
"Uyku tutmuyor gözüm... Anılar sıraya girdi."
Ahmet Kaya'nın dediği gibi gözüm uyku tutmuyor. En son ne zaman huzurlu bir şekilde uyudum hatırlamıyorum. Geçmiş, anılar, yaşananlar beynimin içinde dolanıyor. Bakışlarımı yine duvara sabitlemiş halde yatağımın baş kısmına yaslanmış yarı oturur haldeyim. Sanki o duvarda bir film şeridi var. Geçmiş de yaşananlar sürekli oradan geçiyor. Sürekli oradan geçip kendini unutturmamaya çalışıyor. Her seferinde 'Sakın babana yapılanları unutma' diye bas bas bağırıyor bana o film şeridinin sonu. Unutamazdım, unutmazdım.
Aklım şarkıda geçen bir söze daha takıldı. "Tarihle anla beni ve öyle yargıla" Sizce de anlamlı bir söz değil mi? Tarihle anla beni... Benim demek istediğim de Tarihimizle anlayın beni ve öyle hüküm verin, yargılayın.
Mantıklı düşünmek zor geliyordu bu insanlara. Ailemde gurur diye bir şey olmadığını görmek derinden yaralamıştı beni. Özellikle Azat Abim beni resmen yerle bir etmişti. Daha birkaç hafta öncesine kadar benim iyiliğim için canını verir diye düşündüğüm abim beni babasının katillerine gelin ediyordu. Bir insanın hiç mi vicdanı sızlamazdı? Şu konakta Devran Abim dışında bir kişinin bile çıkıp itiraz etmediğini görmek içler acısıydı. Neden kimse bir şey demiyordu? Çünkü töre. Töre ne derse o olacaktı. Büyüklerimiz ne derse o. Büyüklerimiz daha çok işine geleni yapıyordu. Lanet olsun çıkıp da senin kararın ne, istiyor musun demek çok mu zordu? Daha kötüsü bu durumu evlilikle çözmeyi mi mantıklı bulmuşlardı? O günden beri sürekli bu düşünceler kafamın içinde. Kafamın içinde kendimle konuşur oldum insanlarla konuşmak yerine. Beynim susmuyor. Bu durumu kabullenemezsin diyor. Dışarıda şiddetle yağan yağmur, çakan şimşekler bile bu durumu kabullenme diye haykırıyordu resmen. Kabullenemem... Babamın şuan kemikleri sızlıyor adım gibi eminim. Daha fazla bu duruma izin veremezdim. Bu sessiz kalışımın ve yıllardır çektiğim baba acısının, 5 yaşında yaşadığım o travmanın bedeli ödenecekti.
Uyku tutmuyordu. Stresliydim. Yarın düğün günüydü. Üzgün değildim artık. Kimse beni üzgün görsün istemiyordum. O zaman güçsüz sanılıp yenilecektim herkese. İçimdeki kin, nefret gibi duygular her saniye daha da artıyordu. Yağan yağmura aldırış etmeden terasa çıktım. Üzerime de bir şey almadım. Islanmak istiyordum doyasıya. Kollarımı açıp, kafamı kaldırdım göğe doğru. Bir müddet olduğum yerde böylece döndüm. Aklıma gelen şarkıyı mırıldanmaya başladım ;
Yine karlar yağdı gönül dağıma
Kime ne söyleyim, kime ne deyim?
Yaz ayında gazel düştü bağıma
Kime ne söyleyim, kime ne deyim?
Yaz ayında gazel gazel düştü bağıma
Kime ne söyleyim, kime ne deyim?
***
" Yavrum burada mı sabahladın sen?" Annemin sesiyle gözlerimi yavaş yavaş açtım. Cevap vermeden önce nerede olduğuma bakındım. Gece en son terastaki koltuğa oturduğumu hatırlıyorum. Demek ki burada uyuyakalmışım. Üstüm de ıslaktı. Hasta olmasam iyiydi.
" Kızım sen delirdin mi? O yağmur da burada yatılır mı?"
" Delirdim" Yerimden kalktım. İçeriye doğru yürürken annem seslendi arkamdan.
"Kuaförler geldi, annem. Salondalar" Cevap vermeden bir hışımla kapıdan içeri girdim ve maalesef bu kapı salona açılıyordu. Kuaför görevlileri oturuyordu. Nursel Yengem de onlara kahve ikram ediyordu. Beni gören Nursel Yengem şaşkınlıkla baktı bana.
"Arjin, bu ne hal?"
"Teras da uyudum" Şaşkın bakışları daha da arttı.
"Koş hemen bir sıcak duş al. Düğün gününde hasta olma" Sanki çok umrumdaymış gibi konuşması yok mu... Ters ters baktım cevap vermek yerine. Salondan çıkacağım sırada kuaför görevlilerinden birisi konuştu.
"Arjin Hanım, duş aldıktan sonra hemen haber verin. Sizi hazırlamaya başlayalım" Kafamı sinirle sağa sola sallayıp çıktım salondan. İlla gel beni parçala diyordu bu insanlar.
Umursamazca odama girip banyoma geçtim. Sıcak suyun altında kaç dakika durdum hatırlamıyorum. Yengemin sesini duyunca suyu kapattım.
"Arjin, hadi kuaför seni bekliyor"
"Beklesin işi ne?" diye cevapladım Nursel Yengem'i.
"Yengem, canını seveyim bir sorun çıkarma hadi çık gel." İçimden derin bir 'of' çektim.
"Tamam" Üzerime bornozumu alıp, odama geçtim. Dolabımdan rast gele bir şeyler giyindim ve yatağıma oturdum. Salona gitmeye niyetim yoktu. Tabi benim onların yanına gitmeye niyetimin olmaması onların yanıma gelmeyecekleri anlamına gelmiyor maalesef. Odamın kapısı tıkladı ve ben cevap vermeden önde Nursel Yengem, ardından kuaför ekibi girdi içeri.
"Arjin Hanımcım, yavaştan başlayalım hazırlıklara" Konuşan hafiften kumral ve orta boylu kırklı yaşlardaki kadına öldürücü bakışlar attım. Kafasını eğip elindeki çantayı yere bıraktı. Yengem odanın köşesindeki küçük koltuğu prizin olduğu tarafa getirdi ve,
"Gel canım, böyle otur da işlerini daha rahat yapsın hanımefendiler" dedi. Ben ona cevap vermeden koltuğa otururken az önce konuşan kadın yengeme minnet dolu bakışlar attı.
Önce ıslak saçlarımı kuruladılar. Sonra bana dönüp,
"İstediğiniz bir saç modeli var mı?" diye sordu, aynı kadın.
"Yok" Sert çıkmıştı cevabım. Umrumda değildi. Gülüp eğlenerek burada gelin başı yaptıramazdım ya.
"Peki, ben size yakışacak bir model biliyorum. Onu yapacağım. Umarım beğenirsiniz" Cevap vermedim yine. Ne halt ederse etsin beğenecek değildim.
İki saatin sonunda saçlarımı yapmışlar, makyaja geçmişlerdi.
"Ben gelinliği de getireyim artık" diyerek oturduğu yerden kalktı, Nursel Yengem.
"Toprak tonlarında bir makyaj yapıyoruz Arjin Hanım. Size en çok bu tonlar yakışır" Kurduğu cümle yine cevapsız kalmıştı. Kadın iyiden iyiye benim tavırlarıma bozulmuştu. Umrumda mıydı? Hayır.
"Galiba bu evliliği istemiyor gibi bir haliniz var." Yeni mi fark ettin?
"Evet"
"Peki neden bunu dile getirmiyorsunuz? Kimse zorla evlendiremez sizi?"
"Dile getirdim de ne oldu?" Tam cevap vereceği sırada yengem odaya girince sustu. Makyajım da bitmişti. Sıra gelinlikteydi. Zoraki yerimden kalktım. 15-20 dakikalık bir çabadan sonra gelinliği giymiştim yardımlarıyla. Hepsi de baştan aşağı beni süzmeye başladı.
" Maşallah canım benim ya prensesler gibi oldun " Yengemin cümlesine göz devirdim. Kuaför asistanı olduğunu tahmin ettiğim kız,
" Boy aynasından kendinize bakın isterseniz. Mükemmel ötesi oldunuz" dedi.
"Gerek yok"
"Aa, gerek yok olur mu hiç? Gel bak kendine" Yengem kolumdan tutup zorla aynaya doğru götürdü beni. Tüm itirazlarıma rağmen dinlemedi beni. Bir an gözlerim aynayla buluştu. Aynada gördüğüm kişiyi tanıyamadım resmen. Hayır, bu ben olamazdım. Ben bu kadar güzel değildim ki. Birkaç dakika sessiz bir şekilde kendimi izledim. Hayran kalmıştım kendime. Rahşan Yengemin odaya girmesiyle kendime geldim, yine asık surat moduna geçtim.
" Erkek tarafı geldi aşağıda bekliyor" Napim der gibi baktım yengeme.
" Salona geçelim, kuşak bağlanacak" Yerimden kıpırdamadım. Herkes gözümün içine bakıyordu. Nursel Yengem koluma girdi.
"Hadi yengem" Zoraki adımlarla salona doğru yürümeye başladım.
Babaannem her zamanki yerinde, annem onun yan tarafındaki koltukta oturuyordu. Azat ve Cüneyt Abim de ayakta bekliyordu. Salona girdiğimiz an tüm gözler benim üzerime kaydı. İstemsizce utangaçlık çöktü içime ama kafamı eğmedim. Kimsenin beni güçsüz görmesini istemiyordum. Bakışlarım karşıya sabitlendi dimdik bir şekilde.
"Abim benim prensesler senin yanında halt etmiş be" Cüneyt Abimin cümlesine karşılık sadece gözlerinin içine derin derin baktım. O gözler öyle çok acıyı tarif ediyordu ki anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı. Ama yine de bu acıların karşılığı bu olmamalıydı.
"Maşallah benim güzel kızıma" Annem de övgü sözleri söylemeye başlamıştı. Babaannem yerinden kalkıp, ağır ağır yanıma geldi. Karşımda durup konuşmaya başladı,
" Evlat köklü bir ağaçtır. Torun ise ağaçta açan çiçektir. Koklamaya doyamazsınız, demiş büyüklerimiz. Mehdi'min en güzel açan naif çiçeğisin sende. Bu yaşına kadar şu saçının teline bile zarar gelecek korkusuyla yaşayıp durdum. Mehdi'min emaneti dedim seni ayrı bir sevgiyle büyütüp bağrıma bastım. Hani insanın canı derler ya işte benim de canım sensin Arjin'im. Her ne olursa olsun senin arkanda herkesten evvel Babaannen var. Bu yaşlı kadın ölene kadar her zaman ki gibi sevecek koruyup kollayacak seni. Bunu hiçbir zaman aklından çıkarma. " Babaannemin bu sözleri istemsizce gözyaşı dökmeme sebep oldu. Madem bu kadar değerliyim gözünde, ne diye benim düşmanlarımıza gelin olmama izin veriyorsun? Babaannemin uzattığı elini öptüm ve sarıldık birbirimize. Hayır, duygulanmayacağım. Soğukkanlılığımı korumak zorundayım. Babaannem benden ayrıldıktan sonra Azat Abim'e döndü,
"Kuşağını bağlayın, daha fazla bekletmeyin erkek tarafını" dedi ve yerine doğru yürüdü. Onun sözüyle kendime gelip,
"O bağlamasın" dedim. Herkes şok olmuş bir vaziyette bana baktı. Kısa saniyeli şoktan sonra yine Babaannem duruma el attı.
"Cüneyt, oğlum sen bağla kardeşinin kuşağını"
"Tamam, babaanne" Cüneyt Abim Rahşan Yengem'in elindeki kuşağı alıp usülüne göre bağladı. Ardından alnımı öpüp sarıldı bana. Karşılık vermedim.
Bakışlarım karşıda hâlâ dimdik duruyordum. Cüneyt Abim kuşağımı bağladıktan sonra annem yanıma koştu ağlayarak. Sımsıkı sarıldı. Milim kıpırdamadım.
" Ah kuzum, büyüdün de gelin mi oldun sen?" gibi söylemlerle ağlamaya devam etti annem. Yengelerimde ağlıyordu. Yanıma gelip onlarda sarıldı. Umursamazca karşı duvara bakıyordum. Bu duruma yine babaannem son verdi.
"Hadi artık, bırakın kızı. Gitme vakti" Babaannemin yüksek çıkan sözünden sonra ayrıldılar benden. Cüneyt Abim yanıma tekrar geldi. Kırmızı duvağı başıma geçirdi. Kolumu girdi ve tam salondan çıkacaktık ki Yağız koşarak geldi.
"Halaa" Ufacık boyuyla belime sarıldı.
"Hala gitme, nolur" Ağlamaklı konuşması duygulandırmıştı beni. Ah be Yağız'ım keşke senin gibi konuşsaydı bunlar da gitme deseydi bana. Nursel Yengem Yağız'ı yanımdan almaya çalışırken eğilip Yağız'a sımsıkı sarıldım, öptüm doyasıya.
"Seni çok seviyorum, halacım" diye fısıldadım kulağına. Yengem onu götürürken hâlâ gitmemem için ağlıyordu. Azat Abim tüm bu olanları salonun köşesinden izliyordu sessiz sedasız. Ne dönüp yüzüne baktım ne de veda ettim. Cüneyt Abim'in kolunda konağın kapısına kadar yürüdüm. Kapı açılır açılmaz davul zurna sesleri durdu. Aşiret büyükleri kapının önünde oturuyordu. Hepsi oturduğu yerden kalktı. Jiyan Ağa bir eliyle bastonuna tutundu. Diğer elini dua için açtı.
" Allah'ım! Bu evliliği mübarek eyle! Aralarında ülfet, geçim, sevgi ve evliliklerinde sebat nasip eyle, bunları nefret, geçimsizlik ve ayrılıktan koru! Allah'ım! Adem aleyhisselam ile Havva validemiz, Muhammed aleyhisselam ile Hatice-i kübra ve müminlerin annesi Aişe validemiz; Hazret-i Ali ile Hazret-i Fatıma-tüz-Zehra validemiz, arasındaki var olan ülfeti bunlara da nasip eyle! Kendilerine, salih çocuklar, uzun ömürler ve bol rızık ihsan eyle! " Gibi dualar etmeye başladı. Her cümlesinden sonra 'Amin' sesleri duyuluyordu. Ya sabır, ettiği duaya bak. Allah affetsin ama bana komik geliyordu söyledikleri. Gidip o yılanların konağında mutlu mesut yaşayacaktım. Ne kadar basit düşünüyorlardı. İçten içe kendimi yerken Jiyan Ağa'nın bir sözüne takıldım.
"Arjin Kozan Aşiretinin konağına gelinliğiyle gidiyor. Ve bilinki ancak o konaktan kefeniyle çıkar sadece. Bizim geleneğimizden törelerimizde baba evine bir daha dönmek yoktur." O kefene girmeden önce başkalarını da kefene sokacağım.
Jiyan Ağa'nın sözlerinden sonra herkes ellerini açıp duasını etti. Yanıma gelip koluma giren kişiye bakmak için kafamı kaldırdım. Fırat'tı gelen.
" Yürü " Sadece benim duyacabileceğim şekilde konuşmuştu. Bir yandan yürürken bir yandan da ona cevap verdim.
"Şeytan"
"Senden ala şeytan olmaz" Cevap vermeme fırsat vermeden arabanın kapısını açtı. Zoraki bir şekilde üzerimdeki gelinlikle arabaya binmeye çalıştım. Neyse ki Dicle ve birkaç kızın yardımıyla binebildim. Yan tarafıma da Fırat gelip oturdu. Arabayı tanımadığım birisi kullanıyordu. Yanında da yine tanımadığım bir kadın vardı. Arabayı süren adam bize dönüp,
"Hayırlı olsun gençler, Allah bir yastıkta kocatsın" dedi. Ya sabır çektim. Sesimi sadece Fırat duymuştu. Dönüp birkaç saniye meymenetsiz bakışlarıyla baktı bana.
"Ben Gökhan, Fırat'ın arkadaşıyım" Kendini tanıtma ihtiyacı hissetmişti adam. Ben cevap vermeyince yanındaki kadını işaret ederek,
"Eşim Elif" dedi aynı sıcakkanlılığıyla. Eşi de bana döndü gülümseyerek,
"Memnun oldum canım. Hayırlı olsun" dedi. Nereden geliyordu bu samimiyet? Canımlı cicimli konuşmalar en nefret ettiğim. Umursamaz bir şekilde camdan dışarı baktım. Yol boyunca gereksiz muhabbetleri dönüp durdu. Bende, Fırat da konuşmuyorduk. Fırat ara ara zoraki cevaplar veriyordu sadece.
Kozanların konağının önünde durdu bütün konvoy. Şeytanların Mabedine gelmiştik. Fırat hemen arabadan indi. Gelip kapımı açtı. İnmeye tenezzül etmediğimi görünce,
"Kucağıma alıp indirmemi bekliyorsan çok beklersin" dedi.
"Canın cehenneme" diye cevap verdim. Fırat ve Elif'in yardımlarıyla arabadan indim. Ben inerken diğer arabalardaki herkes inmişti. Yine Fırat'ın kolundaydım lanet olsun ki. Konağın kapısına yaklaştığımızdan adet gereği testi kırıldı. Zılgıt çekenler oldu. Katlandığım eziyete bakın!
Konağın köşesindeki gelin-damat masasına oturttular. Koca lanet konak tıka basa dolmuştu. Bizim aşiret de ardımızdan gelmişti. Allah'tan gelin, damat kendi düğününde oynayamıyordu bizim buralarda. Bu eziyete de katlanamazdım. Duvağım daha açılmamıştı. Nikahtan sonra açılacaktı. Bir süre davul zurnalar çaldı millet oynayıp durdu. Nikah memuru gelince herkes sustu. Pür dikkat nikahı izlemeye başladılar.
"Siz Sayın Arjin DOĞANLI, hastalıkta sağlıkta bir ömür boyu Fırat KOZAN'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Şuan sinirlerim tüm bedenimi ele geçirdi. Ortalığı ateşe vermek istiyordum. 'BEN BABAMIN KATİLLERİNİN SOYİSMİNİ TAŞIMAK İSTEMİYORUM. ONLARA GELİN OLMAK İSTEMİYORUM' diye bas bas bağırmak istiyordum.
Nikah memuru sorusunu tekrar sorunca kendime geldim. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes benden gelecek cevabı bekliyordu. Gözlerimi yumdum. Derin bir nefes aldım
"Evet" Başka çarem yoktu. Etraftan gelen alkış sesleri konakta yankı yapıyordu. Alkış sesleri durulunca nikah memuru konuşmasına devam etti;
"Siz Sayın Fırat KOZAN, hastalıkta sağlıkta bir ömür boyu Arjin DOĞANLI'yı eş olarak kabul ediyor musunuz?"
"Evet" Net ve sert bir cevaptı. Fırat benim kadar bekletmemişti nikah memurunu. O da en az benim kadar istemiyordu bu evliliği ama başka çaresi olmadığını da biliyordu.
Yine alkış sesleri... Dakikalar içinde nikah memurunun verdiği deftere attığımız imzalar ardından şahitlerimizin onayı, imzaları... Ve bende bir Kozan olmuştum. Sadece resmiyette. Daha ilerisi asla olamazdı. O soysuz Kozan'lardan biri olmayacaktım.
"Bende belediyemizin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum" Alkış ve ıslık sesleriyle birlikte ayağa kalkmamız bir oldu. Elime uzatılan evlilik cüzdanını bir tiksintiyle alıp masaya attım.
Saatler geçmişti. Biz yerimizde oturuyorduk. Millet coşmuşcasına oynuyordu. Bir yandan yemekler, içecekler, pastalar yenilip içiliyordu. Diyarbakır'a özgü oyunlar da oynanıyordu. Şimdi grani halay çalıyordu, upuzun bir halay kuyruğu vardı.
Rahşan Yengem elinde yemek tepsisiyle yanımıza geldi. Yemek tabaklarını masaya dizerken,
"Yemek yemediniz. Aç kalmayın, yiyin" dedi.
"Aç değilim" dedim. Ardından Fırat,
"Bende" dedi.
"Zıkkım ye" Zıkkımın en kökünü en zehirlisini yesin de gebersin.
"Öncelik senin" İt olduğu çok belli beyefendinin havlamadan duramıyor. Rahşan Yengem atışmamıza gülerken o da nasibini aldı yanımıza gelen annemden.
"Küçük gelin, hamile halinle ne diye bu tepsiyi taşıyorsun sen?" Yengem kafasını eğdi, bir şey demeden gitti yanımızdan.
"Canımın içi, hadi ye bir şeyler" Cevap vermedim. Bir süre yanımızda durup gitti annemde.
Gelen yemeklerin hiçbirine dokunmadım. Fırat ise sadece bir bardak su içti. Halayın ardından takı töreni başladı. Oturduğumuz yerden kalktık mecburi. Sırayla iki aşiretin adamları da altın ya da para takmaya başladı. Tabi önce aşiret büyükleri gelip taktı. Aynı zamanda hayırlı olsun ve iyi dileklerini de söyleyip yerlerine geçtiler. Takı töreni neredeyse 1.5 saat sürmüştü. Sonunda herkes takacağını takmış yerine geçmişti. Üzerimde takılanların ağırlığı vardı. Kilolarca altın, binlerce para takılmıştı ikimize de. Paraları iki aşiretten de birkaç kişi oturup demet haline getirmişti.
Düğün sonuna gelmiştik. Ailemle vedalaşmam için yerimden kaldırmak istediler. Tek cevabım 'gerek yok' olmuştu. En başta yanımda oturan Fırat şok olmuş vaziyette suratıma alık gibi bakmıştı. Umursamadım, omuz silktim. Annem yanıma gelip ağlayarak boynuma sarıldı. 'Git' dedim sadece. Yanımdan götürdüklerinde hâlâ ağlıyordu. Vicdan yapmayacaktım. Benim içim kan ağlarken onların bu sahte ağlamalarına aldırış etmeyecektim.
Rojda ve Nujin yerimizden kaldırıp üst kata salona çıkardılar bizi. Ardımızdan imam kıyafetli birisi ve birkaç kişi daha geldi. Kahretmesin, imam nikahı kıyılacaktı. Kafama kırmızı duvağı örttüler yine. Yere oturttular. İmam da karşımıza geçti. Mehir olarak ne istediğimi sordular. 'Hiçbir şey' dedim. Fırat yanımda ya sabır diyordu. İmam,
"Öyle olmaz. Bir şey istemen dinimizce şarttır" dedi. Tüm ısrarlara rağmen bu soysuzların bir iğnesini bile istemedim. Son çare mehiri kendileri belirledi. Ağırlığımca altın belirlendi. Zaten alt tarafı 50 kiloydum. İmam nikahı da kıyılmıştı... Hoca duasını ettikten sonra gitti. Birkaç dakika öylece oturduk. Yine Nujin ve Rojda gelip koluma girdiler. Salondan çıkarıp başka bir odaya götürdüler. Girdiğimiz odanın kapısını kapattılar.
"Burası artık sizin odanız" Nujin'in söylediklerini duyunca resmen beynime kan sıçradı. Ne demek bizim odamızdı? O it Fırat'la aynı yatağı, aynı odayı paylaşmamı mı bekliyorlar?
"Gelinliğini Fırat çıkaracak. Sonra ikiniz de abdest alıp iki rekat namaz kılacaksınız. Sonrası malum" Rojda son cümlesini söylerken Nujin'le birbirine bakıp kıkırdadılar.
"Yatakta serili olan beyaz çarşafı siz çıkarmayacaksınız. Sabah biz gelip kontrol edeceğiz. Bakalım usulüne uygun şeyler mi göreceğiz" Nujin'in bu imalı sözlerinden sonra başımı dimdik tuttum.
"Benim alnım dimdik, tertemiz. Kendi karakterinizle karıştırmayın beni!" Az önce ki dalga geçen hallerinden eser kalmamıştı. Bozulmuş bir halde söylene söylene çıkıp gittiler odadan.
Ne yani bunlar ciddi ciddi Fırat'ın karısı olmamı mı bekliyorlardı? Bu kadar gurursuz muydum ben? Bir de saçma sapan laflar edip canımı sıkıyorlardı. Namusuma laf etmek kimsenin haddine değildi.
Odanın ortasında daldığım düşüncelerden kapının sesiyle sıyrıldım. Fırat gelmişti. Önce sıkıntıyla boynunu kaşıyıp olduğu yerde durdu. Sonra bana doğru geldi. Duvağımı kaldırdı. Yine o düşman bakışlar karşılaştı. Fırat ceketinin iç cebine elini götürüp bir kutu çıkardı. Ne olduğuna bakmıyordum bile. Kutudan çıkardığı şeyi boynuma doğru getirdi. Beşi bir yerde takacaktı. Çok lazımdı sanki. Nefes alışverişlerini hissetmem, boynuma dokunan ellerini hissetmem beni oldukça rahatsız etmişti. Taktıktan sonra yatağın yanındaki komodine doğru ilerledi. Kolundaki saati çıkarıyordu. Şimdi tam zamanıydı işte.
Fırat'ın arkası dönükken kolumdaki keseyi açtım. İçinde ta evdeyken gizlice aldığım Azat Abimin silahı vardı. Silahı çıkarıp Fırat'a doğrulttum. Fırat üzerindeki ceketi çıkarıp bana döndüğünde sanki Azrail'i görmüş gibiydi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
"A... Arjin" Dili tutulmuş gibiydi.
"Ne bekliyordun? Gerçekten senin karın olmamı mı? Koynuna girmemi mi?"
"İndir o silahı"
"Ne oldu? Korktun mu? Korkarsın tabi, siz kim cesur olmak kim?"
"Lütfen şu silahı indir sakin sakin konuşalım" Bir yandan tek elini kaldırmış, yavaş yavaş bana yaklaşıyordu.
"Yaklaşma!" Net ve sert çıkmıştı ki sesim olduğu yerde kaldı.
"Ters bir şey olmadan bırak o silahı"
"Anlayamıyorum. Anlam veremiyorum bir türlü. Her şey neden bu kadar normal?" Sanki sıtma nöbeti geçiriyor gibi hissediyordum.
"Bak iyi değilsin. İndir silahı, kendine gel konuşalım"
"Ben hiçbir zaman iyi olmadım ki. Siz beni 5 yaşımdayken yaraladınız"
"Arjin bak benim bi suçum yok ben de daha çocuktum o zamanlar"
"Abinde çocuktu. Babamı gözlerimin önünde vurduğunda o da daha çocuktu ama"
"Seninde abin, benim abimi öldürdüğünde kızı daha yeni doğmuştu"
"Abin hak ettiğini buldu"
"Bu şekilde konuşarak hiçbir sonuca varamayız bırak o silahı öyle konuşalım"
"Sadece abinin değil. Hepinizin kanı dökülecek. Soyunuzun kuruması lazım. Babama yaşattıklarınızı misliyle ödeyeceksiniz!"
"Arjin-" Tam üzerime geliyordu ki tetiğe basmamla olduğu yerde kalakaldı. Kalbine doğru nişan almıştım. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi açıldı.
"Ah!" Elini kalbine götürmesiyle yere yığılması bir olmuştu.
Çünkü bir son istiyordu, geçmişin üzerine örtülecek ve onun gelecekteki günlerine gizlice karışmasını engelleyecek bir bitiş istiyordu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |