
Yetim kalan ruhumda, bedenimde töre diye tutturan, kendini yüceltmiş insanların dudaklarından çıkan kelimelerin kefenini giymiş, gömülmeyi bekliyordu.
İnsanoğlu dile, alınan kararlara laf geçiremiyordu. Kırıp dökebiliyordun. Hatta vurup can da yakabiliyordun. Ancak kemiksiz dillere laf geçiremezdin. Geçirebilseydim bugün bu lanet konakta olmazdım. Sabrım vardı. Sabırla beklerdim ama ne öfkeme ne de dilime hakim olabilirdim.
Günlerdir bu odadaydım. Bir kere bile çıkmamıştım dışarıya. Yemek yemeye dahi gitmemiştim. Bir grup şeytanla beraber oturup yemek yiyemezdim. Her seferinde ya konağın çalışanları ya da Dicle yemek getirmişti. İlk başlarda 'sizin suyunuzu bile içmem' diye ne kadar direndiysem bedenim en sonunda yenik düşmüştü. Mecburen tek tük bir şeyler yemiştim. Kitaplarla zamanımı geçiriyordum. Kitaplara gömülmediğim zamanlarsa düşüncelerim yüzünden çıldıracak duruma geliyordum.
Camın kenarında oturmuş dışarıyı seyrediyordum. Hapishanede daha özgür daha huzurluydum. Bu oda bu konak cehennem gibi geliyordu bana. Gibisi fazlaydı sanki, sonuçta burada şeytanlar yaşıyordu. Şeytanların yaşadığı yer de cehennemdi haliyle.
Kapının açılma sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Dönüp bakmaya gerek duymadım. Kimseyi görmeye can atmıyordum. Odanın içinde yavaş ve hafif ayak sesleri duyuluyordu.
"Sen kimsin?" Duyduğum, bana yabancı gelen bu çocuk sesiyle arkamı döndüm. Karşımda 6-7 yaşlarında bir kız duruyordu. Bana garip garip bakıyordu.
"Asıl sen kimsin?"
"Benim adım Kumru"
"Kimsin ve neden buraya girdin?"
"Ben amcama bakmaya geldim" Amca? Amcası kim bunun? Ah, Arjin! Kim olabilir sence? Bu oda kimin odası? Fırat'ın tabi ki de. Bu kız Fırat'ın abisinin kızıydı. Yani BABAMIN KATİLİNİN KIZI!
"Çık dışarı!" Bu kızı bir saniye bile görmek istemiyordum. Eğer biraz daha burada durursa elimden bir kaza çıkacaktı.
"Amcam nerede?" Bağırdığım için korkmuş olmalıydı. Ses tonu ürkek çıkıyordu. Umrumda değildi. Sonuçta o bir katilin kızıydı. Hem de benim babamın katilinin kızı...
"Yok amcan! Hemen çık buradan!"
"Senin ne işin var amcamın odasında?" Sakin ol, Arjin. Sakin ol.
"Sanane!"
"Sen amcamın karısı mısın?"
"Değilim!"
"O zaman odasında ne yapıyorsun?"
"Kumru" Sesin geldiği yöne bakınca Yılan Rojda'yı kapıyı açmış bize bakarken gördüm. Yılandan hiçbir farklı yoktu. Kumru annesinin sesini duyunca yanına koştu.
"Anne" Annesinin eteğine sarılmış bana bakıyordu.
"Niye geldin buraya?"
"Amcama bakmaya gelmiştim"
"Bir daha sakın bu odaya girmiyorsun!" Sanki bende can atıyordum, senin kızın için.
"Neden ama?" Sesi bu sefer ağlamaklı çıkmıştı.
"Çıkın buradan!" Sabrım taşmak üzereydi. Rojda yılan bakışlarıyla dik dik baktı.
"Buna sen karar veremezsin. Ayrıca bana emir de veremezsin!"
"İstediğimi yaparım! Hemen kızını da al defol git!"
"Anne, o neden bize bağırıyor?" Kumru'nun sorusuyla kısa süren tartışmamız bölündü. Rojda bana bakarak kızının sorusunu cevapladı,
"Çünkü ; o deli. Hem de zır deli" Bu kadın bana diklenecek, benimle alay edecek cesareti nereden buluyordu?
Benim cevap vermemi beklemeden kızını da alıp odadan çıktı. Kapıyı da bilerek sert çarpmıştı. Kendime hakim olamadım. Komodinin üzerindeki vazoyu alıp kapıya fırlattım. Vazo tıpkı ruhum gibi parçalara ayrılmış her bir yana dökülmüştü.
Bıktım artık! Her şeyden, herkesten kısacası hayattan bıkmıştım. Bana deli diyorlardı ancak beni kimlerin delirttiğini sorgulamıyorlardı. Dilerim ki Allah'tan beni bu hallere getirenler bin beterini yaşasın!
Fırat'tan ;
Düşünmekten başka bir şey yapamıyordum. Günlerdir şirkete boştan yere geliyordum. Hiçbir şeye odaklanamıyor, kafamı veremiyordum. Bir yandan ağalık, bir yandan Arjin. Hangisiyle uğraşacağıma şaşırmıştım. Arjin, ağalıktan daha çok yoruyordu beni. Ailesi nasıl bu yaşına kadar katlanmıştı ona çok merak ediyordum.
Önümde yığınla dosya vardı. Malum komadayken işler birikmişti. Babam da fazla ilgilenememiş. Girmem gereken toplantılarda vardı. Gerekirse önüme dünyanın tüm dosyalarını getirsinler, hepsini hallederdim. Yeter ki Arjin'den kurtarsınlar beni.
Bir yandan Şehnaz'ı düşünüyordum. Kalbim Şehnaz diye atarken beni Arjin'le evlendirmişlerdi. Oysa ben çocukluk aşkım, teyzemin kızı olan Şehnaz'la evlenme hayalleri kuruyordum. Aşk insanı nasıl da cayır cayır yakıyormuş. Hele ki çaresizlikle kaplı bir aşksa daha beter oluyormuş.
Ne olursa olsun aşkım için çabalayacaktım. Elimden ne geliyorsa yapacak, Şehnaz'ıma kavuşacaktım.
"Fırat Bey" Esma'nın sesiyle daldığım düşüncelerden uzaklaştım.
"Efendim?"
"Toplantı saatiniz geldi, efendim"
"Müşteriler geldi mi?"
"Evet, efendim"
"Geliyorum, birazdan" Esma odadan çıkınca yerimden kalktım. Camı açıp, Diyarbakır'ımın kasvetli havasını içime çektim.
"Ah ulan, Diyarbakır! Niye hayatımı zindana çevirdin?"
Düşüncelerimi, sitemlerimi odamda bırakıp toplantı odasına geçtim.
Arjin'den ;
Saatlerdir camın önünde oturuyordum. Sinir krizi geçirmiştim. Odayı birbirine katmıştım. Hem delirtip hem de deli diyorlardı. Kim isterdi bu hallere gelmeyi? Kim ister ki hayatı böyle olsun? Ben tükenmiştim. Hayatım daha ne kadar böyle devam edecekti bilmiyordum. Biri de gelip 'Arjin iyi misin?' demiyordu. Böyle bir şeye zaten muhtaç değildim. Ancak insan yine de bekliyordu. Özellikle ailesinden. Bende ailemin bana destek çıkmasını çok istemiştim. Ama onlar ne yapmıştı? Beni gözlerini kırpmadan düşmanlarına gelin vermişlerdi.
Kapı sesiyle kafamı hafifçe kaldırıp gelene baktım. Fırat'tı gelen. Bakışları önce birbirine girmiş odayı süzdü. Gördüğü manzara karşısında şoka girmişti. Olduğu yerde kalakalmıştı. Bakışları en son beni buldu. Hiddetli bakışlarımla şaşkın bakışları birbirini buldu. Bir saniyeden fazla suratına bakamıyordum. Midemi bulandırıyordu.
"Ne oldu burada?"
"Kör müsün?" Başını sağa sola salladı.
"Kör değilim. Burası niye bu hale geldi onu soruyorum!" Yerimden kalktım. Kalktığımda hafif bir baş dönmesi yaşadım. Gözlerim kararmıştı. Kalorifer peteğine tutunarak dengemi sağladım.
"Numara yapmayı bırak da söyle ne olduğunu!" Bir insan neden ölmek için direnirdi? Kendisini öldürmem için benim sabrımı sınıyordu. Cevap vermeden önce derin nefesler aldım. Kendime gelince,
"Sizin gibi kanı bozuk değilim ben! Bu yüzden yalanla, numarayla işim olmaz!" dedim. Yüz hatları sinirlendiğini belli etmeye başlamıştı.
"Sınama beni!"
"Asıl sen sınama beni!"
"Sen kimsin de seni sınayacağım ben?"
"Ben kimim biliyor musun?" Tek kaşını kaldırıp merakla baktı. Sorumu kendim cevapladım.
"Bu gidişle senin ecelin olacak kişiyim ben! Anladın mı?" Üzerime doğru yürüdü. Arada bir adım mesafe bırakınca sağ kolumu tuttu.
"O zaman sende şunu anla! Davranışlarına, laflarına dikkat etmezsen ben senin Azrail'in olacağım!" Tuttuğu kolumu elinden kurtardım.
"Azrail ha? Güldürme beni!"
"Allah seni düşmanımın başına vermesin!" Cümlesinden sonra arkasını dönmüştü ki kendime engel olamayarak bacağına sert bir tekme attım.
"Ahh!" Acıyla bağırdı. Yatağın kenarına oturup bacağından tuttu.
"Beter ol!"
"Ruh hastasısın!"
"Biraz daha konuşursan bu kadarıyla kalmam!"
"Y-" Kapı açılınca konuşamadı. İkimizde açılan kapıya baktık. Odaya Kara Şeytan girdi.
"Bağırışmalarınız tüm konaktan duyuluyor!" Odanın içine ilerleyince her yerin dağıldığını, yerde ki kırık vazo parçalarını gördü. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı.
"Buranın hali ne böyle?!" Bakışları bacağını tutan Fırat'a kaydı.
"Oğlum, iyi misin?" Telaşla yanına koştu. Şeytan oğlu elini bacağından çekti.
"İyiyim dâye, dolaba çarptım" Pis yalancı! Benim tekme attığımı demeye gururu yemiyordu. Annesi pek inanmamış halde bana baktı.
"Emin misin? Bu uğursuz mu bir şey yaptı?" Uğursuz olan kendileriydi. İnsanlar böyleydi, zaten. Kendinde olan kötü özellikleri hep başkalarında ararlardı.
"Eminim. Bana bir şey yapamaz o" Kaşınıyordu. Gerçekten kaşınıyordu. Bir de artistlik yapıyordu, Allah'ın cezası.
"Artist puşt" Sessizce mırıldandığımı sadece Fırat duymuştu ki ben sana sorarım der gibi bakmıştı. Bir halt yiyemeyeceğini kendisi de biliyordu.
"Aç bakayım bi bacağına. Morarmış mı?"
"Yok, dâye! İyiyim!"
"Ama oğ-"
"Dâye!"
"Burada ne oldu? Bu oda niye bu halde?"
"Sanane!" Dayanamamıştım, artık.
"Terbiyesizlik yapma!" Fırat'ın sesi odada yankılandı.
"Terbiye almamış ki"
"BENİ KENDİNİZLE KARIŞTIRMAYIN!" Bu sefer de benim sesim odada yankılanmıştı.
"Allah'ım! Ne günahımız vardı da bunu bize gelin verdin?!" Sütten çıkmış ak kaşıklardı, ya.
"Ne günahınız yok ki?"
"Tövbe estağfurullah"
"Tamam, ana. Çık sen!" Fırat annesinin bir şey demesine fırsat vermeden kolundan tutup kapıya götürdü. İblisin annesi dışarı çıkınca kapıyı kapattı. Bana döndü.
"Haddini iyice aşıyorsun. Farkında mısın?" Artık konuşmak istemiyordum. Arkamı döndüm. Camdan dışarıyı izlemeye başladım.
"Haksız olduğunu kabul ettiğin için susuyorsun!" İşte bu laf beni susturamazdı. Hiddetle tekrar ona döndüm.
"Haksız olduğum için değil senin gibi şeytanla konuşmak istemediğim için susuyorum!"
"Şeytanın sen olduğunu herkes biliyor"
"Cehennemine defol git artık!"
"Benim cehennemim sensin! Sen yanımda olduğun sürece cehennemden farkı olmuyor hayatın!"
"Tesadüfe bak bende bir şeytanla yaşadığım için cehennemde yaşadığımı hissediyorum!"
"Seninle daha fazla muhatap olmayacağım! Topla burayı, hazırlan misafir gelecek!"
"Ben hizmetçin değilim!"
"Ya Sabır" dedikten sonra odadan çıktı, gitti. Kapıyı da sert çarpmıştı. Aklınca erkeklik yapıyordu. Erkekliğin E'si bile yoktu, kendisinde.
Toplamayacaktım, odayı. Evet, bu hâle getiren bendim ancak toplamak zorunda değildim. Hiçbir şey yapmayacaktım bu konağın düzeni, yararı için.
Camın kenarındaki küçük koltuğa oturmuş dışarıyı seyrederken kapı açıldı, odaya birisi girdi. Dönüp bakma gereğinde bulunmadım. İblis gelmiştir.
"Hanımım" Yanılmıştım. Gelen İblis değildi. Kafamı hafifçe çevirip gelene baktım. Konağın çalışanıydı. Umursamadım, dışarıyı izlemeye devam ettim. İzlediğim manzara da zaten konaklardan taş duvarlardan ibaretti. Bir çekiciliği yoktu. Yine de bu odayı izlemektense onlara bakmak iyiydi.
"Fırat Ağa'm yolladı da burayı toplayacaktım" İyi bari, benim toplamayacağımı anlamıştı.
"Topla" Buz gibi çıkan sesime karşılık,
"Tamam, hanımım" diyerek çekingen bir tonla karşılık verdi.
Oturduğum yerden bir kere dönüp ne yaptığına bakmadım. Seslerden anladığım kadarıyla önce yerdeki kırık, dökükleri topladı. Sonra da elektrikli süpürgeyle etrafı süpürdü. Şimdi de silme yapıyordu. Cam taraflarını da sildikten sonra,
"Başka bir isteğiniz var mı, hanımım?" diye sordu.
"Yok" Sanki ben istemiştim, odayı temizlemesini.
Uzun süre koltuğun üzerinde oturmak mayıştırmıştı beni. Uykum gelmişti. Oturduğum yerden kalkmaya üşendim. Kafamı koltuğun başına yasladım. Gözlerimi yumarak, kafamdaki binbir türlü düşünceden uzaklaşarak uykuya bıraktım kendimi.
Fırat'tan ;
Kısa süreli duştan sonra banyoda üzerimi giyindim. Kendi odamda da rahat rahat giyinemiyordum artık. Gömleğimin son düğmesini de ilikledikten sonra banyodan çıktım.
Geldiğimde camın önündeki koltukta uyuyordu. Uyandırmak istemedim. Uyanınca yine tartışacaktık. Bu artık değişmez bir rutin olmuştu. Sürekli atışıyor, tartışıyorduk. Beni öldürmeye çalışmıştı, karşımda çekineceği özür dileyeceği yerde hâlâ dikleniyordu, bana.
İstemsizce uyuduğu koltuğa doğru yaklaştım. Uyandırmam gerekiyordu, artık. Misafir gelecekti. Tüm aile beraber karşılamamız lazımdı. Her ne kadar aileden biri olarak görmesem de mecbur herkes karım olarak bildiği için üzerime düşen sorumlulukları yerine getirmem lazımdı.
"Uyan" Sesimin sert çıkmasına rağmen yerinden kıpırdamadı.
"Uyan, şeytan!" Bu sefer sesim daha gür çıkmıştı. Korkmuş olmalıydı. Yattığı yerden sıçrayarak uyandı. Kafasını kaldırdığında beni gördü. Yine sinirli bakışlarına büründü yüz ifadesi.
"Ne yapıyorsun başımda?" Çıldırmamak için zor duruyordum. Niye her şeyi sorguluyordu bu kız?
"Seni uyandırmaya çalışıyorum!"
"Sana mı düştü beni uyandırmak?" Sakin ol, Fırat. Sakin ol!
"Birazdan misafir gelecek. Kalk, hazırlan!"
"Banane sizin misafirinizden!" Üzerine doğru eğildim. İki elimi de koltuğun yanlarına koydum. Atarlı bakışlarının hakim olduğu gözlerine kararlılıkla baktım.
"Madem evliyiz, üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceksin!"
"Hiçbir zaman gerçek evliler gibi olmayacağız!"
"Olmayacağız, zaten!"
"O yüzden yerine getirmem gereken hiçbir sorumluluk yok!" Bir kere de inatçılığı tutmasa dünya mı yıkılırdı.
"Bak, bende bu durumdan memnun değilim! Ama buna mecburuz!"
"Kim geliyor?!" Sonunda yola gelmişti.
"Ablam ve eşinin ailesi"
"Çok beklersin o zaman. Hiç kimseyle konuşmak istemiyorum!"
"Onlar da seninle konuşmak için can atmıyor!"
"İyi işte, sen git yalakalığını yap!" Elimin birini yumruk yaptım. Kendimi sıkıyordum. Karşımda Arjin yerine bir erkek bana bu cümleleri kursaydı bir saniye durmaz yumruğu suratına indirirdim.
"Sen bilirsin! Zaten ablamın kayınbabası Berzan Ağa seni göremeyince illa ki gidip Jiyan Ağa'ya söyler. Jiyan Ağa da o zaman sakin kalmaz biliyorsun değil mi?"
Karşımda sinirden burnundan soluyordu. Hiçbir şey demedi. Beni ittirerek yanımdan gitti. Ancak böyle yola gelirdi. O gidince bende az önce kalktığı koltuğa oturdum.
Aradan yarım saatlik bir zaman geçmişti ki konağın önüne gelen arabaları gördüm. Gelmişti, misafirler.
"Çabuk ol, misafirler geldi!" Bana karşılık vermedi. Banyodan çıkmamıştı bir türlü. Kendine bir şey mi yaptı acaba? Aklıma gelen bu düşünceyle hızla yerimden kalktım. Banyonun kapısını tıklattım.
"Patlama, beklemeyi öğretmediler mi sana?!" Şansıma tüküreyim. Yaşıyordu.
"Bir umut kendine bir şey yapmışsındır ölmüşsündür diye düşünmüştüm!" Kapıyı açtı. Karşımda sapasağlam dikiliyordu.
"Sana o zevki yaşatmayacağımdan emin olabilirsin!" Söylediğine aldırış etmeden yatağın üzerindeki ceketimi alıp giydim.
"Yürü hadi, misafirler geldi" Ben kapıya doğru ilerlerken onun yerinde durduğunu fark ettim. Tekrar ona döndüm.
"Ne bekliyorsun?"
"Senin türünle aynı ortamda bulunmak istemiyorum!"
"Delirtme beni, yürü! Ayrıca bir hadsizlik ya da bir olay çıkarma sakın!" Onun gelmeyeceğini bildiğim için kolundan tutarak peşimden yürümesini sağladım.
Salona girdiğimizde herkesin oturup sohbet ettiğini gördüm.
"Hoş geldiniz, Ağam!" Sesimi duyan herkes bize bakarken ben Berzan Ağa'ya doğru ilerledim. Umarım peşimden geliyorsundur! Arkamda ayak sesi duymayınca gerildim ama gerildiğimi kimseye hissettirmedim. Berzan Ağa'nın elini öptüm.
"Hoş bulduk, Fırat Ağa!" Eniştem Serhat'a tokalaşmak için döndüğüm sırada kimseye çaktırmadan Arjin'e baktım. Bana ters ters bakıyordu. Elini öpmesi için Berzan Ağa'yı işaret ettim. Omuz silktiğini görünce gerginliğim daha da arttı. Sonrasında şaşırmama sebep olmuştu. Söz dinlemişti. Gitti, Berzan Ağa'nın elini öptü.
"Nasılsın, Keça mın?" Berzan Ağa'nın sorusunu duymazdan geldi. En azından elini öpmüştü. Buna da şükür.
Ben Serhat Enişte'min yanına otururken Arjin hâlâ ayaktaydı. Bu kız ne yapmaya çalışıyordu? İnsanları germekten, delirtmekten zevk mi alıyordu? İmdadıma Dicle yetişti.
"Gel yenge, buraya otur" Dicle'ye ters bakışlar attığını hissedebiliyordum. Hiçbir şey demeden Dicle'nin yanına oturdu. Kafasını da hiç eğmiyordu. O arsız başını hep dik tutuyordu. Aklınca güçlü görünmeye çalışıyordu.
Bir süre muhabbet ettik. Kadınlar ayrı muhabbet ediyordu, erkekler ayrı.
"Bizi kapıda karşılamayınca baban odanda olduğunu söyledi. Başka zaman olsa alınır, Fırat Ağa evine gelen misafiri karşılamaz oldu derdim. Lakin yeni evlisin karına da vakit ayırman şarttır. O yüzden kusurunu görmezden geldim bu seferlik" Kast ettiği şey midemi bulandırmıştı. Karın diyordu. Yeni evlisin diyordu. Halbuki tüm olanlardan Berzan Ağa'nın haberi vardı. Nasıl böyle bir şey yakıştırıyordu halen?
"Kusura bakmayın, Ağam" Başka diyecek bir şeyim yoktu. Evet, odamdaydım desem iyice yanlış anlaşılacaktım.
"Estağfurullah. Eee yakında aşirete çocuk haberi verir misiniz?" Berzan Ağa'nın bu sorusuyla odayı buz gibi bir sessizlik aldı. Bu imkansızdan da öte bir şey demek istiyordum. Ancak böyle bir şey dersem ortalık karışırdı. Neyin içine düşürdün beni Ey Allahım!
" Hayırlısı, Ağam" En iyi cevap buydu. Başka diyecek bir şey yoktu. Benim cevabımdan sonra Arjin yerinden öyle bir kalkıp salondan çıktı ki sanki rüzgâr başka bir yana savurmuştu.
"Terbiyesiz" Yan taraftan gelen annemin sesini duymuştum. Herkes Arjin'in birden gitmesine şaşırmıştı. Daha doğrusu ablamın ailesi şaşırmış, benim ailem kızgınlıkla bakıyordu. Özellikle babam yerinde zor duruyor gibi görünüyordu.
"Utandı, herhal" Onda utanma duygusu yok, Berzan Ağam. Duymak istemediği şeylerdi. Evli olduğumuzun bahsi geçtiği anlar cinnet gibi bir şey geçiriyordu.
Bu durumdan bende memnun değildim. Onunla evli olmaktan, evime geldiğim her gün onu görmekten nefret ediyordum. Özellikle gece sabaha kadar aynı odada aynı havayı solumak işkence gibiydi. O bunu görmemekte ısrarcıydı. Sadece kendi kafasının içinde kinle, nefretle yaşıyordu. Bunun bu şekilde devam etmesine izin veremezdim artık. Her günüme huzursuzluk katmasından bunalmıştım. "Allah'ım bana bir yol göster, kurtar beni bu cehennemden!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |