
Dağlık, taşlık, ıssız bir yerdeydi. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu ıssız yerde ne işi vardı? Etrafta hiçbir şey, hiç kimse de görünmüyordu. Yürümeye başladı.
"Kimse yok mu?" Boğazı yırtılırcasına bağırmıştı. Korkmaya başlamıştı. Etrafta niye kimse yoktu? En son hatırladığı şey Yasir Kozan'la tartıştığı ve merdivenlerden düştüğüydü. Gerisi ise derin bir boşluktu.
Korkuyla yürümeye devam etti. Bir süre yürümüştü ki uzakta bir kapı gördü. Bu arazide kapının ne işi vardı? diye düşündü. Merakla kapının olduğu yere doğru ilerledi. Bir yandan "Kimse yok mu?" diye bağırıyordu. Maalesef ki bu ıssız arazide bağırmasına karşı, yankılanan sesini duyuyordu.
Kapıyla arasında birkaç adım kala durdu. Ne yapacaktı? Kapıyı açsa mıydı? Açınca arazinin diğer tarafına geçecekti. Kapıyı açmadan da, yan taraftan geçebilirdi. Ancak bunu yapmak yerine merağına yenik düştü. Kapının kolundan tuttu, yavaşça aşağı indirdi. Açılınca yine aynı yavaşlıkla geriye ittirdi. Kapı açıldığında kafasını kaldırdı ve gördüğü kişi karşısında neye uğradığına şaşırdı. İmkansızdı, bu. Nasıl olabilir, buraya nasıl gelebilirdi? Şaşkınlıktan daha üstün bir duygu yaşıyordu, şuan.
"Baba" diyebildi, sadece. Olduğu yerde kalakalmıştı. Kapının diğer tarafında babası duruyordu.
"Prensesim" Söylediği kelimeyle yüzünde gülümseme belirdi. Kızına 'prensesim' demeyi ne de çok severdi...
"Se-sen ne yapıyorsun orada?" Babası ölmüştü. Burada, dünyada ne işi vardı? Ya da kendisi de ölmüş, babasının yanına mı gelmişti?
"Seni bekliyorum, prensesim"
"Ben, öldüm mü baba?"
"Hayır, kızım"
"O zaman, sen yaşıyor musun?" Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Ben ölüyüm, kızım"
"Baba, ben anlayamıyorum. Burada ne işimiz var?"
"Senin için geldim, prensesim"
"Bir daha hiç gitme olur mu?" Babasına doğru bir adım atmıştı ki babası,
"Dur" dedi. Şaşkınlıkla baktı, babasına.
"Seni çok özledim, baba. Sarılmak istiyorum sana" Sesi titreyerek konuşmuştu.
"Bende seni çok özledim ama bu tarafa geçemezsin"
"Neden?" Kaşlarını çatmıştı.
"Henüz değil, kızım. Daha zamanı var"
"Neyin zamanı var, baba?"
"Yanıma gelmenin"
"Ama sen karşımdasın. Gelebilirim yanına"
"Gelemezsin, Arjin'im"
"Niye, baba? Niye? Daha fazla beklemek istemiyorum. Sana kavuşmak istiyorum"
"Zamanı gelince kavuşacağız, kızım. Dik duruşunu kaybetmeden yaşamaya devam et. Seni çok seviyorum" Cümlesi biter bitmez gitmek için arkasını döndü.
"Baba, dur gitme!" Yanına gitmeye çalıştı ancak babası ve kapı birden yok oldu. Etrafına bakındı, babası yoktu.
"Baba!" Delirmişçesine bağırıyordu. Yine gitmişti, babası. Onu parçalara ayrılmış ruhuyla bir başına bırakmış, gitmişti...
Fırat'tan;
Hastaneler, umut ve umutsuzluğun garip bir denge oluşturduğu devasa bekleme salonlarıydı. Kimi kendisi için beklerdi, kimisi çok sevdiği bir yakını için... Ya ben ne için bekliyordum? Dünden beri bu duvarın dibinden neden ayrılmıyordum?
Karşımdaki camın gerisinde yatan düşmanım dediğim kadındı. Ben onun için neden korkuyordum? Yaşaması için neden dua ediyordum? Dünden beri sorularıma verebildiğim tek cevap; o benim babam yüzünden bu hale gelmişti ve ben kalpsiz değildim.
"Abi" Dicle'nin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Yanımda elinde iki çayla duruyordu.
"Efendim, Dîcle?"
"Sana getirdim" Sağ elindeki çayı bana uzattı.
"Canım istemiyor"
"Abi dünden beri hiçbir şey yiyip içmedin. En azından sıcak bir çay iç"
"İstemiyorum, Dicle. Zorlama" Israr edemeyeceğini bildiği için suratını asarak yanımdan uzaklaştı.
Bende yoğun bakımın camına yaklaştım. Hırçın bildiğim, hiçbir şeye boyun eğmeyen kadın kablolarla makinelere bağlı yatıyordu. Ulan Hayat, sen nesin böyle? En ummadığımız kişileri ne hale getiriyorsun.
"Uyan artık be, Arjin" Sessizce mırıldanmıştım ki hemen yanımdan bir ses geldi.
"Uyanacak benim kardeşim" Yanımda duran kişi Cüneyt'ti. Kendisine cevap vermek yerine yanından uzaklaştım. Ne olursa olsun o abimin katiliydi. Gözünü bile kırpmadan abimi öldüren kişiyi istesem de sevemez, muhatap olamazdım.
Koridorda oturan Dicle'nin yanına oturdum. Yanına bıraktığı çaylardan birini alıp kafama diktim. Şuan sıcak-soğuk hiçbir şey işlemiyordu. Dicle gözlerini büyüterek bana baktı.
"Abi, yavaş. Ağzın yanacak" Dediğini umursamayarak,
"Annem nasılmış?" diye sordum.
"Teyzem ve ablam yanındaymış. Konaktalar"
Anladım der gibi kafamı salladım. Babam hâlâ hapisteydi. Mahkemeye sevk edilmesi için Arjin'in uyanması bekleniliyordu. İçimde babama karşı gram üzüntü yoktu. Olması gerektiği yerdeydi. Çıkması için çabalamayacaktım. Aşiret çıkarmamı istiyordu ancak benim dediğim olacak dediğim için üzerime gelemiyorlardı.
"Pardon" Duyduğum sesle kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Bir kadın bize doğru geliyordu.
"Buyurun" dedim, oturduğum yerden. Yanımıza gelmiş, karşımızda duruyordu. Gözleri yaşlar içindeydi. Ağlamıştı, anlaşılan.
"Benim arkadaşım bir kaza geçirmiş de, yoğun bakımda olduğu söylendi. Ailesi buralarda mı diye bakındım"
"Arkadaşınızın ismi neydi?"
"Arjin... Arjin DOĞANLI. Evlendi ama şuanki soyadını hatırlamıyorum" Arjin'in arkadaşıydı. Dicle ile birlikte ayağa kalktık.
"Ben eşiyim, Arjin'in" Yaşlı olan gözlerini şaşkınlıkla bana dikti. Ne diyeceğini bilememiş bir halde bir süre öylece bakakaldı. En sonunda toparlanarak,
"Arjin nasıl?" diye sordu.
"Yoğun bakımda, hâlâ"
"İyi olacak mı?" Sesi titreyerek sormuştu.
"Bilmiyorum" Belirsizlik... Başka söyleyecek bir şeyimiz yoktu.
Karşımızdaki kadının oturması için kenara çekildim. Dicle'nin yanına ağlayarak oturdu. Kadınlar duygularını dışa ağlayarak yansıtabiliyordu. Ya biz erkekler? Çoğumuz içimizde yaşamaktan başka bir şey yapamıyordu. En kötüsü buydu. İçimizde yaşayarak ruhumuzu yıpratıyorduk.
Ben sırtımı duvara yaslamış dururken asansörün kapısı açıldı. İçinden Devran çıktı. Bu tarafa doğru geliyordu. Bakışlarımız birbirini bulunca hüzünlü bakışlarına ters bakışlar da eşlik etti. Duygularımız karşılıklıydı ama şuan onun gibi yapmanın bir faydası yoktu. Umursamazca kafamı diğer tarafa çevirdim.
"Rukiye" Devran'ın sesiyle tekrar onun olduğu tarafa döndüm.
"Devran Abi" Arjin'in arkadaşı oturduğu yerden kalktı. İsmi Rukiye'ydi demek. Devran'a yaklaştı, sarıldılar. Rukiye bir yandan ağlıyordu.
"Sen ne zaman geldin?" Devran'ın sorusuna karşılık,
"Az önce geldim, abi" dedi, Rukiye. Devran bakışlarını birkaç saniye bana çevirdi. Her an boğazıma çökecek gibi bakıyordu. Korkmuyordum. O deliyse bende ondan deliydim.
"Abi, Arjin iyi olacak de lütfen" Devran Rukiye'nin kolundan tutarak yoğun bakıma doğru götürdü, onu. Yürürlerken,
"Benim kardeşim iyi olacak" dediğini duydum. Tek temennim buydu.
Daha fazla bu koridorda durmaya dayanamadım. Bahçeye indim. Esen rüzgâra karşı dallarını hafifçe sallayan ağacın altındaki banka oturdum. Havanın soğukluğuna aldırmadan içime temiz hava çektim. O koridorlar üzerime üzerime gelmiş, daraltmıştı beni. Soğuk havayı solumak rahatlatmıştı. Kafamı bankın sırtına yasladım, gözlerimi yumdum.
Burada ne kadar süre kaldım bilmiyordum fakat üşümeye başladığımı hissedince oturduğum banktan kalktım. Hastanenin giriş kapısına doğru yürürken kapının önünde bekleyen araba dikkatimi çekti. Jiyan Ağa'nın arabasına benziyordu. Arabadan inen Jiyan Ağa'yı da görünce tahminimin doğru olduğunu anladım. O da beni görünce yanına gittim.
"Hoş geldin, Ağam" Elini öptüm.
"Hoş buldum, Fırat Ağa. Karın nasıldır?"
"Yoğun bakımda" Kafasını salladı.
Beraber yukarıya çıktık. Yoğun bakımın olduğu koridor Arjin'in ailesiyle dolmuştu, yine. Dicle de aralarında kafasını eğmiş oturuyordu.
"Geçmiş olsun, Şifa Hatun" Şifa Hatun Jiyan Ağa'nın sesini duyunca kafasını kaldırarak bize baktı. Ardından ayağa kalktı.
"Sağ olasın, Jiyan Ağa'm" Kadın hâlâ bitkin görünüyordu. Akşam o da fenalaşmış, sabaha kadar gözlem altında kalmıştı. Gelini, yani Arjin'in annesi aralarında görünmüyordu. Anlaşılan o hâlâ gözetim altındaydı.
"Durumu nasıldır, Arjin kızımızın?"
"Kardeşim çaresizce makinelerle hayata tutunmaya çalışıyor!" Jiyan Ağa'nın sorusunu Yoğun bakımdan çıkan Devran cevapladı.
"İyi olacaktır. İnşallah, hayırlısıyla" Devran dik dik baktı, Jiyan Ağa'ya.
"Aklıma mukayyet ol, Allah'ım" diyerek yanımızdan gitti. Bu adamın egosu beni delirtiyordu. İyi bir şey bile denilmiyordu, kendisine. Onun peşinden giden Şehnaz'a gözüm takıldı, bir an. Şehnaz ne ara gelmişti ki? Burada olduğunu da fark etmemiştim. Tabi ya, nişanlısını yalnız bırakmaz. Zor gününde destek olacak. Şuan düşünmem gereken bu değildi. Kendime gelerek Jiyan Ağa'ya döndüm.
"Hoş geldin, Ağam" Azat ve Cüneyt'in aynı anda söylediği cümleyle Jiyan Ağa onlara baktı. Yoğun bakımdan Arjin'in arkadaşı Rukiye ile beraber çıkmış, bize doğru geliyorlardı.
"Hoş buldum" Jiyan Ağa'nın geçmiş olsun faslından sonra Cüneyt ve Azat onu alarak aşağıya indiler. Şifa Hatun da kadınları alarak gitti. Gelininin yanına gidiyorlardı, galiba.
"Abi, ben annemin yanına gitsem olur mu?"
"Git, Dicle"
"Bir şey olursa bana haber ver, olur mu?"
"Olur" Dicle bana sarılarak gitti.
Bir başıma kalmıştım, bu koridorda. Adımlarım beni yoğun bakıma götürdü. Yavaşça yoğun bakımı ve odaya benzer alanı birbirinden ayıran cama yaklaştım. Değişen bir şey yoktu. Bıraktığım gibi yatıyordu. Ne zamana kadar yatacaktı böyle? Benim gibi haftalarca mı? Belki benim gibi şansı olmayacaktı... Hayır, kötü düşünmeye gerek yoktu. Arjin inatçı bir kadındı, ne olursa olsun o direnir hayatta kalırdı.
"Biliyorum, evlendiğimiz günden itibaren bana hayatı zindan ettin. Öldürmeye bile kalkıştın. Nefret ettim senden. Hâlâ nefret ediyor muyum bilmiyorum ama şuan senin için üzüldüğümü hissedebiliyorum. İkimiz de törenin kurbanı olduk, suçu birbirimizde aramakla hata etmedik mi sence? Töreden nefret etmek yerine neden birbirimizden nefret ettik, Arjin? Bizi hayatı yaşamak yerine neden savaşa soktular? İkimizin de kalbi yaralıydı... Ağır yaralarımızla savaşamayacağımızı bile bile neden bunu yaptılar?"
Yumduğum gözlerimi açtığımda beni şaşkına uğratacak bir manzara ile karşılaştım. Şaşkına uğratan ve bir o kadar da sevindiren, manzara... Arjin gözlerini açmış anlamsızca bana bakıyordu.
"Arjin" Ağzını oynattığını görüyordum ancak ne dediğini duyamıyordum. Heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Sonra aklım başıma gelir gelmez koridora koştum.
"Doktor!" Arjin uyanmıştı. Ölmemiş, hayata tutunmuştu. İçimde anlam veremediğim bir mutluluk oluşmuştu.
✬✬✬
Doktorlara Arjin'in uyandığını haber verdiğimde hemşirelerle birlikte koşarak yoğun bakıma girmişlerdi. Yarım saattir içerideydiler. Bize koridorda beklememiz söylenmiş, başka da bir şey söylememişlerdi. Merak ve heyecan içinde bekliyorduk. Beklemek ne de zordu?
"Çıldıracağım, niye hâlâ kimse bir şey demiyor?" Devran bağırınca Şehnaz yanına yaklaştı, destek verircesine kolundan tuttu. Azat da bakışlarını bana çevirip,
"Doğru gördüğüne emin misin? Uyanmış mıydı?" diye sordu.
"Eminim, uyanmıştı" Doktorlara haber verdikten sonra Azat'ı aramıştım. Hepsi soluk soluğa buraya koşmuşlardı.
"Ben dayanamayacağım" Devran yoğun bakıma doğru giderken doktorlardan birisi çıktı. Yüzündeki maskeyi çıkartarak yanımıza geldi.
"Kardeşim nasıl, doktor?" Doktor, Cüneyt'in sorusuyla ona baktı.
"Hastamız uyandı. Şuan birkaç tetkik yapılıyor. Ondan sonra ters bir durum olmazsa normal odaya alacağız"
"Görebilir miyiz kardeşimi?"
"Yanına teker teker gidebilirsiniz ama fazla yormayın. Ağır bir ameliyat geçirdi. Dinlenmesi lazım"
Doktor 'geçmiş olsun' diyerek yanımızdan gitti. Önde Devran, arkasında diğerleri yoğun bakımın olduğu yere gittiler. Ben yine bir başıma kalmıştım. Benimde yanlarına gitmem gerekiyor muydu? Gitsem ne olacaktı ki... Arjin'in yanına giremezdim. Yani girmek istesem izin verirler miydi?
Akşam olmuş, Diyarbakır karanlığa bürünmüştü. Diyarbakır'ın karanlığı ruhumun karanlığının yanında ışık gibi parlıyordu. Hava soğuktu, ruhum soğuktu. Hava, sadece kış mevsiminde soğuyordu, ruhum ömrüm boyunca soğuk kalacaktı.
Birkaç saattir bahçede oturuyordum. Daha fazla içeride beklemeye cesaret edememiştim. Resmiyette Arjin'in eşi olarak bilindiğim için bu durum insanlar tarafından normal karşılanırdı. Fakat, ben normal karşılayamıyordum. Burada beklemek, Arjin için üzülmek tuhaf hissettiriyordu.
Susamıştım, kantine gidip su aldım. Kasiyere ücreti öderken gözüme köşedeki masada oturan Devran ve Şehnaz takıldı. Ele ele tutuşmuş oturuyorlardı. Kalbim ne haldeydi acaba? Kalbimin ne hissettiğini hissedemiyordum. Sanki kalbim felç geçirmişti... Ama acısa hissederdim. En azından ruhumun çığlıklarını duyardım. Bana ne olmuştu? Kabullenmiş, vaz mı geçmiştim Şehnaz'dan? Galiba Arjin'in durumundan dolayı umursamıyordum. Yoksa Şehnaz gibi bu aşkı hemen unutacak değildim.
Ayaklarım beni yoğun bakımın olduğu kata götürdü. Beynimden bağımsız hareket ediyorlardı. Koridorda kimse yoktu. Yoğun bakımın bulunduğu kısma doğru ilerleyince orada da kimse olmadığını gördüm. İçeri girse miydim? Beynim hayır diyordu, ayaklarım yine beynimi dinlemeyerek harekete geçti. Yavaşça cama yaklaştım. Uyuyordu. Saatler öncesine kadar takılı olan kablolar olmadan uyuyordu. Şükürler olsun, Rabbim sana.
Ne olacaktı bundan sonrası? Arjin bu hastaneden çıkınca neler olacaktı? Babamın hapiste kalacağını biliyordum. Benim tanıdığım Arjin şikayetçi olurdu. Hapishane köşelerinde ölmesini isterdi. Hak veriyordum. Babam affedilir şeyler yapmamıştı. Yaptığı hataların cezasını çekecekti. Peki ya Arjin bununla yetinmeyip intikam diye tutturursa? Yine kan dökülürse...
Sorular beynimi yıpratıyordu. Sorulardan, düşüncelerden sıyrılarak dalgın bakışlarımdan kurtuldum. Kendime geldiğim sıra içeride yatan kadının bana baktığını gördüm. Uyanmış, bana bakıyordu. Yüz ifadesini anlamaya çalıştım ancak net görünmüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. İstemsizce gülümsedim, bu sefer de elim beynimden bağımsız hareket etmiş el sallamıştı. Arjin bedensel olarak hiçbir tepki vermedi. Sanki gülümsediğini görür gibi oldum ama net olarak belli değildi. Sahi ben bu kızı hiç gülerken görmemiştim.
✬✬✬
Hastaneden ayrılmamıştım. Ne olur ne olmaz diye yoğun bakımın bulunduğu katın koridorunda beklemiştim. Bir ara oturduğum koltukta uyuyakalmıştım. Gördüğüm rüyayla daha doğrusu kabusla hemen uyanmıştım. Arjin'in öldüğünü görmüştüm. Tabutunu tek başıma taşıyordum. Tabut öyle ağırdı ki omuzlarım o yükü taşıyamamış yere yığılmıştım. Uyanınca derin bir nefes vermiştim. Hissettiğim korkudan dolayı bir daha uyuyamamıştım. Gece boyunca koridorda bir o yana bir bu yana yürümüştüm. Ara ara Devran'lar gelip gitmişti. Bir ara Devran geldiğinde,
"Sen ne yapıyorsun burada?" dedi.
"Ne yapıyor gibi duruyorum?" Cevap vermek yerine ters bakışlarını üzerime dikti. Sonra bir şey demeden gitti.
Şimdi yine hepsi buraya toplanmıştı. Doktorlar Arjin'i odaya çıkaracaklarını söylemişti. Durumu hakkında hâlâ net bir şey söylenmiyordu. Uyanmıştı ya gerisi önemli değildi.
"Şukir ji Xweda re, Keça min şiyar bû" Arjin'in annesi geldiğinden beri şükür duaları ediyordu. Kadın önceki güne göre iyi görünüyordu.
"Spas, dayê" Yanında sessizce cevap veren Şehnaz'ı duymuştum. Anne demeye bile başlamıştı. Alışmış, kabullenmiş ve unutmuştu beni.
Duyduğumuz seslerle bakışlarımız aynı yere odaklandı. Arjin'i sedyeyle yoğun bakımdan çıkarıyorlardı. Herkes ayaklandı. Arjin'in annesi koşarak kızının yanına gitti.
"Güzel kızım" Saçlarını okşuyordu, kızının. Arjin'in mimikleri dahi oynamamıştı. İnsan gülümsemez miydi? Saçını okşayan düşmanı değil, annesiydi.
"Nasılsın, abim?" Azat da sedyeye yaklaşmıştı.
"İyiyim" Arjin'in sesi pürüzlü çıkmıştı. O kadar ilaç alıyordu, normaldi.
"Odaya götürelim. O zaman konuşursunuz" Personel cevap beklemeden Arjin'i götürdü. Arkasından bizde gitmiştik.
Alt katta bir odaya almışlardı. Biz kapının önünde bekliyorduk. Odadan hemşire çıktı;
"Arjin KOZAN'ın yakınları siz miydiniz?"
"Evet" Devran öne atıldı.
"Buyurun, hastanın yanına girebilirsiniz. Doktor bey de içeride"
Hemşirenin cümlesi biter bitmez önde Devran olmak üzere herkes odaya girdi. Bende peşlerinden girmiştim. Odanın kalabalıklaştığını gören doktor,
"Lütfen kalabalık halinde girmeyelim. Birkaç kişi kalsanız yeter" dedi. Arjin'in yengeleri çıkınca bende çıkmak için arkamı dönmüştüm ki,
"Beyefendi, siz eşiydiniz. Kalabilirsiniz" diyen doktorun sesiyle olduğum yerde kaldım. Diyecek bir şeyim olmadığı için kapıyı örttüm. Tekrar onlara döndüğümde Arjin'i yatağa aldıklarını gördüm. Sırt üstü yatıyordu. Bir anlık göz göze geldik. Duygulardan yoksun bakışları vardı. Bakışlarını benden çekerek karşısındaki duvara baktı.
"Kardeşimin durumu nasıl?" Soruyu Cüneyt sormuştu.
"Elimize geçen kan değerleri normal. Bunun dışında şuanlık ters giden bir şey yok"
"Ne zamana kadar burada kalacak?" Bu soru da Devran'dan gelmişti.
"Geçirdiği ameliyattan dolayı bir süre gözetimimiz altında kalacak" Arjin'in başucunda duran babaannesi,
"İyi olsun da ne kadar kaldığı önemli değil" dedi.
"Aynen, hanımefendi. Ben sizi hastanızla baş başa bırakayım. Yalnız fazla yormayın, dinlensin Arjin Hanım"
"Tamam"
"Geçmiş olsun" Doktor gidince Arjin'in yanına sokuldular.
"Nasılsın, Çavreşamın?" Arjin, abisi Devran'a donuk bakışlarıyla baktı.
"İyiyim"
"Ağrın, sızın var mıdır Keça min?"
"Yok" Bakışlarını tekrar duvara çevirmişti.
"Ez ji te re qurban im" Annesi eliyle Arjin'in saçlarını geriye iterek alnından öptü. Arjin tepki olarak sadece gözlerini yumdu. Bu kadar soğukluk fazla değil miydi? Bu insanlar ailesiydi. Onlara karşı da böyle olunmazdı ki...
"Yardım eder misiniz, oturmak istiyorum"
"Keça min, dinlenmen lazım. Uzan"
"Sabit bir şekilde durmaktan sıkıldım" Sağ tarafındaki Devran ve sol tarafındaki annesi yavaşça kollarından tutarak oturmasına yardımcı oldular. Arjin'in bakışları bir an dondu. Sanki bir şey görmüş, şoka girmiş gibi duruyordu.
"Bir dk" Tam olarak oturur pozisyonda değildi. Boynunu hafifçe kaldırmıştı. Annesi ve abisi kolunu bırakmadı.
"Ne oldu, abim?" Arjin yutkunarak Azat'a döndü.
"Ba-cağıma do-dokunur musun?" Kekeleyerek konuşmuştu. Ne oluyordu? Azat elini hafifçe Arjin'in çarşafın altındaki bacağına dokundurdu.
"Diğerine de dokun!" Sesi titreyerek çıkıyordu. Azat yüzündeki anlamsız ifadeyle Arjin'in diğer bacağına dokundu.
"Neler oluyor, Arjin'im?" Cüneyt de anlamsız yüz ifadesiyle Arjin'e bakıyordu.
"Abi, daha sert dokun!"
"Arjin ne oluyor? Niye dokunuyorum bacağına?" Arjin, Azat'ın sorusunu umursamayarak annesinin elindeki kolunu çekerek bacaklarına vurmaya başladı. Bende ne olduğunu anlayamıyordum. Ne yapıyordu? Annesinin elinden kolunu çektiğinde dengesini yitirmişti. Kafası yatağa düşeceği sıra Devran atik davranmış yavaşça belinden tutmuştu. Arjin delirmişçesine bacaklarına vuruyordu.
"HİSSETMİYORUM!" diye bağırdı.
"Neyi?" Ben hariç hepsinin ağzından aynı soru çıkmıştı. Az çok ne olduğunu anlamıştım.
"BACAKLARIMI HİSSETMİYORUM!" Arjin bağırırken gözlerinden yaşlar düşmeye başlamıştı.
"Ne!?" Delirmişçesine saçlarını yolmaya başladı.
"HAYIIR! HAYIIR! OLAMAZ!" Şuan sinir krizi geçiriyordu. Onu sakinleştirmeye çalışırlarken Devran bana,
"DOKTORU ÇAĞIR FIRAT!" diye bağırdı. Yaşadığım şaşkınlıktan kurtularak koşarak dışarı çıktım.
"Ne oluyor?"
"Arjin niye bağırıyor?"
Dışarıdakilerin sorusuna aldırış etmeden koridorda koşmaya başladım. Lanet olsun! Lanet olsun! Bunu beklemiyordum.
"DOKTOR!" Koridorun sonundaki odadan birkaç doktor ve hemşire bana doğru geldi.
"Bir şey mi oldu?" Az önce odada bizimle konuşan doktor yüzündeki merak ifadesiyle sormuştu. Yanına yaklaştığımda duraksadım.
"Arjin, Arjin bacaklarını hissetmiyor. Sinir krizi geçiriyor şuan" Nefes nefese konuşmuştum.
"Kahretsin!"
Doktorlar koşarak Arjin'in yanına girdi. Bizi odaya almamışlardı. Dışarıda çaresizlik gibi duygularla kalmıştık. Biz uyandığına, hayata döndüğüne şükrediyorken neyle karşılaşmıştık... Arjin'in bağırma sesleri tüm koridorda duyuluyordu. Her sesini duyduğumda içimden bir şeyler kopuyordu. Annesi de karşımda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Onun gözünden akan her damla yaşla benim de içimden bir şeyler akıyordu.
Hemşire odadan hızla çıkarak koridorun sonundaki odalarına koştu. Devran arkasından,
"Ne oluyor?" diye bağırmıştı ama duymamıştı. Elinde iğne ve ilaçlarla dönünce Arjin'in üç abisi de önünü kesti.
"Ne oluyor, dedik hemşire!" Cüneyt'in ses tonu yüksek çıkmıştı.
"Beyefendi, çekilin lütfen!" Hemşire onları iterek tekrar odaya girdi. Hastanın yakınları ne hissediyor, ne halde umurlarında değildi.
Tırnaklarımı avucuma geçirmiş, doktorların çıkmasını bekliyordum. Hepimizde aynı çaresizlik, aynı korku vardı. Arjin içeride acı çekiyordu, bizim elimizden beklemekten başka bir şey gelmiyordu. Odanın kapısı açılınca bakışlarımız kapıdan çıkan doktoru buldu. Kapıyı kapattığında etrafına çember gibi dizildik. Doktorun da yüzünde aynı çaresizlik vardı.
"Ne oluyor, doktor?" Devran ses tonuna hakim olmadan konuşuyordu.
"Bacım, nasıl?"
"Bacaklarımı hissetmiyorum diyordu. Neyi var kardeşimin?"
"Üzülerek söylüyorum. Maalesef kardeşiniz parapleji olmuş" Doktorun söylediği kelimeyi kimse anlamamıştı.
"Felç mi?" Ağzımdan bu soru çıkmıştı.
"Ne felci, lan?" Üzerime doğru gelen Devran'ı Cüneyt tuttu.
"Evet, omurilik felci geçirmiş. Yeni fark ettik. Ki bu beklediğimiz bir şeydi. Geçirdiği beyin kanaması ve omurilik zedelenmesi sonucu felç geçirme olasılığı çok yüksekti"
"Ulan, nasıl yeni fark edebiliyorsunuz!" Devran bu sefer de doktorun üzerine yürüdü. Doktor geriye doğru adım atmıştı.
"Sinir testi yapacaktık ancak hasta kendine geleli kısa süre olduğu için yormak istemedik"
"Size tıp diploması verenlerin ben taa-" Devran cümlesini bitiremeden babaannesi susturdu.
"Devran! Doktoru düzgünce dinle!" Devran sinirle kafasını sağa sola salladı.
"Şimdi ne olacak? Düzelecek mi?" diye sordu, Cüneyt.
"Birazdan gerekli testler yapılacak. Çıkan sonuçlara göre fizik tedaviye başlayacağız"
"Lanet olsun!" Devran bağırarak duvara tekme attı. Yapmak istediğim şeyi yapmıştı. Maalesef ben içimden bağırıyordum. İçimdekileri dışa vuramıyordum.
"Kardeşim şuan nasıl?" Azat'ın sorusunun cevabını bende çok merak ediyordum. En son bağırıyordu, sonrasında sesi kesilmişti.
"Sakinleştirici verdik. Şuan uyuyor" Devran artık kendine hakim olamamış üzerime atlamış, dudağımın kenarına yumruğunu indirmişti. Bir anlık boşluğuma geldiği için kendimi savunamamıştım.
"SİZİN YÜZÜNÜZDEN KARDEŞİM NE HALLERE DÜŞTÜ!" Abileri Devran'ı çekerken, bende elimin tersiyle dudağımdan akan kanı sildim.
"Ben bir şey yapmadım"
"ALLAH BELANIZI VERSİN!" Devran beddua ve küfürler ederek yanımızdan uzaklaştı. Bende dayanamamış peşinden gitmiştim. Yanına yaklaşınca,
"Devran!" diyerek kolundan tuttum. Yüzündeki sinirli ifadeyle bakarken kolunu sertçe elimden çekti.
"Yediğin yumruk az mı geldi!?" Duruşumu dikleştirdim. Aynı öfkeyle ona baktım.
"Beni suçlamaktan vazgeç!"
"Hatalısın ki suçluyorum!"
"Ben konağa gittiğimde merdivenden düşmüştü zaten. Orada olsaydım bunu yaşamasına izin vermezdim!"
"Uydurma lan! Ne hallere soktunuz bacımı!"
"Arjin'e ben bir şey yapmadım. Bunu aklına sok!" Bana iyice yaklaştı, meydan okur gibi baktı.
"Sokmazsam ne olur?" Gözlerinin içine sert bakışlarımı diktim.
"Senin için hiç iyi olmaz!"
"Siktir lan! Bir boka yaramazsın sen!" Küfürünü de edip gitti. Sinirlerim zirveye ulaşmıştı. Kendimi zor tutuyordum. Bir gün çok fena patlayacaktım.
Sinirlerime hakim olamayarak hastaneden çıktım. Arabayı son sürat karakola sürdüm. Öfkemi babamdan, yani tüm bu olanların sorumlusundan çıkarmaya gidiyordum.
Kısa sürede karakola gelmiştim. Komiserle konuştuktan sonra bir polis memuruyla birlikte aşağıdaki nezarethaneye indim. Babam kafasını eğmiş, elinde tespihiyle oturuyordu. Polis memuru,
"Ben sizi yalnız bırakayım" diyince kafasını kaldırdı. Beni görünce şaşırmıştı. Geleceğimi beklemiyordu. Ayağa kalkarak demir parmakların ardından bana yaklaştı.
"Fırat'ım" Polis memuru gitmiş, babamla yalnız kalmıştık.
"Sana baba demeye bile dilim varmıyor"
"Sen nasıl konuşuyorsun, oğlum?"
"Hak ettiğin gibi"
"Baban olduğumu unutma!"
"Keşke abim yerine seni öldürselerdi" Uğradığı şaşkınlıktan göz bebekleri büyümüştü. Bense öfkemden dolayı dilime hakim olamıyordum.
"Fırat! Kendine gel!"
"Kendimdeyim ben! Yaptığın marifetlerden haberin var mı?"
"Neyden?"
"Merdivenden düşürdüğün kız felç kaldı!"
"Beter olsun!" Hatasını kabulleneceği yerde hâlâ üste çıkıyordu.
"Azcık merhametin olsa bunu demezsin!"
"Sen o şeytana üzülüyor musun?"
"Evet, üzülüyorum! En çok da ne için üzülüyorum biliyor musun? Öz babam yüzünden acı çektiği için!"
"Üzüldüğün kadın seni öldürmeye çalıştı! Seni öldürmeye çalışan kadına mı üzülüyorsun?" Artık sinirden burnumdan soluyordum, yumruğumu sıktım.
"Ben senin gibi kinci ve vicdansız değilim!" Dişlerimi sıkarak konuşmuştum.
"Kinciyim de keyfimden mi kinciyim, ha? Üzüldüğün kadın seni öldürmeye çalıştı, abini öldürdüler. Bana evlat acısı yaşatanlara üzülmemi mi bekliyorsun?"
"Kininde boğuluyorsun, haberin yok!"
"Bak, ben o dişi şeytanı bilerek itmedim. Kolumu tutmuştu kendimi savunurken düştü!"
"Madem öyle oldu. O zaman niye adam tutup tecavüz ettirmeye çalıştın? Hele ki benim nikahımdayken, bizim namusuzken! Erkekliğe sığar mı bu yaptığın?"
"Ne ettiysem senin için ettim!"
"Benim için bir kadının namusunu kirletmeye çalıştın!"
"Bak, oğlum. O zamanlar ölüm kalım savaşı veriyordun. Acıdan ne düşündüğümü bilemedim"
"En kötüsü de yaptıklarından zerre pişmanlık duymuyorsun! Utanıyorum senden!"
"Fırat, uzatma artık! Konuş komiserle çıkar beni buradan! Daha fazla kalamam bu lanet yerde!"
"Alışsan iyi edersin. Bunda sonra kalacağın tek yer burası olacak!" Gitmek için arkamı dönünce,
"Sen nasıl bir evlatsın! Babanı savunacağın yerde düşmanını savunuyorsun!" dedi. Ona bakmadan,
"Düşmanımı değil, haklı olanı savunuyorum!" dedim ve içimdeki öfkeye yenisi eklenerek oradan çıktım.
Keşke duvar yumruklasaydım, bağıra bağıra ağlasaydım, boğazım acıyana kadar bağırsaydım, bir yerleri kırıp dökseydim ama öfkemi, acımı içimde yaşamasaydım. Çaresizlik içinde durmasaydım.
Artık iyi şeyler olacağına dair içimde tek bir umut kırıntısı kalmamıştı. Karanlık olan hayatım zindana dönmüştü. Sınandığım acıların üstüne yeni acılar, sorumluluklar eklenmişti. Ve ben bunlarla nasıl baş edebileceğimi bilmiyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |