
Senelerdir varlığından emin olamadığım kalbimi açtığı çiçeklerle hissediyordum. Kalbim bu zamana kadar sadece vücuduma kan pompalarken şimdi neden başka işleve geçmişti? Sorumun net bir cevabı olmasa da kalbimin varlığını hissetmemi Fırat sağlamıştı. Sönmüş kalbimi canlandırmıştı.
Seviyorum, demişti. Beni seviyordu. Günlerdir beynimin içinde "Fırat seni seviyor" cümlesi yankı yapıyordu. Tepkisiz kalmıştım. Beklemediğim anda beklemediğim cümleyi kurmuştu. Bir bakışı bile dengemi alt üst ederken, seni seviyorum dediğinde tek kelime edememem normaldi.
Midem galiba kelebeklere yuva olmuştu. Midemin içerisinde kelebek olduğunu varsaydığım canlılar kıpır kıpırdı. Özellikle Fırat'ın yanında içeriden çıkıp özgürce uçmak için can atıyorlardı. Ne olacaktı benim halim?
Yaptığı her şeyle, söylediği her sözle kendisine bir adım daha yaklaşmamı sağlıyordu. Bu zamana kadar Fırat'ın iyi birisi olduğunu göremediğim için kendime ayrıca kızıyordum. İnadımı, kinimi kenara bıraksaydım belki her şey çok farklı olurdu...
Günümün çoğunluğunu Fırat'ın benim için yaptırdığı kütüphanede geçiriyordum. Hayatımın sonuna kadar bu odada kitaplarla yaşayabilirdim. Yanımda Fırat da olursa daha güzel olurdu. Zihnimden geçirdiğim söze gülümsemiştim.
Bazı kitapların arasına notlar yazmıştı. Yüzüme yerleştirdiğim tebessümle saatlerce yazdığı notlara bakıyordum. Okuduğum her not bize dair umutlarımı zirveye çıkarıyor, hislerimi depreştiriyordu. Bir de kokusu vardı, tüm odayı ve kitapları sarmıştı. Ciğerlerimi arsızca mest olduğum kokuyla dolduruyordum, gün boyu. Günün sonunda yine aynı kokunun sahibiyle uyuyordum. Mutluluğun tanımı benim için bu olmuştu.
Kitabı sehpanın üzerine bırakıp, koltuğa uzandım. Meftunu olduğum kokuyu içime çekerek gözümün önüne getirdiğim hayallerin yansımasıyla yavaş yavaş uykuya teslim oldum.
Hayatım boyunca ilk defa güzel bir rüya görüyordum ve gördüğüm rüya bile bana çok görülmüş gibi saçlarımda hissettiğim elle uykunun kollarından uzaklaştım. Gözlerimi araladığımda Fırat'la göz göze geldim. Gülümseyerek bakıyordu.
"Günaydın, uyuyan güzel"
"Niye uyandırdın?" Sitemle kalktım.
"Gece uyuyamadın mı?" derken yanıma oturdu.
"Uyudum" Kıstığı gözlerle baktı.
"Rüya mı görüyordun?"
"Evet" Ağzımdan çıkan kelimenin farkına saniyeler sonra varsam da iş işten geçmişti.
"Beni mi görüyordun?" Evet, seni görüyordum. Kucağımızda bir bebek vardı. Tıpkı sana benziyordu. Asla söyleyemezdim. Söylersem olacakları az çok tahmin ediyordum. Dilinden düşmezdim.
"Cevapsız kaldığına göre evet, beni görüyordun. Ne yapıyorduk rüyanda?" Yanıma iyice sokuldu.
"Seni görmedim" Kafamı kitaplara çevirip konuşmuştum.
"İnanmadım" diyip etkisinde kalacağım bir öpücük bıraktı, yanağıma. Gözlerimi büyüterek kafamı Fırat'a çevirdim.
"İyice alıştın, öpmeye"
"Hoşuna gitmiyor, sanki" Omzuna vurarak ayağa kalktım.
"Edepsiz şey" Kahkahası odada yankı yapmıştı. Kapıyı açmış çıkacaktım ki sesiyle yerimde durdum.
"Tamam, dur. Bir şey söyleyeceğim" Kahkahasını zar zor bastırdığı sesinden belliydi. Tekrar Fırat'a döndüm. Yüzüme yapmacık olduğunu çaktırmamaya çalıştığım ciddiyetimi yerleştirerek,
"Dinliyorum?" dedim.
"Şiyar Ağa'yı hatırlıyor musun?"
"O zorbayı hatırlamamak ne mümkün?"
"Çocuğu doğmuş" Omuz silktim.
"İyi, Allah analı babalı büyütsün"
"Bugün mevlidi varmış. Tüm aşiret ağaları gidecek de" Kollarımı birbirine dolayıp kapıya yaslandım.
"Eee, gitmek için benden izin mi istiyorsun?" Oturduğu koltuktan yavaşça kalkıp yanıma geldi. Uzun boyunu kulağıma eğdi.
"Senden başka bir şey için izin isteyeceğim" Boşuna edepsiz demiyordum. Ses tonundan ne demek istediği apaçık ortadaydı.
"Fırat, şansını zorlama istersen" Çapkınca gülümsedi.
"Zorlarsam ne olur?" Tek kaşımı kaldırabildiğim kadar kaldırdım.
"Deliyim, biliyorsun. Her şeyi yaparım" Karşımda sırıtışı kızmam yerine içimi ısıtıyordu.
"Yaparsın, bundan şüphem yok. Tamam, uzatmayacağım. Mevlide ağalar eşiyle gidiyor. Yanımda olmanı istiyorum. Gelir misin?" Sen bu ses tonuyla, gözümün içine hayran hayran bakarken söylediğinin zıttını nasıl yapabilirdim ki?
"Gelirim" Minnetle gülümsedi.
"Teşekkür ederim, kırmadığın için" Konu teşekkür etmekse asıl benim teşekkür etmem gerekirdi. Ne yapıp edip ayağa kalkmamı sağladığı için, öfkemden kurtardığı için, kalbimi canlandırdığı için... Kısacası her şey için...
"Ne zaman gideceğiz?"
"Hazırlanırsan, hemen"
"Tamam, çantamı ve hırkamı alayım gidelim" Tamam manasında göz kırpınca kütüphanemden çıktım. Merdivenlerden inerken Fırat da hemen arkamdan gelmişti.
"Arjin" Ona döndüm.
"Efendim?"
"Şey..."
"Ney?" Bakışları üzerimdeydi.
"Kırmızı kazağının yerine farklı renk giysen?"
"Neden?"
"İşte"
"Kazak mı kötü? Yoksa yakışmamış mı?"
"Hayır, kırmızı çok yakışıyor sana. Ama-"
"Ama ne, Fırat?" Oflayarak nefes verip, konuştu.
"Anlasana be hatun, seni kıskanıyorum. Kırmızı dikkat çeken bir renk. Kimse sana baksın istemiyorum" Neydi, bu duygu? Şuan içimde peyda olan duygunun adı ne oluyordu?
Yine söylediği bir söz karşısında suskunluğu tercih etmiştim. Sırıtarak odama geçtim. Şimdi de kıskanıyorum, diyordu. Eski ben olsam 'sen kimsin beni kıskanıyorsun?' derdim ama şimdi hoşuma gitmişti. Ve yine utanmıştım.
Utancımın geçmesi için bir süre odada oyalandım. Aynanın karşısına geçip kendimi incelemeye başladım. Fırat beni güzel olduğum için mi seviyordu? Daha doğrusu ben güzel miydim?
Dakikalarca ayna karşısında durup kendime sorular sordum. Utancımın geçtiğini varsaydıktan sonra üzerime hırka ve çantamı alıp, dışarı çıktım. Kazağımı değiştirmemiştim. Madem Fırat her fırsatta beni utandırıyordu, bu sefer de ben onu kızdıracaktım.
Fırat'ı avluda göremeyince arabada olduğunu düşünerek dış kapıyı açtım. Tahmin ettiğim gibi Fırat arabanın içindeydi. Ama... Yanında annesi olacak kadın oturuyordu. Lanet olsun! Bu kadında mı geliyordu? İyi de Fırat niye söylememişti? Madem annesi gidecekti, bana ne gerek vardı?
Geri dönmek istesem de ayaklarım beni arabaya götürdü. Kapıdaki koruma arabanın kapısını benden önce açtı. Teşekkür ederek arka koltuğa oturdum.
"Amma geldi" Annesinin mırıldanarak söylediği sözü duymamazlıktan geldim. Fırat'ın gözleri dikiz aynasından bana sabitlenmişti. Üzerimdeki kazağa çatık kaşlarıyla bakıyordu.
Yol boyunca annesiyle kısa sohbetler etmişti. Gözü hem bende hem yoldaydı. Bakışlarındaki kızgınlığı sezsem de umursamazca bakmıştım. Utandırmanın bedelini böyle ödersin, Fırat Ağa.
Zirikan'ların konağına gelmiştik. Konağın etrafı adeta arabalarla çevrilmişti. Ucu bucağı olmayan yemek masalarıyla doluydu, dışarısı. Arabadan indiğimizde Fırat'ın annesine,
"Dayê, Arjin'i yanından ayırma" dediğini duydum.
"Ayırmam, oğul" Kelimeler ağzından zoraki çıkmıştı. Bana bakan Fırat'a göz devirdim. Kaç yaşında insandım, başkasının bana sahip çıkmasına gerek yoktu. Özellikle sinir olduğum bir insanın.
Bizi kapıda Şîyar Ağa ve annesi karşılamıştı. Şîyar Ağa 'Hoş geldiniz' dedikten sonra Fırat'la ağaların olduğu masaya gitmişti. Annesiyse bizi içeriye kadınların olduğu salona götürdü.
Konağın içi de tıpkı dışı gibi ana baba gününe dönmüştü. Salona girdiğimizde kadınlar ayağa kalkmış bize sarılmışlardı. Bu temaslardan ne kadar hoşlanmasam da el mecbur katlanmıştım.
"Şükür, Kozan'ların hanımağasını içimizde görebildik" Kadınlardan bir kişi bana bakarak söyleyince kafamı eğdim. Yanımda oturan Ünzile Hanım koluyla koluma vurdu. Benim duyabileceğim seste konuştu.
"Sana diyor" Karşılık olarak sadece gülümsedim, az önce konuşan kadına.
"Arjin Keça min, gebelik ne zamanadır?" Duyduğum soruyla neye uğradığıma şaşırmıştım. Bu aralar şaşırma ve utanç duygularını çok sık yaşıyordum.
"Belkim yüklüdür" Ben cevap veremeden başkası konuşmuştu. Yüklüdür? Hayır, değildim. Kendi kendilerine laf çıkarmayı severdi, bizim insanlarımız.
"Gelinin çekinir, herhal Ünzile Xanim. De hêlê, var mıdır bebesi?"
"Olunca duyarsınız, elbet Fatma Hatun" Cevabı açık ve net olmuştu. Açıkçası beklemezdim. Beni kızdıracak söz söyler sanmıştım.
"Rabbim tez zamanda kucağınıza bi bebe verir inşallah, Arjin kıze min" Salonda 'amin' sesleri yükselirken kafamı eğdim. Ne olacağımız belli değilken çocuğumuzun olamayacağını çok iyi biliyordum. Bildiğim tek şey, bir an önce kafamdaki karmaşanın son bulmasıydı.
Gün boyu gelen geçen bebek muhabbeti yapmıştı. Resmen aklımı çeliyorlardı. Bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. Daralmaya başlamıştım. Yanımdaki de kalkıp lavaboya gitmeme bile izin vermiyordu. Gerilmeye başlamıştım. Fırat'a da sinir olmuştum. Kocaman kadındım, ne demeye annesine beni emanet ediyordu?
"Bebe lafını edip durduk, keça min. Asıl soruyu sormayı akıl edemedik. Fırat Ağa'yla aranız nasıldır? İyidir, inşallah" Az önce Fatma Hatun dedikleri, yaşlı teyze sormuştu.
"Pek sanmıyorum iyi olduklarını. Sonuçta Arjin adamı ölümden döndürdü" Adını sanını bilmediğim benim yaşlarımda olan bir kadının cümlesi gerginliğimi hat safhaya çıkarmıştı.
"Merak etmeyin, hanımlar. Kocamla aram sandığınızdan daha iyi" Kendimden beklemediğim şekilde konuşmuştum. Söylediğime bozulanlar da vardı, 'Şükür, Allah bozmasın' diyenlerde. Az önce hadsizlik yapansa bozulmuş, kafasını eğmişti.
"Aferin, iyi dedin" Ünzile Hanım yine benim duyacağım ses tonuyla konuşmuştu. Onun beni desteklemesiyse fazlasıyla şaşırtmıştı.
"Arjin, gel kıze min. Sen Hevin'in yanına çık" Şîyar Ağa'nın annesi Hatice Hanım beni tutulduğum bombardımandan kurtarmıştı.
"Olur" diyip ayağa kalktığım sırada Ünzile Hanım ters bakışlarını üzerime dikti.
"Fırat yanından ayırma, dedi. Otur" Omuz silkip Hatice Hanım'ın peşinden üst kata çıktım. Kölesi değildim, her dediğini yapamazdım.
"Sen geç, kıze min. Hevin'le oturun. Bir isteğiniz olursa kızlar getirir"
"Tamam" diyip gülümsedikten sonra odaya girdim.
Hevin yatağın başlığına sırtını yaslamış, kucağındaki bebeğini emziriyordu. Birkaç dakika gördüğüm manzarayı hayranlıkla izledim. Hevin'i bir defa Jiyan Ağa'nın konağında görmüştüm. O zamanda çok güzeldi ama şimdi... Şimdi anneliğin de verdiği etkiyle daha güzel görünüyordu. Kafasını kaldırdığında beni gördü. Dalgınlığından ötürü önce şaşırdı, sonra güzel yüzünü samimi gülümseme aldı.
"Hoş geldin" Aynı samimiyetle gülümsedim.
"Hoş buldum" Yerinden doğrulurken,
"Rahatını bozma, lütfen" dedim. Yatağa yaklaştım.
"Gel, otur" Çantamı komodinin üstüne bırakıp yatağın kenarına oturdum. Bebek o kadar tatlı görünüyordu ki... Sarıp sarmalamak istedim.
"Çok tatlı" Mest olmuşçasına annesinin kucağında beslenmeye çalışan bebeği seyrediyordum.
"Kucağına almak ister misin?" Hayranlık dolu bakışlarımı Hevin'e çevirdim.
"Bilmem, tutabilir miyim?"
"Tabi ki, küçücük zaten" Bebeği göğsünden yavaşça uzaklaştırıp bana uzattı. Çekinerek küçük bedeni kollarımın arasına aldım. Allahım bu nasıl güzel bir kokuydu... Cennet kokusu bu muydu? Yumuşacık teni, aklımı alan o muhteşem kokusu, henüz gözlerini açamasa bile dudaklarını tatlı tatlı büzmesi... Ahh, beni kendine aşık etmişti bu ufaklık. Minicik bedenden vücuduma tuhaf bir his ve enerji yayılmıştı. Sımsıcak olmuştum, sanki. Ufak burnu, küçük ağzı, bembeyaz teniyle meleği andırıyordu, bu küçük kız. Daha önce abilerimin çocuklarını da kucağıma almıştım ancak onlarda şuan hissettiğim duygular oluştuğunu hatırlamıyordum.
"İsmi ne?" Gözlerimi küçük melekten ayırmadan sormuştum.
"Ravza" İsmi de tıpkı kendisi gibi eşsiz güzelliğe sahipti.
"İsmi ve kendisi gibi güzel bir kaderi olur inşallah"
"Amin, canım. Rabbim sana da nasip etsin, inşallah" Gülüşüm büyüdü.
"Nasip" diyebildim. Ravza'nın bende bıraktığı yoğun hisleri yok etmek istemiyordum.
"Diğer çocukların erkek miydi?" Yanlış hatırlamıyorsam Ravza üçüncü çocuklarıydı.
"Evet, canım benim. Onlar erkek. Şîyar kızı olmasını çok istiyordu. Şükür ki Rabbim bu defa nasip etti"
"Allah sağlıkla büyütmeyi nasip etsin"
Sohbet ederken Ravza'yı kucağımdan indirmek istememiştim. Baş parmağımı minik elleri arasına almış, dünyadan bir haber uyuyordu. Ravza'ya sabitlediğim hayran bakışlarımı açılan kapı kendine çevirdi. Şîyar Ağa gelmişti, beni görünce çekimser bakışlara büründü.
"Kusura bakma, yenge. Bilmiyordum burada olduğunu"
"Sorun değil"
"Fırat, Ravza'yı merak etti. İki dakika baksın mı?" Zamanında acımasızlığıyla Diyarbakır'a nam salmış adam şimdi karısından izin istiyordu. Sen nelere kadirsin, Yüce Rabbim... Aynısını galiba bende yaşıyordum. Bende Şîyar Ağa gibi acımasız davrandığım insana şimdi bağlanmıştım.
"Olur" Hevin eşine gözlerinin içi gülerek bakıyordu.
"Yandaki misafir odasında, Fırat. Götüreyim Ravza'mı" Şîyar Ağa eğilmiş tam Ravza'yı kucağına alacaktı ki,
"Arjin götürsün" dedi, Hevin. Sonrasında bana dönüp, "Götürür müsün?" dedi. Kafamı salladım. Dikkatle kalkıp, yürümeye başladım. Ravza'yı sanki benden bir parçaymışçasına tutuyordum. Hemen alıştığım bu bebeği nasıl bırakıp gidecektim, ben? İçimi hüzün kaplarken Şîyar Ağa'nın tarîf ettiği odaya girdim. Fırat koltuğun baş köşesine yayılmış halde oturuyordu. Odaya girdiğimi fark etmemişti.
"Biz geldik" Ravza'nın uyanmaması için sessizce konuşmuştum. Fırat sesimi duyduğu an bakışlarını bana çevirdi. Maviden griye çalan gözleri baştan aşağı beni süzdü. Süzme işi bitince ayağa kalkıp, yanımıza geldi. Ravza'nın yüzünü kapatan pembe kundağı hafifçe kenara çekip Ravza'nın güzelliğini seyre daldı.
"Çok güzel" Küçük meleğin güzelliği Fırat'ı da büyülemişti. İkimizde sessizlik içinde Ravza'yı seyrettik. Bir ara Fırat'a baktım. Ravza bizim kızımız olsaydı... Aklıma gelen düşünceyi kovarak bakmaya doyamadığım meleğe odaklandım, tekrardan.
"Bebek eline yakışmış" Fırat'ın sözü yüzümün yanmasına sebep olmuştu.
"Ravza'ya hayran kaldım"
"İstersen bizde bir Ravza yaparız. Eminim ona daha çok hayran kalırsın" Cümlesi bitince göz kırpmıştı. Kucağımda Ravza olmasaydı koluna vuracaktım. Maalesef ki durumum müsait değildi.
Dakikalardır koltukta oturmuş Ravza'yı izliyorduk. Fırat Ravza'nın minik yüzüne, ellerine dokunup duruyordu.
"Bal gibi değil mi?" Dibimde oturan Fırat'a döndüm.
"Bal yanında hiç kalır" Fırat gülümseyerek tekrar Ravza'ya odaklandı. Bende gizlice ona... Bizim bebeğimiz olsa böyle sever miydi? Beynim hayal moduna geçmişti ki Ravza'nın minik bedeninden çıkan ağlama sesleri girdiğim moddan çıkardı.
"Annesinin yanına götüreyim" diyerek ayağa kalktım. Odadan çıkmak üzereyken Fırat'ın ellerini belimde hissettim. Bu adamın bana her dokunuşu kalbimi yerinden hoplatıyordu. Kulağıma eğilip,
"Kazak meselesini unutmadım. Eve gidince beni soktuğun kıskançlık krizinin hesabını soracağım" dedi ve şalımı sağa iterek boynuma hafif bir öpücük kondurdu. Öpücük hafif olsa da etkisi ağır olmuştu. Vücudumu alevler alırken, dizlerimin bağı çözülmeden hemen odadan çıktım. Zira azıcık daha kalsam biliyordum ki arkamda meftunu olduğum adam bir öpücük daha bahşedecekti, bana.
Geç saatlere kadar Zirikan'ların konağında kalmıştık. Akşam üstü gitmek için kalkmıştık ki ısrarla akşam yemeğine kalmamızı istemişlerdi. İçten içe kaldığımıza sevinmiştim. Ravza'yla birkaç saat daha vakit geçirebilecektim.
Diyarbakır'ın karanlık sokaklarında arabayla konağa gidiyorduk. İçim buruktu. Ravza'ya hemen bağlanmıştım. Ayrılmak zor gelmişti. Bıraksalar sonsuza dek Ravza'yla yaşardım. Kokusu hâlâ burnumdaydı. Hevin 'istediğin zaman görmeye gelebilirsin' demişti. Gidecektim, o miniğin güzelliğini seyretmek, cennet kokusunu içime çekmek için gidecektim.
Fırat arabayı konağın önünde durdurunca kapıyı açıp indim. Peşimden annesi inmişti. Yüzüne bakmadan,
"İyi geceler" dedim ve cevabını beklemeden konağa girdim.
Hızla odama girdim. Fırat gelmeden banyoya girmem lazımdı. Yine kalbimi hızlandırıp, vücuduma ateş salmasını istemiyordum. Aceleyle hırkamı ve çantamı dolaba bıraktım. Geceliklerimi alarak banyoya girdim. Tam banyonun kapısını kapatmıştım ki, odanın kapısı açıldı. Banyonun kapısını kilitledikten sonra sırtımı kapıya yasladım.
Bir süre Fırat'ın tıkırtılarını dinledim. Şükür yanıma gelmemişti. Kısa süreli duş sonrası geceliklerimi giyindim. Birkaç dakika odadan ses gelip gelmediğini dinledim. Ses gelmeyince Fırat'ın uyuduğuna emin olmuştum. Yavaşça kapıyı açtım. Kapanmış ışıkların altında Fırat uyuyordu. Onu uyandırmamaya özen göstererek yatağa girdim. Anında belimi güçlü kollar sardı.
"Kaçabileceğini mi sandın?" Beni kendine doğru çekmiş, kulağıma fısıldamıştı.
"Uyumuyor muydun sen?"
"Sensiz uyuyamıyorum" Yüzünü göremesem de saçlarımı kokladığını hissediyordum.
"Uyursun, niye uyuyamayacaksın bensiz"
"Odunsun, hatun. Romantik oluyorum, bozuyorsun" Çaktırmadan gülmüştüm. Haklıydı, odundum. Hatta kalastım. Romantizmi anlasam bile karşılık veremiyordum.
"Asıl konuya gelelim" Fırat'a döndüm. Karanlıktan hayranı olduğum gözlerinin rengini göremesem de yüzünü görüyordum.
"Hangi konu?"
"Bugün ne demiştim, ben?"
"Ne?"
"Kırmızı kazağını değiştir, demiştim. Ama sen ne yaptın?" O konuyu unuttu sanmıştım.
"Ne yaptım?" Madem konu açılmıştı, biraz sinir etmek hakkımdı.
"Değiştirmedin"
"Değiştirmek istemedim"
"Hangi sebeple?"
"Bana kırmızının yakıştığını herkes görsün iste-" Dudakları cümlemi tamamlayamadan susturmuştu, beni. Anın şokundan donup kalmıştım. Kısa süreli dokunuşları sonrası dudaklarını uzaklaştırdı.
"Bir daha, yapma dediğim şeyi yapma, güzelim. Güzelliğini sadece ben görsem yeter" Ardından alnıma bıraktığı öpücük... Alevlere esir olmuştum. Yutkunarak arkamı dönmeye çalıştığım sırada engel oldu.
"Böyle uyuyalım, lütfen" İtiraz etmeden gözlerimi yumdum. Her seferinde boğazımın düğümlenmesine sebep olan sözler sarf ediyordu. Temasından söz etmiyordum, bile... Kolları belimi sımsıkı sardı, içine hapsetmek istercesine beni kendine çekti. Engel olmadım, kafamı göğsüne yaslayıp kokusunda uykuya teslim oldum.
✬✬✬
"Yenge, daldın yine düşüncelere" Dicle'nin sesiyle odaklandığım zeminden bakışlarımı çekip, Dicle'ye baktım.
"Bir şey mi dedin?"
"Abimi düşünmeden geçirdiğin bir saniyen var mı?" Gülerek sorduğu soruya göz devirdim.
"Abini düşünmüyorum"
"Herkesi kandırırsın, beni kandıramazsın yengecim" Doğru söylüyordu. Fazla zekiydi, her şeyi anlıyordu. Ve evet, az önce de Fırat'ı düşünüyordum. Ne yapabilirdim ki? Aklımdan çıkmıyordu.
"Batuhanla birbirinizi iyi bulmuşsunuz, Dicle'cim" Abisi gibi benle uğraşmayı seviyorsa karşılık vermemek olmazdı. İçtiği suyu püskürttü. Telaşla etrafına baktıktan sonra endişeli sesiyle,
"Yenge, Allah aşkına ulu orta yerde Batuhan deme" Haline gülmeden edemedim.
"Ya ne diyim? Seninki diyeyim o zaman"
"Hiçbir şey deme. Birisi duyar, başım yanar"
"Bence artık duysunlar. Ne zamana kadar gizli saklı görüşeceksiniz?" Dudağını büzerek bakışlarını yere çevirdi.
"Bilmiyorum"
"Şaka bir yana ama biliyorsun, Dicle. Buralarda bu tarz şeyler hoş karşılanmaz" Kafasını tekrar kaldırıp bana baktı.
"Biliyorum ama seviyorum, yenge"
"Sevme demiyorum ki. Sevgini gizli saklı yaşama, diyorum. Anlatın abine"
"Duyarsa kemiklerimi kırar" Sözüne kaşlarımı çattım.
"Abin asla sana zarar vermez. Mutlu olman için her şeyi yapar" Sırf senin için kendisini ateşe attı, abin...
"Ondan şüphem yok da korkuyorum işte"
"İstersen ben konuşabilirim" Korkuyla büyüdü, gözleri.
"Sağ ol yenge ama bir şey söyleme, lütfen"
"Peki, sen nasıl istersen öyle olsun"
Keyifli sohbetimiz eşliğinde kahvelerimizi içtik. Akılsız başım, Dicle gibi iyi niyetli bir kıza dahi hep kötü davranmıştım. Eminim ki felç kalarak bu kötülüklerin bedelini ödemiştim.
"Halaa, yengee" Kumru neşeli sesiyle bağırarak yanımıza geldi.
"Fındık kurdum" Dicle yeğenini kucağına almış, yanağına öpücük konduruyordu. Kumru yanağına bırakılan öpücükle gülümsedi.
"Ben sıkıldım"
"Ne yapmak istersin, halam?" Sağ elinin işaret parmağını yanağına koyarak düşünme moduna girdi. Bir de gözlerini kısmıştı. Haline tebessüm ettim. Bu sıra nedense çocukları, bebekleri gereğinden fazla tatlı buluyordum.
"Resim çizelim mi?" Heyecanla bana ve Dicle'ye bakıyordu.
"Olur" Dicle'yle aynı anda söylemiştik.
"Hadi sen defter ve kalem getir, birtanem"
"Tamam, hala"
Kumru dakikalar içinde yanımıza elinde kağıt ve kalemlerle gelmişti. Önüme bıraktığı boş kağıda düşünceli düşünceli bakıyordum.
"Sen neden çizmiyorsun, yenge?" diye soran Kumru'ya baktım.
"Ne çizeceğimi bilemedim"
"Amcamı çizsene" Gülümsedim. Fırat'ın karizmasını en profesyonel ressamlar bile çizemezdi. Neler söylüyordum, ben böyle...
Ben kağıdı gelişi güzel karalarken Dicle ve Kumru pür dikkat kendi kağıtlarına odaklanmış bir şeyler çiziyorlardı. Kağıdı masaya bırakarak oturduğumuz terastan gökyüzünü izlemeye başladım.
"Benim resmim bitti" Dakikalar sonra sessizce çizdiği resimden başını kaldırıp konuşmuştu, Kumru.
"Bakabilir miyim?" diye sordum. Kumru başını sallayarak elindeki kağıdı bana uzattı. Bulutlar ve ağaçların ortasında bir aile vardı. Çizdiği kadın ve erkek ortalarında duran küçük çocuğun elinden tutuyordu. Bu mutlu aile tablosunu resmin köşesinde küçük bir kız seyrediyordu. Acaba annesi ve babasını mı çizmişti?
"Resimdekiler kim?" Gülümseyerek baktığım Kumru çekingen bakışlara hakim olarak konuştu.
"Amcam ve sen" Utanarak söylediği söze ne tepki vereceğime şaşırmıştım. Benim suskunluğumu görünce konuşmasına devam etti. "Elini tuttuğunuz bebek de sizin bebeğiniz" Dudağımı ısırarak tekrar resme odaklandım. Sizin bebeğiniz... Fırat'a geleceğimizle ilgili tek söz edememişken etrafın gazıyla bebek hayallerine dalmam adil değildi.
"Peki, şu köşede duran çocuk kim?" Elimle resmin köşesine çizdiği çocuğu işaret ettim. Kumru kafasını eğip sessiz kalmıştı.
"Halacım, kimi çizdin?" Kumru'dan cevap gelmeyince Dicle de aynı soruyu sormuştu. Kumru kafasını kaldırmadan cevapladı.
"Benim"
"Neden kendini buraya çizdin ki?" Merakla sormuştum.
"Siz bebeğinizi seversiniz diye" Sözüne hüzünle gülümsedim. Resmi masaya bırakarak kollarımı açtım. Kumru'ya,
"Gel bakayım" dedim. Önce tereddüt etti. Halasına baktı, Dicle onaylayınca geldi. Benden çekiniyordu. Bir defasında hak etmediği halde ona da ağır bir şekilde kızmıştım. Çekinmesi, korkması normaldi ve bu halini gördükçe kendime lanet ediyordum.
"Biz seni de severiz" Kucağıma oturtmuş, saçlarını okşuyordum.
"Bebeğiniz olunca amcam bebeğini daha çok sever ama" Allah'ım haline hem gülmek hem de sımsıkı sarılmak istiyordum. Hafif tebessümle bedenini sarmaladım, kahve tonlarına hakim olan örgülü saçlarına öpücük kondurdum.
"Hayır, ikinizi de ayrım yapmadan sever"
"Yenge, yoksa?" Dicle cümlesinin devamını getirmeden göz kırpınca ne demek istediğini anlamıştım. Kaşlarımı hayır anlamında kaldırsam da sırıtıyordu. İstemsizce bende güldüm.
Kumru'ya sarılınca aklıma yeğenlerim gelmişti. Uzun zaman olmuştu, onları görmeyeli. Şifanur'umun 'haya' diyişini, Yağız'ımın büyük insan gibi oturup benle sohbet edişini özlemiştim. Azat Abim'in yeni doğan çocuğunu, babamın ismini taşıyan yeğenimi sadece Devran Abim'in düğününde görmeme rağmen onu da özlediğimi hissediyordum. Özlem duygum gururumun önüne geçemiyordu.
Gururum ön plandaydı. O eve gitmek istemiyordum. Gururumu kenara bırakıp gidersem babaannemi de görmüş olacaktım. Bu hayatta görmek istediğim son insanlardan bile değildi. Yaşadığım cehennemin en büyük sorumlusunun yüzünü görmeye tahammül edemezdim.
"Amcam geldii!" Kumru kucağımdan adeta zıplayarak inmişti. Koştuğu yere bakınca Fırat'ın bize doğru geldiğini gördüm. Kendisine koşan Kumru'nun karşısında yere eğildi. Kumru yanına ulaşınca sımsıkı sarıldılar. Kumru minik kollarını Fırat'ın boynuna dolarken Fırat da onu kucağına aldı, gelip hemen yanıma oturdu.
"Hayırdır, abi? Bu saatte gelmezdin" Merağımı dile getiren Dicle olmuştu. Dicle'ye bakması gerekirken bana bakıyordu.
"Hatunumun randevusu var, onun için geldim" Hatunum kelimesi içimi titretirken, yanaklarımda nasibini almış yanmaya başlamıştı. Dicle'yse gülüşünü kulaklarımıza doldurdu.
"Vayy, hatunum ha"
"Evet, hatunum değil mi?" Fırat'a uzatmaması için dirseğimle vurmuştum ki Kumru vurduğuma pişman etti.
"Neden amcama vuruyorsun?" Dicle'nin bu seferki kahkahası tüm konakta yankılanmıştı. Ben Kumru'ya şaşkınlıkla bakarken Fırat'ta alttan alttan gülüyordu.
"Vurmadım ki, kolum çarptı" Beyaz yalan söylemekten zarar gelmezdi. Dicle kahkahalarının arasında,
"Sizin bu halinizi daha çok sevdim. Lütfen eskiye dönmeyin" dedi. Aklım başıma gelmişti, eskiye dönmek imkansızdı bundan sonra. En azından Fırat'a artık kötü kelimesi altında ne bir şey yapardım ne de tek kelime ederdim.
"Valla benden yana sorun yok, Dicle. Bu durum yengene bağlı biliyorsun" Birbirine göz kırparak benle uğraşmaya başlamışlardı. En sonunda dayanamayarak ayağa kalktım.
"Neyse, ben gidiyorum. Randevu saatim yaklaştı"
"Bekle, beraber gideceğiz" diyen Fırat'ı başımı sallayıp odaya indim. Çantamı almadan önce aynadan yansımamı süzdüm. Bilek boy kahverengi deri eteğimin üzerinde beyaz bluzum vardı. Saçlarıma taktığım kahve tonlarındaki şalda kombinime uyuyordu. Yüzüme baktığımda tek bir makyaj izi yoktu. Makyaj yapmazdım ki... Hatta aynadan kendime bile bakmazdım. Ancak son zamanlarda rutin haline getirmiş, sürekli aynanın karşısına geçiyordum. Fırat... İç sesimin söyleyeceğine engel oldum.
Kapıyı açıp çıkacakken aklıma gelen şeyle arkamı dönerek aynalığa doğru yaklaştım. Üst çekmeceyi açtım. Devran Abim'in düğünü için alışveriş yaptığımızda Dicle'nin ısrarıyla makyaj malzemesi almıştım. Bir tanesini bile kullanmadığım makyaj malzemelerini çekmeceye koymuş, bir daha açmamıştım. Şimdiyse ellerim bağımsızca hareket ediyordu. Kıyafetime yakışacağını düşündüğüm toprak tonundaki ruju elime alıp hafifçe dudaklarıma sürdüm. Dudaklarımı birbirine değdirerek rujun yayılmasını sağladım. Yakışmıştı galiba... Üzerime birkaç fıs parfüm sıktıktan sonra odadan çıktım.
Dış kapıyı açınca Fırat'ın arabaya yaslanmış beklediğini gördüm. Beni görünce gülümsedi, aynı karşılığı verdim. Arabaya binmek için ilerlemiştim ki kaşları çatıldı. Birden ne olduğuna anlam verememişken hızla şoför koltuğuna oturdu. Yanına oturduğumda torpidoya elini uzatmış bir şey arıyordu. Kısa süren çabası sonucu peçete paketi alıp torpidonun kapağını kapattı. Peçete paketini bana uzattı.
"O dudağına sürdüğünü siler misin?" Büyüttüğüm gözlerimle beraber kaşlarımda yüzümün en tepesine kadar çatıldı.
"Sebep?"
"Gideceğimiz hastanede maalesef ki sadece kadınlar yok"
"Yani?"
"İşine gelince zeki oluyorsun, işine gelmeyince anlamamazlıktan geliyorsun"
"Anlasam sormam zaten" Burnumdan aldığım nefesi sinirle yine burnumdan verdim.
"Dudağındaki ruj fazla dikkat çekiyor" Yok artık der gibi baktım.
"Saçmalama istersen, bu rengin neresi dikkat çekiyor?"
"Çekiyor işte. Hem sen makyaj yapmazdın niye şimdi yaptın?" Bir de bana odun derdi. Kendisi odunun hasıydı.
"Keyfim öyle istedi!" Sözüme kızmış olmalı ki bakışlarını camın dışına çevirdi. Derin nefes aldıktan sonra tekrar peçeteyi uzattı.
"Hatun-"
"Hatun deme bana!" Gülmemek için kendini sıkıyordu.
"Tamam, güzelim. Hadi geç kalacağız al şu peçeteyi sil şu ruju. Yoksa-"
"Yoksa ne?"
"Kendi yöntemimle silerim" Kaşlarım tekrar çatıldı.
"Kendi yöntemin?" Dudağını sağa doğru kıvırdı, kaşlarıyla dudağımı işaret edince aklından geçirdiğini anlamıştım. Sinirle elinden peçeteyi aldım.
"Hem gıcıksın, hem de terbiyesiz" Bir yandan dudağımdan ruju siliyordum.
"Aferin, hatunuma" Hatunum deyişi az önce büründüğüm sinirli halimi yok etmişti. Fırat'a belli etmeden gülümsedim.
Fırat yol boyunca konuşmaya çalıştıkça bilerek cevap vermemiştim. Sinirimi bozduğunu fark etsin istiyordum. Halbuki ben ruju o beğenir diye sürmüştüm. Hey gidi, Arjin. Ne hallere düştün böyle? Beyefendi kıskançlık krizine girip sinirlendirmişti. Neymiş efendim, erkek milletinden her şey beklenirmiş. O yüzden onların bulunduğu ortama girerken dikkat edecekmişim, süslenmeyecekmişim, dikkatlerini çekecek hiçbir şey yapmayacakmışım. Bir insan hemcinsini de karalamazdı ya...
Hastaneye geldiğimizde, Fırat benimle beraber psikiyatristimin odasına çıkmıştı. Odaya da girmeye yeltenince ondan önce girip kapıyı yüzüne kapattım. Sinirimi bozduğu için hak etmişti.
Psikiyatristim Hande Hanım tüm samimiyetiyle yine beni dinlemişti. Kadının enerjisine hayrandım. Gülüşü güzel yüzüne hakim olurken,
"Arjin'cim, büyük değişim yaşadın. Farkındasındır, umarım" dedi.
"Farkındayım. Eskiden kanımı bile öfke kaplamıştı. Şimdi bakıyorum ki o öfkenin tek kırıntısı kalmamış"
"Eğer yaşadığın travmayı atlatman için sana destek olunsaydı eminim ki o öfke hiçbir zaman olmazdı" Acıyla gülümsedim.
"Sadece Devran Abim vardı. O da küçüktü, kendince destek olmaya çalıştı"
"Devran Abi'nin çocuk aklıyla verdiği çabayı büyüklerinin vermesi gerekirdi"
"Her şeyi geçtim de beni en çok yaralayan Fırat'a yaptıklarım" Yaslandığı koltuktan doğruldu.
"Sen pişmanlığını hissettin. Üzerine düşeni de yaptın ve sonuç; Fırat seni affetti. Daha doğrusu anlattığın kadarıyla sana hiçbir zaman kin tutmamış"
"Kalbi çok temiz, kötülüğü barındıran duygular beslemiyor kalbinde"
"Harika. O zaman beraber olmamanızı gerektiren bir durum göremiyorum ortada"
"Ama... Yaşananlardan sonra olur mu?"
"Neden olmasın? Hangimizin hayatı dört dörtlük, Arjin? Bana örnek verebilir misin?" Kafamı olumsuz anlamda sallayınca sözlerine devam etti. "Sen kalbine uyarak Fırat'la beraber oldun. Her geldiğinde gözlerinin parıltısı artıyor. Anlattıkların bile Fırat'a olan sevgini açıkça gösteriyor"
"Ben... Onun yanında bir zamanlar tatmadığım huzuru buluyorum"
"Fırat eminim ki senin duygularının farkında lakin artık açık açık söylemenin zamanı geldi. Şimdi soracağım soruya kalbini dinleyerek cevap ver"
"Tamam"
"Gerçekten Fırat'la bir hayatın olsun istiyor musun?" Gözlerimi yumdum, sağ elimi kalbime götürdüm. İstiyorsun, yaşadığın acıları onunla bir ömür geçirerek atlatmayı her şeyden çok istiyorsun. Kalbim ve beynimin aynı anda söylediği sözü sanki kulaklığıma birisi söylüyordu. Derince bir nefes aldıktan sonra gözlerimi açtım. Karşımda oturan kahve gözlü kadına gözlerimi sabitledim.
"İstiyorum"
Sohbetimiz sonunda ilaçlarımın dozunu azaltmıştı, Hande Hanım. Büyük ilerleme kat etmişim. Sevinmiştim, iyiydim. Daha iyi olacaktım. Hande Hanım'la vedalaşıp yanından çıktığımda kapıda bekleyen Fırat'a gülümsedim. Uzattığı elini tereddüt etmeden tuttum ve koridorda yürümeye başladık.
"Dengesiz, hatunum" Hatunum kelimesi beni resmen eritiyordu.
"Neden dengesiz dedin?"
"Bir saat önce az kalsın beni boğacaktın. Şimdi gülüyorsun, elimi tutuyorsun" Gülüşüm iyice büyüdü.
"Sende ne yapsam laf ediyorsun"
"Yanımda ol da ne istiyorsan yap, Çavreşamın"
Eve gitmek yerine beni önce yemeğe götürmüştü. Şimdi de Diyarbakır'ı turluyorduk. 'Neden eve gitmiyoruz?' diye sorduğumda biraz gezelim, gideriz demişti. Üstelemeden tamam demiştim. Ayrıca yemek boyunca telefonu susmamıştı. Sustuğu zamanlarsa mesajlar gelip durmuştu. Telefon çaldığında yanımdan kalkıp başka yerde konuşuyordu. En sonunda dayanamayıp,
"Kim sürekli arıyor?" diye sormuştum.
"Manitam" Cevabı sinirimi bozmaya yetmişti. Masanın altından ayağımla bacağına vurmuştum.
"Kıskandın mı?"
"Hayır, ne kıskanacağım"
"Belli oluyor" Sırıtmasına karşın omuz silkmiştim. Aklım kimle konuştuğunda kalsa da belli etmemiştim.
Gece gündüzün yerini almıştı, biz hâlâ dışarıdaydık. Arabayı eve giden yola değil de farklı bir yola sürdüğünü görünce,
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Biraz daha sabret, güzelim. Birazdan göreceksin" İçime merağı salmıştı. Halinden bir şeyler çevirdiği anlaşılıyordu. Umarım bu sefer kalbimin ritmiyle oynamazsın, Fırat.
Çok geçmeden arabayı durdu. Nerede olduğumuza bakarken gözüme rengarenk ışıklarla kaplanmış köprü çarptı.
"Malabadi Köprüsü'ne mi geldik?"
"Evet"
"Neden ki?" Sorumu cevaplamadan arabadan indi. Benim kapımı açarken,
"Gel, hadi" dedi. Merağım artmış bir şekilde arabadan indim.
"Fırat, ne çeviriyorsun?" Uçuşan saçlarımı özenle şalımın altına sıkıştırdı. Konuşmadan elimden tutup köprüye doğru ilerledi. Peşinden yürüyordum, yüzümdeki anlamsız ifadeyle.
Bu köprü her akşam etrafı rengarenk ışıklarla mı aydınlatıyordu? Daha önce hep gündüz geldiğim için sorumun cevabını bilmiyordum. Rengarenk ışıklar köprünün altından akan suyun üzerinde birbirine karışıp büyüleyici tonlara bürünüyordu.
Etrafta kimse yoktu. Köprünün yakınında bulunan restorantın ışıkları da kapalıydı. Köprünün ortasına geldiğimizde Fırat durdu, o durunca haliyle bende durdum. Artık merağım sınırı aşmıştı.
"Bu saatte buraya neden geldiğimizi söyleyecek misin, artık?" Ağzımdan çıkan son kelimeyle uzaktan gelen ama net duyulan bir şarkı kulaklarıma doldu. Fırat rengarenk ışıkların altında bana bakıyordu. Cevap vermemesi canımı sıkmaya başlamıştı. Kızmak için ağzımı açmıştım ki Fırat'ın ağzından dökülen sözlerle kalakaldım.
"Gotina heş te dikim, hindike bi serê tekim" Seni seviyorum cümlesi azdır, sana yemin olsun... Söylediği sözün anlamı ve ses tonu donup kalmama sebep olmuştu.
"Ez pir berîya tê dikim, sebra min hew bê tê tê" Seni çok özlerim, sensiz nasıl sabrederim... Uzaktan gelen şarkının fonuna ayak uyduruyordu. Saçlarım bile delicesine esen rüzgara rağmen kımıldamıyordu. Yerimde donmuş, bana bakan gözlere bakıyor, o gözlerin ait olduğu şaheserin büyüleyici sesini dinliyordum.
"Kêfa min ji têrê tê, difirim gava tu tê" Senden hoşlanıyorum, uçarım sen geldiğin vakit...
"Roja kû ez te nebînim, wê çi bi halê min tê" Seni görmediğim gün halim nice olur... Girdiğim etkiden artık bayılmak üzereydim. Kalbime bu kadarı zarardı. Daha ne kadar hayran kalabilirdim, bu adama.
Ben yerimden kımıldayamazken söylediği şarkı bitince önümde dizinin üstüne eğildi. Ne yaptığına kaşlarımı dahi çatamaz haldeydim. Elini ceketinin iç cebine atıp kırmızı ufak bir kutu çıkardı. Kutuyu bana doğru uzatıp kapağını açtığında gördüğüm şey donmuş kalmış bedenimde sadece gözlerimi büyütebilmişti.
"Aşka mezar olan bu köprünün bizim aşkımızın ve beraber geçireceğimiz geleceğin başladığı yer olmasını ister misin?"
Kalbimden vücuduma sımsıcak bir şey aktı. Her şeyin etrafımda döndüğünü görür gibi oldum. Bünyem bu kadarını kaldıramamıştı. Vücut dengem şaşmıştı. Ayaklarım yere basmıyordu, bulutların üzerinde gibiydim.
Önümde eğilen adamın gözlerinin içine baktım. Gözlerinin içinde yanan umut ışığını görmek kelebeklerimin yaptığı baskıyı arttırmıştı. İçimdeki duygu seli çağlayarak Diyarbakır'a akıyordu. Gözlerinden gözlerimi kaçırmadan boğazımdaki yumrunun geçmesini bekledim. Henüz kendime gelememiş olmama rağmen beynimin komutuyla ağzım açıldı, kelimeler bir bir döküldü.
"İsterim, Fırat. Seninle bir ömrü beraber geçirmeyi her şeyden çok isterim"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |