52. Bölüm

51. BÖLÜM

Beyza Nur
aquilajk_1903

 

   

Tükenmiş, yorulmuş, bıkmıştık. Gücümüzü yitirmemek için çabalamak bile ağır gelir olmuştu. Ağır dertlerle sınanmış insanların üzerine fazlası yük olmamalıydı.

 

Ruhumun ve bedenimin yorgunluğu birbirine karışmış, nasıl toparlayacağımı bilemez haldeydim. Beynim dahi nasıl komut vereceğini şaşırmış haldeydi.

 

Keşke diyordu, iç sesim, keşke bu dertleri çekeceğine Arjin'in seni vurduğu gün Allah canını alsaydı.

 

"Keşke..."

 

"Bir şey mi söyledin?" İçimden söylediğimi sandığım kelimeyi dışımdan söylemiş olmalıydım. Yanımda oturan kadına yorgun bakışlarımı çevirdim. Benimle beraber o da hastane köşelerinde kalıp heba olmuştu. Yorgunluğu yüzünün, vücudunun her hattında besbelliydi.

 

"Keşke o gün beni öldürseydin" Yorgun bakışları kelimelerimi duyar duymaz şaşkınlık ve öfkeyle büyüdü.

 

"O nasıl laf öyle, Fırat?" Sesi de bakışları gibi öfke doluydu.

 

"Acı çekmekten bıktım. Ölüm daha katlanılır geliyor, gözüme"

 

"Saçma sapan konuşma, Fırat. Ölümden bahsetme"

 

"Bir ara sende benim gibi ölümü düşünmüyor muydun?" Bakışlarını kaçırdı.

 

"Düşündüm. En çaresiz ve acılarla dolu olduğum zaman ölüm bana kaçış yolu olarak görünüyordu"

 

"Şimdi?" Ses tonumdaki soru imasını anlayınca gözlerini gözlerime sabitledi.

 

"Şimdi... Çekilmez hayatı uğruna yaşayacağım sevdiğim var" Cümlesi ruhuma ilaç gibi gelmişti. Kolumu omzuna atarak kendime doğru çektim. Saçlarından derince kokusunu içime çektikten sonra uğruna dünyayı dahi yakacağım saçlarını öptüm.

 

"Tek dayanağımsın" dedim. Yalan söylemiyordum. Hayattaki tek dayanağım Arjin'di. O da olmasa kim bilir ne halde olurdum...

 

Güçlükle oturduğum banktan kalktım. Ben kalkınca Arjin'de ayaklandı.

 

"Dicle'ye bakalım mı?"

 

"Sen tek git istersen. Abi kardeş yalnız kalın, biraz"

 

Olur diyerek kafamı sallayıp sevdiğim kadının alnını öptükten sonra hastanenin kapısına doğru ilerledim. Diyarbakır'ın sert rüzgarı altında oturduktan sonra hastanenin sıcağını algılamak dışarıda üşüdüğümü hissettirmişti. Ben üşüdüysem Arjin hayli hayli üşümüştür. Hemen arkamı döndüm, içeri gelmesini söylemek için yanına gidecektim ki peşimden hastaneye girdiğini gördüm. Beni görünce gülümsedi. Gülüşüne zor da olsa karşılık verdim.

 

Sevdiğime gülecek gücüm bile kalmamıştı... Tekrar arkamı dönüp Dicle'nin yattığı odaya doğru yol aldım. İki gündür canımın bir parçası olan kardeşimde gözlem odasında çaresizlik ve acı içinde yatıyordu. Hâlâ normale dönememişti. Kendini suçluyor, sinir krizleri geçiriyordu. Bu durum ne zamana kadar sürecek bilmiyordum ancak tek isteğim bir an önce toparlanmasıydı.

 

Kapıya hafifçe vurup, yavaşça açtım. Uyanmış olan kardeşim kafasını bana doğru çevirdi. Tüm acılarımıza rağmen içten bir şekilde gülümsedim. Donuk yüz ifadesinde mimik oynamadı. Hayat dolu kardeşimi bu halde görmek yüreğimi ağrıtıyordu.

 

"Nasılsın, güzelim?" Cevabını bildiğim soruyu sormak ağır gelmişti.

 

"Kalbim ağrıyor, abi" Yanına uzandım. Başını omzuma yaslarken alnından öptüm.

 

"Geçecek"

 

"Geçmeyecek" Onun gibi bende geçmeyeceğine inanmaya başlamıştım. Ancak kendi karamsarlığımı kardeşime yansıtamazdım. En azından toparlayana kadar.

 

"Batuhan geldi" dememle aniden doğruldu. Az önce donuk bakan bakışları duyduğu cümleyle şoka girmişti.

 

"N-ne dedin sen?" Gözümü yumdum, derin bir nefes aldım. Batuhan'ı duyduklarımdan sonra yanımdan kovup irtibatımı kesmiştim ancak o yaşananları umursamayıp zor günümde koşa koşa yanıma gelmişti. Hâlâ arkamdan iş çevirmelerini onaylamasam da dostluğuna, desteğine nankörlük edemezdim.

 

"Olanları duyunca İstanbul'dan buraya gelmiş. İki gündür burada"

 

"Ne yaptın, peki?" Korkuyla sormuştu.

 

"Destek olmaya çalışan insanı ters tepemem"

 

"Biliyorum da..." Devamını getiremeyip kafasını eğdi. Ne demek istediğini anlamıştım.

 

"Bunu yapmamam gerekiyor ama ikinizi kısa süreliğine bir araya getireceğim" Kafasını öyle bir hızla kaldırdı ki bir an ani hareketinden dolayı boynu kırılacak sandım. Gözleriyse hayretten büyüyebildiği kadar büyümüştü.

 

"Şa-şaka mı yapıyorsun?"

 

"Ciddiyim, Dicle. İyi değilsin" Burnumdan nefes verdim. "Batuhan'ı görmenin iyi geleceğini düşündüm" Bunu yapmayı hiç istemiyordum ama kardeşimin iyi olması için ne gerekiyorsa yapmaya mecburdum.

 

"Abi" diyerek boynuma sarıldı. "İyi ki varsın. En büyük şansımsın" Yüzüme değen yaşlardan ağladığını fark ettim. Ağlama, diyemiyordum. İnsan ağladıkça ruhu az da olsa hafifliyordu.

 

"Babam... Nasıl?" Kollarını boynumdan çekerken çaresizce sordu.

 

"Hâlâ uyanmadı"

 

"Doktorlar ne diyor?"

 

"Uyanınca net bir şey söylenecek" Yalan söylüyordum. Babam uyandığında bizi nelerin beklediğini doktorlar açıkça söylemişti. Omuriliği parçalanmıştı. Ömrünün sonuna kadar felç kalacaktı. Yaşaması bile mucizeymiş, doktorlar öyle söylemişti. Geçmişte yaşananlar bir yana, o adam benim babamdı. Babamın bu duruma gelmesini asla istemezdim. Ömür boyu bana küs kalsaydı da bu hallere düşmeseydi...

 

"Abi, bana inanıyorsun değil mi?" Daldığım düşüncelerden Dicle'nin sorusunu duyunca uzaklaştım.

 

"Ne konuda?"

 

"Ben... Ben bilerek itmedim, babamı. Sadece kaçmak istemiştim-" İşaret parmağımı dudağına götürerek susmasını sağladım.

 

"Ben sana inanıyorum, Dicle. Kimse seni suçlamıyor. Artık bu modundan çık, lütfen"

 

"Elimde değil" diye fısıldadı. Allah'ım sen ona güç ver. Babamın felç kaldığını öğrendiğinde daha kötü olmasın, yalvarırım.

 

"Burada mıydın, Fırat?" Sesin geldiği yöne bakınca ablamın geldiğini gördüm. Elinde yemek tepsisiyle bekliyordu. O da en az bizim kadar tükenmişti. Sesi dahi yorgunluktan zor çıkıyordu.

 

"Gel, abla"

 

"Sana da yemek getireyim" Elindeki tepsiyi masaya bırakıp kapıya doğru adım atmıştı ki durdurdum.

 

"Aç değilim, abla. Gel, Dicle'nin yemeğini yedir, sen"

 

"Olmaz, Fırat. Sende bir şeyler yemek zorundasın. Kaç gündür ne hale geldin" Yataktan kalktım.

 

"Arjin'e bakayım, onla yerim bir şeyler"

 

"Tamam o zaman" Dicle'nin alnından öptükten sonra aynı şekilde ablamı da öpüp odadan çıktım.

 

Arjin etrafta görünmüyordu. Onu aramadan önce annemin yanına da uğrasam iyi olurdu.

 

Annemin kaldığı odaya doğru ilerledim. Kapının önünde bizim aşiretten birkaç kadın oturuyordu. Ara ara annemi kontrol etmeye geliyorlardı. Sağ olsunlar kimse zor günümüzde bizi yalnız bırakmamıştı.

 

"Fırat, kûre mın?" Teyzemin sesini duyunca yanına yaklaştım.

 

"Buyur, teyze?" Yorgunluktan şişmiş gözlerini yüzüme dikmişti. Olayın yaşandığı günden beri annemin yanından ayrılmamış, hastane köşelerinde ne kadar dinlenebildiyse dinlemişti.

 

"Haber var mıdır?" Derken babamı sorduğu apaçık belliydi.

 

"Yok. Uyutuyorlar, hâlâ"

 

"Doktorlar 'iyileşecek diyor mu?'" Sıkıntıyla nefes verdim.

 

"Uyanınca belli olacak, teyze" Şimdilik kimsenin bilmemesi iyiydi. Ortalığı hemen yaygaraya vereceklerdi, yoksa.

 

Teyzemin yanından ayrılıp annemin kaldığı odaya girdim. Uyuyordu. Sessizce kapıyı kapatıp yatağa yaklaştım. Yatağın baş ucunda duran koltuğa oturarak kafamı koltuğun baş kısmına yasladım. Uykusuzluğum ve yorgunluğum artık tamamen ortaya çıkmıştı. Gözlerim yavaş yavaş kapandı, üzerime çöken ağırlıkla beraber uykunun kollarına teslim oldum.

 

ARJİN'DEN;

 

Aradaki camın ardından karşımda yatan adamı seyrediyordum, dakikalardır. Zihnim karmaşık düşüncelerden ötürü bulanıklaşmıştı. Karşımda bi çare yatan adam daha iki gün öncesine kadar kinle dolup taşıdığım düşmanımdı. Bu hale düşmesine üzülüyor olmamın asıl sebebi Fırat mıydı? Yoksa vicdanım mıydı?

 

Sebebi ne olursa olsun acı çeken insanın acısına karşın tepkisiz kalamaz, düşmanıma da sevinemezdim.

 

"Ah, Yasir Kozan..." Dudaklarım beynimden gelen komutla aralanmış, konuşmaya başlamıştım.

 

"Sana yaptıklarının bedelini ödüyorsun demeyi istemesem de gerçekler ortada...." Mumya misali her yeri sargılıydı.

 

"Ahımı almadın diyemem..." Sanki cevap verecekmiş gibi cümlelerimden sonra birkaç saniye bekliyordum.

 

"Ahım çıktı ama olan kimlere oldu, biliyor musun?"

 

"Çocuklarına..." Derin bir nefes alma ihtiyacı duydum.

 

"Sen bedensel acı çekiyorsun ama onlar ruhen..."

 

"Olan yine sana olmadı..."

 

Böyle konuşsam da iyi olmasını istiyordum. Onun yüzünden artık kimse acı çekmemeliydi. Allah'ım sen ona şifa ver...

 

Yasir Kozan'ın yanında daha fazla durmak istemediğimden alt kata inmiştim. Fırat'ı etrafta göremeyince annesinin bulunduğu odaya yöneldim. Dicle'yi kontrol ettikten sonra muhtemelen annesinin yanına da gitmiştir.

 

Ünzile Kozan'ın odasının önünde kız kardeşi ve bir kadın oturuyordu.

 

"Fırat içeride mi?" diye sordum, direkt.

 

"Ere keça mın, uyuyor anasıyla" diye cevapladı, teyzesi. Aynı zamanda Şehnaz'ın annesi. Kafamı sallayıp odanın kapısını yavaşça açtım.

 

Fırat küçük bir çocuk gibi annesine sarılmış masum masum uyuyordu. Annesi de Fırat'ın varlığından Bi haber halde uyuyordu. Fırat'ın bu hali hem yüreğimi sızlatmış, hem de masumluğu yüzümde bir tebessüm oluşturmuştu.

 

Gidip sarılasım, tüm dertlerini yok edesim vardı. Ama gerçek dünyada sarılarak dertlerden arındırılmıyordu, ne yazık ki...

 

Ses çıkarmadan odadan çıktım. Yorulmuş, iki gündür uyuyamamıştı. Fırsatını bulmuşken uyuması iyiydi.

 

"Hâlâ uyuyorlar. Siz burada beklemeyin isterseniz. Dinlenin biraz"

 

"Yok, keça min. Ünzile uyanınca yalnız kalmasın"

 

"Siz bilirsiniz" dedikten sonra yanlarından ayrıldım.

 

  

En iyisi Dicle'nin yanına gitmekti. Umarım onu iyi bir şekilde görürdüm. En güzel yaşlarını acılarla, dertlerle geçiriyordu garibim.

 

Odanın önüne gelince kapıyı hafifçe tıklatıp, içeri girdim ve girer girmez gördüğüm manzara şoka uğramama sebep oldu. Yorgunluktan hayal mi görüyorum diye düşünerek gözlerimi kapayıp tekrar açtım ancak hayal değil, gerçekti.

 

"Ba-Batuhan?" Hüzünlü yüzünde tebessüm oluştu.

 

"Efendim, yenge?" Hâlâ aralıklı tuttuğum kapıdan dışarıyı kontrol ettim ve etrafta kimseyi görmeyince kapattım.

 

"Senin ne işin var, burada? Fırat görse vurur seni?" Dicle'de günler sonra gülümsemişti. Ne yazık ki gülümsese de yüzündeki acılı bakış halen duruyordu.

 

"Vurmaz"

 

"Sen öyle san!" Sesim sitemli çıkmıştı.

 

"Abimin haberi var, yenge" dedi, Dicle.

 

"Kandırmayın, beni. Batuhan çabuk çık. Fırat ya da başkası gelirse olay çıkar"

 

"Yenge, ciddiyiz. Fırat'ın haberi var. Hatta kendisi görüşmemizi sağladı" Gözlerim yorgunluğuma rağmen kocaman açıldı.

 

"Nasıl ya?" Şaşkınlıktan sorum ağzımdan zor çıkmıştı. Batuhan sorumu cevaplamadan önce Dicle'ye aşk dolu bakışlarıyla baktı.

 

"Her şey Dicle'min iyi olması için"

 

"Bana niye söylemedi, Fırat?" Sitem ederek ikili koltuğa oturdum.

 

"Aklına gelmemiştir" Batuhan'ı başımla onayladım. Haklıydı, şu haldeyken su içmeyi bile aklına getiremezken bunu hatırlayıp söyleyememesi normaldi.

 

"Daha iyi misin, Dicle?" diye sordum.

 

"Ne kadar iyi olabilirsem" Dicle'nin cevabından sonra Batuhan Dicle'nin eline hafif bir öpücük kondurdu.

 

"İyi olacaksın, canımın içi"

 

"Olacak" dedim.

 

"Sen nasılsın, yenge?" Bakışlarım Batuhan'a döndü.

 

"Buna da şükür diyelim"

 

"Yenge, kızmazsan bir şey sorabilir miyim?" Dicle'nin sorusuyla kaşlarım çatıldı.

 

"Niye kızayım? Sor tabi"

 

"Babamın bu halde olmasına üzüldün mü?" Beklemediğim bir soruydu. Ne cevap vereceğimi bilemez halde birkaç dakika dalgın dalgın yere baktım. Dicle ve Batuhan da susmuş, vereceğim cevabı bekliyorlardı. En sonunda derin bir nefes alarak cevap vermek için kafamı kaldırdım.

 

"Dicle'cim, geçmişte yaşananlara, babanın bana yaptıklarına en yakından şahit olan sizlersiniz. Belki yerimde başkası olsa 'hak ettiğini buldu' der, giderdi. Ancak hâlâ babanı affetmesem de benimde bir vicdanım var" Cevabımın yeterli olduğunu ve kelimelerimden ne demek istediğimi anladıklarını umuyordum.

 

"Anladım, yenge" Şimdi de Dicle dalmıştı. Aklından ne geçtiğini az çok tahmin ediyordum.

 

"Hâlâ kendini suçlamıyorsun, değil mi Dicle?" Dicle dalgın bakışlarını bana çevirdi. Bakışları her şeyi anlatıyordu.

 

"Elimde değil"

 

"Güzelim, kimse seni suçlamıyorken sen bu düşünceye giremezsin" Batuhan konuşmasını bitirir bitirmez telefonuna mesaj bildirimi geldi. Pantolonunun cebinden telefonu çıkarıp gelen mesajı okudu. Gelen mesaj her neyse suratı asılmıştı.

 

"Bir sıkıntı mı var, Batuhan?"

 

"Fırat yazmış"

 

"Ne diyor?" diye merakla sordum.

 

"Bu kadar kalmamın yeterli olduğunu yazmış" Dicle'nin duyduğu cevaptan sonra zaten hüzünlü olan yüz ifadesi daha da hüzünlendi. Batuhan'ın tuttuğu elini biraz daha sıktığını görebiliyordum.

 

"Yine gelecek misin?" Batuhan ayaklanarak Dicle'yi alnından öptü.

 

"Geleceğim, güzelim. Ama bana söz vermen lazım" Dicle kaşlarını çatarken bende ayaklandım.

 

"Ne için?"

 

"Artık kendini suçlamayacaksın ve iyi olmak için çaba sarf edeceksin" Dicle cevaplamadan önce uzun uzun Batuhan'ın gözlerine baktı. Kaç dakika geçti saymamıştım ki sıkıntıyla nefes verip, konuştu.

 

"Söz" dedikten sonraysa iki aşık birbirine sıkıca sarıldı. Ardından bende Batuhan'la vedalaştım. Batuhan çıkmadan önce kapıyı açıp etrafta birisi var mı diye kontrol ettim ve kimseyi göremeyince Batuhan gitti.

 

Batuhan gittikten sonra Dicle'yle sohbet etmiştik. Acılarından az da olsa uzaklaşması için farklı konular açmış, dikkatini dağılmasını sağlamıştım. Sohbetimizin ortasındayken kapı tıklatıldı ve açıldı. Gelenler Fırat ve annesiydi. Onları görünce Dicle'nin oturduğum yatağından kalktım. Fırat göz kırparken gülümsedi, bana. Gülüşü sahte olmasa da kendini zorladığı belliydi. Halinden hayattan soyutlanmak istediği apaçık ortadaydı. Bakışlarımı annesine çevirdiğimde karşımda bir yıkık tablo daha gördüm. Kadın iki günde gereğinden fazla çökmüştü. Ayakta dahi zor duruyordu.

 

"Nasıl oldun?" Sorumun kendisine olduğunu anlayarak gözlerini bana çevirdi.

 

"Nasıl olayım, kızım? Yüreğim yanıyor" Ne diyeceğimi bilemediğimden susmayı tercih ettim. İnsanlar acı çekerken söylenen her cümle havada kalıyordu. Hiçbir kelime acıları hafifletmiyordu, ne yazık ki...

 

"Hakkını helal et, kızım. Hak etmediğin halde sana çok çektirdik" Ünzile Hanım aramızdaki mesafeyi adımlarıyla kapatarak bana sarıldı. Bu kadarını beklemiyordum, açıkçası. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez halde Fırat'a baktım. Bana öyle bir bakışı vardı ki sırf o bakış için tüm geçmişi silip atasım geldi.

 

"Helal olsun" diye fısıldadıktan sonra Ünzile Hanım'ın sarılışına karşılık verdim. Ünzile Hanım dediğimi duyunca bir anne edasıyla saçlarımı okşadı.

 

Gelip geçici dünya için kinle yaşamanın lüzumu yoktu...

 

✬✬✬

 

Geçen hafta bu zamanlar Fırat'la yeni evimizin hazırlıklarını yaparken şimdi yeni bir derdin ortasında çırpınıyorduk. Ne acı değil miydi, mutlu olduğunu sanırken daha ağır bir dertle sınanmak...

 

Yasir Kozan uyanmıştı. Ama eminim ki beyninden geçen tek cümle 'Keşke ölseydim' cümlesidir. Ne konuşabiliyor, ne parmağını dahi oynatabiliyordu. Böyle yaşamaktansa ölüm daha çekici geliyordu, insana. Aynı acıyı daha hafif yaşasam da Yasir Kozan'ın beyninden geçenleri hissedebiliyordum.

 

Bu dertle sınandığım günde aklımdan geçirmiştim, şimdi yine aklıma gelmişti. İnsanoğlu ne oldum dememeli, ne olacağım demeli...

 

Yasir Kozan uyandığında Dicle de tamamen olmasa da toparlanmıştı. En azından ayakta sağ salim durması gerektiğini anlamış, toparlanmak için çabalamıştı. Tabi babasının ömür boyu felçli kalacağını öğrenince geçirdiği sinir krizini saymazsak.

 

Annesi benden helallik istediği gün Dicle'yle yanımızda uzun uzun konuşmuştu. Onun bir suçu olmadığına ikna etmişti. Anne gerçekten eşi benzeri olmayan bir velinimetti. Üzücü olan şuydu ki; bende içten bir anne sevgisi görememiştim. Babam öldükten sonra annem kendi derdine düşüp bizi unutmuştu. Abilerim sağ olsunlar bana hem anne hem baba olmuşlardı. Özellikle Devran Abim...

 

Dicle toparlanınca eve götürmüştük. Fırat'ın ricasıyla bende Dicle'nin yanında kalıyordum. Fırat yarım saatliğine uğrayıp bizi kontrol ettikten sonra gidiyordu. Bir haftada o da gereğinden fazla çökmüştü. Zayıflamıştı bile... Göz altları yorgunluktan torbalaşmıştı. Bu sefer nasıl toparlanacaktık bilmiyordum.

 

"Arjin, kalbin çok temiz biliyor musun?" Rojda'nın sesini duyunca düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım.

 

"Neden öyle söyledin?"

 

"Babamın sana yaptıklarından sonra burada bize destek olman kalbinde kin beslemediğini gösteriyor" Rojda'nın cevabına acıyla gülümsedim. Kin beslemek... En usta olduğum konulardan biriyken karşımda 'kin beslemiyorsun' denilmesi kulağa komik geliyordu.

 

"Ünzile Hanım hastaneye gidecek, değil mi?" diyerek konuyu değiştirdim.

 

"Evet"

 

"Tamam, sen Dicle'yle kal. Ben onunla giderim" Bugün Yasir Kozan taburcu oluyordu. O taburcu olunca ne yapacaktım bilmiyordum. Ama şuan tek yapmam gereken bugün de Fırat'ı yalnız bırakmamaktı.

 

Hazırlandıktan sonra Ünzile Kozan'la hastaneye doğru yol almıştık. Arabada çıt çıkmazken sessizliği Ünzile Kozan bozdu.

 

"Allah razı olsun, senden" Hüzün dolu bakışlarını üzerime dikmişti. Ben neden öyle söyledi diye kaşlarımı çatmışken açıklama gereğinde bulunarak konuşmasına devam etti. "Zor zamanımızda destek oldun. Halbuki zorunda değildin. Diyecek çok sözüm var lakin konuşacak gücüm yok, kızım. Rabbim bin kere razı olsun, senden"

 

Dolu gözlerine gülümseyerek baktım ve elimi elinin üzerine koyarak elini destek olurcasına sıktım. Eskiden olsa, yani Fırat'ı sevmiyor olsaydım bu durumda destek olur muydum çok merak ediyordum. Aslında cevap basitti. Kin dolu kalbim buna müsaade etmezdi.

 

    

Şoförün arabayı hastanenin önüne park etmesiyle arabadan indik. Ünzile Kozan yaşadığı her acıya rağmen hâlâ dimdik yürüyordu. Helal olsun, diyordum. Acısıyla yıkılmamayı oğlunu kaybettiği zaman öğrenmişti, anladığım kadarıyla. Güçlü kadın görmek, karşımdaki kadın kim olursa olsun gururlandırıyordu, beni.

 

Asansöre binerek ikinci kata çıktık. Yine Kozan Aşiret'inden birçok kişi katı doldurmuş, bekliyorlardı. Yasir Kozan'ın yattığı odanın kapısı açıldı. Önce Macîd Kozan, ardından Fırat çıktı. Ünzile Hanım onlara doğru ilerleyince benden peşinden yürüdüm.

 

"Fırat, oğlum" Fırat annesine yaklaştı. Sonrasında gözleri beni buldu.

 

"Sizin gelmenize gerek yoktu. Birazdan çıkışı verilecek"

 

"Bekle bekle konak üstüme geliyor" Kadın acısından neye sığınacağını ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Fırat başını sallayınca Ünzile Hanım odaya girdi. Fırat yanıma geldi ve yavaşça sakin olan bir yere gittik.

 

"Doktorlar ne diyor?" Sorumun cevabını bilsem de iç açıcı şeyler duyma ihtiyacından sormuştum.

 

"Fizik tedavi görecek ama bir umut yokmuş"

 

"Dermansız dert olmaz" diyebildim, sadece.

 

"Teşekkür ederim, Arjin" Fırat konuşmamı beklemeden devam etti. "Bizim yanımıza gelip destek olmak zorunda değildin. Gelmesen bile asla gücenmezdim. Senin şuan haline üzüldüğün adam zamanında sana yapmadığını bırakmadı. Yerinde başkası olsa 'beter olsun' der, köşesine çekilirdi. Senin o güzel kalbin bunu yapmak yerine düşman bildiğin adamın iyiliği için çabaladı" Cümlelerini tebessümle dinledim.

 

"Tek istediğim senin iyi olman"

 

"İyi ki Arjin, iyi ki Doğanlı ve Kozan Aşiret'lerinin kan davası bitsin diye bizim evlilik kararımız verildi. En büyük şansımsın" dedikten sonra alnımdan öptü. Bende kollarımı beline dolayarak sımsıkı sarıldım.

 

Biz sarılırken önünde durduğumuz hemşire odasının aralıklı kapısı açıldı. Benden birkaç yaş büyük gösteren kadın hemşire çıktı. Ona geçmesi için yol verdik, birkaç adım attıktan sonra bize döndü.

 

"Çok özür dilerim, az önce kapı aralık olduğu için istemeden konuşmanıza kulak misafiri oldum" Fırat ve ben aynı anda kaşlarımızı çattık, konuşmasının nereye varacağını merak ederek. Hemşire çekingen bakışlarını üzerime sabitledi.

 

"Siz Doğanlı Aşiret'inden Mehdi Doğanlı'nın kızı mısınız?" Sorusu bu sefer daha çok şaşırmama sebep olmuştu. Babamı nereden tanıyordu?

 

"Evet" Şaşkınlığım sesime de vurmuştu. Cevabımı duyunca yüz ifadesi anlam veremediğim bir şekle büründü.

 

"Üç abiniz vardı, değil mi?"

 

"Evet ama siz nereden biliyorsunuz?"

 

"Eğer müsaitseniz abilerinizle sizi bir yere götürmem gerekiyor" Bu sefer şaşkınlığım kat be kat artmıştı.

 

"Anlamadım? Bilmece gibi konuşmasanız açıklama yapsanız!" Sesim istem dışı biraz yüksek çıkmıştı.

 

"Lütfen, Arjin Hanım. Önemli bir konu var. Abilerinize haber verir misiniz?"

 

"Hemşire Hanım, konu her neyse anlatın. Sonrasında ne yapılması gerekiyorsa yapılır" Benden önce Fırat konuşmuştu.

 

"Beyefendi ben şuan bir şey anlatamam. Her şeyi babam anlatacak"

 

"Babanız kim?" Fırat'la aynı anda sormuştuk.

 

"Bir zamanlar burada cerrahtı. Lütfen, Arjin Hanım dediğimi yapın" Anlamsızca Fırat'a baktım. Benim bakışlarımın aynısını Fırat'ın gözlerinde görüyordum. İkimizde ne olduğunu hem merak ediyor hem de anlam veremiyorduk. Sadece içime adını bilmediğim huzursuz bir his peyda olmuştu. Nedense hiç iyi şeyler olmayacak gibi hissediyordum.

 

Dakikalar içinde abilerimi aramış, hastaneye çağırmıştım. Hemşireyi de yanımıza alarak tarif ettiği yere doğru yol almıştık. Fırat babasını eve götürmek istediği için gelememişti ancak aklının bende olduğuna emindim. Ayrılırken iç huzursuzluğumu dile getirmiştim. O da gitmemem için diretmişti ancak içimden bir ses ısrarla hemşirenin dediğini yapmam gerektiğini söylüyordu.

 

Yol boyunca konuşmamış, sürekli dua etmiştim. Neden böyle oldu bilmiyordum ama huzursuzluğum yol azaldıkça artıyordu. Abimler hemşireye birkaç defa neler olduğunu sorsa da tek kelime etmemişti.

 

"Geldik" dedi, hemşire. İki katlı bahçeli bir evin önüne gelmiştik. Devran Abim arabayı uygun bir yere park edince hepimiz heyecanla arabadan indik. Sanki abilerimde benim gibi bir huzursuzluğa kapılmış gibiydi.

 

"Burası neresi?" diye sordu, Cüneyt Abim.

 

"Babamla beraber yaşadığım ev"

 

"Bak, bacım eğer işin içinden bir bit yeniği çıkarsa ya da bizle dalga geçiyorsan fena olur" Devran Abim tehdidini savurmuştu. Bakışlarım Azat Abime döndü. Hastaneye ilk geldiğinde hemşireye ne olduğunu sormuş, sonrasındaysa tuhaf bir şekilde sessizliğe bürünmüştü.

 

"Birazdan neden buraya geldiğinizi anlayacaksınız" Hemşire önden ilerleyerek bahçe kapısını açtı. Derin bir nefes alıp besmele çekerek peşinden gittim. Abilerimde benim ardımdan geldi.

 

Hemşire evin kapısını da açınca ilk önce tereddüt ettim, girmek için. Ben girmeyince abimlerde arkamda beklemişti. Buraya kadar gelmiştik, madem mecbur girecektik. Ama nedense buradan girdiğimiz gibi çıkamayacaktık. Kalbime çöken ağırlık bu hisse kapılmama neden oluyordu.

 

Eve girdik. Hemşire çantasını ve ceketini vestiyere bıraktıktan sonra içeriye doğru adımlarını attı. Allah'ım neydi bu garip hisler? Adım atmak bile şuan ağır gelmeye başlamıştı.

 

"Babacım, merhaba" Büyük salonun cam kenarında tekerlekli sandalyede yaşlı bir adam oturuyordu. Hemşirenin bahsettiği babasıydı. Kızı yanına gidince ve sesini duyunca bakışlarını kızına çevirdi.

 

"Hoş geldin, Zuhal'im" Adı Zuhal'di, demekti. Birkaç saniye baba kızın sarılmasını seyrettik. Kızından kollarını ayırınca bakışları bize döndü.

 

"Misafirlerimiz kim, kızım?" Zuhal bize bir süre sessiz sedasız baktı. Sonrasında oturmamız için işaret etti.

 

"Senin senelerdir beklediğin misafirler" Babası kızının ne demek istediğini anlamamış bizse iyice şaşırmıştık. Şaşıracağımız daha neler duyacaktık, kim bilir.

 

"Kimler?" Zuhal babasının sandalyesini salonun baş köşesinde duran koltuğun yanına götürdü ve kendisi de koltuğa oturdu.

 

"Mehdi Doğanlı'nın çocukları" Babası duyduklarına inanamamış gibi önce kızına baktı, sonra bize... Gözleri hayretten ne kadar büyüyebilirse o kadar büyümüştü. Bense artık bu anlamsızlıklara tahammül edemiyordum. Ne söylenecekse, neler dönüyorsa artık öğrenmek istiyordum.

 

"Bizi buraya neden getirdiğinizi artık söyleyecek misiniz?" Sesim sitem doluydu. Zuhal bakışlarını babasına çevirdi. Babası kızının bakışlarından ne anladıysa başını onaylar anlamında salladı ve bize döndü.

 

"Senelerdir sizinle konuşmak istiyordum"

 

"Ne için?" Sorusunu ben ve Cüneyt Abim sormuştuk.

 

"Amca madem konuşmak istiyordun nasıl ulaşamadın. Koskaca Doğanlı Aşiret'ine de ulaşamadım deme" Cümlesiyse Devran Abi'min ağzından dökülmüştü. Azat Abim'se bakışlarını yere sabitlemiş sessizdi.

 

"Konuşacak cesareti bulamadım. Ama artık bu cesareti göstermemin zamanı geldi" Kaşlarım çatılmaktan yerinden fırlayacaktı, artık.

 

"Bir açıklama bekliyoruz" dedim. Adam derin bakışlarıyla karşı duvara montelenmiş tabloyu izledi, bir süre. Bizse meraktan çatlayacak seviyeye gelmiştik. Dakikalar geçti, konuşmadı. En sonunda cesaretini toplamış olacak ki derin nefes aldı, bakışları yine aynı yerdeyken ağzından bizi dumura uğratırken aynı zamanda beynimizden aşağı kaynar sular dökülmesine sebep olacak kelimeler ağzından döküldü.

 

"Babanız ölmedi"

 

BÖLÜM SONU 🍂

 

Finale son 2 bölüm kaldı :)

 

   

 

 

Bölüm : 01.12.2024 15:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...