Gülümsemem solduğunda Ardil fark etmiş olacak ki "Ne oldu?" dedi. Diğerleri de bana bakıyordu.
Ona döndüğümde sertçe yutkundum.
"O burada" dediğimde hızla etrafına bakındı. Cansu korkuyla Mert'in kolunu tuttu. Mert de etrafına bakınmaya başladı. Anlamışlardı kim olduğunu.
"Şerefsiz" dediğinde Ardil'e döndüm.
Ona bakıyordu. Ben de ona döndüm.
Başıyla 'gel' işareti yaptığında Ardil'e döndüm. O da bana baktı.
"Beni çağırıyor" dediğimde korktuğum çok belliydi.
"Sakin ol, gitmeyeceksin onun yanına. Ben giderim" diyip bir adım attığında kolunu tuttum.
"Saçmalama Ardil" dediğimde Mert de bana katıldı. "Abi dur, ne yapacağı belli olmaz" dedi.
"Gidiyim derdi neymiş öğreniyim" dedi Ardil. "Ben de geliyorum" dediğimde kaşlarını çatarak bana döndü.
"Salak salak konuşma, zarar görürsen ne olacak?" dedi sinirle.
"Yanımda sen varsın, ne yapabilir?" dediğimde bakışları biraz yumuşadı. Derin bir nefes aldı.
"Tamam, yanımdan ayrılmayacaksın. Hatta yanımda değil arkamda duracaksın " dediğinde başımı salladım.
"Dikkat et" dediğinde Cansu'ya gülümsedim. "Ben buradayım, bir şey olursa geleceğim " dedi Mert, Cansu'nun elini tutarken.
Ardil ona başını sallayıp üvey babama ilerledi. Hemen yanındaydım.
Korktuğumu belli etmemeye çalışıyordum. Derin derin nefesler alıyordum. "sakin ol" dediğinde Ardil'e döndüm. Güven verir gibi bakıyordu.
Onun karşısında durduğumuzda Ardil'in hemen yanındaydım ama sol omzu beni biraz kapatıyordu. Yine de görüyordum onu. Ardil düz ve ciddi bir ifadeyle ona bakıyordu.
"Korkuyor musun benden?" dedi sırıtarak. Omuzlarımı dikleştirdim.
"Senden mi?" dedim alaycı bir ifadeyle.
Sakin ol, korktuğunu belli etme, cesur ol!
"Bu yanındaki ite mi güveniyorsun?" dedi Ardil'i işaret ederek.
Ardil'in çenesini sıktığını görebiliyordum. Kendini zor tutuyordu.
"Evet ona güveniyorum" dediğimde Ardil'in dudağının sağ tarafı kıvrıldı ve omzunun üzerinden bana baktı. Ardından tekrar ciddi yüz ifadesiyle ona döndü. Hepimiz sessizdik. Ne söyleyeceğimizi mi bilmiyorduk yoksa söylemeye cesaret mi edemiyorduk bilmiyorum. Cesaretimi toplayıp sessizliği ben bozdum.
"Niye çağırdın?" dedim ciddi bir ifadeyle.
"Beni vurmana rağmen seni şikayet etmedim, nedenini merak etmiyor musun?" dedi sırıtarak.
Bu adam gülünce gülmekten iğreniyordum ya!
"Eğer hapse girersen sana sahip olamam" dediğinde kanım dondu. Sertçe yurkundum. Ardil'in elinin yumruk olduğunu farkettim. Cesaretim tamamen gitmişti, korku tekrar bedenimi ele geçirmişti. Ama ona belli etmeyecektim. Ardil'in de sakinleşmesi gerekiyordu.
Elimi, yumruk olan elinin üzerine koyduğumda şaşırdığının farkındaydım ama yine de bana bakmadı. Yumruk olan elini açtı ve avucumu avucunun içine aldı. Sıcacık eli sardı elimi.
Şimdi daha güçlü hissediyordum kendimi.
"Hapse girmesem de öyle bir şey olmayacak zaten" dedim sert bir şekilde.
"O kadar emin olma" dediğinde yutkunmakta zorlandım.
Ardil'in neden konuşmadığının farkındaydım, eğer konuşsaydı bu sözlü olmazdı çünkü. Ama ben de konuşmakta zorlanıyordum. Biraz yardımcı olamaz mıydı?
"Hiçbir bok yapamazsın" dediğimde Ardil'in bir kaşı havaya kalktı ve bir saniyeliğine bana bakıp tekrar ona döndü. Ağzımı bozduğum için ben de şaşırmıştım açıkçası. Normalde böyle konuşmazdım.
"Buna mı güveniyorsun sen?" dedi sert bir şekilde.
"Ne yapabilir bana?" dediğinde Ardil'in dudakları tehlikeli bir yavaşlıkta kıvrıldı.
"Göstermemi ister misin?" dediğinde elini biraz sıktım. Kendine hakim olmalıydı. O sırada onun bakışları, Ardil ile birleşen ellerimize kaydı. Sonra gözleri bana çıktı. Bakışları daha da sertleşti.
"Benim dokunmama izin vermiyorsun, ama bunun altında mı yatıp kalkıyorsun?" dedi tükürür gibi. Duyduklarımla gözlerim doldu. Nasıl böyle bir ima yapabilirdi bana?
Ardil "Siktirtme lan kendini piç" diyerek hızla bir yumruk attı. Elimi de bırakmıştı.
O adam yere düştüğünde ellerimle ağzımı kapattım. Burnu kanamıştı.
"Bulacağım lan seni! Önce sana sahip olacağım! Sonra da gebertip parçalarını dağıtacağım! Bekle sen!" dediğinde gözümden bir damla yaş akmıştı. Artık korkumu saklayamıyordum. Üstelik bana yaptığı ima çok ağırdı. Bunu hak etmemiştim. Hiçbirini hak etmemiştim.
Ardil bir kere daha vuracağı sırada "Ardil" dedim sessizce. Bana baktı. Ardından ona son bir bakış atıp hızla yanıma geldi ve elimi tutup yürümeye başladı. Hızlı olduğu için takip etmekte zorlanıyordum ama gözyaşlarımın devam etmesini engellemiştim. Motorların yanına gitmeden az ileride durdu ve bana döndü. Elim hala avucunun içindeydi.
Diğer eliyle az önce engelleyemediğim o bir damla yaşı sildi. "Korkma, hiç bir bok yapamaz" dediğinde korkuyor olmama rağmen hafifçe başımı salladım.
"Teşekkür ederim" dedim sessizce.
"Yanımda olduğun için" dedim buruk bir tebessümle. O da hafifçe gülümsedi, ama bir şey söylemeden yürümeye devam etti. Elim hala elindeydi ama nedense çekmeye niyetim yoktu.
Mert ve Cansu'nun yanına geldiğimizde "Bir sorun mu oldu?" dedi Mert. Neden vurduğunu soruyordu.
"Konuşmaması gereken şeyler konuştu, ben de ağzını kapattım. Sorun yok" diyip motoruna ilerledi. Ben de peşinde ilerlemiştim. "İyisin değil mi?" dediğinde Cansu, gülümseyerek "İyiyim" dedim.
"Pekala, görüşürüz o zaman" dedi Mert ve motoruna bindi. Cansu da arkasına binince Ardil'e döndüm. Motoruna binip bana döndü. Elim hala elindeydi.
"Neyi bekliyorsun?" dediğinde anlamayarak "Ha?" dedim.
"Neyi bekliyorsun? Binmeyecek misin?" dedi. "Ben çalışıyorum ya artık" dediğimde önce kaşları çatıldı, ardından anladı. "Şimdi mi gidiyorsun?" dedi.
"Geç bile kalmış olabilirim" dediğimde sesli bir nefes verdi.
"Tamam, kaçta çıkıyorsun?" dedi. "9"
"Tamam, ben gelirim " dediğinde kaşlarım çatıldı. "Neden?" dedim.
"Bilmem, kafe kapanınca bir girer kahve içerim belki" dediğinde gözlerimi devirdim. "Gerçekten düzgün konuşmayı bilmiyorsun değil mi?" dedim ve elimi elinden çektim.
"Gelmene gerek yok" diyip bir adım atmıştım ki kolumdan tuttu ve bir anda kendine çekti beni. Motorda oturduğu için yüzlerimiz yakındı.
"Bana atar yapıp gidemezsin" dedi dişlerinin arasından.
"Gidiyorum ya işte " diyip kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi.
"Her şeye trip mi atacaksın?" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Sana niye trip atıyım ben?" dedim.
"Bilemem artık" dediğinde "Sana trip atmamı mı istiyorsun?" dedim yine onun yöntemini kullanarak.
Bir kaşı alayla havaya kalktı.
"Gerçekten gittikçe bana benziyorsun" dedi gülümseyerek.
"Allah korusun " dedim ama dayanamayıp gülümsedim.
"Akşam alırım seni" dediğinde başımı salladım. İşime gelirdi.
Konuşma bitmişti ama ikimiz de uzaklaşmamıştık. Gözlerimi çekemiyordum. Gerçekten nasıl bu kadar güzel gözleri olabiliyordu?
"Daha fazla bakarsan aşık olacaksın " dediğinde "Ha?" dedim. Ardından dediği şeyi idrak ettiğimde hemen uzaklaştım ondan. Gülerek bana bakıyordu.
"Allah yazdıysa bozsun" diyip arkamı döndüm ve hızlı adımlarla bahçeden çıktım. Kızardığıma emindim. Önemsemeden yürümeye devam ettim ve hızla kafeye girdim.
Girer girmez Sinan'ı gördüm. Bir masayı topluyordu. Yanına yaklaştığımda beni gördü ve gülümseyerek "Selam" dedi.
"Selam, ben nerede hazırlanacağım?" dediğimde etrafına bakındı.
"Şu kız, Hande" diyerek kasanın yanındaki bir kızı gösterdi.
"Ona söylersen o sana kıyafet ayarlar" dediğinde gülümseyerek teşekkür ettim ve Hande'nin yanına ilerledim.
"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?" dedi saygılı bir şekilde. Muhtemelen müşteri olduğumu düşünmüştü.
"Ben aslında artık burada çalışıyorum. Sinan, bana kıyafet ayarlayabileceğini söyledi" dediğinde önce Sinan'a baktı. Sinan onaylayarak başını salladığında "Gel" diyerek bir odaya ilerledi.
Sanırım kızların soyunma odasıydı.
"Bunları giyebilirsin" diyerek kıyafet ve önlük uzattı. "Dila ben" diyerek elimi uzattığımda elimi sıktı.
"Pardon unuttum, Hande ben" dedi gülümseyerek. İyi ve tatlı bir kıza benziyordu. Benden uzundu, 170 boylarında görünüyordu. Simsiyah küt saçları vardı. Hoş bir kızdı.
"Teşekkür ederim" dediğimde "Önemli değil" diyerek odadan çıktı.
Giyindikten sonra aynada kendime göz gezdirdim. Etek kısa değildi, bu iyiydi benim için. Önlük de uymuştu. Fena olmamıştı yani. Burdan çıktığımda kafenin dolduğunu gördüm. Akşam saatleri geliyordu, bu yüzden dolmuştu sanırım. Hemen Sinan'ın yanına ilerledim. "Ne yapacağım ben şimdi?" dediğimde gülümseyerek bana döndü.
"Sipariş alacaksın" dediğinde gözlerimi devirdim. "Onu biliyorum, nasıl alacağım? Heyecanlandım şimdi" dedim.
"Sakin ol, gidip ne isterdiniz diyeceksin, söylediklerini not edip gel. Ardından aşçı bölümüne ilerleyip onlara söyle. Onlar hazırlayıp sana verecek, sen de masaya götürebilirsin" dediğinde teşekkür ederek başımı salladım. Derin bir nefes aldım ve garsonu çağıran bir masaya ilerledim. Bir kadın ve erkek vardı. Orta yaşlarındalardı, sanırım çiftlerdi.
"Buyrun ne istersiniz?" dedim heyecanlı olduğumu belli etmemeye çalışarak.
Siparişlerini aldıktan sonra Sinan'ın söylediği bölüme ilerledim. Siparişleri söyleyip hazır olana kadar beklemeye başladım. Fena başlamamıştım, devam edebilirdim. Beklediğimden kolay olacaktı. Hazır olan tepsiyi aldım ve aynı masaya ilerledim. "Afiyet olsun" diyerek kasanın yanına ilerledim. İlk masam güzel geçmişti.
Tekrar bir masa garsonu çağırdığında yanına ilerledim. Yine bir kadın ve bir erkek vardı. Kadın fazla bakımlıydı, kendini beğenmiş birine benziyordu. Adamın boynunda dövmeler vardı ve boynu ile sınırlı olduğunu düşünmüyordum. Kısaca gıcık tiplerdi.
"Merhaba ne alırdınız?" dedim gülümseyerek. Kadın cevap vermek yerine baştan aşağı beni bir süzdü. Rahatsız olmuştum çünkü tiksinir gibi bakıyordu. "Yeni mi başladın sen işe?" dediğinde "Evet" dedim.
"Seni daha önce görmedim. Biz buranın devamlı müşterilerindeniz, ona göre hizmet edersen iyi olur" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Her müşteriye aynı hizmeti veriyoruz" dedim soğuk bir sesle. Sanki yıllardır burada çalışıyorsun Dila.
"Ne alırdınız?" dedim tekrardan.
"Ben espresso alıyım, sen ne alırsın bebeğim?" diyerek kadına döndü adam. Bebeğim mi?
"Ben de bol köpüklü latte alıyım bebeğim" dedi bana dönerek.
Umarım o bebeğimi bana dememiştir yoksa kusarım. "Peki" diyip hızla uzaklaştım masadan.
Arada böylelerine rastlayacaktım belli ki.
Siparişin hazırlanmasını beklerken Sinan geldi yanıma. "Nasıl gidiyor?" dedi.
"Fena değil. Şu masadakiler fazla gıcık" dediğimde gösterdiğim masaya döndü.
"Onlar devamlı müşteri, kimse sevmiyor onları" dedi gülerek.
"Şaşırmadım, baya sinir tipler" dediğimde daha da güldü.
"Boşver, sen işini yap yeter. Onlarla çok sıkı olma" diyerek gitti. Ben de hazırlanan tepsiyi aldım ve masaya ilerledim. Bardakları önlerine koyup "Afiyet olsun" diyip ayrılacaktım ki "İsim neydi tatlım?" sorusuyla duraksadım.
"Dila" dedim yapmacık bir gülümsemeyle. "Bak şekerim, sen az önce bize her müşteriye aynı hizmeti sunduğunuzu söyledin ama biz her müşteri değiliz. Yeni olduğun için bir şey demiyorum. Tamam mı bebeğim?" dediğinde yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum.
"Tabi" diyip hemen uzaklaştım masadan. Sesli bir nefes verdim.
Bugün fena geçmemişti. O gıcık çifte gerçekten gıcık olmuştum ama diğer müşteriler iyiydi. Hem para kazanmak istiyorsam onlara katlanmam gerekecekti. Üzerimi değiştirip içeri girdiğimde Sinan ve Hande masaları topluyordu. Ben de yardım edecektim ama ilk günüm olduğu için gerek olmadığını söylediler.
"Ben çıkıyorum, kolay gelsin size" dediğimde Hande teşekkür etti. Sinan da "Görüşürüz yarın " dedi.
Kapıyı açıp çıktım ve bir iki adım sonra durup etrafıma bakındım. Ardil geleceğini söylemişti, bakalım gelmiş mi? Sol tarafta görünmüyordu, sağıma döndüğümde motoruna yaslanmış bana bakan Ardil'i gördüm. Madem beni görüyorsun seslensene sana bakıyorum!
Yanına ilerlediğimde "Nasıl geçti?" dedi. Yüzü biraz asık gibiydi.
"Fena değildi. Bir şey mi oldu?" dedim merakla. "Hadi gidelim" diyip arkasını döndüğünde kolundan tuttum.
"Ne oldu?" dedim kaşlarımı çatarak.
"İşle ilgili bir şey" diyip kolunu çekmeye çalıştı ama izin vermedim.
"Doğru düzgün söylesene şunu" dediğimde bir anda "Ya sanane ya sanane! Her şeye burnunu sokmak zorunda mısın?" diye bağırdı. Beklemediğim çıkışı yüzünden elimi hemen kolundan çektim. Korktuğumu fark etmiş olacak ki bakışları biraz yumuşadı.
"Bak canım sıkkın biraz" dedi daha sakin bir sesle. "Moralin bozuksa gelmeseydin keşke" dedim sakin bir şekilde.
"Bu saaate yalnız mı bırakacaktım seni?" dediğinde bir kez daha şaşırdım. Bazen fazla düşüncesiz, bazense çok ince düşünceli oluyordu.
"Teşekkür ederim ama madem geldin bari sinirini benden çıkarma" dedim. Çıkışım sertti ama sesim sakindi.
"Zorluyorsun sende" dedi yine sesini yükselterek. Oflayarak "Ben yürüsem iyi olacak" dedim ve arkamı dönmüştüm ki belimden tutarak bir anda beni kendine çekti. Ellerim istemsizce kollarına tutunduğunda yüzlerimiz fazla yakındı. Bu anlık yakınlaşma kalbimin ritmini de bozmuştu.
"Bana trip atıp gitmemeni söylemiştim" dedi sessizce. "Bende bana bağırmamanı söylemiştim" dedim aynı şekilde.
Elinin hala belimde olması heyecanlanmamı sağlıyordu ama belli etmemeye çalışıyordum.
"Niye zorluyorsun?" dedi. Sorularımı kastediyordu. "Çünkü merak ediyorum " dediğimde "Neden?" dedi .
"Sen benim hakkımda bir çok şey biliyorsun, yanımda oluyorsun. Ben de bazen senin yanında olmak istiyorum " dedim sessizce. "Senden karşılık beklemiyorum" dedi fısıldayarak.
"Karşılık olarak değil, istediğim için " dedim. Sesim çok sessiz çıkıyordu, zor duyuyordu muhtemelen. Eli hala belimdeydi ve konuştukça nefesi yüzüme geliyordu.
Kokusu çoktan bedenimi sarmıştı.
"Neden yanımda olmak istiyorsun?" diye fısıldadığında nefesinin yüzüme çarpmasıyla gözlerimi kırpıştırdım. Ne ara bu kadar yaklaşmıştı?
Gerçekten bilmiyordum. Belki de onun dediği gibi karşılık olarakdı ama bilmiyorum.
"Sen neden benim yanımda oluyorsun?" dedim aynı soruyu ona sorarak.
Gözlerimi gözlerinden alamıyordum. O kadar güzeldi ki ömür boyu izleyebilirdim.
"Bilmiyorum " dedi fısıldayarak.
Belimdeki eli sıkılaşmıştı. Gittikçe birbirimize yaklaşıyor muyduk bana mı öyle geliyordu?
Bir anda zihnime bir anı belirdi.
"Senin gözlerin de çok güzel" dedi gözlerime bakarak.
"Yalan söyleme, herkesin gözü kahverengi zaten. Senin gözlerin daha güzel" dedim gülümseyerek.
"Herkesin gözü kahverengi, ama senin ki bir başka kahverengi." dedi hayranlıkla.
"Eğer bir gün ölürsem-" dediğinde sözünü kestim. "Allah korusun " dememle gülümsedi. "Allah korusun. Ama eğer bir gün ölürsem, beni senin gözlerine gömsünler. Ben senin kahverengilerine, senin gözlerinin toprağına gömülmek istiyorum " dediğinde gülümseyerek onu dinlemiştim.
"Biliyor musun, sayende gözlerimi daha çok sevmeye başladım " dedim gülümseyerek.
Ardından kollarımı boynuna doladım. Elleri belimdeki yerini aldı ve sımsıkı sarıldı bana. Saçlarımı kokladığını hissediyordum.
Duyduğum sesle Ardil'e baktım. Hala aynı konumdaydık ama endişeyle bana bakıyordu. "İyi misin?" dedi.
"Evet, sadece" dedim ve derin bir nefes aldım. "Bir şey hatırladım " dediğimde kaşları merakla çatıldı.
"Ne hatırladın?" dedi. Eli hala belimdeydi ve hala heyecan vardı içimde.
"Geçenki söylediğim kişiydi, hatırlayamadığım ama benim için önemli olduğunu düşündüğüm kişi" dediğimde hafifçe gülümsedi. Niye bu kadar ayrıntı verdim ki?
"Neyi hatırladın?" dedi gülümseyerek.
"Ben onun gözlerini sevdiğimi söylediğimde o da benim gözlerimi sevdiğini söylüyor. Ben kahverengi olduğu için beğenmiyorum ama o bir şey söylüyor ve sayesinde gözlerimi sevmeye başlıyorum" dedim. Gülümseyerek anlatmıştım bunları. Gerçekten bu güzel sahneyi yaşamış mıydım?
"Ne dedi?" dedi. O da gülümseyerek dinliyordu. "Öldüğü zaman, Allah korusun inşallah ölmemiştir" dediğimde güldü. "Öldüğü zaman benim gözlerime, benim kahverengilerimin topraklarına gömülmek istediğini söyledi" dediğimde gülümseyerek gözlerime bakıyordu.
"Romantik biri sanırım. Senin aksine" dediğimde gülmeye başladı.
"Bence tam benim gibi biri" dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Tahmin ettim" dediğinde "Allah korusun" dedim gülerek.
Hala aynı pozisyondaydık, rüzgar artmıştı ve saçlarım uçuşuyordu.
"Üşüdüm" dediğimde kendine geldi.
"Gidelim hadi" diye arkasını dönmüştü ki durdurdum onu.
"Canını sıkan şey neydi?" dediğimde gülümsedi. "Eve gidince anlatırım, üşüdün" dediğinde ben de gülümsedim.
"Anlatacaksın ama, söz mü?" dediğimde gülerek "Söz" dedi ve motora bindi. Ben de arkasına bindim ve kollarımı beline doladığımda motor hareket etti.
Eve gelince ikimiz de salona geçtik.
"Anlat hadi" dedim heyecanla. Merak etmiştim. Gülerek dirseklerini dizlerine yasladı. "Biliyorsun biz uyuşturucu çetelerini yakalatıyoruz" dediğinde başımı salladım. "Hatta bana çeteyi gösterecektin, unutmadım" dediğimde gülümsedi. "Ben de unutmadım, merak etme göstereceğim" dedi.
"Bugün yine bir çeteyi yakaladık. Sadece yakalarken bizden biri yaralandı" dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Yaralandı mı? Ne oldu?" dedim.
"Kolundan bıçaklandı" dediğinde gözlerim kocaman oldu.
"Çeteyle kavga ederken" dediğinde şaşırdım. "Bıçak mı kullanıyorsunuz kavga ederken?" dedim korkuyla.
"Bazen silah da oluyor, çeteye bağlı" dediğinde gözlerim kocaman oldu.
"Bazen, bizden hiç olmadı" dediğinde gerçekten tehlikeli bir şey olduğunu anladım. "Sen de kullanıyor musun onları?" dedim endişeyle.
"Ben onların lideriyim, tabi ki kullanıyorum" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Yaralıyor musun yani birilerini?" dediğimde bir süre sadece yüzüme baktı. "Korkma, masumlara zarar vermiyorum" dedi. Yanlış anlamamı istemiyordu.
"Böyle bir şey yapmayacağını zaten biliyorum ama, yine de" diyip sustum.
"Silah kullanmayı nereden öğrendin?" diye konuyu değiştirdim. "Çalıştığımız polisler arasında tanıdıklarım var. Onlar sayesinde öğrenmiştim" dediğinde sessiz kaldım.
"Yaralanan kişi, iyi mi?" dedim.
"Kolunu bir süre kullanamayacak ama iyi" dediğinde "Buna mı canın sıkkındı?" dedim merakla.
"Evet, onlar benim kardeşim sayılır." dediğinde hafifçe tebessüm ettim.
Onları böyle sahipleniyor olması güzeldi ama yine de çatışması, yaralaması, belki yaralanması...
"Daha önce yaralandın mı bunun için?" dediğimde "Bir kere koluma küçük bir kesik almıştım ama bir şey olmadı" dedi. Sessiz kaldım, ne diyeceğimi bilemiyordum. "Bak kafanda neler dönüyor bilmiyorum ama şunu bil, biz masumlara zarar vermiyoruz. Üstelik onlar başlatmadığı sürece biz yine zarar vermiyoruz" diyerek açıklama yaptı.
Bunu söylemesine gerek yoktu, onun bunu yapmayacağını zaten biliyordum.
"Biliyorum" dediğimde gülümsedi.
"Ben yatıyorum, yorgunum biraz" diyip ayağa kalktım.
"İyi geceler" diyerek çıktım salondan. Yine bir şey söylememişti. Beklemiyordum artık.
Sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlamaya başlamıştım. Şimdi gidip Ardil'i uyandıracaktım. Merdivenleri çıktıktan sonra odasının önünde durdum. Yavaşça kapıyı tıklattım ama ses yoktu. Sanırım uyuyordu hala. Kapıyı açıp içeri girdim ama Ardil yoktu. Odanın ortasına ilerledim ve etrafa bakındım. Yatağı bozuktu ama yoktu.
Duyduğum sesle arkamı döndüm ama gördüğüm şeyle hızla tekrar arkamı döndüm. Ardil'in üzeri çıplaktı ve belinde sadece bir havlu vardı.
Hadi ama! Bir gün olsun rezil olmadan duramaz mıydım?
"Ne oldu?" derken güldüğünü hissetmiştim. "Kahvaltı hazır" dedim sessizce. "Bana dönsene" dediğinde "Neden?" dedim.
"Utanmanı gerektirecek ne var? Havlu var üzerimde. Hem arkanı dönmeden odadan çıkamazsın" dediğinde derin bir nefes aldıktan sonra yavaşça arkamı döndüm.
Bakışlarım yerde olduğu için aşağıdan yukarıya doğru süzdüm onu. Belindeki havlu her an düşecek gibi duruyordu.
Boynuna doğru çıktığımda bir damlanın yavaşça aşağı süzüldüğünü gördüm. Karın kaslarından geçti ve havlunun içine girdi. Sertçe yutkunarak zorla da olsa yüzüne çıkardım bakışlarımı.
Saçları ıslak ve dağınıktı ama ona ayrı bir hava katmıştı. Tıraş olmuştu sanırım. Zaten sakallarını fazla uzatmıyordu, hemen kesiyordu. Peki ben bunu neden fark etmiştim?
Sırıtmaya başladığında nefes almadığımı fark ettim. Derin bir nefes alıp gözlerine odaklanmaya çalıştım.
"Be-ben çıkıyım" dedim sessizce.
"Neden?" diyerek bana yaklaştı. Hafifçe geri gittiğimde bacağım yatağın kenarına değdi. İçimden defalarca küfür ettim kendime. Biraz daha gelip dibimde durdu. "Kah-kahvaltı hazır" dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Neyim vardı benim?!
"Öyle mi?" dedi yüzünü bana doğru eğerek. Nefesi yüzüme gelmişti, kokusunu duyuyordum. "Hıhım" dedim. Hipnoz olmuş gibiydim.
"Neye hıhım?" dediğinde bir an ben de düşündüm. "Öyle" dedim yuktunarak. Yutkunduğumu duyduğuna emindim. Dudağının sağ tarafı kıvrıldı ve gamzesi gözlerimin önüne serildi.
"Kabul et" dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Neyi?" derken bana biraz daha yaklaştı. Nefesimi tutmuştum. Gözleri dudaklarıma kaydığında istemsizce yaladım. Gülümseyerek gözlerime baktı tekrar. "Benden etkileniyorsun" dediğinde sertçe yutkundum.
"Duydun" dediğinde "Senden etkilenmemi mi istiyorsun?" dedim. Onun yöntemi her zaman işe yarıyordu.
"Benden zaten etkileniyorsun" dediğinde hızla sağa geçtim ve ondan uzaklaştım.
"Sen hayal dünyanda yaşamaya devam et. Ben kahvaltıya iniyorum" diyip koşar adımlarla odadan çıktım. Mutfağa geldiğimde derin bir nefes aldım.
Saçmalıyordu! Ondan etkilenmiyordum! Bilerek yapıyordu. Ama ben de aynısını ona yapmasını bilirdim!
Masaya oturduğumda Ardil de içeri girdi. Gözlerimi masadan ayırmadım. Utanıyordum hala. Güldüğünü hissediyordum. Umursamadan yemeğime devam ettim.
Sessizce yemeğimizi yedikten sonra ben masayı toplamaya başladım. O da odasına çıktı. Ben de işim bitince çıktım ve hazırlandım. Aşağı indiğimde Ardil'in beni beklediğini gördüm. Sessizce kapıdan çıktık ve motora ilerledik.
Hala utanıyor olmam normal miydi?
Motordan indikten sonra kantine ilerlemeye başladık. Bir anda Murat yolumuzu kesti. "Günaydın Dila" dedi Ardil'i görüyormuş gibi yaparak.
"Günaydın Murat" dedim. Açıkçası Ardil'in yanında onunla konuşmak istemiyordum.
"Naber?" dedi gülümseyerek. Hala Ardil'i umursamıyordu. Ardil'in yüz ifadesini bilmiyordum ama yanımızdan da gitmiyordu. "İyidir sen?" dedim aynı şekilde. "İyi bende, biraz konuşalım mı?" dediğinde başım otomatik olarak Ardil'e döndü ama o sert bir ifadeyle Murat'a bakıyordu. "E, tabi olur" dediğimde Ardil hızla bana döndü. Bir kaşı havaya kalktı. 'Öyle mi?' der gibi baktı. Ne yapabilirdim ki şu an? Murat sadece normalce konuşmak istiyordu.
"Tamam, gel" diyip arkasını döndü Murat. Ardil'e son bir bakış atıp arkasından ilerledim. Az ileride bir banka oturduğumuzda aynı yere baktım, Ardil yoktu. "Ne konuşacaktın?" dedim. Umarım kısa keserdi.
"Yaklaşık 10 gün sonra bir arkadaşımın doğum günü partisi var. Zengin bir yerde olacak, benimle gelir misin?" dediğinde şaşırmıştım. Zengin bir yere beni mi çağırıyordu? Hem ben hiç sevmem ki öyle yerleri!
"Yani Murat bilemiyorum" dedim istemsizce. "Daha zamanı var, sen düşün. Bana haber verirsin" dediğinde "Tamam" diyip ayağa kalktım.
"Sonra görüşürüz" diyerek hızla içeri girdim. Onunla gitmek istemiyordum ama nasıl reddedecektim ki?
Kantine girince bizimkilerin olduğu masaya ilerledim. Ardil'in yanına oturduğumda Cansu hemen "Ne konuştunuz?" dedi. "Kiminle?" dedim şaşkınlıkla. "Murat ile" dediğinde "Sen nereden biliyorsun?" dedim. Ardil'in söyleyeceğini sanmıyordum.
"Sizi izledik" dediğinde cama çevirdim başımı. Bizim oturduğumuz bank görünüyordu. "Çok ayıp" dedim alaya alarak. "Ne söyledi?" dedi tekrar.
"Sonra konuşuruz " dedim. Ardil'in yanında söylemek istemiyordum, zaten sinirli görünüyordu.
"Söyle söyle, merak ettik" dediğinde Ardil'e döndüm. "Önemsiz bir şey" dediğimde zorlamadı. Ardil bana bakmaya devam ediyordu ama hızla başımı çevirdim.
Dersler bitmişti. Diğerleri dışarı çıkarken ben lavaboya gideceğimi söyleyip ayrılmıştım onlardan. Cansu gelmeyi teklif etse de gerek olmadığını söyledim.
Lavabodan çıkıp elimi yıkadım. Peçete alıp kuruladım ve çöpe attıktan sonra arkamı döndüm ki göğsüne çarptığım kişiyle duraksadım. Başımı kaldırdığımda Ardil olduğunu fark ettim. Kaşlarım çatıldı. Yanlış tuvalete mi gelmiştim? Etrafıma bakındım ama buranın kız tuvaleti olduğuna emindim. Ona döndüğümde düz bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Burası kızları tuvaleti biliyorsun değil mi?" dediğimde yavaşça üzerime eğildi. Kalçam lavaboya çarptığı için gidecek yerim yoktu. Ellerini iki yanımdan lavabaya koyduğunda yüzü çok yakınımdaydı. Hadi ama, daha sabahkini yeni atlatmıştım!
"Farkındayım. Bu yüzden kimse gelmeden işimizi halledelim" dediğinde sertçe yutkundum. "İşimiz derken?"
Konuşurken sesim zor çıkmıştı. Bu kadar yakın olması sağlıklı değildi.
"O itle ne konuştun?" dediğinde anlamayarak kaşlarım çatıldı. Ardından Murat'tan bahsettiğini anladım.
"Önemsiz bir şeydi" dediğimde yüzünü daha da yüzüme yaklaştırdı. Bedeni bedenime değiyordu resmen.
"Ne konuştun?" dedi tekrar dişlerini sıkarak. Sertçe yutkunarak derin bir nefes aldım. Nefesimi verdiğimde gözünü kırpıştırdı, sanırım nefesim yüzüne çarpmıştı. Gözleri kısa bir an dudaklarıma inse de tekrar gözlerime baktı. "Söyleyecek misin, yoksa o açılmayan ağzını tamamen kapatıyım mı?" dediğinde nefes alamadığımı hissettim. Öpmekten mi bahsediyordu? Yoksa ben kafamda mı kuruyordum?
Bu kadar heyecanlanmam normal mi?
"Şey dedi" diyip bekledim. Gözleri çok yakınımdaydı, bedeni bedenime, nefesi yüzüme değiyordu. Kokusu üzerime sinmişti. Nasıl odaklanabilirdim ki?
"Yaklaşık 10 gün sonra bir arkadaşının doğum günü varmış" dedim. Sesim o kadar kısıktı ki ben bile zor duyuyordum.
"Beni davet etti" derken sesim daha da kısıldı. Son dediğimle çenesini sıktı.
"Sen ne dedin?" dediğinde daha da sinirlendiğini fark etmiştim.
"Bilmiyorum, düşüneceğimi söyledim" dediğimde biraz daha yaklaştı. Nefesimin kesileceğini sandım bir an.
Burnu burnuma değmek üzereydi. Nefesi nefesime karışmaya başladı.
"Cevabın ne olacak?" dediğinde sertçe yutkundum.
"Hayır demek istiyorum ama nasıl reddedeceğimi bilmiyorum" dedim dürüst bir şekilde. Cevabımla dudağının sağ tarafı kıvrıldı. Gamzesi yine gözler önüne çıktı ama şimdi daha da yakınımdaydı ve ona dokunma dürtümü engellemeye çalışıyordum. Ve bu oldukça zordu benim için.
"Güzel" derken gözleri dudaklarıma kaydı. Heyecandan istemsizce dudaklarımı yaladığımda gülümsemesi büyüdü.
"Bilerek mi yapıyorsun?" dedi tekrar gözlerime bakarak. "Neyi?" dedim. Nefesimi tuttuğumun farkında değildim.
Cevap vereceği sırada kapı açıldı ve bir kız girdi. Bizi görünce hızla tuvaletlerden birine girdi.
"Rezil olduk senin yüzünden" dediğimde gülerek başını iki yana salladı ve arkasını dönüp çıktı. Ben de hemen arkasından çıktım. Ona bakmamaya çalışarak yanında yürüdüm. Birlikte bahçeye çıktığımızda motorların yanında bekleyen Cansu ve Mert'in yanına ilerledik. "Biz yemek yiyeceğiz. Sizde gelsenize" dedi Cansu ikimize bakarak.
"Benim çalışmam lazım" dediğimde "Unuttum onu" dedi dudaklarını büzerek. "Sen geliyor musun?" dedi Mert Ardil'e. "Yok ya siz takılın" dedi Ardil umursamazca. "Tamam o zaman, sonra görüşürüz" diyerek sarıldı Cansu ve motora binip gittiler. Ardil'e döndüğümde bana baktığını gördüm ve hemen gözlerimi kaçırdım. Bunu yapmamla güldüğünü duydum.
"Neyse, ben gidiyorum" diyip arkamı dönmüştüm ki kolumdan tuttu.
"Çıkışta ben geleceğim, bekle" dediğinde itiraz ettim. "Dün de geldin zaten, gerçekten gerek yok" dediğimde kaşları çatıldı. "Gerek var, o saatte kendin mi geleceksin?" dediğinde sesli bir nefes verdim. "Senin için söylüyoruz, ona da yaranamıyoruz" dedim kendi kendime ve kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Yüzünü biraz daha bana eğdi.
"Bana atar gider yapma" dedi ama derken hafifçe gülümsüyordu.
"Yaparsam ne olur?" dedim aynı şekidle. Gözleri dudaklarıma kaydı. Orada biraz oyalandığında hemen geri çekildim. Gülerek bana bakıyordu.
"Pislik" dediğimde gülmeye devam ediyordu. "Gülme!" dedim ama dayanamayıp ben de gülümsedim.
"Ben gidiyorum" diyip arkamı döndüm ve hızla çıktım bahçeden. Yüzümde bir sırıtma vardı. Nedenini bilmiyordum ama sevmiştim bu sırıtmayı.
Kafe şimdilik boştu. Henüz akşam olmamıştı, birazdan dolmaya başlardı. Şimdiye kadar henüz iki masanın siparişini almıştım. Yorulmamıştım yani. Şimdi de Sinan ile kasanın yanında sohbet ediyorduk.
"Sen şimdi hangi bölümü okuyorsun?" dedi. "İç mimarlık. Sen okumuyor musun?" dedim merakla.
"Hayır, okumakta pek gözüm yoktu. Lise 2'den sonrasını açıktan bitirdim. Sonra da iş aradım, burada çalışıyorum bir süredir" dedi. "Neden liseyi açıktan devam ettirdin ki?" dedim.
"Arkadaşlarım normal kişiler değildi, pislik işler yaparlardı. Bir süre sonra ben de onlara benzemeye başladım. Babam okuldan alacağını söyledi, benim canıma minnetti zaten" dedi. Canı sıkılmış gibi değildi, pişman değildi okulu bıraktığı için. "Arkadaşların ne yapıyordu da baban okuldan alacak kadar sinirlendi ki?" dedim. Ağzını açacağı sırada "Naber?" diye duyduğumuz sesle ikimiz de önümüze döndük. Murat gelmişti.
"İyidir kardeşim senden?" dedi Sinan selamlaşarak. "Aynı" diyip bana döndü Murat. "Nasıl gidiyor Dila? Alıştın mı?" dedi gülümseyerek. "Evet, beklediğimden daha kolay" dediğimde gülümsedi ve Sinan'a döndü. Başıyla bir işaret yaptı, ardından bana "Görüşürüz " diyerek çıktı kafeden. Sinan da arkasından gittiğinde yine merakıma yenik düştüm. Kafenin arka tarafına geldiklerinde camın kenarına saklandım ve onları izlemeye başladım. Önce normal konuşuyorlardı. Sonra Sinan cebinden biraz para çıkardı ve etrafını kontrol ederek Murat'a verdi. Borç mu istemişti Murat?
Ardından Murat cebinden bir paket çıkarıp hızla Sinan'a verdi. Sinan almadı, bir şeyler söylüyordu. Murat'ın eli havada kalmıştı, bir yandan da etrafını kontrol ediyordu. Hızla telefonumu çıkardım ve birkaç tane fotoğraflarını çektim. Ardından Sinan paketi aldı ve cebine attı. Selamlaşıp ayrıldılar. Sinan tekrar kafenin içine gelirken hemen yerimden ayrıldım. Demek Ardil doğru söylüyordu, Murat uyuşturucu ile uğraşıyordu. Üstelik Sinan da.
Belki de lisede bahsettiğ pis işler bunlardı. Gördüklerime göre Murat satıcı, Sinan alıcıydı. Murat'ın kullandığına dair bir kanıt yoktu ama belli ki Sinan kullanıyordu. Hatta belki de bağımlıydı.
Bunu Ardil'e söylemem lazımdı, mutlaka.
Bir masa garsonu çağırdığında onlara gidecektim ki gördüğüm kişilerle duraksadım. Bunlar gıcık olan müşterilerdi. Bunlara gitmek istemiyordum. Etrafıma baktım ama tüm garsonlar doluydu. Oflayarak masaya ilerledim.
"Buyrun, ne istemiştiniz?" dedim yapmacık bir gülümsemeyle.
"Ben bir espresso alıyım bebek" dedi erkek olan sırıtarak.
"Ben de latte şekerim. Köpüklü olsun" dediğinde başımı sallayarak masadan uzaklaştım. Böyle insanları sevmiyordum. Normal konuşamıyor musun sanki?
Hazır olan tepsiyi alıp masalarına ilerledim. Bardakları önlerine koyduğumda kız bana dönüp "Tatlım bu az köpüklü olmuş, bana çok köpüklü getir" dediğinde derin bir nefes alarak başımı salladım ve masadan ayrıldım.
Yeni bardağı alıp masalarına ilerledim. Bardağı önüne koyduğumda bana döndü. "Bu da çok köpüklü olmuş, ortan yok mu senin şekerim?" dediğinde sesli bir nefes verdim.
"Ben değil, makine yapıyor efendim" dedim. Allah'ım sen bana yardım et.
"Yenisini getirir misin?" dediğinde ciddi mi diye suratına baktım ve gerçekten de ciddi duruyordu. Sabır, sabır!
Bardağı alıp değiştirdim ve yenisini getirdim. "Neyse fena olmamış tatlım" dediğinde sinirle gülümsedim.
"Afiyet olsun" diyerek uzaklaştım masadan. Allah'ım ne bu ya!
Son bir iki müşteri kalmıştı. Garsonlar da çıkmıştı zaten, bir iki kişi kalmıştık. Çıkmama az kalmıştı. Boşalan masaları toplarken geriye sadece bir müşteri kaldı. Onun da çıkmasını bekleyeceklerdi.
Masaya döndüğümde bir adam oturuyordu. Bir dakika! Bu o! Üvey babam!
Gözgöze geldiğimizde iğrenç sırıtmasıyla bana baktı. Beni bekliyordu! Buradan çıkmamı bekliyordu!
Hızla soyunma odasına girdim ve üzerimi değiştirdim. Montumu giymeden önce Ardil'i aradım. Kapıda olduğundan emin olmam lazımdı.
"Ardil geldin mi?" dedim endişeyle.
"Kapıdayım, ne oldu?" dedi. Bir şey olduğunu anlamıştı.
"Üvey babam içeride şu an. Çıkmamı bekliyor sanırım. Geldiğinden emin olmak istedim" dedim. Hala endişeliydim. Sessizce bir küfür etti.
"Buradayım ben bekliyorum. Ne zaman çıkıyorsun?" dedi.
"Montumu giyeceğim, en fazla 20 saniye" dedim. "20 saniye sonra burada olmazsan içeri gireceğim" diyip kapattı telefonu. Hızla telefonu cebime koyduğumda bir el ağzımı kapattı.
"Benden kaçabileceğini mi sandın?"
Okur Yorumları | Yorum Ekle |