
Beynimin gerçek-hayal karmaşasına son noktayı koyan Fırat'ın ağzından dökülen "baba" kelimesi olmuştu. Gözlerim görmeyi, kulaklarım duymayı, vücudum ayakta durmayı istemez konumdaydı.
"Sen..." Kitlenmelerine ramak kalan dudaklarımdan çıkabilen tek kelimeydi.
"Ben ya, ben. Siz keyfinizce yaşarken mapus köşelerinde sürünen, ben!" Omuzlarını dikleştirirken benim dizlerim bedenimi taşıyamaz haldeydi.
"Yasir!" Ünzile Kozan'ın konağı yerinden oynatabilecek sevinç çığlığını dahi kulaklarım algılayamıyordu. Zihnimde dolaşan tek kelime "Nasıl?" dı. Nasıl çıkabilmişti? Ülkede adaletin olduğuna ilk defa inanmışken adalet doğrudan yine nasıl sapmıştı?
Tepkisizce olduğum yerde kalırken Yasir Kozan, Fırat dışındaki aile üyeleriyle sarılıp hasret gideriyordu. Gülüşünün yüzünde büyümesiyle vücudumda akan tüm kanlar beynime hücum etti. Adım attığım an Fırat'ın elinin elime değdiğini hissettim. Düşünmeden elini ittirip Yasir Kozan'ın üzerine doğru yürüdüm.
"Sen... Nasıl çıktın?" Sesim titrek çıkmasına rağmen gürdü. Pişkin pişkin bakan suratını görmek midemi bulandırmıştı.
"Adalet yerini buldu"
"LANET OLSUN SANA DA, BU ÜLKEDEKİ ADALETE DE!" Söyleyecek başka sözüm yoktu. Hoş, olsa bile anlayacak kimse yoktu. Beynim yavaş yavaş normale dönmeye başlayınca verdiği komutla öfkeye bürünmüş bakışlarımı karşımdaki insan görünümlü şeytandan çekerek arkamı döndüm. Fırat'la göz göze gelmiştik. Bakışlarındaki ifadenin hangi duyguyu barındırdığını görmezden gelerek hızla bavulumu alıp kapıya doğru ilerledim.
"Arjin!" Fırat'ın arkamdan seslenişine Yasir Kozan'ın,
"Elleme, defolsun!" sesi eşlik etti. Cevap vermek, konuşmak istemiyordum. Sadece sessiz kalıp buradan, hayatımı alt üst eden konaktan gitmek istiyordum. Konağın kapısından çıktığım an kolumda hissettiğim eller yüzünden durmuştum. Beni durduranın kim olduğu malumdu. Kafamı çevirince uğruna canımı hiçe sayacağım mavi ve grinin karışımı gözler görüş alanıma girdi. O gözlerin şuan büründüğü tek duygu; hüzündü. Metrelerce öteden bakan insan bile o hüznü anlayabilirdi.
"Gitme" dedi, çaresizliğin hakim olduğu ses tonuyla. Başım ritim tutarcasına sağa sola sallandı.
"Yanlış yaptık, Fırat.. Olmayacağını bile bile sevmeyecektik.."
"Biz imkansızı ortadan kaldırdık, Arjin" İstemsizce gülümsedim.
"Yanıldık. Ödediğimiz bedeller bitti sanmıştık ama kader bitirmemekte ısrarcı. Benimse direnecek gücüm kalmadı. Hoşçakal, bana sevmeyi öğrettiğin için de... teşekkür ederim" Zor bela konuştuğum cümlelerim bitince bakışlarımı acıya bürünmüş gözlerinden çekerek arkamı döndüm.
Arkam dönükte olsa Fırat'ın yerinde acılar içinde donup kaldığını hissetmek zor değildi. Kalamazdım... Gururumu ayaklar altına alıp, burada kalamazdım.
Kalbimin sızısına göz yaşlarım dayanamamış birer birer akmaya başlamıştı. Akan göz yaşlarımı silmeye takatim yoktu. Onlar akmaya devam ederken gücüm olmamasına rağmen hızla acıyı derinlerime işleyen konaktan uzaklaşıyordum.
Yere çöküp bağıra bağıra "daha fazlasına dayanamıyorum" diye ağlamak isterken sessiz kalmayı tercih ediyordum.
Sokaktan geçen taksiciye halsizce el kaldırdım. Nereye gideceğimi bilemez halde, sevdiğimi ardımda bırakarak taksiye bindim. Tam her şey yolunda demişken, sevmişken böyle olmamalıydı...
Kalbim 'bu acıyı kaldıramam' diye haykırıyordu. Beynimde dahil sanki tüm organlarım kalbimi onaylıyordu. Vücudum isyandaydı.
Taksi ilerlerken gökyüzünden şehri yerinden oynatacak bir şimşek sesi duyuldu. Ardından tane tane yağmur damlaları düşmeye başladı. Sanki gökyüzü bizim için ağlıyordu. Evren kaderin aşkımızın ortasına koyduğu engellere isyan edercesine göğü inletiyordu.
Fırat'tan;
"Abi" Dicle'nin sesiyle dakikalardır uyuşmuş olan beynim normale dönmüştü. Bağı çözülen dizlerime rağmen omuzlarım çökmüş halde, yağmurun altında olduğum yerde duruyordum.
Gitmişti... Karşı gelemeden, 'gitme' diyemeden arkasına bakmadan gitmişti. Aşkımızın üzerini tek kalemde çizip gitmişti. Gururu aşkımızdan baskın gelmiş, gitmişti.
"Abi, sırılsıklam oldun" Başımı sallayarak jet hızıyla konağa girdim. Salonda olduklarını tahmin ederek yukarı çıktım.
Babam her zaman ki yerine oturmuş kucağına oturan Kumru'yu seviyordu. Yanında oturan annemse mutluluktan uçacak vaziyetteydi.
"Kim çıkardı, seni?" Bakışlar üzerime dönmüştü.
"Onu sormadan evvel 'evine hoş geldin, baba' demek zor mudur, Fırat Ağa?"
"Baba... Seni, hapishaneden kim çıkardı, diyorum?" Cevap vermeden önce Kumru'yu yavaşça kucağından indirdi. Ardından ayağa kalkıp yanıma yaklaştı.
" 'Benim yapamadığımı kim yaptı?' diyorsun, yani?" Sinirle gözlerimi yumdum, yumruğumu sıktım.
"Jîyan Ağa mı çıkardı?"
"Kure min, şükür ki baban çıktı. Soracağın yerde sarılıp hasret gider" Annemin sözüyle gözlerimi açtım. Dalga geçiyorlardı. Başka açıklaması olamazdı. Bedenimin ayakta durmasına rağmen acıdan çöktüğümü göremiyor olmaları imkansızdı.
"ANA! Bu adam cezasını çekecek, dedim ben! Sözümü çiğneyen hadsiz kim diye soruyorum!"
"İyilik eden artık hadsiz mi oluyor, Fırat Ağa?" Duyduğum sesle arkamı dönünce Jîyan Ağa'nın kapı girişinde bastonuna tutunarak beklediğini gördüm. Macîd Ağa'ysa arkasında durmuş bana bakıyordu.
"Evine hoş gelmişsin, Yasir Kozan" Jîyan Ağa benden cevap beklemeden koltuğa oturdu. Ben öfke dalgasından kurtulmaya çalışırken babam Jîyan Ağa'nın elini öpüyordu.
"Hoş buldum, ağam. Allah razı olsun senden"
"Cümlemizden razı olsun"
"Size 'ağa bensem benim sözüm dinlenecektir' demedim mi?!" Ses tonumu kontrol edemeden konuşuyordum.
"Ağa dediğin babasının mapus köşelerinde yatmasına müsaade etmez, Fırat Ağa!"
"Yaptıklarınızın bedelini ağır ödeyeceksiniz!" Son sözümü sert ve gür bir sesle söyleyerek konağı terk ettim. Onlardan önce Arjin'i bulmam gerekiyordu. Anın şokuyla tepkisiz kalıp gitmesine müsaade etmiştim. Lanet olası, aklım!
Arabayı Doğanlı'ların konağına doğru sürdüm. Gidebileceği ve aklıma gelen tek yer ailesinin konağıydı. Babamın hapisten çıkmasında payım olmadığını, en azından bu düşünceye girdiyse söylemek istiyordum.
Sevmişken, mutluluk adımlarını atmışken bir anda her şeyin yok olmasına izin veremezdim. Sevdamın beni terk etmesine müsaade etmeyecektim. Gerekirse kapısında yatar, yalvarırdım ama yine de aşkımızı bitirtmeyecektim.
Son sürat vardığım konağa yine hızla girip, "Arjin!" diye ard arda bağırdım. Sevdiğim kadının çıkmasını beklerken görüş alanıma Şifa Doğanlı ve Rezan Doğanlı çıktı.
"Hayrola, Fırat Ağa?"
"Arjîn nerede?"
"Ne demek, nerede?"
"Buraya geldi mi?"
"O kim bağırıyor?" diyerek babaannesi ve annesinin yanına geldi, Devran. Beni görünce,
"Hayırdır?" diye sordu, merakla.
"Arjin buraya geldi mi?" Soruma cevap beklerken konağın diğer aile üyeleri de etrafımıza toplanmıştı.
"Bir şey mi oldu, Fırat?" Sorusu da Cüneyt'ten gelmişti.
"Size bir soru sordum!" Dişlerimi sıkarak konuşmuştum.
"Arjin burada değil! Bacımı üzecek bir şey mi yaptın?!" Devran'ın üzerime yürümesini umursamayarak salon kapısından girerek tüm odaları kontrol etmeye başladım. Burada olmaması imkansızdı. Başka gidecek yeri yoktu. Odalara umutla bakarken diğerleri arkamdan soru yağmuruyla geliyordu. Devran'ın sövmeleriniyse duymazdan geliyordum.
"Fırat! Cevap verecek misin, ne oluyor?" Cüneyt'in sorusuna Azat'tan cevap geldi.
"Babası hapisten çıkmış"
"Siktir!" diyen Devran'dı.
"Duyduğumuz doğru mudur, Fırat Kozan?" Şifa Doğanlı'ya cevap vermeden önce gözlerimi yumdum, derin nefes aldım.
"Doğru" dediğim an yüzüme Devran'ın sert yumruğunu yedim. Aldığım ani darbeyle sendelesem de ayakta durabilmiştim.
"Lan, puşt! Bacıma yaptıklarını bile bile baban olacak iti ne demeye çıkarttın?!"
"Ben çıkarmadım!"
"Yalan söyleme lan!" Ardından bir yumruk daha... Azat ve Cüneyt bana vurmaması için Devran'ın kollarından tutuyordu.
"Yavrum nereye gitti?" Rezan Doğanlı söylene söylene ağlamaya başlamıştı.
"Buraya geldi sanıyordum" Elimin tersiyle burnumdan akan kanları sildim, konuşmama devam ettim, "Başka nereye gider, biliyor musunuz?"
"Bir de utanmadan soruyor musun, lan?" Devran abilerinin elinden kurtulmaya çalışırken bağırıyordu.
Birkaç dakika Devran'ın hakaretlerini ve diğerlerinin sitemlerini dinledikten sonra soruma cevap alamadan konaktan çıktım. Gerekirse tüm Diyarbakır'ı baştan sona gezecektim ama yine de Arjin'i bulacaktım.
Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Sanki yer yarılmış içine girmişti. Akşama kadar Diyarbakır'da bakmadığım yer kalmamıştı. Kimsenin ne haberi vardı ne de görmüşlerdi. Çıldırmanın eşik noktasına gelmiştim. Nereye gitmişti, nereye?
Derdime ortak olan yere gelmiştim, yine. Fırat Nehri'nin kenarında, gecenin zifiri karanlığının altında, çaresizliğin doruğunda duruyordum. Halsizce arabadan indim. Kapıya ayağımla tekme attığımda kapanırken sert ve gür bir ses çıkardı.
"Neden?"
"Neden, Allah'ım, neden?"
"Her şey düzelmişti. Mutluyduk..."
"Neden bu mutluluğu bize çok gördün?" Sesimi tüm Diyarbakır'a duyurmak istercesine bağırıyordum.
Şeytan iç sesime hakim olmuş, 'at kendini Fırat'ın kollarına, kurtul kaderin oyunlarından' diyordu. Şeytana uysam ne olurdu ki? Zaten sevdiğim izini kaybettirip gitmemiş miydi? O gidince ruhum yaralarla kalmışken bedenimin yaşamak için direnmesinin hiçbir sebebi kalmamıştı.
Yapamazdım... Rabbim mutluluğu bana çok görse de ben ona isyan edemezdim.
"Allah'ım yardım et, lütfen..." Ruhumun yorgunluğundan takatim kalmamış, son kelimelerim fısıltı halinde çıkmıştı. Yumruğumu öfkeyle arabanın camına indirdim. Cam tıpkı kalbim gibi paramparça oldu. Aralarındaki tek farksa cam, kan akıtma işini elime bırakmıştı. Elimden su misali akan kanı umursamayıp arabaya yaslanarak yavaşça yere oturdum.
"Niye gittin, Arjin?"
"Seven gider miydi?"
"Hani aşkımıza engel tanımayacaktık?" Gözümde biriken yaşlar yanağımdan süzülerek gömleğime akıyordu.
Gecenin ayazı içime işlese de kalbimdeki yangını söndüremiyordu. Çaresizlik, bilinmezlik... Ruhuma hakim olan duygular... Ne yapacağımı, Arjin'i nerede bulacağımı bilmiyordum.
"LANET OLSUN!" Elimden akan kanları önemsemeden yaslandığım arabaya sertçe yumruk attım. Yumruk sesimle beraber telefonumun zil sesi duyuldu. Bir umutla cebimde çalan telefonu çıkardım. Arayan kişi umut ettiğim kişi değil, Dicle'ydi. Halsizce aramayı meşgule aldım.
Allah'ım bu sefer ki planın ne? Çektiğimiz acılar yetmedi mi? Niye bizi ayrı düşürdün?
Şeytanın beynimde yarattığı isyankar düşünceler içerisindeyken telefonum ısrarla çalıyordu. Dicle reddettiğim halde ısrarla aramazdı. Yoksa... Yoksa Arjin geri mi dönmüştü? İçimde beliren umutla telefonu açtım.
"Abi, yalvarırım hemen konağa gel"
Arjin'den;
Kırık kalbim kabuk tutması gerekirken her seferinde kanaması şiddetleniyordu. Kalbime müstahak olan hayat bu olmamalıydı. Azıcık mutluluk bana çok görülmemeliydi.
"Canım benim, hadi ne olursun bir şeyler ye" Rukiye'ye başımı olumsuz anlamda salladım. Yemeye, içmeye, adım atmaya takatim kalmamıştı. Kader bedenime ve ruhuma ağır bir yorgunluk bırakmıştı.
"Bir haftadır boğazından lokma geçmedi. Korkuyorum hastalanacaksın diye"
"Canım istemiyor" Israrlarını dinlememek için koltuktan kalkıp bir haftadır kaldığım odaya doğru yürüdüm. Salon kapısından çıkmak üzereyken,
"Bugün Cüneyt Abin ve Devran Abin geliyor" dedi, Rukiye. Ne söylediğini yanlış anladığımı umarak,
"Anlamadım?" diyerek Rukiye'ye döndüm. Ayağa kalkarak yanıma yaklaştı.
"Arjin, güzel dostum benim. Onlar senin ailen. Bir haftadır meraktan ne hale gelmişlerdir. Burada olduğunu bilmek onların en doğal hakkı"
"Rukiye -"
"Kızma lütfen, yanlış bir şey yapmadım" Oflayarak az önce kalktığım koltuğa oturdum.
"Kimseyi görmek istemiyorum"
"Anlıyorum seni" Yanıma oturdu, kolunu omzuma atarak başımı dizlerinin üzerine koymamı sağladı. "Bir hafta boyunca aradıklarında burada olmadığını söyleyip durdum. Her seferindeyse acı dolu feryatlarını dinlemek yüreğime ağır geldi, kuzum"
"Ya benim yaralı yüreğim ne olacak, Rukiye?"
"Geçecek"
"Geçmiyor" İnce parmaklarını saçlarımın arasında gezdirirken konuşmaya başladı.
"Geçmiyor diye bir şey yok, kuzum. Her acı her yara geçiyor. Sadece izi kalıyor"
"O izlerin sızısını taşımanın yükü ağır"
"Kadersiz dostum benim" Gözlerimden akmak için direnen yaşları özgürlüğe kavuşturdum. Yine sessizce ağlama seansına girmiştim. Her seferinde göz yaşlarım artık tükendi dememe rağmen eskisinden şiddetli akıyorlardı.
"Kızmazsan bir şey sormak istiyorum" Başımı halsizce evet anlamında salladım.
"Geldiğinden beri sormuyorum ama aklımı kurcalayan bir soru var. Fırat'ın babasını hapisten çıkardığından mı şüphe ediyorsun?" Sağ olsun, bir haftadır beni soru yağmuruna tutmamıştı. Yasir Kozan'ın hapisten çıktığını ve o konağı terk ettiğimi, kimseyle görüşmek istemediğimi söylemiştim. Halime anlayış gösterip konu hakkında tek kelime etmemişti. Artık açıklama yapmamın zamanı gelmişti.
"Hayır. Fırat'ın böyle bir şey yapacağına dair şüphem olmadı"
"O zaman neden Fırat'ı terk ettin?" Fırat'ın adını duyunca kalbim kaburgalarımdan çıkmak istercesine hıphızlı atıyordu.
"Mecburdum..." Rukiye konuşmadan önce sağ gözümden akan yaşları eliyle nazikçe sildi.
"Kuzum, seven sevdiğini şartlar ne olursa olsun bırakmaz"
"Bizim kalplerimizi birbirimize karşı yeşertmemiz en başından beri hataydı, Rukiye"
"Değildi. Size yaşadığınız acıların ödülü olarak Yüce Rabbim aşk verdi. Aşkınızı önünüze çıkan ilk engelde bitiremezsin" Hak vermek istesem de yapamıyordum. "Ayrıca, sen Fırat'ı unuttuğuna inanıyor musun?"
"Unutamam ki... Babamdan sonra yüreğimde oluşan boşluğu dolduran tek kişi Fırat oldu. Ama..."
"Ama ne?" Oflayarak uzandığım yerden doğruldum. Başımı koltuğa yaslayıp Rukiye'yi cevapladım.
"Seven sevdiğinin peşinden gitmez mi, Rukiye?" Rukiye'nin yüz ifadesinden bu soruyu beklemediği belliydi. Birkaç dakika ne diyeceğini bilemez halde sessiz kaldı.
"Sende haklısın" Kapı zilinin çalmasıyla konuşmamız bölündü. "Abinler olabilir" derken ayağa kalktı, Rukiye. Hayretle kaşlarımı çattım.
"Nasıl bu kadar çabuk geldiler?" Rukiye ayağa kalkıp ellerini iki yana açarken,
"Dün akşam haber verdiğim için olabilir" dedi. 'Yok artık' bakışı attığımda kapı zili tekrar çaldı. Rukiye mahcup bir gülümsemeyle kapıyı açmaya gitti. Bense dizlerimi karnıma çekerek iki kolumu sımsıkı dizlerime dolayıp birazdan şahit olacağım sitem harbini beklemeye başladım.
"Nerede, bizim kaçak?"
"Salonda, Devran Abi" Saliseler içinde salona girdiler.
"Çavreşamın?"
"Arjin'im?" Abilerimin sesini duymak duygu yoğunluğu yaşamama sebep olmuştu. Ayağa kalkarak Cüneyt Abi'me sarıldım. Devran Abi'mde hemen gelip sarılmıştı. Gözlerimden yaşlar yine yağmur misali akmaya başlamıştı.
"Saçının teline kurban olduğum" Devran Abim saçlarımı koklarken Cüneyt Abi'min beline doladığım kollarımı çektim. Gözümden akan yaşları fark eden Cüneyt Abim,
"Kara gözlerine yazık etme" diyerek yanağıma süzülen yaşları sildi. İkisi de koltuğa oturup beni aralarına aldı. Devran Abim kolunu omzuma atıp başımı göğsüne yasladı. Gözlerimi yumunca Fırat'ın hayalini gördüm. Otururken ve uyurken başımı hep göğsüne yaslar, huzur dolardım. Şimdiyse derin bir boşluk içerisindeydim. Yanağımda hissettiğim sıcaklıkla göz yaşımın gözümde barınamayıp aktığını anladım.
"Üzerine fazla gelmek istiyorum ama kızım sen bizi meraktan öldürmek mi istiyorsun?" Son kelimelerini bir tık yüksek sesle söylemişti.
"Her şeyden, herkesten uzak kalmak istedim"
"Biz herkes miyiz?"
"Üzerine gitme, Devran"
"Abi-" Devran Abi'min itiraz etmesine müsaade etmeden konuyu değiştirdi, Cüneyt Abim.
"Rukiye"
"Efendim, Cüneyt Abi?"
"Yemek yiyor mu?" diye sorarken beni işaret etmişti, Cüneyt Abim.
"Sence, abi?" Rukiye'nin tek kaşını kaldırmasından ve ses tonundan cevabın ne olduğunu anlamışlardı.
"Şaşmaz zaten. Kalkın yemeğe gidiyoruz"
"Abi-" Devran Abim eliyle ağzımı kapattı.
"İtiraz yok. Önce yemeğini yiyeceksin sonra konuşacağız"
İtirazlarım işe yaramamıştı. Zorla restorana getirmişlerdi, beni.
"Arjin, yemeğini yiyecek misin? Yoksa biz mi yedirelim?" Derin nefes alarak ofladım.
"Midem almıyor"
"Bu gidişle miden de kalmayacak, ye çabuk" Devran Abi'min kızgın bakışlarına göz devirerek çatalı elime aldım. Zar zor birkaç lokma yesem de ne boğazımdan geçiyordu ne de midem alıyordu. Midemde hissettiğim bulantıyla hızla ayağa kalktım.
"Ne oldu?"
"İyi misin, gülüm?"
"Midem bulanıyor" diyerek lavaboya gittim. Peşimden Rukiye gelmişti. Bulanmasına rağmen midemin içi boş olduğundan kusamıyordum, bile.
Yüzümü yıkayıp aynadaki yansımamla göz göze gelince neye uğradığıma şaşırdım. Bu... Bu kişi ben olamazdım. Bir haftada çökmüş olmam imkansızdı. Halim içler acısıydı.
"Yazık ediyorsun kendine" Rukiye'ye cevap verme gücü, kendimi savunacak cümle bulamadım.
Masaya tekrar döndüğümüzde sessizlik içinde yemeğini yemeye devam ettiler. Bense kafamı restoranın camına yaslayıp dışarıyı seyre dalmıştım.
Tamamen uyuşmak, dünyadan soyutlanmak istiyordum. Beynimin düşünme yetisinden de kurtulmak istiyordum. Kafamın içi harp alanı gibi karmakarışıktı. Bir saniye bile sakin kalamıyordu. Çıkmaz sokakta oradan oraya savruluyordum.
"Eee, Arjin Hanım?" Devran Abi'min sesi girdiğim düşünce harbinden uzaklaştırdı, beni.
"Efendim, abi?" Konuşmak bile zor geliyordu.
"Olayları bildiğimiz için ne oldu diye sormayacağız" dedi, Cüneyt Abim.
"Asıl sormak istediğim soru, 'Kızım, sen sahipsiz gibi haber vermeden nasıl Diyarbakır'dan gidersin?' Hadi gittin, bir hafta boyunca haber vermemek nedir?" Devran Abim sitem dolu sorularını tek nefeste sıralamıştı.
"Uzaklaşmak istedim" Gözlerinin içine bakmadan kısık sesle konuşmuştum.
"Ailenden niye uzaklaşıyorsun?" Devran Abim sesini yükselterek konuşmuştu.
"Lütfen, anlayış gösterin. Yalnız kalmak istedim"
"Anlayış göstermemizi istiyorsan arayıp 'abi İzmir'deyim, merak etmeyin' demek zor muydu?" Cüneyt Abim ve Rukiye sessizce Devran Abi'min sitemlerini dinliyordu.
"Zor geldi, tıpkı hayat gibi..."
"Ulan, böyle hayatın-"
"Devran, tamam" dedi, uyarıcı bakışlarıyla Cüneyt Abim.
"Devran doğruları söyleyince susturulur, zaten" Maruz kalmak istemediğim konuşmaya dahil olduğumdan kafam oturduğum yerden dönüyordu.
"Arjin, abim Fırat'ın babasını hapisten çıkardığını düşünüp mü buraya geldin?" Cüneyt Abim'e bakarak kafamı hayır anlamında salladım.
"Fırat'ın bunu yapacağına dair şüphem yok, abi"
"Peki, neden?"
"O adamla aynı evde mi kalacaktı, abi?" diyerek Cüneyt Abi'min sorusuna soruyla karşılık veren Devran Abim'i cevaplayansa Cüneyt Abim'den önce ben oldum.
"Kalamazdım" Cüneyt Abim tek kaşını kaldırınca kendi sorusuna cevap beklediğini anladım ve önce önümdeki su dolu bardaktan birkaç yudum su içtim. Ardından konuşmaya başladım.
"Töre cehaleti yüzünden engeller ve sorunlar hiçbir zaman bitmeyecek. Fırat'la beraber olduğumuz sürece bu sorunlar bize sadece hüzün getirip yaralarımızı kanatacak"
"Sen Fırat'la mutluydun?" Cümlesi ses tonundan soru cümlesi gibi çıkmıştı, Devran Abi'min.
"İnkar edemem, onunla mutlu olduğumu"
"Eee?"
"Eesini anlamadın mı, Devran?"
"Açık açık söylerseniz anlayacağım, abi"
"Abi, evli kaldığımız sürece sadece yara alacağız" dedim, hüzün dolu sesimle.
"Boşanacak mısın?" Birden pat diye sormuştu, Devran Abim. Yüreğimin sızısını tüm vücudum hissetmişken Fırat'tan ömür boyu ayrı kalmaya nasıl dayanacaktım?
"Evet" dediğimde Rukiye ve Cüneyt Abim hüzünle bana baktı.
"Arkandayım, Çavreşamın. Boşan, kurtul onlardan"
"Devran, kardeşinin yuvasını yıkmasını mı destekliyorsun sen?"
"Ne yapayım abi? O adi köpek Yasir'le aynı yerde yaşamasını destekleyim?"
"Yasir'le aynı evde yaşamasına müsaade eder miyiz, sence?"
"Etmeyiz tabi, ama o it içeriden çıktı artık. İlla ki bacımızın hayatına karışır. En iyisi o aileden kurtulması" Cüneyt Abim kafasını sinirle sağa sola salladı, bana döndü.
"Abim, iyi düşün. Seviyorsun ve sevgi kolay kolay elde edilmiyor. Seven engelleri her türlü aşar. Engelleri dert ederek sevdandan olma"
"Engelleri aşacak gücüm kalmadı" Yan tarafımda oturan Rukiye destek olmak istercesine sırtımı sıvazladı.
"Bu durumu Fırat'la konuştun mu?" Cüneyt Abim'e cevap olarak başımı olumsuz anlamda salladım.
"Fırat'la konuşup bir çözüm bulabilirsiniz, gülüm"
"Abi, Allah aşkına ne çözümü? Adam gider her şeye maydanoz olan büyüklerinin sözünü dinler Arjin'i zorla konağına götürür" Tartışmaya girmelerini istemediğimden araya girdim.
"Cüneyt Abi, seven engelleri aşar diyorsun ya peki seven sevdiğinin peşinden gitmez mi?"
"Yolun sonunda ölümde olsa gider"
"İşte... Fırat gelmedi"
"A-" Cüneyt Abi'min sözünü kestim.
"Olacak tek şey, boşanmak. Yarın davayı açacağım"
"Hemen davayı açma, canımın içi. Önce Fırat'ı ara konuş"
"Olmaz, abi. Lütfen kararıma saygı duyun"
"Biz her zaman yanındayız, Çavreşamın. Yarın Diyarbakır'a döner, boşanma davası açarız"
"Diyarbakır'a dönmeyeceğim, abi" Abilerimin yüzünü şaşkınlık bürüdü.
"O neden?" Sorusuda aynı anda ağızlarından çıkmıştı.
"Bana acıdan başka bir şey vermeyen şehirde yaşayamam, artık."
✬✬✬
Ne ara bu hale gelmiştim? Ne ara bu kadar sevmiştim? Zaman su misali akarken kalbimde aşk duygularında yüzüyormuş.
Sevdiğim için pişman değildim. Doğru ve sevilecek bir insanı sevmişken nasıl pişman olabilirdim? Ama... Mecburdum. Yollarımızı ayırmaya, yeşerttiğim kalbimi zifiri karanlığa mahkum etmeye mecburdum.
Alıştım sanıp her seferinde canımın bambaşka ve fazlaca yanması en zor olanıydı.
Senesini bile doldurmayan, çoğu zamanında acıyla yaşadığımız evliliğimizi bitirecek olan İzmir Adliye'sinin önündeydim. Ayakta durmakta zorlanıyordum. Her an yere yığılabilirdim. Kalbim paramparça olurken dilim nasıl 'boşanacağım' diyebilirdi?
Dakikalarca adliyenin önünde bekledim. Sanki birisinin beni bu işkenceden kurtarmasını bekliyordum, çaresizce...
Gözümden akan birkaç damla yaşı silerek, "Güçlü ol, Arjin. Yapabilirsin" dedim ve merdivenlere doğru adım attım. İkinci basamağa adımımı attığım an duyduğum sesle donakalmam bir oldu. Uzun zamandır duymadığım sese hasret kaldığımı tam anlamıyla şimdi fark etmiştim. Bu ses... Soğumaya başlayan yüreğimi tekrar ısıtmaya yetmişti. Bu ses... Kalbimin ritim ayarlarını değiştirip, zirveye ulaştırmaya yetmişti. Bu ses... Ağlamaktan heba olan gözlerimden yeni yaşlar akıtmıştı.
"Gerçekten aşkımızı bir kalemde bitirecek misin?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |