2. Bölüm

1. BÖLÜM

Beyza Nur
aquilajk_1903

 

Bir tarihi eseri andıran koca konağın terasında oturmuş elindeki kitabı okumaya çalışıyordu fakat sarhoş gibi esen rüzgar bir türlü fırsat vermiyordu. Şalını ve saçlarını bir o yana bir bu yana savuruyordu. Tüm dikkati dağılıyordu, odaklanamıyordu kitabına. Sinirlenmeye başlamıştı. En sonunda pes edip ayağa kalktığı sırada aşağıdan bir ses duydu.

 

"Arjîn" Aşağı bakıp,

 

"Efendim, anne?" diye seslendi.

 

"Rüzgar esiyor, üşütme. Gel, salona"

 

"Geliyorum" Merdivenlerden inip 2. Kattaki büyük salona doğru yürüdü. Sofrayı kuran yardımcıya,

 

"Kolay gelsin, Gülsüm Abla" diyip yengesinin yanına oturdu. Bu sırada Gülsüm Abla da teşekkürünü etmişti.

 

"Yavrum şu havada niye teras da oturuyorsun hasta olacaksın Allah korusun"

 

"Yeni yeni esmeye başlamıştı rüzgar" Annesine fırsat vermeden konuşmasına devam etti;

 

"Nursel Yengem nerelerde, kahvaltıdan sonra göremedim onu bugün"

 

"Garibim çok heyecanlı, yıllardır yolunu gözlediği kocası gelecek diye dört dolanıyor etrafta. Hazırlıklar, alışverişler yapıyor" dedi, Şifa Ana. Şifa Ana Arjîn'in babaannesiydi. Yetmişini geçmesine rağmen ellili yaşlarda görünüyordu. Bu yaşına göre hala dinçti, dediğim dedik birisiydi.

 

"Kurban olduğum yavrum geliyor, Rabbime şükürler olsun bize bugünleri de gösterdi" Cümlesi bitince ellerini havaya kaldırıp, dualar etmeye başladı, Rezan Hanım. Arjîn derin düşüncelere dalmıştı. Onun bu düşünceli halini gören Rahşan yengesi,

 

"Hayrola Arjîn? Niye böyle kara kara düşünüyorsun?" diye sordu. Arjîn düşüncelerinden sıyrılıp cevap vereceği sırada içeriye iki abisi ve en büyük abisi Cüneyt'in 7 yaşındaki oğlu Yağız girdi. Yağız "Halaa" diye bağırıp Arjîn'in kucağına koştu. Arjîn sıkıca sarıldı yeğenine. Abileri sırayla babaannelerinin elini öptü. Azat eşi Rahşan'ın yanına, Devran da annesinin yanına oturdu. Bir süre hal hatır sorup muhabbet ettiler. Muhabbetlerini Gülsüm'ün

 

"Hanımağam sofra hazırdır" lafı böldü. Önde Şifa Ana ardından, Rezan Hanım ve diğerleri sırayla sofraya oturdu. Rezan kızı Arjîn'e,

 

"Kızım, Nursel yengeni çağır hele de gelsin bir şeyler yesin" dedi. Arjîn,

 

"Tamam, anne" diyip sofradan kalktı. Ardından Şifa Ana,

 

"Dur hele kızım. Bırakın hazırlıklarını tamamlasın, işi bitince yer yemeğini. Rahatsız etmeyin şimdi" dedi. Arjîn kafasını tamam anlamında sallayıp yerine oturdu tekrardan. Yağız çorbasını hızlı hızlı içerken konuşmaya başladı;

 

"Azat Amca"

 

"Efendim, amcam"

 

"Babam yarın gelecek ya hani"

 

"He"

 

"Artık hep bizimle mi yaşayacak?" Azat yeğenine sevgi dolu bakışlarla cevap verdi,

 

"Evet amcasının paşası, baban artık hep burada bizle yaşayacak. Senin yanında olacak" Yağız mutlulukla kafasını sallayıp sofradan kalktı.

 

"Yağız nereye? Daha yemeğini bitirmedin" dedi, Arjîn. Yağız halasının yanağına bir öpücük kondurdu ve,

 

"Doydum ben. Annemin yanına gideceğim" dedi. Sofradakilerin cevap vermesine bile fırsat vermeden koşarak salondan ayrıldı. Herkes onun ardından gülümseyerek baktı.

 

"Eşek ya, nasıl da heyecanlı" dedi, Devran.

 

"Ah ah, bahtsız yavrum benim. İçi nasıl da kıpır kıpırdır şimdi. Yıllardır çektiği baba hasreti bitiyor. Dünyalar onun oldu şimdi. Siz onu bir de yarın görün" dedi, Şifa Ana. Herkes yüzünde gülümseme ile yemeğine devam etti.

 

Ev halkı yemeğini yedikten sonra koltuklarda yerini almış kahvelerini içiyordu. Nursel de tüm hazırlıklarını tamamlamış yanlarına gelmişti.

 

"Yağız nerede, yenge?" Kahvesinden bir yudum alırken bir yandan da sorusunu sordu, Arjîn.

 

"Uyuttum onu, yarın erkenden uyanır o. Uykusunu alsın paşam"

 

"İyi yapmışsın" Yine ev halkını sessizlik aldı. Bu sessizliği Azad'ın eşi Rahşan bozdu.

 

"Ben bir şeyi çok merak ediyorum"

 

"Neyi merak ediyorsun gelin hanım?" diye sordu, Şifa Ana.

 

"Şimdi Cüneyt Abi hapisten çıkıyor ya"

 

"Eee" Herkes pür dikkat Rahşan'a bakıyor, ne söyleyeceğini merakla bekliyordu.

 

"Malum bu kan davası, vurma sırası Kozan'lara geldi. Ne yapacaklar? Bundan sonrası ne olacak?" Bir anda herkes donup kalmıştı. Sıranın Kozan'lara geldiğini biliyorlardı. Ama o an yıllardır hasretle yollarını gözledikleri Cüneyt'in hapisten çıkacak olmasının sevinci bir süreliğine bunu unuturmuştu. Şimdi de sağ olsun Rahşan sevinçlerini kursağında bırakmış, içlerine ateşin közünü düşürmüştü. Eşi Azat sinirle derin nefes aldı.

 

"Rahşan, şimdi sırası mı bunu söylemenin?" Ses tonu bir tık fazla çıkmıştı.

 

"Şu lüzumsuzluğunu her seferinde yapmasan ölür müsün ha" diye çıkıştı, Rezan Hanım.

 

"Niye kızıyorsunuz Ana? Kötü bir şey mi dedim? Ne olacağını korkuyla bekliyorum. Günlerdir gözüme uyku girmiyor. Ya Azat'ı vururlarsa? Ben bunun acısına nasıl dayanırım?" Şifa Ana burada araya girdi.

 

"Rahşan Gelin! Senin tek derdin tek korkun Azat mıdır? Cüneyt ya da Devran'ı vursalar umrunda olmaz mı? Üzülmez misin?" Rahşan gözlerini kocaman açtı.

 

"Şifa Anam, elbet üzülürüm. İstemem bu evden bir can alınmasını. Siz benim ailemsiniz, Allah hiçbirinizin acısını yaşatmasın ama Azat benim eşim, ona bir şey olursa 2 yaşındaki kızım ve karnımdaki bebemle ne yaparım ben? Kocamın yokluğunda nasıl yaşarım?"

 

"Yenge, Allah aşkına nasıl konuşuyorsun sen? Sanki abim ölmüş gibi. Tövbe estağfurullah. Hadi diyelim ki Allah korusun öyle bir şey oldu. Biz seni çocuklarınla ortada mı bırakacağız?! " Devran öfkeyle konuşmuştu.

 

"Hamilelik olan aklını da aldı bunun" dedi, Rezan Hanım.

 

"Ya-" Şifa Ana Rahşan'ın sözünü kesip,

 

"Rahşan, sen git kızına bak. Kafana da bir şey takıp canını sıkma. Hamilesin çocuğuna da sana da bir şey olmasın" dedi. Rahşan kafasını önüne eğip,

 

"Peki, Ana" dedi. Ayağa kalktı iyi geceler dileyip gitti.

 

"Yengeme niye kızıyorsunuz? Kadın doğruları konuşunca suçlu mu oldu?" dedi, Arjîn.

 

"Yaw Allah aşkına bu konu şimdi açılır mı? Şurada bir sevincimiz vardı onun da içine etti" dedi, Devran. Azat ters ters Devran'a baktı.

 

"Devran!"

 

"Ne abi? Haksız mıyım?" Şifa Ana ikisi arasındaki gerginliği hissetti. Tartışma olmasın diye araya girme ihtiyacında bulundu.

 

"Durun hele! Didişmeyin birbirinizle. Azat, oğlum sen git karının yanına. Üzmesin kendini"

 

"Tamam, babaanne" Azat kalkıp babaannesinin ve annesinin elini öptü. Ardından herkese iyi geceler dileyip gitti. Devran'a ters bakışlar atmıştı gitmeden. Nursel bir süredir konuşmamak için kendini zor tutuyordu. En sonunda dayanamayıp,

 

"Ya Cüneyt'imi çıkar çıkmaz vururlarsa" dedi, telaşla. Devran ya sabır çekip duruyordu.

 

"Kızım içine kötü düşünceler sokma" dedi, Rezan Hanım.

 

"Kapatın artık şu konuyu, canımızı sıkıp durmayın" dedi, Şifa Ana.

 

Herkes susmuştu ama hepsinin içi içini yiyordu. Ya Nursel'in dediği gibi olur da Cüneyt hapisten çıkar çıkmaz onu vururlarsa. Ya da Azat'ı vurup da iki yetim bırakırlarsa ardından. Ne bitmek bilmeyen kan davaları vardı. İnsanların ocağını söndürüp, çoluğunu çocuğunu açıkta bırakmak, karşılarında dökülen yüzlerce gözyaşını hiçe saymak adil miydi? Demek ki töre buydu; acı, vicdan, hüzün, sevgi.. Hiçbir duygu bilmeyen bir şeydi. Ne geçmişin acısını, kinini bilirdi ne de gözler önünde dökülen gözyaşlarını. Allah'ın emri değildi bu töre, kulların aklıydı. Dökülen kanı illa kanla mı temizlemek gerekiyordu?

 

Arjîn derin düşüncelere dalmış oturuyordu yatağında. Gecenin bir vaktiydi. İçinde tarif edilemez bir sıkıntı, huzursuzluk vardı. Uyku tutmamıştı. Ne zaman bu hislere kapılsa mutlaka kötü bir şey oluyordu. Korkuyordu. Bir sevdiğini daha kaybetmek, onun acısını yaşamak istemiyordu. Acaba hangi abisini vuracaklardı? Nursel yengesinin dediği gibi ya yarın abisini daha göremeden vururlarsa? Aklındaki bu kötü düşünceleri atmaya çalışıyordu. Şeytan sanki onunla inatlaşıyordu. İnadına en olmayacak kötü şeyleri aklına sokuyordu. Sabaha kadar bu düşünceler yüzünden uyuyamadı.

 

Kahvaltıdan sonra Devran, Azat, Nursel, Yağız ve Arjîn Cüneyt'i almak için cezaevine doğru yol aldı. Yağız ön koltukta Azat amcasının kucağına oturmuştu. Sürekli konuşuyordu, sorular soruyordu. İki dakika da bir daha gelmedik mi sorusunu soruyordu.

 

"Oğlum az sabret la, tabakhaneye mi yetişeceksin" dedi, gülerek arabayı süren Devran. Azat kafasına vurdu,

 

"Çocuk heyecanlı, dalga geçme hırbo"

 

"Amca tabakhane ve hırbo ne demek?" Azat amcasına bakarak sormuştu sorusunu. Devran amcasını da çok severdi ama Azat onun için bir başkaydı.

 

"Tabakhane ayıp bir şey. Hırbo da Devran Amca'nın göbek adı. Sen ona bundan sonra Hırbo Amca de. Tamam mı?" Yağız kafasını salladı. Devran,

 

"Abi, ayıp oluyor" dedi. Arjîn ve Azat güldü. Nursel,

 

"Çocuğumun yanında öyle şeyler konuşmayın" dedi. Azat yengesine dönüp konuştu.

 

"Yengecim, amcasının göbek adını bilmeye hakkı yok mu Yağız Paşa'mızın?" bu sefer Nursel de gülmüştü. Devran ters ters abisine bakıyordu ara ara. Bir saatlik yolun ardından cezaevinin önüne gelmişlerdi. Yaklaşık 10 dakika kapının önünde beklediler. Başta Yağız ve Nursel olmak üzere hepsi çok heyecanlıydı.

 

"Niye hala çıkarmadılar?" dedi, Devran. Bir yandan da elindeki tesbihi çekiyordu hızlıca. Nursel elini kalbine götürüp,

 

"Ya bir şey olduysa" dedi.

 

"Yenge kötü şeyler getirme aklına. İçeride işlemler uzun sürmüştür. Çıkacak birazdan" dedi, Azat. Tam bu sırada büyük kapı yavaş yavaş açılmaya başladı. Hepsi gözlerini kocaman açmış, heyecanla kapının ardındaki kişinin görünmesini bekliyordu. Saniyeler saat gibi geçiyordu. Ve bekledikleri görüntü ile karşılaştılar sonunda. Uzun boyu, kara gözü, kara kaşı, gür ve kapkara saçları ile dimdik duran Cüneyt Ağa karşılarındaydı. Yağız "Babaaa" diye çığlık atarak babasına doğru koştu. Babası olduğu yerde onu bekliyordu kıpırdamadan. Yağız ile aralarında bir adım kalmıştı ki kollarını açtı Yağız'ı kucağına aldı.

 

"Oğlumm" diyerek, doya doya sarıldı, öptü yavrusunu. Yaklaşık 5 Dakika baba-oğulun sevgi gösterisini izlediler. Cüneyt Ağa oğlunu yere indirdi. Kafasını kaldırdığı an biricik eşi, kalbinin sultanı Nursel ile göz göze geldi. Ardından birbirine doğru yürüdüler. Yürüdüler, aradaki mesafe inatlarına bitmek bilmiyordu sanki. Birbirlerine sarıldıkları an sanki dünya dönmeyi bırakmıştı. Sonsuza dek öyle kalabilirlerdi. Cüneyt, Nursel'in kahverengi saçlarını kulağının arkasına attı ve alnından öptü. Arjîn bilerek yapmacık bir öksürük attı ortaya. Cüneyt gülümsedi, ona doğru yürümeye başladı.

 

"Abisinin gülü kıskandı mı bakayım" Arjîn'e de sıkıca sarılıp alnından öptü.

 

"Herhalde kıskanacağım biraz da bizi sev" Gülerek söylüyordu, Arjîn. Cüneyt de bir yandan diğer kardeşlerine sarılıyordu.

 

"Abi şaşırıp benim alnımı da öpme sakın" Devran yine esprisini patlatmıştı.

 

"Off abi şu gereksiz esprilerini ne zaman bırakacaksın?" dedi, Arjîn. Devran Arjîn'in kafasına vurdu.

 

"Yolarım o kara saçlarını" Arjîn bozulan şalını tekrar tel toka ile düzeltmeye çalıştı.

 

"Rahat bırak saçlarımı" Azat ve Devran Cüneyt'in bütün eşyalarını arabanın bagajına yüklemişti. Cüneyt kapıdaki askerlerle de vedalaştıktan sonra yola koyuldular. Yol boyunca espriler yapılmış, kahkahalar atılmıştı. Özellikle Yağız Devran'a Hırbo Amca diyince çok gülmüşlerdi. Azat gülme krizine girmişti. Devran baya bozulmuştu. Yağız sürekli babasına sorular soruyordu. Nursel de yıllardır özlemle beklediği eşini yüzünde tebessümle izliyordu. İçinden Allaha şükürler, dualar ediyordu. Arjîn içindeki sıkıntıyı belli etmemek için sohbetlere dahil olup duruyordu. Her ne kadar böyle yapsa da içindeki sıkıntı geçmek bilmiyordu.

 

Konağa vardıklarında tüm aşiret oradaydı. Cüneyt arabadan iner inmez davul zurna çalmaya başladı. Adaklar, kurbanlar kesilmeye başladı. Rezan Hanım koşarak oğlunun boynuna sarıldı, hasret giderdi. Bir yandan sevinç gözyaşları döküyordu. Şifa Ana da elindeki tesbihi çekerek ağır ağır merdivenlerden iniyordu. Son basamağıda indi,

 

"Evine hoş geldin, Cüneyt Ağa!" dedi. Cüneyt gülümseyerek annesinden ayrılıp babaannesinin yanına geldi. Ellerinden öptü.

 

"Hoş buldum, kurban olduğum" dedi. Şifa Ana da hasretle torununa sarıldı. Rahşan kızını Arjîn'in kucağına verip Cüneyt'in elini öpmeye gitti.

 

"Hoş geldin, Ağam"

 

"Hoş buldum, Yenge"

 

O gün akşama kadar davullar, zurnalar çaldı. Konakta şenlik havası vardı. Bütün Doğanlı aşireti konağa toplanmıştı. Akşama büyük bir yemek daveti vardı, Cüneyt Ağa'nın geliş şerefine. Akşam oldu, sofralar kuruldu. Herkes sofrada yerini aldı. En son aşiret liderleri geldi. Cüneyt sırayla ellerini öptü, iyi dileklerini aldı. Aşiret'in en büyük lideri Haşim Ağa herkesin ortasına oturdu. Yanına da Cüneyt'i oturttu. Sohbet eşliğinde yemeklerini yemeye başladılar. Rahşan ve Arjîn yan yana oturmuştu. Rahşan birden Arjîn'in kulağına eğildi,

 

"Kız Arjîn, benim içim hiç rahat değil yengem. Ne olacak şimdi? Her an Kozan'lar gelip bir şey yapacak diye ödüm kopuyor" dedi.

 

"Yenge, içini rahat tut. Strese girme çocuğuna da kendine de zarar veriyorsun. Korkma sen. O insan görünümlü şeytanlar gelip de bir şey yapamaz bize" Bu söylediğine kendide inanmıyordu ama yengesini daha fazla telaşlandırmamak için böyle söylemeye mecburdu. İki canlıydı sonuçta. Stres yüzünden hastalanabilir hem kendine hem de 3 aylık bebeğine zarar verebilirdi. Çok geçmedi ki kapıdaki korumalardan biri Haşim Ağa'nın yanına geldi,

 

"Ağam Kozan'ların aşiret lideri Macid Ağa geldi kapıda bekliyor. Senle konuşmak istiyormuş." dedi. Bunu duyan herkes paniğe kapıldı. Arjîn'in kalbi hızla atmaya başladı. Herkes korku dolu gözlerle birbirine bakıyordu.

 

"Aha geldiler işte" diye feryat etti, Rahşan. Arjîn yine kendi korkusunu belli etmeyerek yengesini sakinleştirmeye çalıştı.

 

"Sakin olun hele! Boş yere telaş etmeyin" dedi, Haşim Ağa. Ardından yanında bekleyen korumaya dönüp,

 

"Çağır Macid Ağa'yı buyursun gelsin" dedi. Koruma "Tamam, Ağam" diyip, gitti. Çok geçmeden Macid Ağa önde, kendi korumaları arkasından geldi. Onların peşinden de Doğanlı'ların korumalar. Haşim Ağa, Macid Ağa'yı görünce ayağa kalktı.

 

"Hoş gelmişsin, Macid Ağa" Her ne kadar Kozan Aşiret'inden nefret etse de onlardan birinin yüzünü görmek istemese de bir aşiret önderi olaraktan hoşgörülü olması lazımdı.

 

"Hoş buldum, Haşim Ağa"

 

"Hayrola akşam akşam hangi rüzgar attı seni buraya?" 5 dakika öncesine kadar sesin, gürültünün olduğu koca konak da şimdi ölüm sessizliğini andıran bir sessizlik vardı. Nefes almayı bile bırakmışlardı sanki.

 

"Jiyan Ağa bugün seninle de konuşmuş. Bu davaya bir çözüm yolu bulalım. Aşiretleriniz arasındaki düşmanlığı bitirelim diyor. Yarın akşam Jiyan Ağa'ların konak da iki aşiret toplanacağız. Jiyan Ağa kararını verecek"

 

"Haberim vardır, Macid Ağa. Jiyan Ağa'ya karşı boynumuz kıldan incedir"

 

"Ben yine de gelip haber edeyim dedim. Hadi afiyet olsun sizlere. Hayırlı akşamlar"

 

"Hayırlı akşamlar" Macid Ağa korumaları ile birlikte konaktan çıktı. Haşim Ağa da yerine oturdu tekrardan. Macid Ağa'yı sofralarına davet etmemişti. Ne de olsa hala düşmanları, kanlılarıydı. Nerede görülmüş kanlıları ile oturup yemek yiyenler.

 

"Haşim Ağa, bunu niye bize söylemedin?" diye sitem etti, Şifa Ana.

 

"Şifa Hatun, yemekten sonra söyleyecektim"

 

"Ne olacak peki? Ne gibi bir karara varılacaktır?"

 

"Allah şahit hiçbir şey bilmiyorum. Kararı Jiyan Ağa verecek. İki aşirete de bırakmam kararı, yoksa yine kan dökülür dedi"

 

"Allahım hayırlı haberlerle dönmenizi nasip etsin inşallah" 'Amin' sesleri yükseldi konaktan. Asıl şimdi herkesi büyük bir telaş almıştı. Yarını zor edeceklerdi. Yarın akşam alınacak kararın birisinin hayatını etkileyeceğini sezmişti herkes. Ama nasıl bir şekilde etkileyecekti?

 

 

Bölüm : 07.09.2024 21:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...