
Medya : "Derya Bedavacı - De Get Yalan Dünya"
Başımdan aşağı döküldüğünü hissettiğim kaynar suların yerini buz gibi keskin bir soğukluk almıştı. Üşüyordum, buzulların ortasında çırılçıplak kalmışçasına üşüyordum. Tuhaf olansa bu üşüme bedensel değil ruhsaldı.
Defalarca karşımdaki adamın söylediği cümleyi beynim tekrarladı. Ben yanlış duyduğumu varsaymaya çalıştıkça beynim doğru duyduğumu inatla vurguluyordu.
"Dalga mı geçiyorsunuz?!" Salondaki ölümcül sessizliği bozan Devran Abim olmuştu.
"Hayır"
"Benim babam 19 sene önce öldü" diyen de Cüneyt Abim'di.
"Ölmedi"
"Nasıl ölmedi ya? Gözlerimin önünde öldü. Kanayan kalbi ellerimin altında son kez attı!" Artık kendime hakim olamamış, yerimden fırlamıştım.
"Arjin, sakin ol" diyerek kolumdan tutup, beni tekrar yerime oturttu, Devran Abim.
"Siz öyle sanıyorsunuz"
"Amca sende bilmece gibi konuşma, artık!" Devran Abim de kendine hakim olamayıp yüksek sesle konuşmuştu.
"Babacım, her şeyi en başından anlatsan iyi olacak" Kızının sözlerine başını sallayıp bize dönen adam derin nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı.
"19 sene önceydi. Ameliyattan çıkmıştım. Biraz dinleneyim diyerek odama geçmiştim ki asistanım yanıma koşa koşa geldi. 'Hocam acile bir hasta geldi, vurulmuş. Ciddi kan kaybı var' dedi. Hızla acile indim. Mehdi Bey son nefeslerini veriyordu"
"Verdi, zaten!" Yine kendimi tutamamıştım. Bakışlarını bana çevirdi, kafasını iki yana salladı. Bu demek oluyordu ki 'hayır'. Lütfen Allah'ım, lütfen... Duamın devamını bile getiremez haldeydim. Sen içimden geçeni biliyorsun, Allah'ım.
"Ameliyata almamız gerekti. Önden ameliyathaneye gitmiştim. Hasta bakıcılar Mehdi Bey'i sedyeyle getirip, gitmişti. Hemşireler etrafta hazırlık yaparken ben Mehdi Bey'in başında bekliyordum. Kısa bir süre gözlerini açtı. Kısılmış gözleriyle etrafa bakındı ve bakışları beni bulunca 'doktor' dedi. 'Birazdan ameliyat edeceğim, sizi. İyi olmanız için elimden geleni yapacağım' dediğimde öksürmeye çalıştı ama yarasından ötürü zorlanmıştı"
Dinlenme ihtiyacı hissetmiş olmalı ki duraksadı. Bizse pür dikkat onu dinliyorduk. Anlattıklarının sonu nereye nasıl varacaktı, kim bilir... Ancak iç sesim bu adamın anlatacaklarının yüreğimi paramparça edeceğini söylüyordu, ısrarla.
Öksürmeye başlayınca kızı hemen sehpanın üzerindeki sürahiden su doldurup, nazikçe içirdi. Kızına bakışlarıyla teşekkürünü ettikten sonra elindeki peçeteyle ağzının kenarına bulaşan suyu sildi ve konuşmasına devam etti.
"Öksürmekte zorlanınca bakışları tekrar odada gezindi. Kimseyi göremeyince yine bana baktı ve 'eğer yaşarsam, herkese öldüğümü söyle' dedi. Çok şaşırmıştım. Bir insan neden yaşadığı halde, öldü olarak bilinmek istesin? 'Doktor, yaşarsam yine öldürmeye kalkışacaklar. Hayatım senin ellerinde. Bana yardım et' Sesindeki çaresizlik içimi sızlatmıştı ama böyle bir şey yapmam kanunen yasaktı. Mehdi Bey'e cevap veremeden bayılmıştı. Sonrasında saatler süren ameliyat maratonu... Ameliyat boyunca Mehdi Bey'in söylediklerini düşünüp durdum. Ameliyatta hemşirelerde neden vurulduğunu öğrenmiş, bahsetmişlerdi"
"Sadete gelseniz" Devran Abim sabırsızlığını oturuşundan bile belli ediyordu. Azat Abim kafası eğik, Cüneyt Abim de bakışlarını karşımızdaki adama sabitlemiş oturuyordu.
"Kan davası, dediler. Hemşirelerden birisi 'küçücük kızının gözü önünde vurulmuş. Paramedikler gittiğinde kızı babasına sarılmış, ağlıyormuş' dediğinde yüreğimin yandığını hissettim. Benimde kızım vardı. Kendi kızımı düşünüp durunca, bu adama yardımcı olmam lazım dedim. Şansı varmış ki, ameliyat başarılı geçti. Ameliyathanedeki görevlilerden sadece güvendiğim bir kişiyi yanımda bırakıp, diğerlerini gönderdim. Durumu anlattım, zar zor ikna ettim ve - " Dayanamıyordum, artık.
"VE NE?" Ses tonum yüksek çıksa da sesim titremişti.
"Bir şekilde Mehdi Bey'i gizli bir odaya aldık. Ailesine 'öldü' dedik..." Yok, hayır. Kulaklarım işlevini kaybetmişti, beynim bana saçma sapan oyunlar oynuyordu. Böyle bir şey mümkün değildi.
"Ne yaptınız, ne yaptınız?"
"Bunu yapmış olamazsınız!" Devran ve Cüneyt Abi'min sesleri kulağıma yankı şeklinde ulaşırken ben donuk bir şekilde yere bakıyordum.
"Senelerdir vicdan azabı çekiyorum. Bunu size anlatarak üzerimdeki yükü hafifletmek istesem de bu yük benimle ölene dek kalacak. Ne yazık ki öldüğümde de rahat-" Yaptığı edebiyatı dinleyecek değildim. Gözlerimi yavaşça üzerine çevirdim ve cevabını duymaya korktuğum soruyu titreyen sesimle sordum.
"Hâlâ ya-şıyor mu?" Adamın gözlerindeki pişmanlık zerre umurumda değildi. Hatta üzerine atlayıp boğmamak için zor duruyordum.
"En son 7 sene önce görüştük. Şuan ne durumda bilmiyorum"
"Allah kahretmesin!" Devran Abim öfkeyle ayağa kalktı. Peşinden bende kalktım ve karşımdaki adamın halini hiç önemsemeden üstüne yürüdüm.
"Siz nasıl insanlarsınız?! Hiç mi vicdanınız sızlamadı?!"
"Mesleğini de geçtim lan vicdan denen bir şey de mi yoktu, sende?!"
"Ben Baran'ı boşuna mı öldürdüm?" Cüneyt Abim oturduğu yerde kafasını iki elinin arasına almış kendi kendine sayıklıyordu. Onun hali sinirimi iki kat daha arttırdı. Kendime hakim olamayıp sehpanın üzerindeki vazoyu hışımla alıp yere fırlattım.
"LANET OLSUN!" Vazonun yere değmesiyle çıkan sese haykırışlarım eşlik etmişti. Dağılan parçalar kalbimi temsil ediyordu. Kalbim tuzla buz olmuş, bu kabusun bitmesi için kalan gücüyle direniyordu.
"Aklım almıyor, nasıl olur, nasıl?" Devran Abimde salonun ortasında dönüp duruyordu.
"Nerede kalıyordu?" Dişlerim sıkılmaktan kırılacak seviyeye gelmişti.
"En son görüştüğümüzde Adıyaman'daydı" Yüzümüze bakacak yüzü olmadığı için kafası eğikti. O kafasını dağıtmamak için zor duruyordum.
"Adres var mı?!" Devran Abimle aynı anda sormuştuk. Gözlerim bir yandan Cüneyt Abim'e kaydı. Aynı pozisyonda hâlâ sayıklıyordu. Yanına gidip kollarımı bedenine sıkıca sardım. Kulağımsa sorumuza gelecek cevaptaydı.
"Ne yazık ki" Ses tonundan cevabın olumsuz olduğu belliydi. Artık daha fazla dayanamamış, göz yaşlarımın akmasına izin vermiştim. Göz yaşlarım Cüneyt Abim'in gömleğini damla damla ıslatırken, dakikalardır konuşmayan Azat Abim'in sesi salondaki sessizliği doldurdu.
"Ben biliyorum" Cüneyt Abim'in omzuna koyduğum kafamı yavaşça kaldırdım. Hepimiz bakışlarımızı Azat Abim'in üzerine dikmişken Azat Abim hiçbirimizin yüzüne bakmıyordu. Bakışlarını yere sabitlemişti.
"Neyi?" Devran Abim titreyen sesiyle hepimizin merak ettiği soruyu sormuştu. Azat Abim bize saatler gibi gelen uzun bir süre soruyu cevapsız bıraktı. En sonunda derin bir nefes alarak gergince beklediğimiz cevabı verdi.
"Babamın yerini" Bazı anlar olur; yok olmak istersin, tam o an Azrail gelsin canını alsın istersin. Dünyadan soyutlanmak istersin. İşte tam da şuan bunu istiyordum.
"Ne dedin, ne dedin?" Devran Abi'min aslında anladığı ama anlamamış, duyduklarından emin olmak istercesine sorduğu soru kulaklarıma uğultu gibi geliyordu.
"Babamın ölmediğini biliyordum" İşte bu son damla olmuştu. Uçarcasına kalkarak kendimi Azat Abim'in yanında buldum. Büyüğüm, abim demeden yakasına yapıştım.
"Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?" Sesim titriyor, gözüm seğiriyordu. Cüneyt Abim de girdiği transtan çıkıp yanımıza geldi ve Azat Abim'in tek kolundan tuttuğu gibi yerinden kaldırdı.
"Ne diyorsun, lan sen!?" Yüzümüze bakamıyordu, Azat Abim.
"Duydunuz, işte"
"Hay, sikim böyle işi!" Devran Abim ardı ardına küfürler hakaretler yağdırmaya başladı.
"Sen bunu bizden nasıl saklarsın?" Sesim olduğundan sert ve gür çıkıyordu.
"Mecburdum" Yüzsüz gibi konuşması iyice çileden çıkarmıştı beni. Sağımda solumda ne varsa alıp fırlatıyordum. Azat Abim'e önce Cüneyt Abim, peşinden Devran Abim birer yumruk indirirken gücüm tükenmiş, yere bırakmıştım kendimi.
Ben 5 yaşında hayatımın en acı sahnesini yaşamıştım. O sahne tüm hayatıma mal olmuştu. Ben senelerce onca şeyle mücadele etmişken bana şimdi bir hiç uğruna savaştın, diyorlardı. Söylesene be hayat, bana bunları yaşatacak kadar sana ne yaptım?
YAZARDAN;
İçlerindeki duygu seli çağlayarak Diyarbakır'a akıyordu. 19 senelik trajedinin bir hiç uğruna yaşandığını düşündükçe Diyarbakır'ı yakıp yıkmak istiyorlardı.
Arjin Kozan, DOĞANLI'ların biricik kızları... Tüm hayatına mâl olan o sahnenin ağırlığının üzerine şimdi öğrendiği gerçek yüreğine kor gibi düşmüş, cayır cayır yanıyordu. Kendi nasıl yanıyorsa onun yanmasına sebep olanları da yakıp küle çevirmek istiyordu. Boşuna çekmiş olamazdı, bu acıları. Çocukluğu, gençliği uğruna ölüp bittiği insan yüzünden mahvolmuş olamazdı. Adil değildi.
Cüneyt Doğanlı, DOĞANLI'ların ilk göz ağrısı... Henüz toy zamanlarındayken babasının ölümüyle erken olgunlaşmış, tüm ailenin yükünü sırtladığı yetmemiş gibi beyni babasının katili hapisten çıkana kadar intikam sözleriyle doldurulmuştu. Hayatının baharını yaşayamadan katil olmuş, evlendikten birkaç gün sonra hapse girmişti. Oğlu doğduğunda, ne kucağına alabilmiş ne de eşine destek olabilmişti. Oğlunun büyümesine senelerce hapisten seyirci kalabilmişti. Neydi bu kadar ağır yükleri taşımasına sebep olan, suçu?
Masum insanlar neden hayatın tüm karanlık yüzüne maruz kalıyordu?
Etrafı kırıp dökmek içlerindeki yaraya gram merhem olamamıştı. Tek istedikleri onları bu hayata mahkum kılan adamla hesaplaşmaktı.
Azat Doğanlı, pişmanlığı yüzünden ne kadar belli olsa da çevirdiği oyunun affedilir yanı yoktu. Şimdi üzerine düşen bunların olmasına sebep olan adamın yanına kardeşlerini götürüp bu oyuna son vermekti.
Devran öfkeyle duvarlara vurarak kanlar akmasına sebep olduğu ellerini görmezden gelerek, daha doğrusu umursamayarak direksiyonun başına geçmiş, yan tarafına da artık kendisine nefretten başka hiçbir duygu beslemediği Azat Abisini almıştı.
Azat, mahcubiyetle Devran'a yolu tarif ederken peşlerinden Fırat'ın kullandığı arabayla Arjin ve Cüneyt gidiyordu. Fırat, saatlerce Arjin'den haber alamayınca bir şekilde ulaşıp yanlarına gelmişti. Gerçekleri öğrenmek en az onlar kadar kendisini de dumura uğratmıştı.
Yaşadığı şokun etkisini atlatırken aklına abisi gelmişti. Baran Kozan, biricik abisi boşuna mı can vermişti. Mehdi Doğanlı'nın intikamı, kanına karşılık kan denilmesi, hepsi boşunaymış. Abisi bir oyun, bir hiç uğruna kızını dahi göremeden can vermişti. Öfkeyle gaza son sürat bastı.
Arjin ve Cüneyt'se kendi içlerindeki savaşla mücadele etmekten Fırat'ın öfkesini fark edemiyorlardı. Arjin'in hakim olamadığı göz yaşları sicim gibi yağıyordu.
Cüneyt arka koltuğun bir köşesine iki büklüm oturmuştu. Kendini sıkmasa hüngür hüngür ağlayacaktı. Ağlama nedeniyse; babasının oyunu uğruna masum bir insanı öldürmesiydi. Gözlerini yumduğu an seneler öncesi film şeridi gibi gözünün önünden geçti.
Aşiret büyüklerinin eline zorla tutuşturduğu tüfekle Kozan'ların konağının karşısında bekliyordu. Babasını öldüren caniyi acımadan vuracaktı. Hem kendisine hem aşiret büyüklerine hem de biricik kız kardeşine verdiği sözü tutacaktı. Gözünün nuru Arjin'inin gözleri önünde babasını öldürmek neymiş gösterecekti, Baran Kozan'a.
Yaşananlar aklına geldikçe öfkesi kat be kat artıyor, sabırsızlıkla bekliyordu, Baran Kozan'ı.
Ve işte, belki de o son gelmişti. Kozan konağının kapısı açıldı. Nefesini tutmuş, kimin çıkacağını merakla bekliyordu. Konaktan çıkan kişi, beklediği kişiydi. Yeni evlenmişti. Eşi kapıdan uğurluyordu, Baran'ı. İç sesi 'işte tam zamanı' der demez yanlarına doğru hızla yürüdü.
"BARAN KOZAN!" Sesinin gürlüğü tüm Ergani sokağında yankı yapmıştı. Baran ve eşi kendisine dönüp bakarken etraftakilerde pür dikkat kesilmişti. Baran, elindeki silahı görünce göz bebekleri büyüdü. Refleksle eşini hemen arkasına aldı.
"SONUN GELDİ!"
"Yapma, Cüneyt!"
"Babam sana yapma derken acıdın mı lan, sen?" Baran'ın kendisini savunacak bir tarafı yoktu ancak arkasında korkudan titreyen eşini düşündüğü için bir terslik çıkmasını istemiyordu.
Etraf kalabalıklaşmıştı, kalabalıklaşmasına ancak kimsede Cüneyt'i durduracak cesaret yoktu. Kan davasıydı, bu. Dökülen kanlarına karşılık kan dökmek en büyük hakkıydı. Bu cahiliye toplumu için bunlar olağan, normal şeylerdi.
Cüneyt, Baran'ın tek kelime daha etmesine müsaade etmeden tüfeğin tetiğine bastı. İlk kurşunu tıpkı Baran'ın babasına yaptığı gibi kalbine nişan almıştı. Peşinden karnına isabet eden, iki kurşun ve Baran Kozan için karanlık son...
O sahneyi tekrar yaşadığını hisseder gibi oldu ve bir saat önce öğrendiği gerçeği de hatırlayınca hemen yanındaki camı yumruğuyla indirdi.
"Lanet olsun!" Arjin ve Fırat korkuyla arkalarına döndü ve Cüneyt kafasını cam kırıklarından dolayı kana bulanan elleri arasına almış, kendini artık tutamamış hüngür hüngür ağlıyordu.
Fırat ve Arjin de aynı durumda oldukları için teselli edecek, susturacak cümleler sarf edememişlerdi.
Üç saatten fazla süren yolun sonunda Kilis'e ulaşmışlardı. Mehdi Doğanlı'nın kaçak yaşadığı son durağı, Kilis'ti. İlgi çekmeyen, sıradan bir gecekonduda yaşıyordu.
Hepsi arabadan bitik halde inmiş, son güçlerini Mehdi Doğanlı'ya kullanmak için bekliyorlardı. Azat evin kapısına doğru adım atmıştı ki, Arjin hızlı davranıp kolundan tutarak durdurdu. Azat'ın karşı çıkmaya yüzü yoktu. Kafasını eğerek durdu. Arjin derin bir nefes alarak duruşunu son kez dikleştirdi.
"MEHDİ DOĞANLI!" Eve doğru bağırdıktan sonra birkaç saniye bekledi fakat ne kapı açıldı ne de pencereden bakan oldu.
"MEHDİ DOĞANLI!" Defalarca bağırdı. Bir karşılık gelmeyince hızla kapıya doğru yol almıştı ki bir ses onu durdurdu.
"Baba" Azat'ın sesiyle hepsi Azat'ın baktığı yöne baktı.
Mehdi Doğanlı karşılarındaydı. Ellerindeki poşetlerden marketten geldiği anlaşılıyordu. Karşısındaki kişileri görmek tarif edemediği bir şoka sokmuştu, onu. Elleri poşetleri tutamaz olmuş, poşetler ellerinden kayıp yere düşmüştü.
Arjin, az önce dimdik durmak için çabalamıştı fakat şuan dizlerinin tutmadığını hissediyordu. Dizleri sanki bedeniyle bağını koparmaya çalışıyordu.
Bir an düşündü de, senelerdir babasına sarılmak için yanıp tutuşmuştu. Şimdiyse hasretinden deli olduğu babasını görmek tüm özlem, sevgi duygularını öldürmüş, yerini öfkeye bırakmıştı.
Kimse konuşmuyor, konuşamıyordu. Kelimeler bir araya gelemiyordu. Adam 'nasıl olur?' diye şaşkınlık yaşarken, çocukları yıkımın simgesiydi.
Sessizliği Devran bozmuştu. Her zaman ki gibi öfkesini karşısındakinin kim olduğunu umursamadan yaşıyordu. Artık baba demeye dilinin varmadığı adamın üzerine koşmuş, yakasına yapışmıştı.
"Sen bize bunu nasıl yaparsın!?" Babasının bakışları yeri bulmuş, ağzı açılamamıştı. Sessiz kalışı Devran'ı iyice çileden çıkarmıştı. Acımadan sarstı, Mehdi Doğanlı'yı.
"Konuşsana, lan!"
"Mecburdum" Verecek cevabı olmayanların, haksız olduğunu kabul edenlerin arkasına sığındığı tek kelimeydi. Ağzından zoraki çıkan kelimeyi Arjin duyunca içinden bir şeylerin koptuğunu hissetti. O ses, değişmemişti. 19 sene öncesiyle, kulağından hiç silinmeyen sesle aynıydı.
"Çocuklarının hayatını mahvetmeye mi mecburdun?" Bu seferde üzerine yürüyen Cüneyt'di.
"Böyle olsun istemezdim"
"Ulan, hangi baba böyle olsun ister!?" Devran babasına vurmamak için kendini zor tutuyordu. Tuttuğu yakasını hızla ittirerek bıraktı. Mehdi Doğanlı yere düşmesine ramak kala dengesini sağladı ve çocuklarının karşısında yeniden ayakta durabildi. Arjin'se bahçenin etrafını sarmış duvara yaslanmış, onları izliyordu. İçindeki ateşle her yeri yakmak, bu acıdan kendini de zarar gören herkesi de kurtarmak istiyordu.
"Allah'ım çıldıracağım!" Devran sinirini yerdeki taşlardan çıkarıyordu. Tekmelediği taşlar tıpkı kendileri gibi dağılıyordu.
"Bize bir açıklama borçlusun!" Cüneyt sağ gözü seğirerek konuştu. Mehdi Doğanlı yapacağı hiçbir açıklamanın kendisini aklamayacağını biliyordu. Ama sadece tüm bu olanlara bir açıklama yapmak zorunda olduğunu da biliyordu.
"Ölmek istemedim" Ağzından çıkan iki kelime çocuklarının ve Fırat'ın öfkesini zirveye çıkardı. Fırat'ta artık kendine hakim olamamıştı.
"Kendi hayatın uğruna 3 insanın hayatını hiçe saydın! Abimi geçtim, bunların arasındaki iki kişi senin öz be öz evladın! Senin canından, senin kanından! Vicdanında mı sızlamadı?!" İç sesi Fırat'a ısrarla gidip Mehdi Doğanlı'yı vurmasını istiyordu ancak yapamazdı. Ne vicdanı buna izin veriyordu ne de sevdası. Ne olursa olsun sevdiği kadının babasıydı, o karakter yoksunu adam.
"Vicdan mı?" Devran sinirden gülmüştü. "Vicdanın V' si bile bu adamda olsa bunlar yaşanmazdı"
"Devran, oğlum -" Devran babasının ağzından çıkan kelimeyi duyar duymaz babasına gözlerinden kor gibi ateşler saçtı.
"Bana, sakın oğlum deme! Benim senin gibi bir babam yok!" Mehdi Doğanlı'nın gözleri dolmuştu. Çevirdiği oyunun üstüne duygu sömürüsü yapması kesinlikle hakkı değildi.
"Hatalıyım, biliyorum ama -"
"Bunun aması maması yok!"
"Kendini savunacak bir yanın yok, senin Mehdi Doğanlı" Fırat da Devran'a arka çıkmıştı.
"Ben senin yüzünden katil oldum" Cüneyt'in sesi ağlamaklı çıkmıştı. Babası pişmanlıkla dolmuş gözlerini Cüneyt'e çevirdi.
"Cüneyt'im, oğlum affet beni" Sesi titriyordu.
"Affet mi? Kendini benim yerime koy, affeder misin?" Bu soru üzerine Mehdi Doğanlı oğluyla göz temasını keserek bakışlarını yere çevirdi.
"Sırf senin intikamını alacağım diye masum birini öldürüp bir çocuğun babasız büyümesine sebep oldum. Kendi çocuğumun doğumunu, büyüdüğünü göremedim. Sen bunlara sebep olmuşken benden nasıl af dilersin?" Babasından cevap gelmeyince son sözünü söyledi.
"Sana hakkım helal değildir!" Son sözünün üstüne babasına tiksinerek baktı ve arkasını dönerek babasının yanından uzaklaştı.
"Sen var ya sen, hayatımda gördüğüm en iğrenç insansın. Anamın, babaannemin, bizim, en çok da Arjin ve Cüneyt Abi'min ahını aldın. İki yakan bir araya gelmeyecek!" Devran da son sözünü söyledikten sonra Azat'a döndü.
"Sana da lanet olsun! Çektiğimiz acılara şahit olsan da içinde gram merhamet yokmuş!" Azat da en az babası kadar suçluydu. Tıpkı babası gibi kendini savunamıyor, konuşamıyordu. Senelerce babasıyla gizli gizli irtibatta kalmış ve kimseye çaktırmamıştı. Aldığı vebal büyüktü.
Arjin artık sıranın kendisine geldiğini anlamış, güç bela kendini toparlayarak babasının yanına doğru ağır ağır yürüdü. Aralarında birkaç adım bıraktıktan sonra dimdik Mehdi Doğanlı'nın karşısında durdu. Babasıyla göz göze geldiler. Mehdi Doğanlı kızına doğru bir adım atarak elini uzatmıştı ki Arjin tiksinerek bakıp geri adım attı.
"Arjin'im, prensesim" Az önce oğullarından yediği laflar gururuna da mı dokunmamıştı? Hangi yüzle konuşabiliyordu?
"Şeytan diyor çek silahı, vur!" Devran burnundan soluyordu. Arjin önce gözlerini yumdu, seneler öncesine gitti. Sonra derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini açtı.
"Hatırlıyor musun, okula giden çocukları gördükçe ağlar bende gitmek istiyorum derdim. Sense ağlamayım diye 'Yaşın geldiğinde sende okula başlayacaksın ve sen o çocuklar gibi tek başına gitmeyeceksin. Ben hep elinden tutup okuluna götüreceğim' derdin" Mehdi Doğanlı başını eğdi. Çok iyi hatırlıyordu. Biricik prensesi üzülmesin diye dünyaları önüne sermeye çalışırdı, her zaman ama kızına asıl üzüntüyü kendisi yaşatmıştı.
"Kızın okula gitti, Mehdi Doğanlı. Arkadaşları babalarıyla giderken o boynu bükük gitti" Fırat sevdiği kadının çöküşünü gördükçe içinden bir şeyler koptu.
"Babalar günü yaklaştığında arkadaşları babalarına hediye bakarken kızın hep bir köşeden hüzünle onları izledi"
"Kızın imrendiği baba-evlat senaryolarını yaşayamadığı için ayrıca kinlenerek büyüdü, biliyor musun?" Cevap verecek gücü yoktu, babasının. Gücü olsa dahi affedilir cevapları yoktu. Arjin karşısındaki adama bakarak kafasını sağa sola salladı.
"Hepsini geçtim. Merak ettiğim bir şey var. Sen o gün vurulunca benim yanındaki çırpınışlarımı da görmedin. Kızının o acınası halleri de mi yüreğini az da olsa sızlatmadı?" Mehdi Doğanlı en sonunda cesaretini toplayabilmiş, kafasını kaldırmıştı. Kızının gözlerinin içine baktı.
"Bir gün olsun unutamadım ki" İşte Arjin için bu kopuş noktası olmuştu.
"MADEM UNUTAMADIN, NİYE BU OYUNU ÇEVİRİP DAHA ÇOK ACI ÇEKTİRDİN!?" Haykırışları Kilis'i sarsacak kadar şiddetliydi.
"NİYE HA, NİYE!?" Babasının üzerine doğru yürüyor, girdiği krizin etkisiyle babasına göğsüne vuruyordu.
"BİR KERE OLSUN PİŞMAN OLMADIN MI?" Mehdi Doğanlı kızının haklılığı karşısında kendisini savunamıyor, önünden kaçamıyordu.
"NİYE BENİ BU HAYATI YAŞAMAYA MAHKUM KILDIN!?" Arjin krize girmiş, kendisini tutmaya çalışan abileri ve Fırat'a da var gücüyle vuruyordu. Fırat belinden tutup Mehdi Doğanlı'dan uzaklaştırmaya çalışsa da bu sefer de tekmeler savuruyordu.
"BEN SENİN YÜZÜNDEN KATİL OLMAYA ÇALIŞTIM!"
"Arjin, kendine gel!" Fırat'ın sesi Arjin'e uğultudan başka bir şey değildi.
"BEN SENİN YÜZÜNDEN KABUSLARLA UYANDIM, HER SABAH!"
"Tamam, yeter Arjin!" Devran bile Arjin'i susturmaya çalışıyordu. Arjin'in hali içler acısıydı. Perişan haldeydi.
"SEN VAR YA SEN DÜNYANIN EN İĞRENÇ BABASISIN. BABA OLACAK SON İNSAN BİLE DEĞİLSİN!" Mehdi Doğanlı da kendini tutamamış çöktüğü yerde çocuk gibi ağlıyordu.
"Bırakın beni!" Arjin kendini tutan kocası ve abilerine sakin sesle uyarıda bulununca sakinleştiğini sanıp bıraktılar fakat dibinden ayrılmadılar. Arjin hepsini es geçip yanından uzaklaştırdıkları babasına doğru hızlı adımlarla ilerledi.
"Keşke gerçekten ölmüş olsaydın. Ölümün yakışacağı tek insan sen olurdun!" Son sözü Mehdi Doğanlı'da deprem etkisi yaratmıştı. Hıçkırıkları daha da artmıştı. Arjin son kez tiksinerek baktı ve gitmek için arkasını döndü. Birkaç adımı zoraki atmıştı. Tüm gücü tükenmişti. Dermanı kalmamış, bedeni de ruhu gibi bitap düşmüştü. Dizleri kendisini taşıyamamış, yere yığılmıştı.
Babalarının yaptığı hataların bedelini çocukları misliyle ödüyordu.
Kader miydi insanı tüketen, insan mıydı insanı tüketen?
1 AY SONRA ;
Bir ara hayatın artık kendisine dert yaşatmayı bıraktığını, mutluluk dolu bir hayat yaşayacağını sanmıştı. Ama hayat burada bile son kozunu oynamıştı.
Az da olsa oluşan bir yaşama sevinci vardı. O da elinden alınmıştı. Ne hayal kurabiliyor, ne bir şeye heves edebiliyordu.
Kafasının içi işkence odası olmuştu. Beyninin içi susmuyordu. Uyumak bile kurtarmıyordu, bu işkenceden. Uyuyabildiği saatlerin sonunda kabuslarla uyanıyordu. Elinden gelse kafasını koparıp atacaktı.
Bitmişti, tükenmişti, yorulmuştu. Bunca derdi çekmek yerine neden yaradan canını almıyordu? İnsanın yaşayacağı sınavların sonu yok muydu?
Bir ay boyunca İzmir de kalmıştı. Ona acıdan başka bir şey yaşatmayan Diyarbakır'da kalıp mücadele edecek gücü kalmamıştı. Yaşadığı acıları anımsatacak hiçbir yerde durmak istemese de kafasının içi hepsine ağır basıyordu.
Fırat'ın da bu süreçte bir ayağı Diyarbakır'da bir ayağı İzmir'deydi. Arjin kadar olmasa da o da tükenmişti. Abisinin bir oyun yüzünden ölmesi aklına geldikçe deliriyordu. Bu oyunu çevirenleri ölmekten beter etmek istese de sevdiği kadına saygısından yapamıyordu. Bir yandan babasının sağlık durumuyla uğraşıyor bir yandan Arjin'i toparlamaya çalışıyordu. Ne yazık ki iki tarafta da olumlu bir gelişme yoktu.
Uğraştığı diğer sorunsa; Mehdi Doğanlı'nın yaşadığının öğrenilmesiydi. Bu gerçek öğrenilince tüm Diyarbakır ayaklanmıştı. İki aşiret yine karşı karşıya gelmişti. Kan dökülmesi neredeyse olasıydı ancak Jiyan Ağa yine tüm ağırlığını iki aşiretin üzerine koymuş, sözünü dinletmeyi zor da olsa başarmıştı.
Fırat hiçbir şey istememişti, Doğanlı'lardan. Yüreği kor gibi yansa da Allah'a havale etmişti, Mehdi Doğanlı'yı. Jiyan Ağa'nın kararıyla Doğanlı'lar Baran Kozan' ın kanına karşılık Kozan'lara kan parası verecekti ve bu dava artık kapanmış olacaktı.
Fırat aşiret ağası olarak mecburi kabul etmişti ancak onlardan gelecek parayı ne kendine ne de ailesine, sülalesine yedirecekti. Yapacağı tek şey; abisinin hayrına yetim çocuklara bir güzellik yapmaktı.
Bedeller her zaman ödenirdi. Ya bu dünyada ya öteki tarafta.
Arjin'in yine kabuslarla uyandığı bir sabahtı. Haftalardır olduğu gibi yine midesi bulanıyordu. Zorlanarak ayağa kalktı ve lavaboya koştu. Kusmaya çalıştı fakat midesinde hiçbir şey olmadığı için kusamamıştı. Yaşadıkları artık ruhu gibi bedenini de tüketmeye başlamıştı.
Elini yüzünü yıkayarak lavabodan çıktı. Başı da dönüyordu. Dolaplardan tutunarak yatak odasından çıktı. Çıkası da yoktu, halsiz hissediyordu. Sadece uyumak istiyordu ancak gördüğü kabuslar buna da müsaade etmiyordu.
Salona girdiğinde Rukiye'yi göremedi. Ya hâlâ uyuyordu ya da dışarı çıkmıştı. Kapının açılma sesini duyunca ikinci seçeneğin doğruluğu kanıtlanmış oldu. Halsiz bedenini koltuğun üzerine bırakarak Rukiye'yi beklemeye başladı.
Rukiye salona elinde poşetlerle girdi. Koltukta oturan Arjin'i görünce gülümsedi.
"Günaydın, canım"
"Günaydın" Sesinden bile anlaşılıyordu, yorgunluğu. Rukiye poşetleri masaya bırakıp yanına geldi, oturdu.
"Yine mi mide bulantısıyla uyandın" Arjin kafasını salladı. Rukiye burnundan nefes verip tekrar ayağa kalktı ve masaya az önce bıraktığı poşetlerin yanına gitti. Bir eczane poşetini eline alıp yeniden Arjin'in yanına geldi.
"Kızacaksın biliyorum ama bir şey aldım" Arjin yorgun ve ruhsuz bakışlarını Rukiye'ye çevirdi.
"Ne?" Rukiye dudaklarını ısırarak poşetin içindeki paketi çıkardı. Arjin gördüğü şey karşısında oflayarak gözlerini devirdi.
"Bunların hepsi yaşadıklarım yüzünden, Rukiye"
"Ama bu ay regl da olmadın"
"Stres ve üzüntüden"
"Denemekten zarar gelmez ki, Arjin"
"Olsa hissederdim, Rukiye"
"Hadi şu testi yap ona göre hareket edelim"
"Yapmayacağım"
"Arjin, lütfen"
"Israr etme, Rukiye. Yapmayacağım dedim" Arjin sert bir şekilde konuşunca Rukiye ısrar etmekten vazgeçti. Paketi tekrar poşete koyarak ayağa kalktı. Sessizce aldıklarını yerleştirmeye başladı.
"Fırat kaçta gelecek?" Merak ettiği soruyla sessizliği bozmuştu. Arjin karşısındaki duvar saatine baktı.
"Uçaktadır, şimdi. 2 saate kalmaz gelir"
"Tamamdır, benimde birazdan çıkmam lazım. Aklım sende kalacaktı"
"Merak etme, sen. İşlerini hallet. Benim yüzümden seninde düzenin bozuldu" Rukiye arkadaşının yanına gelip sıkıca sarıldı.
"Saçmalama, lütfen. Sen benim biricik dostumsun, senin için her şeyi yaparım" Arjin minnetle dostuna baktı ve o da sarıldı. En azından bir dostum var, diyordu. Yaşadığı her olayda destek olan, ona sırt çevirmeyen, var gücüyle yanında olan dostu vardı. İçinden dostunun varlığına şükrediyordu.
Rukiye yemek hazırlayıp, etrafı toparladıktan sonra gitmişti. Arjin'se birazdan gelecek olan kocasını bekliyordu. İçinden 'bu adamı hak edecek ne yaptım?' diye geçirdi. Her şeye rağmen ona sevgisini göstermiş, el üstünde tutmuştu zaten ama bu son olan... Belki kendisi Fırat'ın yerinde olsa kabullenemez, terk edip giderdi. Sonuçta abisi bir hiç uğruna öldürülmüştü. Onun için Fırat merhametin tanımıydı. Bir kez daha anladı ki, bu adam kendisine kör kütük aşıktı. Ve artık hayattaki tek dayanağıydı. Fırat da olmasa belki çoktan canına kıymış, bu çileden kurtulmuştu.
Su içmek için uzandığı koltuktan kalktı. Dolaptan bir bardak alarak masanın üzerindeki sürahiden su doldurdu. Suyunu içerken Rukiye'nin masanın üzerinde unuttuğu - belki de bilerek bıraktığı - eczane poşeti gözüne ilişti. Bardağı yavaşça masaya bırakırken diğer eli istemsizce poşete gitti. Poşetin içinden test çubuğunu çıkartıp dalgın dalgın baktı. Acaba? Olabilir miydi? Sanmıyordu. Evet, belirtiler ona işaret ediyor olabilirdi fakat stresin dışa yansıma şekliydi ona göre.
Denese miydi? İkilemde kalmıştı. İçinden bir ses ısrarla denemesini istiyordu. Rukiye'nin dediği gibi denemekten zarar gelmezdi.
Kendi kendini gaza getirerek lavaboya gitti. Besmele çekerek, iyi şeyler olması için dua etti ve testi yaptı. Merak ve aynı zamanda heyecanla sonucu beklerken kapı çaldı. Test çubuğunu lavabonun üzerine bırakarak hızlıca elini yıkadı ve kapıyı açmaya gitti.
Fırat gelmişti. Gülümsemeyi unuttuğunu zannediyordu ki aşık olduğu adamı görünce dudakları bağımsızca hareket etmişti. Tabi neşe dolu bir gülümseme değildi. Hâlâ acısı yüzünde duruyordu.
"Güzelim" Fırat elindeki çantayı yere bırakarak özlediği karısına sıkıca sarıldı. Arjin bu kollar arasında kendini güvende hissediyordu. Hatta şuan ki durumundan ötürü itiraf etmek istemese de huzurlu da hissetmişti. Birkaç gündür görmemesine rağmen o da çok özlemişti, kocasını.
"Hoş geldin" Fırat, Arjin'in saçlarını koklayıp önce alnına sonra dudağının kenarına bir öpücük bıraktı.
"Hoş buldum, kara gözlüm"
Kapıyı kapatıp salona geçtiler. Uzunca bir süre birbirlerine sarılı halde uzandılar. Arjin kafasını Fırat'ın göğsüne koymuş, Fırat da düşünceli halde Arjin'in saçlarıyla oynuyordu.
"Nasıl hissediyorsun?" Fırat'ın sorusuyla Arjin derin bir nefes aldı.
"Sadece senleyken bazı şeyleri hissettiğimi fark ettim. Onun dışında tamamen hissizim" Fırat aldığı cevap karşısında Arjin'i daha sıkı sardı, içine çekip bırakmak istemiyordu. Bu kadını, uğruna dünyayı ateşe verebileceği kadını artık kimse üzsün, yıpratsın istemiyordu. Her şeyden, herkesten uzak tutmak istiyordu ancak şartlar buna el vermiyordu.
"Eğer sen olmasan her şey daha farklı olurdu" Fırat'ın diyebileceği tek cümle buydu. Arjin bir şey demedi. Biraz daha bu halde kaldıktan sonra ayaklandı.
"Acıkmışsındır, ben yemekleri ısıtayım"
"Bende ellerimi yıkayım, yardım edeyim güzelim" diyerek Fırat'ta lavaboya gitti.
Elini yıkayıp yüzüne de su tutarken gözüne lavabonun üzerinde duran bir çubuk çarptı. Kaşlarını çatarak çubuğu eline aldı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Elini, yüzünü kurulamadan lavabodan çıktı.
"Güzelim"
"Efendim" diye seslendi, Arjin de.
"Bu ne?"
"Ne ne?" derken kendisine yaklaşan Fırat'ın yanına gitti. Fırat elindeki çubuğu gösterince test yaptığını unuttuğunu fark etti. Birden utandığını hissetti. Dudağını ısırarak Fırat'ın elinden çubuğu aldı.
"Hiç"
"Nasıl hiç?" Arjin elindeki çubuğa baktı ve gördüğü karşısında neye uğradığına şaşırdı. Göz bebekleri büyüdü, ağzı şaşkınlıktan açık kaldı.
"Arjin, ne oluyor? O elindeki ne?" Fırat, Arjin'in de hal değişikliğinin üstüne daha çok meraklandı. Arjin gözlerini Fırat'a çevirdi.
"Çift çizgi pozitif mi oluyordu?" Heyecandan kekeleyerek konuşmuştu.
"Pozitif? Hiçbir şey anlamıyorum, ne bu?"
"Galiba..."
"Galiba ne?"
"Hamileyim"
"Ne!?"
"Eğer bu çizginin anlamı pozitifse hamileyim"
"Arjin, dalga geçmiyorsun değil mi?" Arjin kafasını hayır anlamında sağa sola salladı.
"ALLAHH! BABA OLUYORUMM!" Fırat sevinçten çığlıklara atmaya başlamıştı. Arjin'i kucağına alarak dönmeye başladı.
"Bana hayatımın en güzel hediyesini verdin, seni çok ama çok seviyorum!"
"Fırat dur"
"İnanamıyorum, hâlâ. Baba oluyorum, baba!" Arjin'i dinlemiyor, sevinçle dönüyordu.
"Fırat, başım dönüyor. Yapma!"
"Özür dilerim, bebeğim" Hemen Arjin'i koltuğa yatırdı.
"Bundan sonra hiçbir iş yapmak yok. Sadece dinleneceksin. Her şeyi ben yapacağım tamam mı?" Arjin Fırat'ın haline kahkaha attı. Uzun zaman sonra ilk defa içten bir kahkaha atmıştı.
"Fırat, Allah aşkına daha net bir şey yok. Hemen bir hallere girme"
"Nasıl yok? Hamile değil misin?"
"Bilmiyorum" Fırat'ın yüz ifadesi düştü.
"Şaka yaptım, deme sakın"
"Şaka yapmadım ama bu çizginin anlamından emin değilim" Arjin'i kucağına aldı tekrar.
"Doktora gidiyoruz, o halde" Arjin Fırat'ın koluna hafifçe vurdu.
"Delisin"
"Senin delinim"
✬✬✬
Arjin'i ikna etmek zor olsa da en sonunda Arjin, Fırat'ın kendisi için yaptığı fedakarlıkları, iyilikleri düşünerek hareket etmiş Fırat'la Diyarbakır'a dönmüştü. Ancak tek bir şartla...
Kimseyle aynı evde yaşamayacak, onun acı çekmesine sebep olan insanlarla ne konuşacak ne de aynı ortamda bulunacaktı. Fırat zaten dünden razıydı. O da artık kendilerine acı çektirecek insanlardan uzak kalmak istiyordu. Ona kalsa İzmir'den hiç dönmezdi ama babasının durumu gözler önündeydi. Onu hiçe sayamaz, ailesini burada bırakamazdı. Kendileri hakkında saçma sapan hükümler verilmesini istemediğinden ağalığı da bırakamamıştı. Bundan sonra kimseye itaat etmeyecek, hayatlarını başkalarının eline bırakmayacaktı.
Sevdiği kadınla yaşayacağı gösterişten uzak bahçeli konağa gelmişlerdi. Aşiret Fırat Ağa'nın yeni evinin önünde onları bekliyordu. Arjin mutlu olsun istiyordu, onu mutlu edecek ne varsa yapmaya hazırdı. Arabadan inip koşarak Arjin'in kapısını açtı.
"Kalabalık" İsyankar bir şekilde konuştu, Arjin. Fırat Ağa karısının kulağına eğildi.
"Gidecekler, başbaşa kalacağız artık" Arjin yanında güvende hissettiği adama tebessüm ederek başını salladı.
Konağın girişinde onları bekleyen davul zurna çalmaya başladı. Peşinden birkaç adam zorla tuttukları tosunu önlerine getirdi. Arjin olanlara anlam veremeyerek Fırat'a baktı. Fırat'sa sadece çırpınan tosun Arjin'e zarar vermesin diye Arjin'i kenara çekti. Aşiret büyükleri ve Jiyan Ağa konağın bahçesinde oturmuş onlara bakıyordu.
Tosun güç bela kesildi ve kesenlerden bir kişi Fırat'a bakışlarıyla bir şey anlatmaya çalıştı. Fırat ne demek istediğini anladı, başıyla onaylayarak Arjin'in elini bıraktı. Kesilen tosunun yanına yaklaşıp parmağını kanına sürdü. Tekrar Arjin'in yanına giderek kan bulaştırdığı parmağını karısının alnına sürdü.
"Adettendir"
"Bütün bunlara ne gerek vardı, Fırat?"
"Sen ki bana dünyanın en güzel hediyesini verdin. Baba olma şerefini tattırdın ya bütün dünyayı ayaklarının altına sersem yine azdır, kara gözlüm" Arjin'in gözleri dolmuştu.
"Fırat..." Söyleyecek kelime bulamıyordu.
"Evine hoş geldin, hayatıma anlam katan kadınım"
"Evimize hoş geldik, hayata tutunma sebebim" Fırat etrafı umursamadı, karısının iki elini de tuttu, alnından öptü.
"Kader iyi ki oyununu oynadı, bizim aile olmamıza vesile oldu. Seni seviyorum, Çavreşamın"
"İyi ki... Seni seviyorum, Kaderamın"
Hayat bir oyun oynuyorsa kaderin bir planı vardır, mutlaka. Oynanan oyunun sonunda mutlaka bekleyen güzel bir ödül vardır. Arjin ve Fırat'ın yaşadıklarıysa ikisini bir araya getirdi, yuva kurmalarına vesile oldu.
Onlar için artık birbirleri ve doğmasını heyecanla bekledikleri bebekleri vardı. Minik bir bebek onların yaşama sevincini yeniden yeşertmişti.
~ SON ~
Ve işte o sona geldik... Kâh mutlulukla yazdığım sahneler kâh ağlayarak yazdığım sahneler oldu. Arjin benim ilk göz ağrım, her şeyim oldu. Yeri geldi linçler yedim, küfür yediğim bile oldu ama yine de yılmadım. Bildiğim yoldan şaşmadım. Tabi bunda siz değerli okurlarımın büyük etkisi oldu. Desteklerinizi hiçbir zaman esirgemediğiniz için ne kadar teşekkür etsem azdır. İyi ki varsınız, iyi ki Arjin sayesinde bir araya geldik!🤍
Arjin'de yolun sonuna gelsek de yeni kitaplarımda buluşmak dileğiyle... Hoşçakalın, güzel kalın, sağlıklı kalın. Seviyorum sizleri.🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.82k Okunma |
2.99k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |