdum. Hemen ardımdan murat da içeri girince Ardil'in yüzündeki gülümseme dondu. Sorgulayarak bize baktı ama ben gözlerimi kaçırdım. Murat benim yanıma yaklaştı. "Senin ne işin var burada?" dedi Ardil. "Dila çağırdı" diye cevap verince Murat, Ardil hızla bana döndü. "Ben, şeyden çağırdım" Ne diyecektim ki? Araları kötüydü zaten.

"Biz sana kan bulamayınca ben Murat'ı aradım. Onun kan grubu sana uyuyormuş, geldi hemen" diyerek kısa bir açıklama yaptım. "Sen Murat'ı aradın?" dedi bir kaşını havaya kaldırarak. Başımı salladım. "O da hemen geldi?" dedi inanamayarak. Ben yine başımı salladım. "Beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum" diyerek sahte bir sırıtmayla döndü Murat'a. "Ya, ölüyorum aşkımdan" dedi Murat da yüzünü buruşturarak. "Senin için gelmedim. Dila ısrar etti, ben de onu kıramadım. Onun için geldim yani, üstüne alınma" dediğinde Murat'a döndüm. Bu kadar ayrıntı vermesine gerek var mıydı gerçekten?

 

Ardil kaşlarını çatarak bana döndüğünde dudaklarımı dişledim. "Neyse, bana müsaade." diyerek arkasını döndü Murat. Ona teşekkür etmem gerekiyordu. Bunun için ben de ayağa kalktım ve arkasından ilerledim. Odadan çıkınca "Murat" diye seslendim. Bana döndüğünde yanına yaklaştım.

"Teşekkür ederim, onun için" derken sözümü kesti. "Onun için değil Dila, senin için yaptım" dediğinde ne diyeceğimi bilemedim. "Ben, teşekkür ederim. Nasıl verebilirim bu iyiliğinin karşılığını?"

"Bana bir kahve sözün vardı zaten, en kısa zamanda bunu yaparsak olur" dedi gülümseyerek. "Tamam, söz veriyorum, en kısa zamanda" diyerek gülümsedim. "Görüşürüz" diyerek arkamı döndüm ve tekrar odaya girdim. Yüzümde bir sırıtma vardı. Ama Ardil'in bakışlarını görünce soldu. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Cansu "Biz, dışarıda bekleyelim hadi" diyerek Mert'i kolundan çekiştirdi. Mert de onu onaylayarak peşinden gitti. Kapıyı kapattıklarında hemen Ardil'in yanına ilerledim. "İyi misin?" dedim hemen yanındaki sandalyeye oturarak.

"O şerefsizi mi aradın?" dedi sinirle.

"Ardil ben, sana kan bulamayınca korktum" dedim sessizce. "Başka çarem yoktu."

Sesli bir nefes verdi. "Karşılıksız mı yaptı bunu?" dediğinde bir an duraksadım. "Zaten ona kahve sözüm vardı, sadece onu yakın bir zamanda yapmamızı istedi, o kadar" dedim hızlıca. Ardil'in elinin yumruk olduğunu gördüm. Derin bir nefes aldım. Cesaretimi topladım ve ellerimi, yumruk olmuş elinin üzerine koydum. Bir an duraksadı, şaşkınlıkla bana döndü.

 

"Özür dilerim. Ama ben çok korktum, sana bir şey olacak diye çok korktum" diye fısıldadım. Daha fazla tutamadım ve bir gözyaşı düştü yanağıma.

 

Bakışları yumuşadı. Yumruk olan elini açtı ve elimi elinin arasına aldı. Eli şu durumda bile sıcacıktı. Diğer eliyle akan gözyaşımı sildi. Bir anlığına gözlerimi kapattım. Kalbimin hızlanışını önemsememeye çalıştım. "Özür dilerim. Benim yüzümden" derken sözümü kesti. "Şşşt, senin yüzünden değil, kendini suçlama" dedi baş parmağıyla yanağımı okşamaya devam ederek. Dokunuşu içimi sızlattı, hep dokunsun istedim, elini hiç çekmesin.

 

"Benim yüzümden. Beni vuracaktı" dedim sesim titrerken. "Hayır, eğer seni vursaydı işte o zaman benim suçum olurdu çünkü ben seni koruyamamış olurdum ama benim vurulmam senin suçun değil" dediğinde uzatmadım.

 

"İyisin değil mi?" dediğimde gülümseyerek başını salladı. "İyiyim merak etme. Ama bir daha benim için Murat'la konuşmayacaksın." dedi. Cevap vermedim. "Dila, söz ver"

"Söz veremem" dediğinde kaşlarını çattı. "Senin hayatın söz konusu olduğunda kimin yardım ettiği umrumda olmaz, senin canın umrumda olur Ardil. O yüzden sana söz veremem, bir daha olsa bir daha Murat'ı ararım"

Bakışları yumuşadı. Dudağının sağ tarafı kıvrıldı. Gamzesi göründü. Gözlerini gözlerimden çekmedi, gülümseyerek bakmaya başladı. Elim hala elinin içinde, diğer eli yanağımdaydı. Gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Bir an heyecanlandım ve gözlerimi kaçırdım. Elimi elinin içinden çektim. Ayağa kalkınca yanağımdaki eli de yanına düştü. "Serum bitti galiba, çıkalım mı?" dedim panikleyerek. Güldüğünü duydum ama ona dönemedim. Yerinde doğrulmaya çalışınca hemen kolundan tuttum yardım etmek için. Yatakta doğrulunca üzerindeki yorgan açıldı ve üstünün çıplak olduğunu fark ettim. Şu an tüm güzelliğiyle önümdeydi vücudu. Rezil olmamak için bakışlarımı çevirdim. Kenarda duran tişörtünü aldım. "Giydiriyim ben" deyip yanına yaklaştım. "Ben giyerim" dedi ama onu duymazdan geldim. Tişörtü kafasından geçirdim. Kolundaki sargıya dikkat ederek giydirdikten sonra geriye çekilip rahat bir nefes aldım. Niye bu kadar heyecanlanmıştım?

 

Ayağa kalkınca hemen yanına geldim. Kolunu tutup altına girdim, bir elimi de beline doladım. "Gerek yok" dese de "Var" diyerek itiraz ettim. Yürümesine yardım ederek hastaneden çıkardım onu.

 

Dışarı çıktığımızda Mert ve Cansu'nun bizi beklediğini gördüm.

"Senin motorun yok. Taksi çağırdım o yüzden" dedi Mert, Ardil başını salladı.

"Bizde gelelim mi?" dedi Mert.

"Gerek yok, ben iyiyim." dedi. O sırada taksi geldi. "Tamam ama bir şeye ihtiyacın olursa ara bizi" dedi Cansu . "Dila, sana emanet" dediğinde Mert, gülümseyerek başımı salladım. Ardil bindikten sonra ben de yanına bindim. Mert ve Cansu motorla gidecekti.

 

Taksiden indikten sonra eve yürümeye başladık. Yine Ardil'in kolunun altına girmiştim. Kapıya gelince "Anahtar?" dedim. Cebinden çıkarıp bana verdi ve kapıyı açtım. Tekrar kolunun altına girdim ve içeri girdik. Salona yürüdük ve koltuğa oturdu. Ben de yanına oturdum.

"Aç mısın? Tabi ki açsın" dedim ve mutfağa yöneleceğim sırada bileğimden tuttu. Sıcacık eli garip hissettirmişti.

 

"Dışarıdan söyleyelim, uğraşma" dedi. "Yemeklerim o kadar da kötü değil" dedim gülerek ve mutfağa gittim.

Tavuk sote yapacaktım. Hızla malzemeleri çıkardım. Tavukları doğradıktan sonra da tavaya koymuştum ki kapıdan giren Ardil'e döndüm.

"Bir şey mi oldu?" dedim panikle.

"Sıkıldım sadece" dedi ve sandalyeye oturdu. "Beni çağırsaydın ya, yardım ederdim" dedim.

"Yürüyebiliyorum. Kolum sakat, bacaklarım değil" dedi gülümseyerek. Önüme döndüm ve işime devam ettim. Beni izliyor olması biraz heyecanlandırıyordu ama umursamadan işime devam ettim. Ocağa koyduktan sonra ona döndüm ve tezgaha yaslandım. Şu an benim yüzümden bu haldeydi. Ne kadar itiraz etse de benim suçumdu.

 

"Senin suçun değildi" dedi. Gülümseyerek "Aklımı mı okuyorsun?" dedim. Gülümsedi.

"Kendini suçlamayı bırak" dedi.

Cevap vermedim. "Eşyalarını da alamadık" dedi. "Sonra hallederiz, önemli değil" dedim. Gözlerime bakmaya devam etti. Ardından yemeğe döndüm, pişmişti. Tabaklara koyup masaya koydum. Sessizce yedik ve salona geçtik.

Biraz oturduktan sonra yerinde kıpırdandığını fark ettim.

"Kolun mu ağrıyor?" dediğimde bana döndü. Başını iki yana salladı.

"Ağrı kesici getiriyim, ağrıyor" diyip ayağa kalktığımda kolumdan tutup durdurdu beni.

"Gerek yok" dedi.

"Kolun ağrıyor mu?" dedim net bir sesle. Cevap vermedi. Gidip ağrı kesici aldım ve getirdim. İçtikten sonra bardağı alıp sehpaya koydum. Yanında oturuyordum. "Sargıyı çıkarsana" dediğinde "Saçmalama" dedim. "Birkaç gün duracak" dedim. Kaşlarını çattı.

"Şu an sen saçmalıyorsun. Bu şekilde gitmeyeceğim okula." dedi.

"Sen ciddi misin? Vuruldun farkında mısın? Hafızan yerinde mi?" dedim şaşkınlıkla. Gözlerini devirdi.

"Çıkarmazsan ben çıkaracağım" dediğinde "Ardil hayır" dedim. Elini sargıya uzattığında hızla tuttum. Elini tutuyordum şu an.

"Saçmalama" dedim ve elini çektim.

"Rahat edemiyorum" dediğinde oflayarak sargıya uzandım ve yavaşça açtım. Yoksa kendisi açacaktı. Kolunun kenarında birkaç dikiş vardı. Ve kenarları kandı. Temizlenmemişti.

"Bekle" diyip ayağa kalktım ve pamuk ve su alıp geldim. Ne yapacağıma bakıyordu. "Kanı temizleyelim, böyle duramazsın" dediğimde gülümseyerek bana baktı. Pamuğu ıslattım ve koluna süreceğim sırada "Yapmak zorunda değilsin" dedi sessizce.

"Ama yapmak istiyorum" dedim ve pamuğu koluna sürdüm. Yavaşça, canını acıtmamaya çalışarak kanı temizlemeye başladım. Gözleri benim üzerimdeydi ama ona dönmüyordum. Koluna dokunduğum için biraz heyecanlanmıştım ama umursamamaya çalışıyordum.

Bitirdikten sonra kenara koydum ve ona döndüm. "Sargıyı saralım, bu şekilde zor iyileşir" dedim. "İstemiyorum" dediğinde oflayarak önüme döndüm.

"Teşekkür ederim" dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm. "Ne dedin sen az önce?" dediğimde gülerek bana baktı.

"Sen bence kafanı vurdun" dediğimde gülmeye başladı. "Hayır gayet yerinde kafam" dedi. Gözlerine bakıyordum. "Teşekkür ederim" dedi tekrar. "Şu an yanımda olmak zorunda değilsin, vurulduğumda yanımda olmak zorunda değildin, hastanede yanımda olmak zorunda değildin. Yardım etmene gerek yoktu. Sana düzgün davranmamama rağmen bana yardım etmek zorunda değildin" dedi sessizce. Dikkatlice onu dinlemiştim.

"Zorunda değildim ama yaptım. Çünkü hem ben birini bu halde burakmam, hem de benim-" derken sözümü kesti.

"Bir daha benim yüzümden dersen seni evden atarım" dediğinde gülerek gözlerimi devirdim.

"Bu kolla mı?"

"Seni tek elimle de kovabilirim " dediğinde gözlerine baktım.

"Ama kovmazsın" dedim sessizce.

"Nereden biliyorsun?" Sesi çok hoş geliyordu şu an.

"Bilmiyorum, hissediyorum. Böyle bir insan değilsin. Beni kovmazsın " dediğimde "O kadar emin olma" dedi gülümseyerek. "Eminim" dedim net bir sesle. Gülümseyerek birbirimize bakmaya devam ettik. Ardından çalan telefonla bakışmamız bölündü.

Mert arıyordu onu.

"İyiyim kardeşim sıkıntı yok " dedi gülümseyerek. Mert ile gerçekten yakınlardı. "Gerek yok merak etme. Burada bir baş belası var zaten " dedi bana bakarak. Gülerek gözlerimi devirdim. "Tamam görüşürüz " diyerek kapattı telefonu.

"Mert ile nasıl tanıştınız?" dedim merakla. "Yine başladı sorular" dedi gülerek. "Merak ettim" dediğimde gülümseyerek bana baktı.

"Bunu kimseye anlatmayacaksın ama, Cansu da dahil" dediğinde başımı salladım. "Mert küçükken uyuşturucu çetelerinden birinin eline düşmüştü. Onu zorla uyuşturucuya alıştırmaya çalışıyorlardı. Ben de küçüktüm ama şimdiki çetem o zamanlar da vardı. Daha küçüktü ama. Birkaç kişiden oluşuyordu. Mert'i onların elinden kurtardım. Sonra bize katıldı, dostum oldu" dediğinde şaşkınlıkla onu dinliyordum. "Kullandı mı hiç?" dedim. "Bir kere kullandırmışlardı zorla ama sonrasında bıraktı." dedi.

"Sen kullandın mı hiç?" dedim. "Hayır" dedi net bir sesle.

Biraz sessiz kaldık. "Hep sen soru soruyorsun, şimdi ben soracağım " dediğinde merakla ona baktım. "Sor" dedim gülümseyerek.

"Geçmişle ilgili bir şey hatırladın mı?" dedi merakla. "Evet, o söylediğim kişiyle ilgili. Şimdiye kadar hatırladığım anılarımın çoğu onunla. Sanki sadece onu unutmuşum gibi" dediğimde beni dinliyordu.

"Ne hatırladın?" dedi.

"Sana motora bindiğimi söylemiştim, onunla binmiştim. Hatta bana motor sürmeyi öğretmesini istemiştim ama izin vermemişti. Büyüyünce demişti. Şimdi büyüdüm, ama o yok " dedim buruk bir sesle. "istiyor musun motor sürmeyi öğrenmek?" dediğinde başımı salladım. "Motor çok hoşuma gidiyor. Çok havalı değil mi? Uçuyormuşsun gibi hissettiriyor" dedim heyecanla. Gülümseyerek beni dinliyordu.

"Bulursun belki onu, karşılaşırsınız" dediğinde "Sanmıyorum " dedim.

Ardından sustuk, birbirimize bakmaya devam ettik.

"Uykun geldi mi?" dedim.

"Hayır, senin geldi mi?" dedi. "Evet "

"Yat sen" dediğinde "Seni bırakmıyım, birazdan yatarım" dedim. Gülümsedi.

"Yat sen" dedi. "Hayır" dedim.

"Yat sen, yürüyebiliyorum." dediğinde bir süre yüzüne baktım. Onu bırakmaya niyetim yoktu ama uykum vardı.

"Tamam, dikkat et. Bir şey olursa seslen, sorun olmaz" diyip ayağa kalktım.

"İyi geceler " diyip salondan çıktım. Yine bir şey söylemedi.

 

Sabah kalkıp kahvaltıyı hazırlamıştım. Şimdi Ardil'i uyandıracaktım. Odasının önüne geldiğimde geçenki olay yaşanmasın diye kapıyı tıklattım.

"Gel" dediğinde kapıyı araladım ve içeri girdim. Yatağın ucunda oturuyordu. Üstü çıplaktı, elinde bir sweat vardı. Madem giyinik değilsin, niye gel diyorsun? Gözlerimi kaçırdım hemen.

"Kahvaltı hazır" diyip arkamı dönmüştüm ki inlemesiyle ona döndüm. "İyi misin?" dedim. Üzerini giyinmeye çalışıyordu ama giyemiyordu. Üzerine bakmadan ona yaklaştım.

"Yardım ediyim mi?" dediğimde "Gerek yok" dedi yüzüme bakmadan.

"Ardil yardım ediyim" dediğimde bana döndü. Yaklaşıp vücuduna bakmamaya çalışarak sweatini aldım ve yavaşça giydirdim. Elim hafiften tenine dokunduğunda içim bir garip oldu ama belli etmedim. Biraz geri çekildim.

"Aşağıdayım" diyerek odadan çıktım.

 

Az sonra mutfağa geldiğinde hiç konuşmadan kahvaltı yaptık. Masadan kalkacağı sırada "Sen gelme istersen" dememle bana döndü.

"Niye?" dedi.

"Biraz dinlen. Sargını da çıkardın zaten." dedim ciddi bir ifadeyle.

"Gerek yok" dediğinde "Ardil" dedim ama beni susturdu.

"Gerek yok Dila. Birazdan çıkalım" diyip mutfaktan çıktı. Masayı toplayıp odama çıktım. Çantamı da alıp koridora geldim. Ardil de az sonra geldi ve dışarı çıktık. Motora ilerlerken "Eşyalarını alalım mı bugün?" dedi.

"Gerek yok, iyi olduğun zaman hallederiz" dediğimde bana döndü.

"Halledelim bugün" dedi dudağının kenarını kıvırarak. Motora bindiğinde "Sürebilecek misin?" dedim. Bana döndü ve "Tabi ki" dedi özgüvenle. Gülerek gözlerimi devirdim. Arkasına bindim ve kollarımı beline doladım.

 

Motor evimin önünde durduğunda sertçe yutkundum. Motordan inip eve yürüdüm, Ardil hemen arkamdaydı. Kapıyı açtığımda kolumu tuttu.

"Önce ben gidiyim" dediğinde itiraz ettim. "Hayır, benim yüzümden bir daha zarar görmeyeceksin" diyerek bir adım atmıştım ki kolumu bırakmadı.

"Dila, ben giriyim" dedi. "Hayır" diyerek hızla içeri girdim. Sanırım yoktu.

Salonun ortasında kan vardı. Kurumuştu, ve kokuyordu. O gün aklıma gelince gözlerimi kaçırdım ve hemen odama çıktım. Üzerimi değiştirdim, çantamı da alıp çıktım. Ardil salonda değildi. Etrafıma bakındım ama göremedim.

"Ardil" diye seslendim. Arkamdan adım sesi duymamla korkuyla geriye sıçradım ama gelen kişi Ardil'di. Derin bir nefes aldım. "Ne yapıyorsun?" dedim sertçe.

"Evi merak ettim" dediğinde gözlerimi devirdim. Bir şey söylemeden evden çıktım.

 

Kantinde bizimkilerin yanına geçtik. Dersin başlamasına daha vardı. Cebimden telefonumu çıkaracağım sırada kolum Ardil'in koluna çarptı ve hafifçe inledi. Korkuyla ona döndüm.

"Ardil? İyi misin? Özür dilerim, gerçekten özür dilerim. Acıdı mı? İyi misin? Dikişlere bir şey olmuş mudur? Bakıyım mı bir? Ardil?" derken Cansu ve Mert'in kahkaha atmasıyla onlara döndüm. Ardından Ardil'e baktım. Gülerek bana bakıyordu. Koluna baktığımda "Bir dakika, bu, yaralı kolun değil mi?" dediğimde hala gülüyordu. "Pisliksin!" diyerek omzuna sertçe vurdum ve arkama yaslandım. Mert ve Cansu hala gülüyordu. Ardil de gülümseyerek bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırdım. Biraz sonra Ardil "Tamam şaka yaptım" dediğinde hızla ona döndüm. Mert ve Cansu'nun kahkahaları durmuştu. Ardil ise gülümsüyordu sadece.

"Böyle şaka mı olur? Bir şey oldu sandım" dedim sertçe. "Tamam kusura bakma ama endişelenince çok tatlı oldun" dedi Ardil gülümseyerek.

Sesli bir nefes verdim.

"Niye bu kadar korktun ki?" dedi Mert gülümseyerek.

"Zaten benim yüzümden vuruldu. Bir de canını yaktım sandım, korktum. Gerçi kimin için endişeleniyorsam" diyerek ayağa kalktım.

"Bahçedeyim, gelmeyin" diyerek hızla masadan kalktım.

 

Bahçeye gelince bahçede tellerin olduğu yere geldim. Kimse yoktu. Sırtımı yasladım ve yeri izlemeye başladım. Aslında yerde biraz kardan başka bir şey yoktu ama şu an insan görmek istemiyordum. Önümde iki ayak görmemle başımı kaldırdım ve Ardil ile göz göze geldim. Hemen gözlerimi kaçırdım.

"Küs müyüz?" dedi. Gülümsüyordu sanırım. "Çocuk değilim" dedim ona dönmeden. "Çocuk gibi davranıyorsun ama" dediğinde sesli bir nefes verdim.

"Bak sadece şaka yaptık" dediğinde ona döndüm. "Böyle şaka olmaz. Canını acıttığımı sandım" dediğimde bana gülümseyerek baktı.

"Acıtmadın. Hem bu kadar endişelenme" dediğinde ciddi mi diye suratına baktım.

Bir şey demeden yanından gideceğim sırada kolumdan tuttu ve sırtımı tellere yasladı. Biraz yaklaştı, ayakları ayaklarıma değdi.

"Sadece şakaydı" dediğinde "Şakan batsın" dedim sertçe. "Niye bu kadar korktun?" dedi merakla.

"Zaten benim yüzümden vuruldun ve bunun vicdan azabını hala yaşıyorum. Bir de canını acıttım sandım. Sen kimseyi umursamayan biri olabilirsin Ardil, ama ben kimsenin canını yakmak istemem. Telafi etmeye çalışıyorum ama izin vermiyorsun, soğuk yapıyorsun" dedim gözlerine bakarak. Biraz yakınımdaydı.

"Telafi etmen gereken bir şey yok. Sana senin yüzünden olmadığını söyledim." dedi ciddi bir şekilde.

"Ama benim yüzümden" dediğimde itiraz etti.

"Hayır, o şerefsiz yüzünden. Bir şeyler için kendini suçlamayı bırak. Gerçekten senin bir suçun yok. " dedi ikna edici şekilde. Sadece gözlerine baktım. Her seferinde gözlerinin güzelliği karşısında şaşırıyordum.

"Özür dilerim" dedim sessizce.

"Dileme, sen bir şey yapmadın. Aksine bana yardım ediyorsun, çabalıyorsun, farkındayım. Kendini suçlama" dedi. Sesi çok güzeldi ama sadece böyle konuştuğu zamanlarda. "Tamam" dedm sessizce.

Gülümsedi ve gamzesi ortaya çıktı. Gözüm oraya kaydı ama tekrar gözlerine çıktım. "Gidelim mi?" dediğimde başını salladı ve geri çekildi. Birlikte kantine girdik.

 

Ders bittiğinde Murat'ı arıyordum. İş konusunu sormam gerekiyordu. Cansu bahçeye, bizimkilerin yanına çıkmıştı. İşte orada Murat.

"Murat" diye seslendiğimde bana döndü. Yanına ilerleyip "Nasılsın?" dedim.

"İyiyim sen?" dedi gülümseyerek.

"İyiyim bende. İş konusunu arkadaşına sorabilir misin? Ne zaman konuşabilirim ben?" dedim.

"İstersen şimdi arıyım" dedi telefonunu açarak. "Çok iyi olur"

Konuştuktan sonra bana döndü.

"Şimdi gidebilirmişiz. Götürüyüm mü seni?" dediğinde gülümsedim. "Çok iyi olur, çok teşekkür ederim" dedim ve bahçeye çıktık. Bahçenin dışına ilerlerken sağ tarafımızda ki Ardil ile göz göze geldim. Cansu, Mert ve o bize bakıyorlardı. Önüme döndüm hızla. Murat ile olmama biraz sinirlenebilirlerdi.

 

5 dakikalık mesafedeki kafeye geldiğimizde içeri girdik. Murat'ın hemen yanındaydım. Elinde tepsi olan birinin yanına ilerlediğinde arkadaşının o olduğunu anladım. Murat'tan biraz kısa, kısa saçlı, esmer biriydi. Yakasına baktığımda isminin Sinan olduğunu anladım. "Naber kardeşim?" diyerek elini sıktı ve selamlaştı Murat.

"Dila" diyerek beni tanıttı. Sinan elini uzattı ve "Sinan" dediğinde elini tuttum.

"İşi nasıl halledebiliriz?" dedi Murat.

"İçeride patron var, aslında asıl patron Samet hoca ama onun yerinde biri var. Onunla konuşabilirsin" dedi bana bakarak. "Tamam, teşekkür ederim" diyerek gösterdiği odaya ilerledim.

"Ben buradayım" dediğinde Murat'a gülümsedim ve odaya girdim.

Yaşlı bir adam oturuyordu ama genç gibiydi. Hani yaşlılar olur ama yaşını göstermez, hatta bazen bizden daha enerjik olurlar ya. Öyleydi.

 

"Merhaba, iş için gelmiştim ben" dedim.

"Üniversitede okuyorsun sanırım " dedi. Ciddi ama tatlı bir ifadesi vardı.

"Evet" dedim gülümseyerek.

"Samet'in haberi var mı?" dedi.

"Evet onunla konuştum" dedim.

"Pekala onunla konuştuysan bana gerek kalmamış. Oradan çıkışta buraya geleceksin, akşam 9'a doğru çıkabilirsin. Bazen mesaiye kalabilirsin buraları toplamak için. Garson olacaksın, diğer pozisyonlarımız dolu" dediğinde "Olur teşekkür ederim " dedim gülümseyerek.

"Ne zaman başlayacağım?" dedim

"Pazartesi çıkışta gel" dediğinde teşekkür ettim ve odadan çıktım. Kapıda Murat ve Sinan beni bekliyordu.

"Tamamdır, pazartesi başlıyorum" dediğimde Murat "Tebrik ederim " dedi gülümseyerek.

"Tebrikler" dedi Sinan da.

"Teşekkür ederim " dedi gülümseyerek.

"Dila sana emanet" dedi Murat Sinan'a gülümseyerek.

"Sen merak etme" dediğinde sadece gülümsedim. Ardından Murat ile oradan çıktık ve tekrar okulun bahçesine girdik.

"Benim dersim başlayacak" diyerek durdu Murat. "Tamam ben buradayım. Bu arada çok teşekkür ederim" dedim.

"Rica ederim, kahve sözünü unutma" dedi gülümseyerek. "Merak etme, numaran yok ama bende" dediğimde "Ver yazıyım" dedi. Telefonumu uzattım ve numarasını girdi. Hataneye çağırırken aramıştım ama kaydetmemiştim ve silinmişti. "Pekala, bu hafta sonu halledelim" dedi ve gitti. Ben de hala bize bakan bizimkilerin yanına ilerledim.

 

"Ne oldu?" dedi Cansu gülümseyerek.

"İşi aldım, pazartesi başlıyorum " dedim gülümseyerek. "Çok sevindim" dedi ve sarıldı. "Hayırlı olsun" dedi Mert gülümseyerek. "Teşekkür ederim"

"Murat ne alaka?" dediğinde Ardil'e döndüm. "O halletti, bir arkadaşı sayesinde " dedim. Cevap vermedi.

"Numarasını mı verdi?" dedi Cansu sırıtarak. "Kahve sözüm var, onun için " dedim. "Kahveyle başlar, başka şekilde devam eder canım" dediğinde "Cansu" dedim uyararak. "Tamam tamam bir şey demedim" dedi gülerek.

"Ne zaman kahve?" dedi.

"Hafta sonu ayarlamaya çalışacağım, bundan sonra çalışacağım için içemeyebiliriz" dedim.

"Tamam, bana mutlaka haber ver" dediğinde gülerek gözlerimi devirdim.

"Abartma Cansu " dedim.

"Abartmıyorum, yakışıyosunuz" dediğinde Ardil'in yüzünü buruşturduğunu gördüm.

"Hayır" dediğimde sadece güldü Cansu. Mert ve Ardil ise bizim aksimize ciddi şekilde bize bakıyorlardı. "Sorun değil değil mi sizin için?" dedim tereddütte kalarak.

"Senin kiminle ne yapacağına karışamayız ama açıkçası onunla çok yakın olman taraftarı değilim. Onu tanımıyorsun, arkadaşım olduğun için samimi olmanı istemiyorum. Yine de sen bilirsin" dedi Mert. Ardil'e döndüm. Bir şey söylemedi. "Merak etmeyin, yakın olmam. Uyarın için teşekkür ederim " dedim Mert'e. Ardından hiç konuşmadan okula girdik.

 

Çıkışta hep birlikte motorların yanına geldik. "Bir şeyler yapalım mı?" dedi Cansu. Ardil istemiyor gibi bakıyordu.

"Başka zaman" dediğimde Cansu bana döndü. Belli etmeden Ardil'i işaret ettim. "Pekala" diyerek motora ilerlediler.

Ardil motora bindiğinde ben de arkasına bindim.

 

Birkaç saattir hiç konuşmuyorduk. Sessizce eve girdik. Ardil hemen odasına ilerledi. Sinirli miydi? Sanırım. Ama neye? Benimle mi ilgiliydi bilmiyordum.

Üzerimi değiştirip mutfağa indim. Acıkmıştım, onun da aç olduğuna emindim. Yaklaşık 1 saatte bir şeyler hazırladım ve Ardil'in odasına çıktım. Kapının yarısı açıktı. Tıklatmadan içeri girdiğimde yatağına oturmuş, telefonuyla ilgilenen Ardil'i gördüm. Yavaşça yanına ilerledim. Benim geldiğimin farkındaydı ama bakmıyordu. Yatağının yanında durduğumda "Bir sorun mu var?" dedim. "Hayır" dedi bana bakmadan. "Ardil bir sorun var. Konuşmuyorsun benimle" dediğimde bana döndü. "Konuşmam mı gerekiyor?" dedi normal bir sesle. Bir an ne diyeceğimi bilemedim.

"Hayır ama, konuş yani bence" dedim. Saçmalıyordum. Hafifçe gülümsedi.

"Saçma oldu biraz ama bir sorun varsa söyle. Aynı evde kalıyoruz, konuşmadan olmuyor" dedim. Gülümsemesi arttı.

"Benimle konuşmayı bu kadar istediğini bilmiyordum" dedi keyifli bir şekilde. "Ben herkesle konuşmayı seviyorum, sana özel değil" diyerek gözlerimi kaçırdım.

"Murat'la fazla yakınsın" dedi istemiyor gibi. "Yakın değilim, sadece yardım etti" dedim . "Onu tanımıyorsun" dedi.

"Seni de tanımıyorum ama evinde kalıyorum" dediğimde sustu. Haklıydım çünkü. "İyi biri değil" dedi.

"Neden? Bana nedenini söyle ondan uzak duruyum" dedim.

"Pekala" dediğinde heyecanlandım. Eliyle karşısını işaret ettiğinde yatağa oturdum ve ona döndüm.

"Uyuşturucu çeteleriyle uğraşıyoruz biliyorsun. Geçen sene bir çetenin başını yakaladık. Murat'ın kardeşiydi. Aslında biz de o yüzden kavga etmiştik. Sanırım Murat da kullanıyor ama ispatlayamadık." dediğinde şaşırmıştım.

"Ama kardeşi kullanıyormuş. Onun kullandığına dair bir kanıt yok. Bu onu kötü biri yapmaz" dedim.

"Bilemezsin. Bence pis işlerle uğraşıyor." dedi. "Sence. Sana göre böyle" dediğimde sesli bir nefes verdi.

"Tamam anladım. Açıkçası zaten onunla yakın olmak gibi bir niyetim yok, sadece Cansu abartıyor. Bana yardım ettiği için bir kahve içeceğiz, ondan sonra fazla konuşmam. Tamam mı?" dediğimde gülümsedi. Niye onun dediğini yapıyorum bilmiyordum.

"Tamam" dedi gülümseyerek.

"Yemek hazırladım, acıkmışsındır. Yiyelim mi?" diyerek ayağa kalktım.

O da başını sallayarak ayağa kalktı ve odadan çıktık.

 

Yemekten bir kaşık aldığında dikkatle onu izliyordum. Tepkisini merak ediyordum. "Yemek güzelmiş" dediğinde şaşırdım. "Sen iltifat mı ettin?" dedim gülümseyerek. "Yemeğe iltifat ettim, sana değil" dediğinde gülerek gözlerimi devirdim. "Yemek kendi kendine pişti zaten" dediğimde güldü. Sessizce yemeye devam ettik.

"Yemek yapmayı kim öğretti?" dediğinde konuşmasına şaşırdım. Genelde soruları ben sorardım.

"Kendim öğrendim" dediğimde şaşırdı.

"Annem ölmeden önce zaten küçüktüm, bilmiyordum. Teyzem de öğretmedi, onu yaparken izledim hep. Evde olmadığı zamanlar acıktığım için kendim yapmaya çalıştım hep. Başlarda yakıyordum yemeği, ya da tuzu fazla oluyordu. Ama sonra alıştım" dediğimde gülümseyerek beni dinliyordu.

"Farkında mısın bilmiyorum ama güçlüsün" dediğinde itiraz ettim.

"Değilim. Şu an buradayım çünkü kaçıyorum. Çünkü karşı çıkmak için gücüm yok" dedim.

"Kaçmak da güçlü olmaktır. Kalıp ona boyun eğebilirdin, onun istediğini yapabilirdin. Ama sen korkmana rağmen kaçıyorsun. Mesela evine gitmesine rağmen eve girmekten çekinmiyorsun. Bu güçlü olduğun anlamına gelir" dedi. Çok güzel konuşmuştu.

"Belki de sadece güçlü gibi görünmeye çalışıyorumdur. " dedim sessizce.

"Bu da güçlü olmaktır. Güçlü görünmeye çalışmak bile güçlü olmaktır" dediğinde gülümsedim. Bir şey söylemedim. Sessizce yemeye devam ettim.

 

Yemekten sonra odama geçip notlarımı temize çektim. Ardından salona, Ardil'in yanına gittim.

İkimiz de telefonlarımızla ilgileniyorduk. Konuşmamıştık. Ardil'in birkaç kere elini koluna götürdüğünü fark ettim. Yüzü buruşmuştu. Canı mı yanıyordu? Ağrısı mı vardı acaba? Dikişlere mi bir şey olmuştu?

 

"Ardil" dediğimde bana döndü.

"İyi misin?" dedim merakla.

"Evet, niye?" dedi. "Ağrın mı var?" dediğimde hafif bir şaşkınlık aldı yüzünü ama tekrar eski haline dönmüştü. Fark etmeme mi şaşırmıştı sormama mı bilmiyorum.

"Hayır" diyip telefona döndü. "Ağrın var" dediğimde tekrar bana döndü.

"Ağrımın olup olmadığını benden daha iyi bilemezsin demi?" dedi ukalaca.

"Aman iyi. Ağrıdan geber, kolun kopsun banane?" dedim sinirle ve telefonuma döndüm.

"Tirip mi atıyorsun?" dedi gülerek. Sinirle ona döndüm.

"Sana mı?" dedim alayla.

"Tirip atıyorsun" dedi. Hala gülüyordu.

"Tirip atıp atmadığımı benden daha iyi bilemezsin demi?" dedim onun söylediği gibi. Bir kaşı şaşırarak havaya kalktı. Alayla ona bakıyordum.

"Sen hep benim laflarımı bana karşı mı kullanacaksın?" dedi alayla.

"Sen her seni düşündüğümde beni mi tersleyeceksin?" dedim. Şu an birbirimize meydan okuyor gibiydik.

"Sen beni mi düşünüyorsun?" dedi alayla. Bir an duraksadım.

"Seni düşünmemi mi istiyorsun?" dedim onun gibi alayla gülerek. İyi toparlamıştım.

Gülerek kafasını iki yana salladı.

"Cevap vermedin?" dediğimde bana baktı. Hala gülüyordu. Ben de gülüyordum.

"Beni düşünmeni düşünmemi mi isterdin?" dediğinde anlamayarak yüzüne baktım. Küçük bir kahkaha attığında gamzeleri gün yüzüne çıkmıştı. Belki farkında değildi ama çok güzel gülüyordu.

 

"Cevap vermedin?" dedi benim ona dediğim gibi.

"Sen kazandın" dedim oflayarak. Hala gülüyordu. Biraz bekledi. Sadece gülümseyerek bana baktı, ben de ona.

"Ağrım var" dedi gülümseyerek. Sanırım beni terslediği için yeniden cevap vermişti. "İlaç getiriyim mi?" dedim.

"Olur" dedi gülümseyerek. Kalkıp ilaç aldım ve suyla birlikte getirdim. İlacı eline verirken elim eline değmişti. Eli sıcacıktı.

 

Geçip yerime oturdum. İlacı içip bana döndü. "iyi misin? Bakalım mı yaraya? Dikişlerde bir şey vardır belki?" dedim.

Hala gülümsüyordu. Bu çocuk ilk günlerde bu kadar gülmüyordu ya.

Onun için endişelenmeme mi sevinmişti? Yoksa aptal gibi mi görünüyordum?

Onun gözünde hep aptal gibi görünüyorum zaten.

 

Düşüncelerimi kendime saklayıp ona baktım. "Bakalım" dediğinde şaşırdım. Normalde önce gerek yok falan derdi. Gerçekten ağrısı fazlaydı sanırım.

Tişörtünü yavaşça yukarı sıyırdı. Gözümü sadece yüzünde tutmaya çalıştım ama birkaç saniyeliğine de olsa bakışlarım karın kaslarına kaydı. Kendimi bundan mahrum bırakamazdım. Dila, kendine gel!

 

Tişörtü çıkarırken yüzü biraz buruşmuştu. Tişörtü kenara koyup gözlerini omzuna çevirdi ama görebildiğini sanmıyordum. "Bakıyım mı?" dediğimde bana döndü.

"Bakmak mı istiyorsun?" dedi sırıtarak. Gözlerimi devirdim. Ben onun için endişeleniyorum o hala dalga geçiyor.

"Evet Ardil bakmak istiyorum " dediğimde hala sırıtıyordu.

"Dikkat et de etkilenme" dediğinde yüzümü buruşturarak ona baktım.

"Senden mi? Ya da kaslarından mı? İkiniz de ilgimi çekmiyorsunuz" dedim umursamazca ve gidip yanına oturdum. Tabi ki yalandı. Ondan etkilenmesem de kasları dikkatimi çekmiyor desem yalan olurdu.

 

Yüzünü bana çevirip "Ben her kızın ilgisini çekerim. Özellikle kaslarımla" dedi egosuyla. "Egon batsın" dedim sessizce ve gözlerimi koluna çevirdim. Gülerek bana bakıyordu.

Kolundaki sargıyı yavaşça açtım.

Açarken elim sıcak tenine değmişti ama umursamamaya çalışıyordum.

Sargıyı çıkarıp sehpaya koydum. Gözleri bendeydi, hissediyordum. Ama ona bakmadım. Dikişlerine baktığımda sorun yok gibiydi. Gevşeyip gevşemediğini anlamak için elimi yavaşça dikişine değdirdiğimde inlediğini duydum. Hızla ona baktım. "Özür dilerim, özür dilerim iyi misin? Canın mı yandı? Gerçekten istemeyerek oldu" derken gülerek bana bakıyordu. Dalga mı geçmişti yani? Ben onun yarasına bakıyorum, o hala dalga peşinde. "Salaksın" diyerek yaranın biraz altına vurduğumda yüzü buruştu.

"Acıdı mı?" dedim umursamaz görünmeye çalışarak.

"Kızdın mı?" dedi gülerek.

"Bir de soruyor musun?" dedim kaşlarımı çatarak. Hala gülüyordu. Gözlerimi devirerek tekrar dikişlere baktım. "Dikişlerde sorun yok." diyip çıkardığım sargıyı aldım ve yeniden koluna dolamaya başladım. Sararken elim göğsüne yakın yerlere değiyordu ve ben heyecanlanıyordum. Ellerim titriyordu.

"Bu kadar heyecanlanma ya" dedi gülerek. "Heyecanlanmadım" dedim ona bakmadan. "Ellerin niye titriyor o zaman? Heyecanlandın" dedi sırıtarak.

"Heyecanlanmamı mı isterdin?" dedim tek kaşımı havaya kaldırarak. Gülerek bakmaya devam etti, cevap vermedi. Sargısını sarıp tişörtünü eline verdim. "Giyebilir misin?" dediğimde "Giyemem" dedi. Bugün ne oluyordu buna? Normalde giyerim diyip terslerdi beni.

"Yardım ediyim mi?" dediğimde gülerek başını salladı. Tişörtü elime alıp kollarından geçirdim. Ardından kafasından geçirince saçları dağılmıştı ve daha iyi olmuştu. Gözlerimi kaçırarak giydirdim ve geri çekildim biraz.

O sırada bir anı belirdi zihnimde.

 

"Salak mısın Dila?" dedi sinirle. "Ya tamam, bilerek yapmadım ki" dedim mahçup bir ifadeyle. Sinirle banktan kalktı ve karşıdaki eczaneye girdi. Gözümden akan bir damla yaşı sildim. Görürse daha çok sinirlenirdi. Az sonra elinde yara bandı ile geldi ve yanıma oturdu. "Uzat parmağını" dedi. Sesinde hala öfke vardı. Sözünü ikiletmeden elimi ona uzattım. Yavaşça yara bandını parmağıma sardı. Çok dikkatli ve yavaş yapıyordu. Canımı acıtmaktan korkuyordu. Bitince elimi geri çektim. Kaşları çatık yüzüme baktı.

"Özür dilerim" dedim tekrar. Her ne kadar belli etmek istemesem de gözlerim doluydu. Onun bana kızmasını sevmiyordum. "Sana motorun tekerine dokunma demiştim" dedi sertçe. Evet söylemişti. Ama ben hep böyle şeylere meraklı olmuşumdur. Kopan şeyi görünce takmak istedim ama elimi kestim.

"Özür dilerim. Nereden bilebilirdim elimi keseceğini?" dedim.

Sesli bir nefes verdi. Ellerimi uzatıp ellerinin üzerine koydum.

"Kızma bana, özür dilerim" dedim sessizce. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Ardından elinin üzerindeki ellerimi elleri arasına aldı.

"Beni nasıl yumuşatacağını iyi biliyorsun" dedi gülümseyerek. Gülümseyerek sarıldım ona. Elleri sırtımda yerini aldı.

 

"Dila!"

Ardil'e döndüğümde endişeyle bana bakıyordu. "Ne oldu?" dedi.

"Bir şey hatırladım" dedim sessizce.

"Ne hatırladın?" dedi merakla.

"O söylediğim çocukla ilgili bir şey" dediğimde daha da meraklandı.

"Ne?" dedi.

"Sanırım onun beni uyarmasına rağmen elimi kesmiştim. Bana kızıyordu ama yine benim için kızıyordu. Ama sonra sakinleşti, kıyamadı bana." dedim gülümseyerek. Yere bakarak konuşmuştum. Bu hatırladığım duygu çok özeldi. Onun bana ne kadar değer verdiğini hissettim. Keşke kim olduğunu da hatırlayabilsem...

 

Ona döndüğümde gülümseyerek bana bakıyordu.

"Hala yüzünü hatırlayamıyorum. Hatırladığım şeylerin çoğu onunla ilgili ama yüzünü, kim olduğunu, benim neyim olduğunu bile hatırlayamıyorum." dedim sinirle. "Merak etme, zamanla hatırlarsın" dedi beni rahatlatmaya çalışarak. Gülümseyerek ona baktım. "Neyse, yatıyorum ben. İyi geceler" diyerek ayağa kalktım. Cevap vermesini beklemeden odama çıktım.

 

Sabah kahvaltıyı hazırlayıp Ardil'in odasına çıktım. Bir kere de tam zamanında kalksa ne olurdu ki?

Kapıyı tıklattığımda "Gel" demesiyle içeri girdim. Üzerini giyiniyordu. Ya da giyinmeye çalışıyordu. Madem giyinik değilsin niye gel diyorsun ki?

 

Üzerini giyinmeye çalışırken yine yüzünü buruşturduğunu gördüm. Endişeyle yanına gittim. "Yardım ediyim" diyip elindekini aldım ve giydirdim.

"Hastaneye gidelim" diyince saçmalamışım gibi bana baktı. "Niye?"

"Ne demek niye? İyi değilsin Ardil. Ağrıların ilk güne göre arttı, azalması gerekiyordu" dedim.

"Artmadı ağrım" dedi.

"Saçmalama, farkındayım ağrıdığının. Bugün hastaneye gideceğiz" dediğimde kaşlarını kaldırarak "Öyle mi?" dedi. Gülmeye başladı. "Sen emir mi veriyorsun?" dedi gülerek.

"Hayır, ama gideceğiz. Şimdi gidelim" dediğimde "Hayır" dedi.

"Benim yüzümden derslerini kaçırmayacaksın. Çıkışta gideriz" dedi. Derslerimi düşünmesine şaşırmıştım.

"Tamam ama çıkışta itiraz falan etmeyeceksin." dedim.

"Tamam" dedi. "Sana inanmıyorum, söz ver" dediğimde oflayarak bana baktı.

"Tamam söz veriyorum. Çıkışta hastaneye gideceğiz. Hatta oradan da evine gidelim, eşyalarını alamadık hala" dediğinde daha da şaşırdım. Bu çocuk ne zaman bu kadar düşünceli oldu?

"Tamam" dedim ve odadan çıktım. Az sonra o da geldi ve kahvaltıyı ettik.

 

Motor bahçede durunca indik ve kantine ilerledik. Gelmeden önce evime uğrayıp üzerimi değiştirmiştim.

Kantine girince bizimkilerin olduğu masaya ilerledik ve karşılarına oturduk. "Günaydın. Biz de plan yapıyorduk" dedi Cansu gülümseyerek.

"Ne planı?" dedim merakla.

"Çıkışta bir şeyler yapacağız. Sinemaya gidelim mi?" dedi.

"Olabilir " dediğinde Ardil'e döndüm

"Olamaz" dediğimde hepsi bana döndü.

"Niye?" dedi Mert merakla.

"Çıkışta hastaneye gideceğiz" dediğimde Ardil gözlerini devirdi. Cansu "Ne oldu?" dedi merakla.

"Ardil'in koluna baktıracağız" dediğimde "Bir sorun mu var kardeşim?" dedi Mert Ardil'e.

"Hayır, sadece kontrol" dedi Ardil. Onları endişelendirmek istemiyordu.

"Pekala, hafta sonu yapalım. Ama sen planını yapınca bize haber ver, ona göre buluşalım " diyince Cansu'ya döndüm.

"Planımı mı? Ne planı?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Murat'la buluşacaksın ya. Unuttun mu?" dediğinde hatırladım.

"Unutmuşum" dedim.

"Kızım umursamadığını bu kadar belli etme" dedi gülerek.

"Şu kahveyi içelim de bitsin artık" dedim oflayarak. "Hala istemiyor musun?" dediğinde Cansu'ya döndüm.

"Hayır Cansu. Eğer birini istersem sana söyleyeceğim, ama şu an onu istemiyorum" dediğimde gülerek "İlerde isteyebilirsin yani?" dedi.

"Bilmiyorum Cansu, ileriyi göremiyorum" dediğimde Ardil kaşlarını çatarak bana döndü. "Ha olabilir mi yani?" dedi.

"Bilmiyorum Ardil, insanın duyguları her zaman değişebilir" dedim.

Bir şey söylemeden önüne döndü.

"Ondan hoşlanıyorsun değil mi?" dediğinde tekrar ona döndüm.

"Hayır tabiki"

"Eğer hoşlanmasan net konuşurdun" dedi kaşlarını çatarak.

"Ardil duygularım değişebilir. Ona karşı da bir başkasına karşı da. Mesela şu an senden hoşlanmıyor olmam ileride de hoşlanmayacağım anlamına gelmez"

Hızla ve sinirle söylediğim şeyleri idrak ettiğimde utanarak ona baktım. Gülümseyerek bana baktı.

Diğerleri de gülmeye başladı.

"Ben gidiyorum ya" diyerek ayağa kalkmıştım ki Ardil bileğimden tutup durdurdu beni. "Tamam, otur. Utanmana gerek yok " dedi gülerek.

"Sen utanma diyince daha çok utanıyorum Ardil " dedim kaşlarımı çatarak. Hala gülüyordu.

"Tamam bir şey demedim" dediğinde oflayarak yerime oturdum. Hala gülerek bana bakıyorkardı. Kendi kendimi rezil etmiştim.

 

Şimdi üçüncü derse girecektik ve ortak dersti. Sınıfa girdiğimizde çoğu yerin dolduğunu gördük. Bazen böyle fazla dolu oluyordu sınıf. Bulduğumuz bir yere ilerledik. Cansu duvar kenarına, yanına Mert, Ardil ve ben oturduk. Yanımda bir kişilik boş yer vardı. Umarım kimse gelmezdi çünkü tanımadığım kişilerle yakın olmayı sevmiyordum. Sessizce oturdum. Cansu, Mert ile sohbet ediyordu, Ardil ve ben sessizdik. Yine elindeki kalemi çeviriyordu. Ben de elindeki kalemi izliyordum. Eli çok güzeldi, parmakları kalemi çok güzel çeviriyordu. Hipnotize olmuş gibi gözümü kalemden ayıramıyordum. O hatırlamaya çalıştığım kişi bana kalemi çevirmeyi öğretmişti. Ama hala yapabiliyor muyum bilmiyorum. Bir tane kalem aldım elime ve Ardil'in yaptığının aynısını yapmaya çalıştım ama olmadı. Bir kere daha denedim. Olmadı. Bir daha. Bu sefer kalem Ardil'in önüne gitti. Kalemi alıp verdi. "Nasıl yapıyorsun?" dedim merakla.

"Hani öğretmişti sana o?" dedi gülerek.

Ona da anlatmıştım bunu, o sayede biliyordu. "Unutmuşum" dediğimde daha da güldü. "Gösterir misin?" dediğimde elindeki kalemi tuttu. "Tut böyle" dediğinde aynısını yaptım. Çevirdi. Ben de çevirdiğimde olmadı. "Bir daha dene" dediğinde tekrar yaptım. Tekrar, tekrar... Usanmadan denedim. Yaklaşık 15 dakika sonra bir kere yapabilmiştim.

"Gördün mü?" dedim Ardil'e dönerek sevinçle. Gülümseyerek bana bakıyordu.

"Gördüm aferin" dediğinde gülümsedim.

"Önceki gibi yarım saatte öğrenmedin en azından " dedi alayla.

"Sen nereden biliyorsun yarım saatte yaptığımı?" dedim merakla. Bir an duraksadı ama sonra "Sen söylemiştin ya" dedi. Sanırım ona anlatırken bunu da söylemiştim. Bir şey söylemeden önüme döndüm ve tekrar denedim. Olmadı bu sefer. Ofladığımda Ardil'in gülerek bana baktığını gördüm. "Gülme" dedim ve tekrar denedim. Bu sefer oldu. Durmadan denedim. Bazen oldu, bazen düşürdüm. Alışıyordum. Ama hocanın girmesiyle bıraktım kalemi.

 

Derse başladıktan 5 dakika sonra biri girdi içeri. Cenk. "Pardon geç kaldım" diyerek yukarı çıkacaktı ki duraksadı.

"Boş yer yok sanırım" dedi etrafına bakarak.

Hoca "Orada boşluk var" diyerek eliyle bir yer gösterdi. Benim yanımı! Cenk benim olduğumu görünce sırıtarak buraya ilerledi. Oflayarak hocaya döndüm. Cenk yanıma oturunca aynı sırıtmasıyla bana baktı. "Naber?" dedi.

Ona dönmeden "İyi sen?" dedim soğuk bir sesle. "Bakmıyor musun artık bana?" dedi alayla.

"Farkındaysan bakmıyorum" dedim. Ondan gerçekten iğreniyordum. Pis pis sırıtarak önüne döndü.

 

Biraz ders dinledikten sonra kendi kendime "of sıkıldım " diyerek arkama yaslandım. "İstersen sıkıntını alabilirim " diyerek bana yaklaştı Cenk. Zaten yanımda oturuyordu, iyice yaklaşıyor bir de.

"İstemez" diyerek Ardil'e yaklaştım. Dibine girmiştim resmen. Bacağım bacağına deyince sessizce "Pardon" diyerek uzaklaşacaktım ki "Otur, yaklaşma ona" dedi sertçe. Hem sessiz hem sert konuşuyordu. Önüme dönüp hocayı dinlemeye çalıştım. Cenk biraz daha bana yaklaştı. "Nereye kaçıyorsun ya?" dedi alayla. Ofladığımda Ardil kulağıma eğildi. Ilık nefesi yüzüme geliyordu. İçim bir garip oldu.

"Yer değiştirelim" dediğinde şaşırarak ona döndüm ama ona dönmemle burun buruna geldik. Burnum burnuna çarpacaktı neredeyse. Umursamamaya çalıştım. "Ne?" dedim sessizce.

"Yer değiştirelim" dedi gözlerime bakarak. Gözleri gerçekten çok güzeldi. Daha fazla bakmadan gözlerimi kaçırdım. "Gerek yok" dedim.

"Gerek var, geç şuraya" dediğinde kaşlarımı çatarak "Bana emir verme" dedim sertçe. Sesli bir nefes verdi. "Rahatsız oluyorsun işte, uzatma" dediğinde sertçe nefesimi verdiğimde gözlerini kırpıştırdı. Yüzüne gelmişti sanırım. "Tamam" dedim sessizce.

"Fazla ayağa kalkma, üzerimden geç" dediğinde başımı salladım. Ayağa kalktım ama eğildim, hoca fark etmesin diye. O sırada Ardil hızla benim yerime geçince ben de onun yerine oturdum.

Cansu başını uzatıp "Ne oldu?" diyince "Sonra" diyip önüme döndüm. Ardil'in önünde ki defterlerimi önüme aldım. Cenk şaşkınlık ve sinirle karışık Ardil ve bana bakıyordu ama Ardil onu umursamadan karşısına bakıyordu. Ben de önüme döndüm.

 

Yazı yazarken yanlış yazmıştım. Elimi silgiye uzattım ama Ardil de elini silgiye uzattığı için onun elini tutmuş gibi oldum. Önüme baktığımda kendi silgimin önümde olduğunu gördüm. Ve elim hala Ardil'in elinin üzerindeydi. Bana bakıyordu. Ama ben ona bakmadan "P-pardon" diyerek elimi çektim hemen. Hafiften sırıttığını hissettim ama ona bakmadım. Utanmıştım. Kendi silgimi alıp önüme baktım.

 

Çıkışta motorların yanına ilerledik. Mert ve Cansu motora binip gitti. Ben de Ardil'in arkasına bindim.

Hastaneye gidecektik. Kollarımı beline doladım ve motor hareket etti.

 

Hastaneden çıktığımızda motora ilerledik. Doktor kolunu çok kullandığı için ağrısının arttığını söylemişti. Bir ilaç daha verdi. Ardil motora binince "Nereye?" dedim. "Eve" dediğinde gözlerimi devirdim. "Eczaneye" dedim. "sebep?" dedi kaşlarını çatarak.

"Doktor ilaç verdi ya" dedim.

"Gerek yok" dediğinde hemen itiraz ettim. "Ne demek yok? Niye geldik o zaman biz buraya?" dedim kaşlarımı çatarak. "Sen gelelim dedin" dedi.

"Şimdi de ilaçları alacağız diyorum o zaman. Eczaneye gideceğiz" dedim net bir sesle. "Sen bu aralar bana fazla mı emir veriyorsun?" dedi alayla.

"Senin kadar değil" dedim ve motora bindim.

 

Evimin önünde durmuştuk. Eczaneden ilacı alıp evime gelmiştik çünkü eşyalarımı alacaktım. Eve gireceğim sırada Ardil kolumu tuttu.

"Evde olabilir, hızla odana çık" dediğinde başımı salladım. "Dikkat et" diyerek eve girdim. Gülümsediğini hissettim ama ona bakmadım. Hızla odama çıktım. Muhtemelen burada değildi. Eşyalarımı bir çantaya doldurdum. Kitaplarım da sığmıştı. Her şeyimi almıştım. O sırada aşağıdan gelen sesle korkuyla yutkundum. Çantamı sırtıma alıp odadan çıktım. Üvey babam Ardil'e yine silah doğrultmuştu. Sessizce merdivenden indim. Beni fark etmemesi gerekiyordu. Ardil geldiğimi anlamıştı ama belli etmedi. "Dila nerede?" dedi o şerefsiz Ardil'e . "Gelmedi benimle" dedi Ardil rahat bir ifadeyle. Sessizce çantayı kenara koydum ve dizinin arkasına bir tekme attığımda dizlerinin üzerine çöktü. O sırada Ardil eline tekme attı ve silahını düşürdü. Hemen ayağa kalktı ama silah yerdeydi. Ardil'e bir yumruk atacağı sırada Ardil ondan kurtuldu ve karnına yumruğunu geçirdi. Bana dönüp "Uzak dur" dediği sırada bir yumruk yedi ve yere düştü. Korkuyla ağzımı kapattım. Ardil ayağa kalkamadan onun üzerine oturdu ve bir yumruk daha attı. Ardil'in dudağı kanıyordu. Ve o yumruk atmaya devam ediyordu. Ne yapacaktım? Aynı şeyin olmasına izin veremezdim. Yine benim yüzümden zarar göremezdi. Allah kahretsin!

 

Yerdeki silaha gözüm takıldı. Düşünecek zamanım yoktu . Hızla elime aldım ve ona doğrulttum ama o beni görmüyordu. Ardil ona yumruk atacağı sırada acıyla inledi. Kolu yaralı olduğu için vuramadı ona. Karşı koyamadı. Uzaktan silahı ona doğrulttum. Buna izin veremezdim. Düşünmemeye çalıştım. Düşünürsem korkar ve vazgeçerdim çünkü. Ne olursa olsun. Ardil'in daha fazla zarar görmesine seyirci kalmayacaktım. Ben burada beklerken o Ardil'e yumruk atmaya devam ediyordu! Neyi bekliyorsun Dila?! Cesaretimi topladım. Derin bir nefes aldım. Korkmanın sırası değil Dila! Silahın emniyetini açtım ve...

Silah sesi!

 

 

 

Bölüm : 12.03.2025 18:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...