Ateş ettim. Ben ateş ettim. Herkes durmuştu. İkisi de kıpırdamıyordu. İkisi aynı anda başlarını çevirip bana baktılar. Ardil korkuyla, o adam ise öfkeyle bakıyordu. Acaba kimseyi vuramamış mıydım? Iskalamış olabilir miyim? Saçmalama Dila , bu kadar kısa mesafeden de ıskalamazsın herhalde.
Elimde hala silahla kıpırdamadan duruyordum. Az sonra o adamın Ardil'in üstünden çekilip yere düşmesiyle anladım. O vurulmuştu. Omzundan kan akıyordu. Kanı halıyı kirletmeye başlamıştı. Elim titriyordu. Bir anda silah elimden düşünce korkuyla geriye sendeledim. Ardil kalkıp hızla yanıma geldi. Gözümden bir damla yaş aktı. Gözümü o adamdan ayıramıyordum. Vurmuştum onu. Bayılmıştı. Gözlerini kapattı. Öldü mü? Öldürdüm mü onu?
Nefes alışverişlerim hızlandı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ellerimi boynuma koyacağım sırada Ardil ellerimi tuttu.
"Sakın, krizin sırası değil. Sakin ol" dedi. Sesi endişeliydi, gözleri de öyle bakıyordu. Titremeye başladım. Tekrar o adama bakacağım sırada Ardil sıcacık ellerini yanaklarıma koydu ve yüzümü yüzüne çevirdi.
"O?" dedim korkuyla. Gerisini getiremedim. Vereceği cevaptan korkuyordum.
"Gitmemiz lazım. Kriz geçirmeyeceksin değil mi?" dediğinde birkaç saniye cevapsız bıraktım. Geçirmeyecektim. Evet, o yanımdaydı. Kriz yok Dila, sakin.
Başımı salladığımda hızla elimi tuttu ve yürümeye başladı. Yanından geçerken tekrar ona bakacağım sırada "Bakma" dediğinde gözlerimi kaçırdım ama çoktan görmüştüm. Her yer kandı. Onun pis kanı her yere yayılmıştı.
Motorun yanına gittiğimizde bana dönüp "Otur" dediğinde yavaşça motorun üzerine yan oturdum ve ona döndüm.
"İyi misin?" dedi endişeliydi. Cevap veremiyordum. Konuşamıyordum.
"Dila, şok mu geçiriyorsun, kriz mi geliyor? Ne oluyor anlamıyorum!" dedi sesini sonlara doğru yükselterek.
"Bana bak!" dediğinde yerimde sıçrayarak ona döndüm. Kendime gelmiştim. Motorun arkasından bir şişe suyu alıp eline döktü, ardından yüzümü ıslattı. Elinin yüzüme dokunmasıyla irkildim. Suyu dudaklarıma uzattı. Yavaşça içirdi bana. Ardından kenara koyup bana döndü.
"İyi misin?" dediğinde başımı salladım.
"Hayır, ölmedi. Silah sesini duyanlar polisi aramıştır çoktan. Gitmemiz lazım, ama iyi misin?" dedi. Hala endişeliydi.
Başımı salladığımda motora bindi. Kollarımı beline doladım ve motor hareket etti.
Evinin önünde durduğumuzda hızla indik. Eve girene kadar hiç konuşmadık. İkimiz de sessizce salona ilerledik. Yine çaprazındaki koltuğa oturdum. Dirseklerini dizlerine yaslayıp bana yaklaştı. Bana baktığını hissediyordum. Ama ben halıyı izliyordum. Korkum geçmemişti, ellerim titriyordu. Sıcacık ellerini ellerimin üzerine koyduğunda ellerimize baktım. Tırnaklarımı etime geçirdiğimin farkında değildim.
"Kriz geçirmek üzeresin. Sakin ol, geçirmeni istemiyorum" dedi yumuşak bir sesle. Başımı salladığımda ellerini elimden çekti. Ona bakıyordum şimdi. "Ne olacak şimdi?" dedim titreyen sesimle.
"O şerefsiz ölmemiştir, omzundan vuruldu zaten. Ama polise şikayet edebilir" dediğinde korkuyla ona baktım. "Yani? Ne olacak o zaman? Hapse mi gireceğim?" dediğimde beni sakinleştirmeye çalışarak "Hayır, halledeceğim ben. Hapse falan girmeyeceksin tamam mı? Sakin ol, korkma. Korkun krizini tetikliyor" dediğinde derin bir nefes aldım.
"Ölmeyecek. Biz gittikten sonra polisler gelmiştir eminim. Yaşayacak" dediğinde derin bir nefes aldım.
"Sadece" diyip sustuğunda ona baktım. "Sadece?" dedim.
"Yaşayacak, ama intikam isteyecek. Zaten senin peşindeydi, seni öldürmeye çalışabilir. Ve polise şikayet etmeyebilir intikam için" dediğinde sertçe yutkundum. Zaten benim peşimdeydi, öfkelendiği için daha da gözü dönebilirdi. Bana neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum.
"Korkma, bir şey yapamaz" dedi bana güven veren bir sesle. Galiba gerçekten aklımı okuyabiliyordu. Neden bilmiyorum ama ona güveniyordum.
Gözüm dudaklarına kaydığında kanın kuruduğunu gördüm. Yerimden kalktığımda arkamdan baktığını hissettim ama ona dönmedim. Pansuman malzemeleri alıp geldiğimde kaşlarını çattı. "Yaralı mısın?" dediğinde gülerek, "Hayır, sen yaralısın" dedim. Yanına oturdum ve pamuğu ıslattım.
"Gerek yok" dediğinde "Gerek var" dedim net bir sesle. Benim yüzümden zarar görüp duruyordu zaten. Bari yaralarına merhem olmaya çalışayım.
Pamuğu dudaklarına uzattım ve yavaşça dokundurdum. Önce kanı temizleyecektim. Pamuğu sürerken parmaklarım da tenine dokunuyordu ve bu gerilmeme sebep oluyordu. Yakın olduğumuz için nefesini hissediyordum. Gözlerine bakmamaya çalışıyordum ama onun gözleri bendeydi. Az önce ki olaya rağmen şu an heyecanlanmıştım. Neden ellerim titreyecek kadar heyecanlanıyordum? Neden ılık nefesini yüzümde hissettiğimde heyecanım artıyordu? İğrenmem gerekmez miydi? Peki ben neden şu an bunları düşünüyorum?
Kanı temizledikten sonra geri çekildim ve pamuğa tentürdiyot döktüm. O sırada derin bir nefes aldım. Tekrar ona döndüm ve pamuğu dudaklarına dokundurdum. "Nefes al" diye fısıldadığında nefesi yüzüme çarpınca afalladım. "Ne?" dedim.
"Nefesini tutuyorsun" dedi gülerek. Kahretsin! Bunu neden fark ettin ki?
Gülerek bana bakıyordu ama umursamadan işime devam ettim. Bitirdikten sonra malzemeleri kaldırdım ve tekrar salona, çaprazında ki koltuğa oturdum. Birbirimize bakıyorduk sessizce.
"Daha önce silah kullanmış mıydın?" diyerek sessizliği bozdu.
"Neden ateş ettin?" dedi bir kaşını havaya kaldırarak.
"Sana zarar veriyordu. Benim yüzümden zarar görüp duruyorsun zaten" dedim sessizce. Hafifçe tebessüm etti.
"Öncelikle şunu bir kalın kafana sok, senin yüzünden değil. İkincisi" diyip durdu. "Açıkçası silahı kullanmanı beklemiyordum." dedi.
"O an panikledim. Aklıma gelen tek şey oydu." dedim sessizce. Ardından farkına vardığım şeyle yerimde kıpırdandım.
"Ne silah?" dedi. Anlamamıştı.
"Silahı ben kullandım, parmak izim var. Polisler bulursa " dediğimde "Hassiktir!" diyerek yerinden kalktı.
"Eşyaların da var" dedi ayaktayken.
Ben de ayağa kalktım. "Ne olacak?" dedim korkuyla. "Eğer o şikayet etmese bile polisler kanıt bulabilir. Silahı almamız lazım" dedi. O da paniklemişti.
"Tamam, sen bekle. Ben silahı ve eşyalarını alıp geleceğim. Hem polisler gelip adamı almış mı ona bakacağım" dediğinde itiraz ettim.
"Hayır, sen burada bekleyeceksin. Sen de gelirsen dikkatimi veremem, hem seni koruyup hem silahı alamam" dediğinde "Ardil hayır, bekleyemem. Ya bir şey olursa?" dedim endişeyle. Yanıma gelip yüzümü elleri arasına aldı.
"Bir şey olmayacak tamam mı? Geleceğim" dedi kısık bir sesle. Ardından ne yaptığının farkına yeni varmış gibi geri çekildi. "Kapıyı kilitle, yat" dediğinde "Hayır, seni bekleyeceğim." dedim.
"Tamam" diyip arkasını dönmüştü ki "Dikkat et" dediğimde bana dönüp gülümsedi. Ardından kapıdan çıktı.
Aradan bir saat geçmişti. Ardil yoktu. Aramak istiyordum ama meşgul etmek istemiyordum. Neden hala gelmedi ki ? Başına bir şey gelmiş olamaz değil mi? Ya polisler onu yakaladıysa? Olabilir mi? Arasam mı acaba?
Açılan kapının sesiyle düşüncelerim dağıldı. Hızla ayağa kalktım. Ardil elinde çantamla kapıdan giriyordu. Çantayı kenara bırakıp salona geldi.
"İyiyim" dedi gülümseyerek. Rahat bir nefes aldım. "Silah?" dedim. Yerine oturunca ben de oturdum.
"Aldım" dediğinde "Aldım derken? Nerede?" dedim. Sweatini hafifçe kaldırıp belindeki silahı gösterdi. Sertçe yutkundum. "Ne yapacağız bunu?" dedim. "Bakacağım, bilmiyorum" dedi.
"Ambulans gelmiş, götürmüşler onu. Ben gittiğimde polis sirenleri geliyordu, onlar gelmeden silahı alıp çıktım" dediğinde sesli bir nefes verdim.
"Sakinleş, sorun olmayacak" dedi sakince. "Umarım"
Gece uyumamıştım. Daha doğrusu uyuyamamıştım. Hala yatakta yatıyordum. Saatin kaç olduğundan haberim yoktu. Neyse ki bugün cumartesi.
Az sonra kapı aniden açılınca hızla yatakta doğruldum. Ardil içeri girmişti.
"Kapı çalma adetin yok mu senin?" dedim kaşlarımı çatarak. Sorumu cevapsız bırakarak "Kahvaltı hazır" dedi ve arkasını döndü. Çıkmadan önce tekrar bana döndü.
"Madem uyanıksın niye yataktasın?" dedi kaşlarını çatarak.
"Uyumadım gece, saatten haberim yok" dedim üzerimdeki yorganı atarak.
"Niye uyumadın?" dedi bana yaklaşarak.
Cevap vermedim, sadece gözlerine baktım. Cevabı zaten biliyordu.
"Takma kafana, hallolacak" diyip arkasını döndü. "Söylemesi kolay" dedim ama bana bakmadan odadan çıktı.
Üzerimi değiştirip mutfağa indim. Masa hazırdı, patates vardı.
"Sen mi yaptın?" dedim şaşkınlıkla.
"Evet" dedi masaya oturarak. Karşısına geçtim. "Emin misin?" dediğimde düz bir ifadeyle bana baktı.
"Tamam tamam bir şey demedim " diyerek yemeye başladım.
"Yemek yapmayı da biliyor musun?" dedim yerken. "Az çok" dedi.
Ardından sessizce yemeye devam ettik. Yedikten sonra ben masayı kaldırdım ve salona, yanına geçtim.
"O adamdan haber var mı?" dedim.
"Bilmiyorum. Uyanıp uyanmadığını öğrenmek için hastaneye gitmemiz gerek. Ama bizi görürse sorun çıkar" dedi sesli bir nefes vererek.
"Ne yapacağız?" dediğimde kapı çalınca korkuyla ona döndüm.
"Mert ve Cansu " diyerek kapıya gitti.
"Merhaba" diyerek sarıldı bana Cansu. Mert de sarılıp karşı koltuğa geçtiler.
"Pekala, acil durum ne?" dedi Mert Ardil'e.
"Acil durum mu?" dedim. Hangi durum?
"Hastane için onların yardımı gerekli" dediğinde "Hayır, onları karıştırmayacağım bu işe " dedim sertçe.
"Ne oluyor?" deid Mert kaşlarını çatarak.
"Dila, onlar arkadaşımız, kardeşim. Yardımları gerek" dedi Ardil Mert'in sorusunu yanıtsız bırakarak.
"Neyden bahsediyorsunuz bilmiyorum, ama yardım gerekliyse tabi ki yardım ederiz" dedi Cansu. Oflayarak yerime oturdum. "Olay ne?" dedi Mert.
Ardil ciddi bir şekilde ikisine baktı.
"Soru sormayın, bölmeyin. Sonunda istediğinizi söyleyin" diyip başladı anlatmaya.
"Dün Dila'nın evine gittiğimizde babası oradaymış" dediğinde "O adam benim babam değil" dedim sertçe. Gözleri beni bulunca derin bir nefes aldı. Tekrar onlara döndü.
"O şerefsiz oradaydı" dediğinde onayladım.
"Bir şeyler oldu, kavga ettik. O sırada Dila onun silahını alıp onu vurdu" dediğinde ikisi de şok olmuş şekilde bana döndüler. Konuşmadılar ama.
"Adam vuruldu. Yaşıyor muhtemelen, dün hastaneye götürmüşler onu. Polis anlamasın diye silahı aldım ben. Ama hastaneye gidip bakmamız gerekiyor, o yaşıyor mu diye. Bizi tanıdığı için biz gidemeyiz" dediğinde Mert onaylayarak başını salladı. "Ben hallederim" dediğinde gülümsedim. Sorgusuz sualsiz kabul etmişti.
"Polisler orada olabilir, sorgusu alınmış mı bilmiyorum" dediğinde Mert başını salladı. "Ben de gideceğim" dediğinde hepimiz Cansu'ya döndük.
"Ben de geleceğim" dedi Cansu.
"Cansu, senin yapabileceğin bir şey yok. Seni de bu pisliğe bulaştırmak istemiyorum" dedim.
"İşe yararım. Doktor falan olursa onları oyalarım, o sırada Mert gerisini halleder" dediğinde, Ardil "Olabilir" dediğinde ona döndüm.
"Onu bu işe bulaştırmak istemiyorum" dedim. "Saçmalama, hem ben severim böyle işleri, sevgilimle bir macera yaşayacağım" dediğinde hafifçe gülümsedim. Mert sesli bir nefes verdi. Onun gitmesini istemiyordu ama dediği gibi yararı olabilirdi. "Tamam, birazdan çıkalım" diyerek ayaklandı Ardil. Ben de arkasından kalktım. Sessizce merdivenleri çıktık ve odalarımızın önüne geldik. Odama gireceğim sırada kolumdan tuttuğunda ona döndüm.
"Cansu'ya bir şey olmaz. Mert onu fazla göz önünde bulundurmaz" dediğinde beni rahatlatmaya çalışıyordu.
"Bilmiyorum, benim için bunları yapmaları -" derken sözümü kesti.
"Kötü değil, onlar senin arkadaşın. Sen de aynısını onlar için yapardın" dediğinde verecek cevabım yoktu. Haklıydı, yapardım.
Başımı sallayıp odama girdim. Dar pantolon ve mor sweatimi giyip saçlarımı at kuyruğu yaptım. Telefonumu cebime koyup kapımı açtığımda Ardil de aynı anda kapısını açtı. Üzerinde siyah bir sweat vardı. saçları biraz dağınıktı, hoştu. Bir süre gözgöze kaldık, ardından sessizce birlikte merdivenden indik. Salona girdiğimizde Mert ve Cansu bir şeyler konuşuyordu.
Ardil "Gidelim" dediğinde ayağa kalktılar ve arkamızdan geldiler.
Hastanenin biraz gerisinde durduğumuzda motorlardan indik. Ardil, Mert ve Cansu grup araması yaptı, Mert ve Cansu kulaklıklarını taktı. Böylelikle konuşabilecektik aynı anda. Ben aramamıştım çünkü Ardil yanımdaydı.
"Dikkat edin, polisler bir şeylerden şüphelenmesin" dediğinde Ardil, ikisi de başını salladı. "Dikkat edin" dedim endişeyle. Gülümseyerek uzaklaştılar.
Heyecandan yerimde duramıyordım. Korkuyordum, bir şey olmasından korkuyordum.
Birkaç dakika sonra Mert'in sesi geldi telefonda. "Kapının önünde polis yok, içeride olabilir mi?" dedi. "Olabilir, sorgu zamanı olabilir. Kapının oralarda dur, kapı açılırsa görürsün" dediğinde Ardil, Mert onayladı. Az sonra "içeride sadece doktor var" dedi Mert. "Onunla konuşuyorlar, çıkarlar birazdan" dediğinde daha da heyecanlandım. "Çıkıyorlar odadan, ben onları oyalayım, Mert sen hallet " dedi Cansu. "Dikkat et" dedim telefona yaklaşarak. Ardil bana döndü ama ona bakmadım. "Merak etme" dedi Cansu.
"Evet" dedi. Kiminle konuşuyordu?
"Ondan uzak duracaksın " dedi Mert sertçe. Kaşlarımı çatarak Ardil'e döndüm. O da anlamamıştı. "Mert kiminle konuşuyorsun?" dedi ama Mert cevap vermedi.
"Öldürürüm lan seni!" dediğinde korkuyla Ardil'e baktım.
"Mert, kendine gel! Kimi öldürüyorsan bırak, gel!" dedi sertçe. O da anlamıştı bir sorun olduğunu.
"Mert, doktorlar geliyor hadi" dedi Cansu. Ardından sesler kesildi. Merakla bekliyordum. Karşıdan bize doğru geldiklerini gördüğümüzde rahat bir nefes aldım. "Ne oldu?" dedi Ardil.
"O şerefsizle konuştum" dediğinde sertçe yutkundum. "Niye? Senin de başına bela olacak" dedi Ardil. "O çağırdı yanına " dediğinde kaşlarım merakla çatıldı.
"Olum düzgünce anlat şunu" dedi Ardil. Sinirleniyordu.
"Beni kapıda gördü. Sizin yanınızdayken görmüş, 'Dila'nın yanındaydın' dedi. İçeri girdim bende. Polise şikayet etmemiş, intikam alacakmış çünkü. Dila'ya söyle iyi saklansın, onu bulursam" diyip sustu. Gerisini anlamıştım zaten. Öldürecekti. Öncesinde kim bilir ne yapacaktı, sonra öldürecekti. Korkuyla Ardil'e döndüm. Sesli bir nefes verdi.
"Polise şikayet etmemesi güzel. Korkmanıza gerek yok, seni bulamaz. Bulsa da hiçbir bok yapamaz. Korkma" dedi net bir sesle.
Güveniyordum ona. Sesi anlamadığım bir şekilde bana güven veriyordu. "Bana gidelim " diyip motora ilerledi Ardil. Ben de arkasına bindim. Diğerleri de motora atladı. Kollarımı beline doladığımda motor hareket etti.
Eve geldikten sonra pizza söyledik. O gelene kadar odamda olacağımı söyleyerek odama çıkmıştım. Yatağımda oturmuş yeri izliyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Buradan gitmem gerekiyordu. Çünkü yanlarında olduğum sürece onlara da zarar gelecekti. Korkuyordum, kendim için değil, onlar için korkuyordum. Ben o pislikten zarar görmeye alışmıştım, ondan korkmaya alışmıştım ama ya diğerleri? Onları da bu pisliğin içine sürüklemek istemiyorum. Benim hayatım boyunca yaşadığım korkuyu onların da yaşamasını istemiyorum. Benim gibi sürekli 'acaba ne zaman gelecek?' diye tetikte olmalarını istemiyorum. Onlar bunu hak etmiyor. Onların bir suçu yok. Aslında benim de bir suçum yoktu ama, yaşadım işte. Malesef ki yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Ama onların da buna bulaşmasına gerek yok. Bunu onlara yapamam. Bu korkuyu onlara da yaşatamam.
Düşüncelerime dalmış bir şekilde halıyı izlerken bir anda çeneme dokunan el ile irkildim ve elini tuttum. Başımı çevirdiğimde yanımda Ardil'in oturduğunu gördüm. Derin bir nefes alıp elini bıraktım.
"Ne oldu? Seslendim, yanına geldim. Farkında değilsin?" dedi.
"Dalmışım" dedim sessizce ve gözlerimi tekrar halıya çevirdim.
"Ne düşünüyorsun?" dediğinde ona döndüm. Hemen yanımda oturuyordu. Derin bir nefes aldm.
"Düşündüğüm şeyi sevmeyeceksin" dedim küçük bir tebessümle ama bu, dolan gözlerimi saklamak içindi.
Kaşlarını çatarak "Söyle" dedi.
"Gitmem lazım" dediğimde "Salak salak konuşma!" dedi sertçe. Sesiyle irkildim, böyle çıkışmasını beklemiyordum. Bunu anlamış olacak ki derin bir nefes aldı. Daha sakin olmaya çalışarak "Saçma düşüncelerini kafandan at" dedi.
"Burada olduğum sürece hepinize zarar vereceğim. Sana vermeye başladım bile" dedim. Sesim de titremeye başlamıştı. Umarım ağlamam.
"Saçmalıyorsun, zarar verdiğin yok. Asıl gidersen sen zarar göreceksin" dedi. Sesi daha sakin ve yumuşak çıkıyordu. Cevap vermeden başımı tekrar halıya çevirdim. Gözlerim doluydu, akmaması için direniyordum. "Bana bak" dediğinde bakmadım. Bakarsam ağlamaktan korkuyordum. Onun karşısında ağlamak istemiyordum artık.
Elini çeneme koyup hafifçe yüzümü yüzüne çevirdi. Dokunuşuyla irkilmiştim, eli sıcacıktı. Dokunuşu bir tüy kadar hafifti. Farklı bir his uyandırıyordu bende .
Yüzlerimiz az öncekine göre daha yakındı. Elini çenemden çekmeden konuşmaya başladı.
"Söz verdin, parayı toplayana kadar buradasın" dediğinde nefesi yüzüme gelmişti. "Size zarar gelecek" dedim fısıltıyla. "Gelmeyecek, tamam mı? Senin yanımızda olman lazım, eğer seni koruyamazsam, işte o zaman ben zarar görürüm" dediğinde ne dediğini doğru anlayıp anlamadığımı sorguluyordum. Sanki bana zarar gelirse canının yanacağını söylemişti ama sanmıyorum. Sanırım yanlış anladım.
"Ardil" diye itiraz edecekken "Dila" diyerek susturdu beni. "Gitmeyeceksin hiçbir yere, yanımdan ayrılmayacaksın. Tamam mı?"
Baş parmağı çenemi okşamaya başlamıştı. Gözlerimi gözlerinden çekemiyordum. Ilık nefesi yüzümü yakıyordu resmen. Sesi çok güzel geliyordu kulağıma şu an. Kalbimin ritmi değişmeye başlamıştı. Neden böyle oldu?
Cevap vermediğimi görünce "Lütfen" dedi fısıldayarak. İşte o an kalbimin ritmi daha da hızlandı. Sesi beni büyülüyordu sanki. Hipnoz olmuş gibiydim. O an daha fazla itiraz edemeyeceğimi anladım.
"Tamam" dedim kısık bir sesle. "Öyle olsun, şimdilik"
Hafifçe tebessüm etti. O gülünce istemsizce ben de gülümsedim. Bakışları gülümsememe indi. Orada durdu. Gülüşümü izlemeye başladı. Çenemdeki parmağı yavaşça yukarı çıkmaya başladı. Dudağımın kenarına dokundu. O dokunuşla içim titredi. Gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu. Bakışlarının yoğunluğu altında eziliyordum. Niye kalbim çıkacakmış gibi hissediyordum?
"Pardon, öpüşmenizi mi böldüm?"
Duyduğum sesle hemen geri çekildim. Ardil'in eli yatağa düştü. Cansu, kapıda durmuş bize bakıyordu. Utanmıştım, kızardığıma emindim. "Neyse siz devam edin" dediğinde "Cansu!" dedim uyararak. Gülerek "Pizza geldi, o yüzden çağırmıştım." dediğinde "Tamam" dedim sessizce.
Gülerek aşağı indiğinde ayağa kalktım. "Hadi" dedim ve yüzüne bakmadan odadan çıktım. Arkamdan geliyordu, güldüğünü hissediyordum. Ama ona bakmıyordum. Cansu'nun böyle şeyler de utanmadan söylemesi beni sinirlendiriyordu. Hem biz öpüşmeyecektik. Sadece, sadece...
Biz ne yapıyorduk? Gerçekten düşündüm de öpüşecek gibi birbirimize bakıyorduk. Allah'ım, kızın yanlış anlaması tabi normal. Neyse, düşünme Dila, düşünme.
Salona geçtiğimizde Mert "İyi misin Dila? Kızarmışsın, ateşin mi var?" dediğinde daha fazla kızardığıma emindim. Cansu gülerek "Ateşi var, hem de ne ateş" dedi Ardil'e bakarak. "Cansu!" dedim uyararak ama hala gülüyordu. Mert de sırıtmaya başlayınca "Yok öyle bir şey " dedim ama sırıtmaya devam ediyordu. Ardil'e döndüğümde onun da güldüğünü gördüm. Hiç utanmıyor muydu?
Her neyse. Elime pizzamı alıp yemeye başladım.
"Yarın Murat ile buluşacak mısın?" dediğinde Cansu'ya döndüm. Cevap vereceğim sırada Ardil'in öksürmeye başlamasıyla ona döndüm. Hemen kenardaki suyu alıp ona verdim. Sırtına vurmaya başladım. "İyi misin?" dedim panikle. Başını salladı. "Boğazıma kaçtı bir an" dediğinde bir şey demeden pizzama döndüm. "Ya ya, kesin " dediğinde Cansu'nun neden öyle dediğini anlamasam da üstünde durmadım.
"Unuttum ben onu" dedim Cansu'ya cevap olarak. "Yemekten sonra mesaj atıyım" dediğimde başını salladı. "Onunla buluşma, o pislik seni görmesin " dediğinde Ardil'e döndüm.
"Daha çıkmadı hastaneden" dedim.
"Olsun" dediğinde Cansu'nun güldüğünü duydum. "Bence o, ondan söylemedi" dediğinde Ardil'e döndüm. "Neyden söyledin?" dedim ama o Cansu'ya bakıyordu. "Neyse ya, banane" diyerek arkasına yaslandı. Umursamadan yemeye devam ettim.
Kaldırdıktan sonra telefonumu elime aldım. "Murat'a mı yazacaksın?" dediğinde Cansu'yu onayladım. "Ay dur bende bakıyım" diyerek yanıma geldi. Ardil gözlerini devirdi. Haklıydı, Cansu biraz abartıyordu.
"Oha telefonun başında mı bekliyormuş?" dediğinde Cansu'ya cevap vermedim.
Siz: İyiyim teşekkür ederim. Kahve için yarın buluşalım mı?
Bilmiyorum nerede olabilir ki?
Cansu'ya döndüm. "Nerede olsun?"
Biraz düşündü. "Okulun biraz ilerisinde gittiğimiz bir kafe var, orada olabilir " dediğinde başımı sallayarak cevap yazdım.
Siz: Okulun ilerisinde çiçek kafe var, saat 4 uygun mu?
Murat: Tamamdır, sabırsızlıkla bekliyorum:)
Mesaj sayfasından çıkıp Cansu'ya döndüm. "Sabırsızlıkla bekliyorum diyor, ben diyorum sana yürüyor diye" dediğinde Mert ve Ardil'in bize döndüğünü fark ettim. "Saçmalama" dedim. "Dila gerçekten çok safsın" dediğinde cevap vermedim.
"Gidecek misin?" dediğinde Ardil'e döndüm. "Evet" dedim. Bir şey söylemeden önüne döndü.
Bazen çok soğuk, bazen ise gerçekten çok sıcak davranıyordu. Anlayamıyordum.
Kahvaltıdan sonra odama geçmiştim. Notlarımı temize çekmiştim. Ardından salona geçtim. Saat 3'e geliyordu. Birazdan hazırlanmaya başlayacaktım. Ardil telefonundan başını kaldırmıyordu. Açıkçası ne yaptığını merak etmiştim. Aman canım, banane?
Biraz sonra odama gidip hazırlandım. Siyah kot pantolon ve açık gri kazağımı giydim. Dalgalı saçlarımı da açık bırakıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde Ardil salondan çıkıp yanıma geldi. Beni süzüp gözlerime çıktı. Bir şey söylemeden gözlerime baktı.
"Çıkıyor musun?" dediğinde başımı salladım. "Tamam" diyerek kapıya yöneldi.
"Seni bırakacağım" dedi bana bakmadan ve kapıdan çıktı. Ne?
Hızla arkasından çıktım. Hızlı yürüdüğü için ona yetişemiyordum.
"Gerek yok, taksiyle giderim" dediğimde "Bırakacağım " diyip motora bindi. Hiç söz dinlemiyor mu?
"Gerek yok dedim" dedim net bir sesle.
"Gerek var ya da yok, atla artık" dedi bıkkın bir sesle. Başımı iki yana sallayarak arkasına bindim. Beni deli ediyordu.
Kafenin önünde durduğumuzda motordan indim. Rüzgardan dağılan saçlarımı düzeltip ona döndüm. Bana bakıyordu. "Teşekkür ederim" dedim sessizce. "Çıkmadan mesaj at, geleceğim" dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Gerek var" dediğinde "Bir şey mi oldu?" dedim merakla. "Bir kere de sorgulama" dedi dişlerinin arasından.
"Bir kere de düzgünce cevap ver" dedim aynı onun gibi. Sesli bir nefes verdi.
"O adam hastaneden ne zaman çıkacak bilmiyoruz aptal kız" dediğinde beni korumaya çalıştığını anladım. Ama bir şeye takıldım.
"Aptal mı?" dedim kaşlarımı çatarak. Sesli bir nefes verdim.
"Her neyse, konuşmaya değmezsin" diyerek yanından geçerken kolum tuttu ve kendine çekti beni. Hala motorda olduğu için boylarımız daha yakındı.
"Bana atar yapıp gitme!" dedi dişlerinin arasından. "Sen de benimle düzgünce konuşmayı öğren o zaman." dediğimde sadece gözlerime baktı. Bir şey söylemedi.
Duyduğum sesle ikimiz de başımızı sağa çevirdik. Murat bize bakıyordu.
Gözleri Ardil'in kolumdaki eline kaydığında kolumu çektim. Ardil sesli bir nefes verip Murat'a döndü.
"Bir sorun mu var?" dedi Murat.
"Hayır, girelim mi?" dedim endişeyle. Açıkçası sorun çıksın istemiyordum. Murat Ardil'e bakıp bana döndü. Başını sallayınca son bir kez Ardil'in güzel ama öfkeli gözlerine bakıp yanına ilerledim. Bir masaya oturduğumuzda camdan dışarı baktım ama Ardil yoktu. Gitmişti sanırım. Kahvelerimizi söyleyip beklemeye başladık.
"Ardil ile aranda bir şey mi var?" dediğinde şaşkınlıkla Murat'a baktım.
"Bilmiyorum az önce" diyip sustu.
"Az önce bir şey olmadı, sadece karşılaştık konuşuyorduk" dedim yalan söyleyerek.
"Seni rahatsız mı ediyor?" dediğinde "Hayır tabiki " dedim. Ardil'in böyle bir şey yapmadığını ve yapmayacağını biliyordum. "Kolunu sıkıyordu" dediğinde sesli bir nefes verdim.
"Tartışıyorduk sadece, ara sıra böyle atışırız. Sorun yoktu " dediğimde "Ara sıra mı?" dedi şaşkınlıkla.
"Fazla yakınsınız sanırım" dedi bu durumdan rahatsız olduğunu belli ederek. "Hayır değiliz" dedim. Konuyu kapatmak istiyordum.
"Ondan uzak dur bence " dediğinde kaşlarım çatıldı. "Neden?"
"Tehlikeli işlerle uğraşıyor, yakın olmanı önermem" dedi. "Merak etme, yakın değiliz" dedim. Tehlikeli işlerle uğraşıyor derken uyuşturucu çeteleriyle uğraştığını kastetmişti sanırım. Kardeşi ile ilgili olan olayı bildiğimi bilmiyordu. Kahvelerimiz geldiği için bir şey söylemedim.
Kahveleri içerken okuldan konuştuk, dersleden. Neredeyse bir buçuk saattir buradaydım. Ardil'e kalkacağıma dair mesaj attıktan az sonra Murat'a döndüm.
"Kalkalım mı?" dediğimde "Biraz daha dursaydık?" dedi. Israrı sevmem.
"Geç oldu, başka zaman artık" dedim ama başka zaman olmasını istemiyordum. Murat arkadaşım olabilirdi ama Cansu'nun dediği gibi niyeti başka da olabilirdi.
"Hayır, gerek yok. Taksi çağıracağım" dedim. "Taksiye binene kadar yanında duruyum" dediğinde "Murat gerek yok. Güzel sohbet ettik, teşekkürler tekrardan" dedim artık gitsin diye.
"Ben teşekkür ederim kahveler için. Yarın okulda görüşürüz" diyerek elini koluma koydu. Bundan rahatsız olmuştum. Bazı insanların dokunuşları beni rahatsız ediyordu. Sanırım yaşadıklarımdan dolayıydı.
"Görüşürüz " diyerek arkamı döndüm. O da arkasını döndü.
Bir iki adım atmıştım ki az ileride bana bakan Ardil'i gördüm. Motorunda oturuyordu, muhtemelen az önce Murat ve beni de görmüştü. Gözlerinde öfke vardı yine. Bir anda zihnimde beliren anıyla başım döndü.
Kriz geçiriyordum. Yanımda kıpırdamadan yatan, karnında bıçak olan ve gözleri açık adama bakarak kriz geçiriyordum. Yüzüm mahvolmuştu, canım yanıyordu ama duramıyordum, bağırıyordum. Kapıdan giren kişiye kaydı gözüm. Bir kadın. Önce yerde yatan adama, sonra kriz geçiren bana baktı. Biraz sendeledi ve elini kalbine koydu. Ne oluyordu? Yere yığıldı bir anda. Nefes alamıyordu, eli kalbindeydi. Yerinde kıvranıyordu ve ben hiç bir şey yapamıyordum. Sakin değildim, krizim artmıştı. Çığlıklarım çoğalmıştı.
Duyduğum yüksek sesle başımı çevirdim. Ardil kolumu tutarak bana bakıyordu endişeyle. Etrafıma baktım, hala kafenin önünde olduğumuzu gördüm. Sanırım halimi görünce motordan inip yanıma gelmişti. Gözlerim doluydu. Hatırladığım şeyler çok kötüydü. "İyi misin?" dediğinde Ardil'e döndüm. Korku vardı gözünde. Ve endişe. Elini belime koydu ve motora yürüttü. Kolundan tutunuyordum. Motorun yanına gidince belimden tuttu ve beni motora yan oturttu. Tam karşımda duruyordu. Geri çekileceği sırada bırakmadım onu, kolundan tuttum. "Tamam, gitmiyorum" diyerek yaklaştı bana. Bacaklarımın arasına girdi. Ellerim kollarındaydı. Nefesi yüzüme geliyordu. Aramızda fazla boy farkı kalmamıştı. "Ne oldu?" dedi sakin bir sesle. "Bir şey hatırladım" dedim ama sesimi ben bile zor duymuştum.
"Ne hatırladın?" dediğinde onları tekrar düşündüm. Gözümden bir damla yaş aktı. Elini yanağıma koyup gözyaşımı sildi.
"Dila, ne oldu?" diye fısıldadı. Derin bir nefes aldım. "Bu da kötü bir şey. Anlatmak istemiyorum" diye fısıldadım. Sesim titriyordu. "Anlat" dediğinde başımı iki yana salladım. "Geçen ki kötü şeyi anlattığımda ne olduğunu hatırlıyorum" dedim. Bana inanmamıştı. Biraz sustu.
"Bu sefer öyle bir şey olmayacak, bırakmayacağım seni. İnanacağım sana, kızmayacağım" diye fısıldadı.
"Ben, sana söylemiştim. Bir adam vardı, yanımda kanlar içinde yatarken kriz geçiriyordum" dediğimde başını salladı.
"O sırada içeri bir kadın girdi" dediğimde yerinde kaskatı kesildi. Kollarını daha sıkı tuttum. "Bizi o halde görünce kalp krizi geçirdi sanırım. Ben, hiçbir şey yapamadım, kriz geçiriyordum çünkü. Elimden hiçbir şey gelmedi. Gözlerimin önünde öldü" dedim ağlayarak. Gözlerinin dolduğunu düşündüm ama ağladığım için de öyle düşünüyor olabilirdim. Sessizleşti. Gözlerinde bir sürü duygu vardı. Öfke, nefret, kin, acıma, şefkat. Bunların hepsi vardı. Derin bir nefes aldı ve ellerini yanaklarıma koyup gözyaşlarımı sildi. Bana fazla yakındı. "Sakin ol, bilerek olmamış" dedi fısıldayarak. Gözlerim hala doluydu. Ellerimi, yüzümdeki ellerinin üzerine koydum ve yüzümü ona yaklaştırıp alnımı alnına yasladım. Nefesi nefesime karışmaya başladı. "Benim yüzümden " dedim sessizce. "Hayır, senin bir suçun yok" dedi. Ağlamamak için zor duruyordum.
Sıcak nefesi yüzüme geliyordu. Sıcacık ellerinin üzerinde buz gibi ellerim vardı. "Hatırlıyor musun kim olduklarını?" dediğinde başımı iki yana salladım. Sessizce gözlerine baktım. Çok yakındık. Burnu burnuma değmek üzereydi. "Sarılabilir miyim?" diye fısıldadığımda hafifçe gülümseyerek başını salladı. Kollarımı boynuna doladığımda elleri sırtımda yerini aldı. Kokusunu içime çektim, sımsıkı sarıldım. Güvende olduğumu hissediyordum. Rahatlamıştım. Kokusu beni rahatlatıyordu. Yakınımda olması beni rahatlatıyordu.
Biraz sonra yavaşça geri çekidlim.
"Gidelim mi?" dediğinde başımı salladım. Motora binince kollarımı beline doladım ve motor hareket etti.
Eve gelince ikimiz de salona geçtik. Sessizdik, hiç konuşmadık. Hatırladığım şeyi düşünüp duruyordum. O anı hatırlıyordum. Ama onlar kimdi? Benim o evde ne işim vardı? Hiçbirini bilmiyordum. Neden böyle yarım yamalak hatırlıyorum ki her şeyi?!
"Murat'la ne konuştunuz?" dediğinde Ardil'e döndüm.
"Öylesine, sıradan şeyler" dedim sessizce. Bir şey demeden yüzüme bakmaya devam etti. Kalkıp odama gittim. Üzerimi değiştirdim ve yatağa girdim.
Uyuyamamıştım gece. Düşünüp duruyordum. O kadın ve adam kimdi? Neden kriz geçiriyordum?
Bu düşünceler kafamdan çıkmıyordu. Kendimin suçlu olma ihtimalini düşünüp duruyordum. Böyle bir şeyi asla bilerek yapmazdım ama o zaman yanımda yerde cansız yatan adama ne olmuştu? Bir sürü soru işareti vardı. Hafızamın bir an önce geri gelmesi gerekiyor.
Alarm sesini duyunca yavaşça yataktan kalktım ve hazırlanmaya başladım.
Az sonra mutfağa indiğimde Ardil'in bir şeyler hazırladığını gördüm . Masaya karşısına oturdum ama canım yemek istemiyordu. Sessizce masayı izlemeye başladım.
Ardil fark etmiş olacak ki "Yemiyor musun?" dedi. "Canım istemiyor" dediğimde elindeki çatalı bıraktı ve bana döndü. "Niye?" dedi merakla.
"Bilmiyorum, istemiyor canım" dediğimde kaşları çatıldı.
"Uyumadın mı gece?" dediğinde şaşırdm. Belli oluyor muydu?
"Gözlerin her zamankinden biraz daha kapalı, uyuyamadığın zaman böyle olur" dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Sen nerden biliyorsun uyuyamadığım zaman öyle olduğunu?" dediğimde biraz sessiz kaldı. "Bende de öyle oluyor bazen, ondan öyle dedim" diyerek geçiştirdi ve yemeğine devam etti. Ben de uzatmadım. "Yemek ye" dediğinde "İstemiyorum, acıkırsam okulda yerim" dedim. Bana döndü ve ciddi bir ifadeyle "Yemek ye, aç gidemezsin" dediğinde kaşlarım çatıldı. Resmen emir veriyordu. Yine de sabah sabah onunla atışmamak için bir iki lokma aldım.
Bugün derslerde sıkılmıştım çünkü dinleyemiyordum. Gece uyumadığım için yorgundum ve gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Şimdi ortak dersteydik, yani Ardil ve Mert ile aynı sınıftaydık. Arkalarda duvar kenarında oturuyordum, onlar da yanımda oturuyordu. Samet hocanın dersindeydik ve ben gerçekten sıkılmıştım. Dayanamayıp başımı sıraya koyduğumda Ardil bana döndü. "Uykum var" dedim sessizce. Hafifçe tebessüm etti.
Ardından önüne döndüğünde bir süre onu izledim. Yan profili de yüzü kadar güzeldi. Biçimli burnu ve hafif dolgun dudakları çok hoş duruyordu. Saçları biraz alnına dökülmüştü ve bu ona ayrı bir hava katıyordu. Teni pürüssüzdü. Hafif çıkan sakalları onu daha olgun gösteriyordu. Yutkunduğunda ademcik elması hareket ediyordu ve ona dokunmam için zorluyordu resmen. Özellikle gamzeleri beni benden alıyordu. Kendime bir söz vermiştim ama, o gamzelere bir gün dokunacaktım.
"Çok mu yakışıklıyım?" dediğinde şaşkınlıkla "Ha?" dedim. Dudağının kenarını kıvırarak sıraya eğildi.
"Beni izleyip duruyorsun, çok mu yakışıklıyım?" dediğinde utancımdan yerin dibine girmek üzereydim. O ise sırıtarak bana bakıyordu.
"Yo değilsin, aksine çirkin olduğun için bakıyordum" dediğimde kaşları alayla havalandı. "Emin misin?" dediğinde sertçe yutkundum. Yalan söyleme konusunda berbattım ve o bunun farkındaydı. "Tamam belki biraz yakışıklı olabilirsin, ama kesinlikle ilgimi çekmiyorsun" dedim hızlıca. Gülümsemesi büyüdü.
"Ben her kızın ilgisini çekerim " dediğinde göz devirdim. "Egon batsın" diye fısıldadığımda gülümsemesi genişledi. "Çekmiyor muyum yani ilgini?" dediğinde eli yüzümdeki saçlara gitti. Dokunuşuyla nefesimi tuttum.
"Hayır" dedim ama sesimi ben bile zor duymuştum. "Emin misin?" derken biraz daha yaklaştı ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
Hafifçe başımı salladığımda yüzü daha da yakınıma gelmişti. Ilık nefesi yüzüme geliyordu. Kalbimin ritmi değişmeye başladı. "Ne yani, şimdi sana dokunmam seni heyecanlandırmıyor mu?" dedi fısıldayarak. Elinin tersi hafifçe yanağımı okşamıştı. Cevap veremiyordum. Hipnoz olmuş gibiydim. Neden böyle olmuştum?
Sertçe yutkundum. "Ha-hayır" dediğimde gözleri dudaklarıma indi.
"Bence yalan söylüyorsun" diye fısıldadı ve yaklaştı. İstemsizce dudaklarımı yaladım. Ne yapacaktım?
Kalbim çıkmak için zorluyordu resmen.
"Peki sen?" dedim. Zor da olsa konuşmayı becermiştim. "Sen bana dokunurken heyecanlanıyor musun?"
Sorduğum soruyla dikkati ona çektim. Gözleri gözlerime çıktı ve bir süre orada oyalandı. Gözlerimi ezberliyor gibi bakıyordu.
"Heyecanlanmamı mı isterdin?" diyerek yine beni sıkıştırdı. Her seferinde nasıl zor durumda kalan kişi ben oluyordum? Cevabı basit Dila. Çünkü o seninle böyle konuştuğunda kendinden geçiyorsun.
"Bilmem. Dokunduğuna göre" dediğimde yanağımdaki eli durdu.
"Fazla zeki olduğunu sanıyorsun" dedi sessizce.
"Hayır, sen fazla aptal olduğumu sanıyorsun" dedim. Neyse ki olayın etkisinden çıkmıştım ve cevap verebiliyordum.
"Zaten öylesin" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Senin kadar değil" dediğimde bir kaşı havaya kalktı. "Öyle mi?" dedi. "Öyle" dediğimde elini yüzümden çekti. Gülerek kafasını iki yana salladı ve geri çekildi. Hocaya dönüp beni kendimle bıraktı. Rahat bir nefes aldm. Az önce yaşadığım adrenalin neydi öyle?
Neden bu kadar heyecanlanmıştım?
Bilerek yapmıştı. Amacı bana dokunmak veya beni öpmek değildi, heyecanlandığımı itiraf etmemi istiyordu. Ama bu asla olmayacaktı!
Duyduğum sesle yavaşça gözlerimi açtım. Ardil bana bakıyordu.
Hafifçe kafamı kaldırdığımda sınıfın boşaldığını gördüm. "Ne oldu?" dedim şaşkınlıkla. "Yangın çıktı, herkes bahçede" dediğinde gözlerimi korkuyla açtım. "Ne? Ne saçmalıyorsun?" dedim ve yerimden kalktığımda "Bir saattir seni uyandırmaya çalıyorum. Horlayıp duruyorsun" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ben horlamam" dedim.
"Az önce hiç de horlamıyor gibi değildin" dediğinde biraz düşündüm. Horlar mıydım?
"Yangın çıktı ve düşündüğün şey bu mu?" dediğinde yangını hatırladım.
"Ne yangını ya? Biz niye buradayız? Koşsana" diyip adım atmıştım ki gülerek kolumu tuttu.
Bir süre anlamsızca yüzüne baktım. Ardından fark ettiğim şeyle kolumu elinden çektim.
"Şaka yaptın demi? Pislik misin sen? Korktum gerizekalı" dedim sinirle.
Hala gülüyordu ama. Bir de gamzeleri vardı zaten!
"Cidden inandın mı? Yangın çıksa burada mı olurum?" dediğinde iyice sinirlendim.
"Doğru, beni bırakıp arkana bakmadan koşardın" dediğimde gülmesi durdu.
"Saçmalama, seni bırakmazdım. Gerekirse kucaklar götürürdüm" dediğinde kaşlarım havaya kalktı.
Açıkçası şaşırmıştım. "Cidden mi?"
"Benim hakkımda ne düşünüyorsun bilmiyorum ama şerefsiz bir it değilim. Tabi ki seni bırakmazdım, gerekirse burada seninle yanardım" dediğinde ciddi mi diye yüzüne baktım ve oldukça ciddi duruyordu.
"Pardon, ben, sen, öyle diyince" diyip duraksadım. Niye hep ben suçlu çıkıyordum ki?
"Kalkar kalkmaz insana böyle şaka mı yapılır? Önce korkut, sonra azarla" dediğimde ofladı.
"Ayrıca ben horluyor muyum?" dediğimde tekrar gülmeye başladı.
"Evet Dila horluyorsun, hadi" diyip yürümeye başladı.
Arkasından giderken "Yalan söyleme" dedim. "Yalan falan söylemiyorum" dedi yürürken. Sınıftan çıkınca peşinden gittim. "Horlamıyorum" dediğimde cevap vermedi. Hızlanıp önüne geçtiğimde duraksadı. "Doğruyu söyle, horluyor muyum?" dedim ciddi bir ifadeyle.
"Ciddi misin? Tabi ki horlamıyorsun" dediğinde gözlerimi devirdim.
"Şaka anlayışın beni benden alıyor" dediğimde "Sadece şaka anlayışım mı?" dedi dudağının kenarını kıvırarak.
"Başka ne olacaktı?" dedim kaşlarımı çatarak. "Bilmem, ben de seni senden almıyor muyum?" dedi sırıtarak. Onun taktiğini deneyecektim.
"Senin, beni benden almasını mı isterdin?" dedim onun yöntemini kullanarak. Gülerek kafasını iki yana salladı ve yürümeye devam etti. Ben de peşinden ilerledim.
Bahçeye çıktığımızda Mert ve Cansu motorların yanında bizi bekliyordu.
"Nerede kaldınız?" dedi Cansu.
"Bazı arkadaşlar horlamakla meşguldü" dediğinde Ardil'e döndüm. "Hani horlamıyordum?" dediğimde gülerek başını iki yana salladı. Beni sinir ediyordu bilerek.
"Bakmayın siz bu öküze, aklınca şaka yapıyor" dedim diğerlerine.
"Öküz mü?" diyerek bana döndü.
"Senin şakaların ne kadar güzelse benim de iltifatlarım o kadar güzel, işine gelirse" dediğimde kaşları alayla havaya kalktı. Dudağının sağ kenarını kıvırdı.
"Sen gittikçe bana mı benziyorsun?" dedi gülümseyerek ve gamzelerimi gözlerimin önüne sererek. Ben de gülümsemeye başladım.
"Ne münasebet?" dediğimde hala gülerek bana bakıyordu. Dayanamayıp gözlerimi devirdiğimde gözlerim birine takıldı.
Oradaydı. Okulun az ötesinde bize bakıyordu. Ben ona dönünce gözgöze gelmiştik.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |