
"Demek töre buydu. Dürüstlük sökmüyordu. Bir kere yıkıldın mı, sonun geldi demekti. Öyleyse, hiç yıkılmamaya bakacaksın."
-Jack London-
"Fırat"
"Fırat, kardeşim uyan" Duyduğum seslerle istemsizce gözlerimi açtım. Gözlerimi açınca Batuhan'ı üzerime eğilmiş halde gördüm.
"Ne yapıyorsun, burnumun dibinde?" Ben söylenerek iki büklüm uzandığım koltuktan kalkarken o da doğruldu.
"Asıl sen ne yapıyorsun burada?" Beynim zonkluyordu resmen. Sağ elimin yüzük parmağı ve baş parmağıyla alnımı ovarken cevap verdim.
"Uyuyordum gördüğün gibi"
"Kardeşim uyuduğunu kör olmadığıma göre görüyorum. Niye burada uyuyorsun? Evine niye gitmedin?"
"Gerek duymadım" Anlamsız bakışlarına aldırmadan ayağa kalktım. Masamın üzerindeki telefonumdan saate bakınca saatin 09.45 olduğunu gördüm. Kaç gündür uyuyamamıştım. Dün gece hastaneden çıkınca eve gitmek yerine şirkete gelmiştim. Eve gitsem annemin ağlamaları, sızlamalarıyla uğraşacaktım. Daha fazla sıkıntıyla uğraşmak yerine kaçmayı tercih etmiştim.
"Ne demek gerek duymadın?" Hâlâ olduğu yerde duran Batuhan'a döndüm.
"Abi, sorgulama bir şeyi de ya"
"Unuttuysan hatırlatayım kardeşim. Ben avukatım, her şeyi sorgularım" Konuşması bitince sırıttı.
"Avukat olduğun her halinden belli. Unutmak ne mümkün"
"Arjin nasıl?" Yüzündeki sırıtışın yerini ciddi ifade almıştı.
"Felç kalan bir insan nasılsa o da öyle"
"Doktorlar ne diyor, düzelecek mi?" Sıkıntıyla nefes verdim.
"Bugün test ve MR sonuçları çıkacak. Ona göre tedavi süreci belirlenecek"
"Allah acil şifalar verir inşallah"
"Amin" diyerek telefonumu ve koltuğun üzerindeki ceketimi alarak kapıya doğru ilerledim.
"Nereye?"
"Hastaneye"
"Dur. Gitmeden bir kahvaltı yapalım"
"Gerek yok"
"İnat etme, Fırat. Yürü hadi" İtiraz etmeme fırsat vermeden kolumdan tutarak beni odadan çıkardı.
Şirketin cafesine girmiştik. Başka bir yere gitmek istemediğimi söyleyince mecbur buraya getirmişti. Cam kenarında bir masaya oturduk. Batuhan çay ve kahvaltılık bir şeyler istemişti. Malum şirketin sahibi olduğum için bekletmeden beş dakika içinde masaya istenilenleri getirmişlerdi. Batuhan çoktan poğaçaları midesine yolcu etmeye başlamış, bense iştahım olmadığı için sadece çayımı yudumluyordum.
"Yesene sende"
"İştahım yok"
"Fırat, saçmalama. İki günde ne hale gelmişsin. Ye Allah aşkına" Omuz silktim sadece.
"Sendeki inat keçide yok abi"
"Abartma sende"
"Yo, abartmıyorum"
Bir süre sessiz sedasız oturduk. Kafam dolmuş, beynimin içindekiler taşmak için zaman kolluyordu. Dert üstüne dert geliyordu. Hangisiyle uğraşacağıma şaşırıyordum. Dertler içinde boğulmak çok zordu.
"Ne düşünüyorsun?" Düşüncelerimden sıyrılarak Batuhan'a baktım.
"Hiç"
"Arjin'i mi düşünüyorsun?" Tek kaşını havaya kaldırarak sormuş, bakışları da ima doluydu.
"Hayır kardeşim de bu bakışlar ne?"
"Hangi bakışlar?" Aklınca saf ayağına yatıyordu.
"Bilmiyormuş gibi yapma, Batuhan! Niye imayla bakıyorsun?" Sesim sert çıkınca ellerini teslim oldum dercesine kaldırdı.
"Her şeyi de anlıyorsun maşallah"
"Avukatım sağ olsun, o öğretti" Söylediğim şeyle yüzünde gülümse belirdi.
"Aferin bana"
"Soruma cevap ver şimdi!"
"Tamam ama kızmak yok"
"Söyle, Batuhan!"
"Sen Arjin'den hoşlanmaya mı başladın?" Çekinerek sorduğu soruyla beynime kan sıçramış gibi hissettim.
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Saçmalamıyorum, gördüklerimden anladığım şeyleri söylüyorum"
"Hangi gördüklerinden?"
"Çok değiştin farkında mısın?"
"Anlamadım?"
"Benim tanıdığım Fırat, Arjin'den nefret ediyordu. Ölse de kurtulsam diyen insan şimdi acı çeken kadın için üzülüyor. Ve bu da bana çok tuhaf geliyor"
"Nesi tuhaf geliyor? Arjin benim babam yüzünden acı çekti, hâlâ da acı çekmeye devam ediyor. Vicdan azabı çekiyorum ve ister istemez üzülüyorum"
"Tamam bunun da etkisi vardır ama sence bu kadar üzülmek, şirketteki çalışma odanda uyuyacak hale gelmek, hastanelerde sabahlamak normal mi?" Her şeyi merak etmesi, sorgulaması beni bitiriyordu. İnsanın avukat arkadaşı olmasının tek dezavantajı buydu.
"Birincisi kalpsiz değilim, babam yüzünden acı çeken kişi kadın ve üzülmem normal. İkincisi şirkette uyumamın nedeni; eve gidersem annem babanı hapisten çıkar diyerek başımı ağrıtacaktı, o yüzden gitmedim"
"Arjin senin düşmanın değil mi? Ayrıca seni öldürmeye çalıştı. Seni öldürmeye çalışan birisi için neden sabahlara kadar hastanede bekledin?"
"Kalpsiz değilim dedim, Batuhan! Kin tutamam!"
"Valla kardeşim ister inan ister inanma, sen Arjin'e karşı bir şeyler hissediyorsun" Son cümlesi sabrımı iyice zorlamıştı. Masanın ortasına doğru eğildim. Kafalarımız arasında çok az bir mesafe kalmışken kaşlarımı çattım.
"Benim kalbimde hâlâ Şehnaz var. Asla ama asla Arjin'e yer olmaz!"
Cevap vermesini beklemeden hızlı ve sinirli bir şekilde yerimden kalkarak şirketten çıktım. Arabama binerek hastaneye doğru sürdüm. Arjin'e karşı bir şeyler hissediyorsun diyordu. Hıh, güleyim de boşa gitmesin. Arjin'e karşı hissedebileceğim tek şey nefretti ancak şuan o bu haldeyken nefreti bir kenara bırakmam gerekiyordu. Evet, nefret ediyordum hâlâ. Nefret etmeyip ne yapacaktım? Haline üzülmüş olabilirdim normal yani, insanlık hali.
Birimiz ateş, birimiz suydu. Biz birbirini sevemeyecek ikiliydik.
Batuhan'ın saçmaladığı şeyleri düşünerek hastaneye ulaşmıştım. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra içi buram buram acı kokan hastaneye girdim. Arjin'in yattığı oda ikinci kattaydı. Asansörü beklemeden merdivenlerden ikinci kata çıktım.
Beyin ve Sinir Cerrahisi'nin olduğu bölüme girdim. Odanın önünde oturan Şehnaz ve Devran'ı görünce olduğum yerde kaldım. Şehnaz kafasını Devran'ın omzuna koymuş, bir şeyler anlatıyordu. Bir anda silmek ne de kolaymış. Sen sevginin, aşkın sonsuz olduğuna inanarak hayaller kurarsın, beklemediğin insanlar o hayallerini çöpe atar...
"Abi" Duyduğum ses ve koluma dokunan elle kafamı yan tarafıma çevirdim ve Dicle'yi gördüm.
"Sen ne zaman geldin?"
"Şimdi geldim" dedikten sonra kafasıyla Şehnaz ve Devran'ı işaret ederek konuşmasına devam etti, "Onları mı izliyorsun?" Gözlerimi yumdum.
"Hayır"
"Gördüm abi. Beş dakikadır buradayım seni izliyordum, sense dünyadan soyutlanmış onları izliyordun"
"Uzatma Dicle"
"Abi gelir misin? Bir şey konuşmamız lazım"
"Babamla alakalıysa tek kelime etme bana"
"Hayır. Onunla ilgili değil"
Merakla Dicle'nin peşine takıldım. Kantine geldiğimizde bir masaya oturduk. Garsondan iki çay istedi. Çaylar gelince önce çayına şekerini attı, karıştırdı. Benim bir şey yapmadığımı görünce,
"Alsana çayını" dedi.
"Çayı bırak, Dicle. Ne söyleyeceksen söyle"
"Şehnaz'ı unutamadın değil mi?" Beklemediğim bir soru sorduğu için kısa süreli şaşkınlık yaşadım.
"Benim Şehnaz'a olan aşkımı en iyi sen biliyorken bu soruyu nasıl sorabiliyorsun?"
"Senin deliler gibi aşık olduğunu biliyorum. Ama biliyorsun başkasıyla nişanlandı. Merak ettim sadece"
"O zaman sorunun cevabını vereyim. Evet, unutmadım. Unutamadım, unutamıyorum"
"Kendine eziyet ediyorsun, abi"
"Aşk eziyeti de barındırır içinde"
"İki taraflı aşksa tabi..." Ne dediğini daha doğrusu ne demek istediğini anlayamamış, kaşlarımı çatarak bakmıştım.
"Ne demek istiyorsun?" Bakışlarını benden kaçırarak çayına odaklandı. Bir yandan dudaklarını ısırıyordu. Söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi duruyordu.
"Hiçbir şey"
"Dicle! Germe beni. Ne demek istiyorsan de çabuk!" Pes edercesine nefes verdikten sonra bakışlarını bana çevirdi.
"Abi, üzüleceksin biliyorum ama bunu söylemek zorundayım"
"Neyi, Dicle?" Merağım daha çok artmıştı. İyi şeyler duymayacağımdan da emindim.
"Şehnaz sana gerçekten aşık değildi"
"Ne!?"
"Yıllarca sessiz kaldım. Belki gerçekten aşık olur, ortalığı karıştırmaya gerek yok dedim ama o sana hiçbir zaman aşık olmadı. Senin ağa olacağını biliyordu. Ve kendisi de hep küçüklüğünden beri ağa karısı olacağım diyordu. Sırf ağa karısı olmak için, bir otoritesi olsun, insanlar ondan çekinsin diye senle evlenmek istiyordu. Senin ona olan aşkını da görünce fırsat ayağıma geldi diye düşündü yıllarca aşık rolü yaptı" Dicle'nin her kelimesi kalbime birer ok gibi saplanmıştı.
"Yalan söylüyorsun. O da bana aşıktı. Hayaller kuruyorduk!"
"Yalan söylemiyorum abi. Gerçekleri söylüyorum ki artık kendini yıpratma"
"Nasıl ya? Yıllarca bana oyun mu oynadı?" Duyduklarımı sindiremiyordum.
"Maalesef abi"
"Sen bunu bana niye daha önce söylemedin?!" Ses tonum yüksek çıktığı için diğer masada oturanlar dönüp bize bakmıştı.
"Belki sever dedim. O kadar aşıktın ki üzülmeni istemedim. Keşke söyleseydim belki şimdiki gibi yıkılmazdın"
"Lanet olsun! Nasıl fark edemedim!?"
"Abi, aşk gözünü kör etmişti"
"Allah kahretsin! Benim duygularımla oynarken hiç mi içi acımadı? Ona Devran'la evlenme derken nasıl çaresizlik içinde olduğumda da mı bir an olsun üzülmedi?"
"Senin onu kuma almayacağını, Arjin'den boşanmana da törenin izin vermeyeceğini bildiği için bulduğu ilk fırsatta Diyarbakır'da nam salmış bir aşirete gelecekte ağa olacak kişiye istenildiğini duyunca kabul etti. Sana inat olsun diye değil!" Dicle konuştukça kırık olan kalbim ezilerek yok oluyordu.
"Sen nereden biliyordun?" Kelimeler ağzımdan zoraki çıkmıştı.
"Bir keresinde annemle teyzemgile gitmiştik. Ben Şehnaz ve Şilan'ın yanına gitmiştim. Kapıyı açacağım sırada konuşmalarını duymuştum. Şilan Şehnaz'a 'gerçekten Fırat'ı seviyor musun?' diye sormuştu. Şehnaz'da-" Daha fazla dinleyemezdim.
"Sus!"
Vazgeçiyordum. Hakkını vererek bu aşktan vazgeçiyordum. Sevdiğim kadın yokken alamadığım nefeslerimi sızısıyla ciğerlerime çeke çeke vazgeçiyordum. Hak etmediği kadar çok sevmiştim. Ona olan aşkımı tarif edecek kelimeler bulamazken, sırf saçma hayalleri uğruna aşkımı kullanmıştı. Beni en dibe vuran kadın, artık içimde bittin sen. Oturduğum masa aşkıma mezar oldu. Üzerine toprak atacak güç bile bulamadım.
Uzun süre donmuş vaziyette bu sandalyede oturmuştum. Ne Dicle tek kelime daha edebilmişti ne de ben... En sonunda kendime gelmiş, yukarı çıkmıştım. Artık yıkılmış, acı çeken Fırat yoktu. Değmeyecek birisi için kendimi ne hallere sokmuştum. Aşık Fırat'ı kendi elleriyle öldürmüştü.
Şansımıza koridorda kimse yoktu. İçeride olma ihtimallerini düşününce adımlarımı doktorun odasına yönelttim. Arjin'in son durumu nasıldı, tedavisi ne olacaktı öğrenmem lazımdı. Kapıyı tıkladım, içeriden 'gel' sesi gelince kapıyı açıp odaya girdim.
"Hoş geldiniz, Fırat Bey. Buyurun" Doktor eliyle masasının karşısındaki koltuğu oturmam için işaret etti. Otururken,
"Hoş buldum" dedim. Ardından "Arjin'in durumunu öğrenmek istiyorum" dedim.
"Abilerine bilgi vermiştim. Size söylemediler mi?" Ah doktor, hiçbir şeyden haberin yok.
"Karşılaşmadık henüz"
"Anladım, sorun değil. Anlatırım size de"
"Dinliyorum"
"Bildiğiniz üzere Arjin Hanım, beyin kanaması ve omurilik zedelenmesi yaşadı. Maalesef ki çok ciddi travmalar. Felç kalması öngördüğümüz bir komplikasyondu"
"Düzelecek mi?"
"Sinir testleri yapıldı, MR çekildi. Üzülerek söylüyorum ki çıkan sonuçlar kötü. Ciddi his kaybı var. Önceliğimiz fizik tedavi olacak, bir süre fizik tedavi alacak. Eğer fizik tedavi işe yaramazsa bir ameliyat olması gerekecek"
"Bunlar kesin sonuç verir mi? Eskisi gibi olur mu?"
"Bunu tedavi süreci belirleyecek"
"Anladım, teşekkür ederim bilgi verdiğiniz için"
Doktorun yanından çıkınca Arjin'in yattığı odaya doğru yürüdüm. Dicle kapının önünde tek başına oturuyordu. Beni görünce hemen ayağa kalktı. Yanına yaklaştığımda,
"Doktor ne dedi, abi?" diye sordu.
"Durum ciddi. Önce fizik tedavi alacak. İşe yaramazsa ameliyat..."
"İnşallah ameliyata gerek kalmadan bir an önce toparlar"
"İnşallah. Yanında kimse var mı?"
"Annesi vardı. O da Arjin Yengem uyuyor diye çıktı"
"Tamam" Kapının kulpunu tuttuğumda,
"Arjin KOZAN'ın yakınları siz misiniz?" sorusunu duyunca elim olduğu yerde kalarak kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. İki tane polis memuru karşımdaydı.
"Evet, buyurun?"
"Biz ifadesini almak için gelmiştik" Şaşıramayacağım bir şeydi. Eninde sonunda ifadesi alınacaktı.
"Tabi, buyurun"
"Siz neyi oluyorsunuz?"
"Eşiyim" Kapıyı açtım ve önde ben ardımdan polis memurları odaya girdik. Biz odaya girdiğimiz de Arjin kafasını bize doğru çevirdi, uyumamıştı. Göz göze geldiğimizde gözlerinde hiçbir duygu görememiştim. Bakışlarını hızla benden kaçırarak arkamdaki polis memurlarına şaşkınlıkla baktı.
"Ne oldu?" İlaçların etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Sesi yorgun çıkıyordu.
"İfadenizi almaya geldik"
"Öncelikle çok geçmiş olsun, Arjin Hanım"
"Sağ olun"
"Kendinizi iyi hissediyorsanız ifadenizi alalım"
"İyiyim" Yattığı yerden doğrulmaya çalıştığını görünce yardım etmek için bir adım atmıştım ki eliyle dur işareti yaptı. Tek başına doğrulamayacağını anlayınca pes ederek, uzanmaya devam etti.
"Olayı hatırlıyor musunuz?"
"Evet" Cevap vermeden önce gözlerini yummuştu.
"Merdivenlerden nasıl düştünüz?"
"İtti beni"
"Bir olay mı yaşamıştınız? Yoksa yanlışlıkla mı oldu?" Arjin öfkeli bakışlarını soruyu soran polis memuruna çevirdi.
"O alçak herif ben hapisteyken bana tecavüz etmesi için adam tutmuş! Bende bunu öğrenince hesap sormak istedim. Tartışırken de beni itti!" Polis memurları duydukları karşısında şaşırmıştı.
"Böyle bir şeyi neden yapmış?"
"Karaktersiz olduğu için!" Bunu söylerken bana bakmıştı. Babamı savunacağımı sanıyordu galiba.
"Aranızda bir husumet mi vardı?"
"Evet! Aklınca intikam almaya çalışmış. Düşünebiliyor musunuz bir kadının namusunu oyunlarına alet etmiş!"
"Yasir KOZAN yaptığı bu şeyden dolayı ceza aldı mı?" Arjin duyduğu soruya alayla gülmüştü.
"Sizce?"
"Anladım. Bu da kayıtlara geçecek, bunun için de yargılanacak"
"Yargılanınca ne olacak? İki gün sonra salacaksınız. Çektiğim acıları hafifletecek mi bu?"
"Siz şikayetçi olursanız ceza alacak ve hapis yatacak. Şikayetçi misiniz peki?" Arjin soruyu cevaplamadan önce bana baktı. Tepkimi merak ediyordu anladığım kadarıyla. Kafamı evet anlamında sallayınca bakışları şaşkınlıkla doldu.
"Arjin Hanım?" Şaşkın bakışlarını benden çekerek polis memuruna baktı.
"Şikayetçiyim" Kendinden emin bir ses tonuyla konuşmuştu. Beklediğim şeydi ve olması gerekendi.
"Pekala. Geçmiş olsun tekrardan" Polis memurları Arjin'in söylediklerini not aldıktan sonra odadan çıktı. Baş başa kalmıştık. Ben yatağın karşısındaki koltuğa oturdum. Arjin'de kafasını cama doğru çevirdi. Bir süre sessiz kaldık. En sonunda sessizliği bozan ben oldum.
"Geçmiş olsun"
"Şaşırttın beni"
"Ne manada?"
"Babanı savunmadın" Kafasını bana çevirerek cevaplamıştı.
"Savunabileceğim bir şey yoktu"
"Hayretler içindeyim. Senden beklemezdim"
"Beni yanlış tanıyorsun"
"Hepiniz aynısınız"
"Beni genele katma. Babamın yaptığı yanlışın farkındayım ve ona senden daha çok kızgınım" Dudağı alayla kıvrıldı.
"Eminim öyledir"
"İster inan ister inanma"
"Bana neden en başından söylemediniz?"
Ben sorusunu cevaplayamadan odanın kapısı açıldı ve önden Arjin'in annesi, arkasından Devran ile Şehnaz kol kola girmişti. Onlara nefretle bakmıştım. Bu bakışlarım karşısında Şehnaz'ın yüzünde şaşkın ifadeler belirdi. Devran'ın bakışları ise benimkilerin aynısıydı.
"Senin ne işin var lan burada?"
"Kurê min, kocasıdır o. Gelecek elbet buraya" Devran annesine ters ters baktığı sırada yerimden kalktım.
"Annen haklı, Devran. Atar yapmayı bırak!"
"Sen kimsin de sana atar yapacağım?"
"Eniştenim" Ağzımdan çıkan sözcük beni de şaşırtsa da belli etmedim. Arjin'in yüz ifadesini arkam dönük olduğu için görememiştim.
"Senin gibi enişte olmaz olsun!" Şehnaz Devran'ın kolundan tutarak,
"Gel, Devran. Çıkalım" dedi. Devran kolunu Şehnaz'ın elinden çekti.
"Çıkması gereken biz değiliz!" Bana bakarak konuşmuştu. Daha fazla durarak ona laf yetiştirmeyecektim. Çıkmadan önce de Devran'ı kudurtacak bir şey söylemeliydim. Arjin'e döndüm. Bakışlarındaki şaşkınlıktan az önce söylediğim kelimeye şaşırdığını anladım.
"Bir şeye ihtiyacın olursa dışarıdayım. Haber verirsin"
Cevap beklemeden arkamda Arjin'in şaşkın bakışlarını ve sinirlenmiş bir Devran bırakarak dışarı çıktım. Arkamdan 'Senin hiçbir şeyine ihtiyacı yok kardeşimin!' diye bağırdığını duymuştum. Oh olsun, sen beni nasıl sinirlendiriyorsan bende seni böyle kızdırırım. Merdivenlerden inerken duyduğum tanıdık sesle gözlerimi yumdum, sonrasında yavaşça arkamı dönerek sesin sahibine baktım.
"Fırat!" Karşımda bir saat öncesine kadar aşkından süründüğüm kadın duruyordu.
"Ne var?"
"Hayırdır ne oluyor sana?"
"Hiçbir şey olmuyor" Aramızda sadece bir merdiven basamağı vardı.
"Hani Arjin'i sevmiyordun, hâlâ beni seviyordun?" Güldüm.
"Bir zamanlar öyleydi"
"Ne demek bir zamanlar öyleydi?" Utanmadan sorgulaması canımı sıkmıştı. Aramızdaki basamağa çıkarak sertçe kolundan tuttum, öfkeyle gözlerinin içine baktım.
"Kızım ben senin oyuncağın mıyım? Yıllarca oynayacağın kadar oynadın. Şimdi utanmadan ne hakla sorguluyorsun beni?" Kolunu kurtarmaya çalışıyordu ama bırakmıyordum.
"Ne diyorsun ya? Ne oynaması?"
"Oynamadın mı? Sana olan aşkımı kullanmadın mı? Sırf ağa karısı olmak için beni seviyor gibi yapmadın mı? Hadi inkar et!" Göz bebekleri büyümüştü. Yüz ifadesi önce şaşkınlık ve korkuya büründü. Sonra kolunu hızla elimden çekti.
"Saçmalıyorsun!"
"Her şeyi öğrendim, Şehnaz! Yalan söylemeyi bırak artık! Ve şunu da aklına sok, bitti! Sana olan saf ve temiz aşkım öldü!"
"Gerizekalı" Başka söyleyecek bir şeyi yoktu. Ne kendini savunacak yanı, ne de edecek lafı vardı. Arkasını dönüp merdivenlerin yukarısına çıktı. Çıktığı an Dicle ile burun buruna geldiler. Dicle tek kaşını kaldırmış Şehnaz'a bakıyordu. Şehnaz'ın ise ona öfkeyle baktığına adım gibi emindim.
Umutlanacak hiçbir şeyim yoktu. Aşkım ve umudum bitmişti. Her şey sönmüş, külleri kalmıştı sadece. Hissedecek hiçbir şeyim kalmamıştı.
2 Gün Sonra;
Yasir KOZAN için mahkeme günü gelmişti. Arjin'in şikayetçi olduğunu duyunca sinirden küplere binmişti. Hatasını kabullenmiyordu. Oğluma acı çektirdi, hak ettiğini buldu diyordu. Ancak hakim karşısında bunu söyleyemeyeceğini, söylerse buradan çıkma olasılığının düşük olduğunu da çok iyi biliyordu. Kendini sonuna kadar savunacaktı.
Elleri kelepçeli halde adliyeye getirmişlerdi. Kafasını eğmiyordu, bir ağaya boyun eğmek yakışmaz diye düşünüyordu. Ağalık her ne kadar elinden alınmış olsa da kendisinin çok iyi bir ağa olduğuna inanıyordu. Yaptıkları hep oğlu içindi. Ancak oğlu onun gözünde nankör çıkmış, babasını savunmamış üstüne düşmanını savunmuştu.
Mahkemeye bile gelmemişti, Fırat. Oğluna olan siniri iyice artmıştı. Gelini, kızları, karısı, aşiret lideri, aşiretine mensup birkaç kişi gelmişti. Ama oğlu gelmemişti. 'Alacağın olsun Fırat' diye içinden geçirmişti. Belki hatasını kabul etse, pişmanlık duysa Fırat bu kadar kinlenmezdi babasına...
Hakime karşı kendini canla başla savunmuştu. Avukatları da gerekeni yapsa da hakim savunmalarına karşı taviz vermemişti. Yasir KOZAN'ın yaptıkları dosya halinde önünde duruyordu. Özellikle tecavüz mevzusu hakimi sinirlendirmişti.
"Kendinizi savunurken azıcık utanma duygunuz da mı yok!?" Hakimin sözleri mahkeme salonundaki herkesi şaşırmıştı.
"Ben utanılacak bir şey yapmadım!" Yasir KOZAN'da utanma duygusu olsa kendini savunamazdı bile... Hakim bu sözler karşısında daha çok sinirlenmiş, tokmağını sertçe masaya vurmuştu.
"KARAR!" Herkes ayağa kalkmış, merakla verilecek kararı bekliyordu.
"Yasir KOZAN'ın adam tutarak, davacı Arjin KOZAN'a tecavüz ettirmesinden 5 yıl 6 ay hapsine, davacı Arjin KOZAN'ı kasıtlı olarak merdivenlerden iterek felç kalmasına sebep olmasından 4 yıl 4 ay hapsine, toplamda 10 yıl hapis cezası almasına karar verilmiştir!" Hakimin verdiği ceza karşısında şoka uğramışlardı. Ünzile Hanım bayılmış, gelini ve kızları kollarından tutarak salondan çıkarmışlardı.
"Yaptığın haksızlık, hakim! Bilerek itmedim o yılanı!" Yasir KOZAN bu şekilde bağırmaya başlamıştı. Ancak hakim yüzüne bile bakmadan salonu terk etmişti. Jandarmalar ise Yasir KOZAN'ın kollarından tutarak götürdüler.
"Beni hapisten çıkarın, ağam!" Yasir KOZAN giderken Macid Ağa'ya seslenmişti. Macid Ağa tek kelime söyleyememişti. Ona kalsa tanıdıkları devreye sokar, hemen çıkarırdı. Fakat Fırat izin vermiyordu. Sözünün dinlenmesi için de 'ağa benim, ben ne dersem o olur' demişti. Fırat doğru olanı yapmıştı. Suçlunun cezasını çekmesi gerektiğine inanıyordu. Peki suçlu cezasını çekmek zorunda ise Arjin neden cezasını çekmemişti? Töre yüzünden. Töre hem hayatını mahvetmiş, hem de ceza çekmesine mani olmuştu. Ne çelişkili bir durumdu...
Doktorlar Arjin'in taburcu olması gerektiğine karar vermişti. Fizik tedavisini özel doktorlar ile evde görecekti. Sık sık da hastaneye kontrole gelecekti. Aslında doktorlar uzun bir süre hastanede kalmasından yanaydı. Ancak Arjin çok bunalmıştı. Abileri de doktoru ikna ederek taburcu olmasını sağlamıştı. Bugün hastaneden çıkıyordu. İçi hâlâ acı doluydu. Hayat ruhuna çektirdiği acılarla yetinmemiş, bu seferde bedenini en ağır şekilde yaralamıştı.
Annesi ve Nursel Yenge'sinin yardımıyla üzerini değiştirmişti. Abilerinin gelmesini bekliyordu. Çok geçmeden kapı açıldı, Cüneyt tekerlekli sandalyeyi odanın ortasına sürerek girdi. Arkasından Azat girdi. Arjin tekerlekli sandalyeyi görünce yutkundu. Uzun bir süre belki de tüm hayatı boyunca tekerlekli sandalyeye mahkum olacaktı. Hayat bıkmamış mıydı ona acı çektirmekten?
"Çıkalım mı artık?" diye sordu, Cüneyt. Kardeşinin hali içini yakıyordu. Kendileri ölmesin diye töre kardeşini ateşe atmış, acılar çektirmişti.
"Devran nerededir?" Rezan Hanım'ın sorusuna Azat cevap verdi,
"Sekreterin yanında. Çıkış işlemlerini yapıyor" Rezan Hanım oğlundan aldığı cevap karşısında kafasını salladı. Cüneyt tekerlekli sandalyeyi yatağa yaklaştırdı. Kardeşini kucağına almak için eğilince kardeşiyle göz göze geldi. Kardeşinin tükenmişliğini görmek yine kalbini sızlatmıştı.
Arjin'i kucağına alıp Azat'ın yardımıyla dikkatli bir şekilde tekerlekli sandalyeye oturttu. Arjin'in gözlerinden istemsizce birkaç damla yaş akmıştı. Düştüğü durumu bir türlü kabullenemiyordu. Cüneyt, kardeşinin gözlerinden akan yaşları görünce Arjin'in önünde eğildi. Bir eliyle Arjin'in göz yaşlarını silerken diğer eliyle de Arjin'in elini tutmuştu.
"Hepsi geçecek. Sadece bir süre bu sandalyede oturacaksın, Gulamın. Yılmak, güçsüz durmak yok tamam mı?" Arjin gözlerini yumdu, kafasını salladı. Cüneyt ayağa kalkıp, Arjin'in alını öptü. Rezan Hanım'ın gözlerinden de yaşlar akıyordu. Ne olursa olsun anneydi. Evladının gözleri önünde acı çekmesine dayanamıyordu.
Cüneyt tekerlekli sandalyenin arkasına geçerek sürmeye başladı. Azat eline valizlerden birini aldıktan sonra kapıyı açtı ve gördükleri kişiler karşısında kısa süreli şaşkınlık yaşadılar. Macid Ağa, Haşim Ağa ve Fırat tam karşılarında duruyordu.
"Nereye gidersiniz, Azat?" Haşim Ağa sormuştu.
"Eve" Azat kısa ve net cevap vermişti.
"Hangi eve?" Haşim Ağa'nın sorusuna koridorun solundan gelen Devran cevap verdi.
"Ait olduğu yere, yani abilerinin yanına!"
"Arjin'in ait olduğu yer kocasının yanıdır!" Bunu diyen Macid Ağa'ydı. Arjin böyle bir şeyi bekliyordu. Dün gece uyuyamamış sabaha kadar bunu düşünmüştü. Bu şehirde yaşamak için töreye boyun eğmek gerektiğini çok iyi biliyordu. Her şeyde törenin adını geçirdiklerini de öğrenmişti artık. Yaşadıklarına aldırmadan cehennemine tekrar götürmeye kalkışacaklarını biliyordu.
"Bacımız artık o konağa gitmeyecek" Cüneyt dişlerini sıkarak konuşmuştu.
"Töremiz 'kadın girdiği evden ancak kefeniyle çıkar' der, Cüneyt DOĞANLI" Macid Ağa omuzlarını dikleştirerek konuşmuştu.
"O kefeni size giydirmeden gidin!" Devran öfkeyle ve her an bir şey yapabilirmiş gibi bakıyordu.
"Haddini aşma, Devran!" Haşim Ağa sesini yükselterek konuşmuştu.
"Töreye daha fazla boyun eğmeyeceğiz! Töre yüzünden kardeşimin yaşamadığı şey kalmadı!" Arjin, Azat Abi'sinin söylediği şeylere şaşırmıştı. Ondan beklenilmeyecek sözlerdi. Pişman olduğunu dile getirsede yine de beklemiyordu bunları söylemesini. Haşim Ağa pes edercesine Azat'a baktıktan sonra Macid Ağa'ya döndü.
"Macid Ağam, Arjin kızımız bir süre abilerinin yanında kalsın. Olay henüz tazedir, sonrasında gereken yapılır"
"Öyle diyorsan öyle olsun, Haşim Ağam" Macid Ağa, Arjin'e "Geçmiş olsun, kızım" dedikten sonra Fırat'ı da alarak hastaneden çıktı.
Fırat akıllı adamdı. Abilerinin Arjin'i bu sefer göndermeyeceklerini biliyordu. Göndermemek de haklılardı. Kardeşleri o konakta çok acı çekmişti. Aynı zamanda çok acı da çektirmişti ama bunu umursamıyor, hatta düşünmüyorlardı. Haşim Ağa bir süre abilerinin yanında kalsın demişti, peki sonrası ne olacaktı?
Fırat bunları düşünerek arabayı sürüyordu. Arjin'i tekrar yanına mı getireceklerdi? Adı gibi emindi, töre diye tutturup getireceklerdi. Sadece şuan zamanı olmadığını anlamıştı, iki aşiretin liderleri. Zamanı gelince zorla da olsa getireceklerdi. Arjin geldiğinde ne olacaktı? Her şey eskisinden daha beter olacaktı. Arjin daha da kinlenmiş halde gelecekti. Kim bilir bu sefer intikam diye tutturup neler yapacaktı.
"Neyse, şimdi bunları düşünerek başımı ağrıtamam. Öncelik Arjin'in iyileşmesi. Sonrasında olacakların icabına elbet bakarız" diye düşündü.
Arabayı şirketin önünde durdurdu. Şirketin önündeki güvenlikleri selamlayarak içeri girdi. Asansöre binip odasının bulunduğu katın numarasını tuşladı. İşler iyice aksamıştı. Babası zaten hapisteydi, haberini de almıştı. Dicle ağlayarak arayıp on sene hapis cezası aldığını söylemişti. İçinde tek bir üzüntü duygusu oluşmamıştı. 'Az bile vermişler' diyip telefonu kapatmıştı.
Asansör durunca kapı açıldı, çıktı. Ezgi, patronunun geldiğini görünce yerinden kalkarak,
"Hoş geldiniz, Fırat Bey" dedi.
"Hoş buldum"
"Batuhan Bey, odanızda efendim" Kendisi kaç gündür hastanede olduğu için işleri Batuhan'a bırakmıştı. Onun yokluğunda Batuhan şirketle ilgilenmişti.
"Tamam" Odaya girdiğinde Batuhan'ın masanın yanındaki koltukta oturmuş elindeki dosyayı incelediğini görmüştü. Fırat'ın yerine oturmayı tercih etmemişti. Saygısızlık olur, diye düşünmüştü.
"Kolay gelsin" Fırat'ın sesini duyunca elindeki dosyayı masaya bıraktı, ayağa kalktı.
"Hoş geldin, patron"
"Hoş buldum"
"Odana bırakmam gereken önemli evraklar vardı, onun için geldim"
"Sorun değil, rahat ol"
"Ne yaptın? Taburcu oldu mu Arjin?"
"Oldu"
"Nereye gitti?"
"Sence?" Fırat tek kaşını kaldırarak sormuştu.
"Abileri götürdü" Fırat kafasını evet anlamında sallayınca,
"Kızma ama olması gerekeni yapmışlar" dedi, Batuhan.
"Biliyorum, Batuhan. Olması gereken buydu" Fırat konunun daha fazla uzamaması için masanın üstündeki dosyaları incelemeye başladı.
"İhale dosyaları mı bunlar?"
"Evet" Fırat en üstteki dosyaya göz gezdirip masanın kenarına bıraktı. Diğer dosyayı alacağı sırada en altta duran bir dosya dikkatini çekti. O dosyayı eline aldı ve kaşlarını çatarak üzerindeki yazıları okuyunca boşanma için yaptıkları anlaşmanın dosyası olduğunu fark etti. Batuhan'a döndü, elindeki dosyayı göstererek,
"Bu niye burada?" diye sordu. Batuhan aralarında mesafe olduğu için gözlerini kısarak dosyanın üstündeki yazıyı okudu. Elini alnına vurarak,
"Kusura bakma ya, çantamdaydı. Diğer dosyaları çıkarınca o da araya kaynamış" dedi ve elini dosyayı Fırat'ın elinden almak için uzattı. Fırat dosyayı geriye çekip, vermeyince Batuhan'ın kaşları çatıldı.
"Ne oldu?"
Fırat kendisine sorulan soruyu umursamayarak dosyanın içindeki kağıdı çıkardı. Öyle bir şey yaptı ki Batuhan'ın göz bebekleri şaşkınlıktan büyüdü. Anlaşma kağıdını yırtarak paramparça etmişti. Elindeki parçalanmış kağıtları çöp kutusuna atınca Batuhan kendine gelerek,
"Neden yırttın?" diye sordu. Fırat, Batuhan'a bakmak yerine odasının tabanından tavanına kadar cam olan kısmına gitti. Diyarbakır'ı seyrederken arkadaşının az önce sorduğu soruyu sadece iki kelimeyle net bir şekilde cevapladı.
"
Gerek kalmadı"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |