

Multimedia: Sinan Akçıl feat. Ferah Zeydan - İyi Değilim
***
Haziran Sonu, 2017 - Şanlıurfa
Haziran ayının bitmesi ve temmuz ayının kapıya dayanmasıyla birlikte havaların daha da ısınması evde bile durulmayacak dereceye getiriyordu insanı, lakin Rıdvan'ın yerinde duramamasının sebebi havalar değil klinikte duyduklarıydı.
Meran'ın muayenesinin üstünden iki gün geçmiş, Doktor Yasemin, tahlil sonuçlarını Meran ve Rıdvan'a telefonda bildirmişti. Üç aylık bir tedavinin ardından çocuk sahibi olmalarına hiçbir engel yoktu. Konakta bu haberle herkes mutlu olmuş, Senem'i gören sarılıp teşekkür etmeye başlamıştı.
Feyruz Ana, Senem'i yine sabahın köründe çıkarken yakalayıp "Kara kızım, yine erkenden kaçıyor musun yoksa?" diye sitemle sordu. Senem, elindeki proje çantasını sedire bırakıp Feyruz Ana'ya yaklaştı.
"Günaydın sultanım! Yoğunum bu aralar yoksa neden kaçayım ki?" deyip nenesinin tonton yanaklarına iki tane kocaman öpücük kondurdu.
"Bu aralar var sende bir şeyler. Ne oldu, de hele nenene kim üzdü benim kızımı? Nazlı mı bir şey dedi yavrum, haydi de hele."
Senem gülümsedi ve nenesinin, yılların izlerini üzerinde taşıyan elini tutup ellerinin arasına koydu ve koklayarak öptü.
"Yok nenem. Kimse bir şey demedi. İnşaatta bazı sıkıntılar var. O yüzden bayağı yoğunum bu günlerde. Ama bugün halledeceğim, söz. Sabah kahvaltıda yanında olacağım. Tamam mı?"
"Aynı evin içinde hasret kaldık be kuzum. Halan da şikayetçi bu durumdan."
"Tamam, nenem... Söz."
Senem çantasını koluna asıp kalktı nenesinin yanından.
Feyruz Ana da kim bilir kaçıncı kez Senem'e şükranlarını sunmadan göndermeyecekti kızını. Öyle ki, Rıdvan'la Meran'dan torun haberi beklerken aldıkları o üzücü haber en çok da Feyruz Ana'nın yüreğine kor düşürmüştü. Hele ki kızı kadar sevdiği gelininin bu acıyla gözünün önünde eridiğini görmek katlanılacak dert değildi.
"Kızım, sana nasıl teşekkür etsek bilmiyorum... Meran sayende yeniden can buldu sanki. Nasıl yaptın bilmem ama benim deli oğlumun da inadını kırdın. Allah senden bir değil bin kez razı olsun kızım. Evimize can suyu oldun, iyi ki geldin yuvana."
"Ben bir şey yapmadım nenem. 'Allah istemese hiçbir şey olmaz.' dersin ya hep. Bu da öyle bir şey işte. Ben sadece vesile oldum."
Senem içten bir gülümseme ile nenesinin elini sıkarak sözünü sonlandırdığında arkasından o tanıdık ses yükseldi.
"Günaydın. Erkencisiniz yine hanımlar."
Senem arkasını dönünce yine onunla karşılaştı. İlk günlerdeki gibi rahatsız etmiyordu artık varlığı. 'Alışıyorum artık galiba ben de.' diye düşünmeden edemedi. Bu düşünce ile irkildi.
"Günaydın oğlum. Sen de erken kalkmışsın, hayırdır?"
Siyabend gözlerini Senem'e dikmiş bir şekilde yanıtladı nenesini.
"Baktım senin kız yine erken çıkıyor, benim de Vedat'la işim vardı. Beraber çıkalım dedim."
Senem hala yüzü Siyabend'ten tarafa dönük söylediklerini dinliyor ama etrafta gezdiriyordu bakışlarını. Siyabend'in sözüyle gözlerini yine ona dikti ve tek kaşını kaldırıp pek tabii ki itiraz etti onun bu sözlerine.
"Ben Mahmut abiyle giderim. Sen hallet işlerini. Uzatma hiç yolunu benim için."
"Uzasın yolum senin için, hiç sorun değil." demiş ve Senem'in yanından seğirtip nenesinin yanına gitti. Feyruz Ana'yı öpüp vedalaştıktan sonra Senem'le birlikte aşağıya yönelmişlerdi.
Rıdvan'sa, dördüncü katın avluya bakan odasının penceresinden gördüğü ve hâlâ konuşamadığı Senem'le aralarındaki bu husumeti nasıl çözeceğini düşünüyordu. Biliyordu bu kızı. Ki onun öfkesinin, hüznünün ve en önemlisi inadının en yakın tanıklarındandı. Senem'in her gün böyle kaçar gibi gidişinin sebebinin ne olduğunu da biliyordu.
Senem'le Siyabend'in uzaklaşmasıyla pencerenin perdesini çekerek odaya döndü yüzünü. Pencerenin kenarındaki divana oturup halıya doğru çevirdi bakışlarını. Aklını kurcalayan diğer konuyu düşünürken kaşlarının arasında oluşan o derin çizgi iyice belirgin bir vadi gibi uzanıyordu alnı ile burun kemeri boyunca. Akşam yemeğine Meran'ın ailesini davet edip bu konuyu da halledecekti. Yanlış anlamış olmayı diledi ama neresinden baksa da elinde kalıyordu bu mesele. Sonunda dayanamayıp yataktan yeni kalkmış, yatağın çarşafını değiştirmekte olan karısına çevirdi bakışlarını.
"Meran, doktora gittiğimizi annenlere söyledin mi?"
"Evet. Doktor muayenesinden sonra aradım, müjdeyi verdim. Nasıl sevindi bir bilsen... Akşam onları yemeğe çağırmakla ne kadar iyi ettik. Çok özledim annemi." deyip gülerek yatağın üzerine yeni bir pike almak için dolaba doğru yöneldi.
Rıdvan, Meran'ın muayeneden çıkar çıkmaz ailesine haber verdiğini duyunca gözleri büyüdü. 'İşte şimdi her şey yerli yerine oturdu.' diye düşündü. Bir insan nasıl yapabilirdi böyle bir şeyi aklı almıyordu. Öz olmasa da kızıydı Meran onun. 'Acaba annesi biliyor mudur?' diye düşündü istemsizce. Sonuçta akla ilk gelen soru bu oluyordu.
Ancak her ne olursa olsun, Yahya bunu çok ağır ödeyecekti. Klinikte odadan çıktıktan sonra ardından o da gizlendiği odadan çıkıp, arasına mesafe koyarak takip etmişti onu. Hastane kapısından çıkınca, hastaneden çıkmadan camın ardından izlemiş, arabasına girmek için yüzünü döndüğünde onu görünce beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bu akşam her şey açığa çıkacaktı.
Rıdvan, akşam olacakları düşünerek odasında oturduğu sıralarda, avludan çıkıp arabaya binen ikili yine sessizdi. Senem elinde telefonuyla uğraşırken Siyabend bir yandan araba kullanırken bir yandan da göz ucuyla yanındaki kıza bakıyordu. Öyle ki, birkaç kez bu bakışların süresi uzadığından kırmızı ışıklarda da geçmişti, fakat o sırada herhangi bir araba olmadığı için şanslılardı. Çünkü trafiğin normal olduğu bir saatte olsaydılar eğer, kaza yapmaları işten bile olmayacaktı. Sabahın erken saatinde, trafikte fazla araç olmaması büyük şanstı. Hatta, Siyabend'in kendi kural ihlallerinden dahi haberi yoktu.
Kazasız belasız yollarına devam ededursunlar, bir süre sonra Siyabend'in aklına dün Vedat'tan aldığı dosya geldi. Arkadaşı Vedat'tan Senem'in son 5 yılını araştırmasını istemiş ve önüne konulan dosyayla her şeyi öğrenmişti ya da belki de sadece öğrendiğini düşünüyordu.
Geniş bir çevreye sahipti Senem. Üniversitedeki bağlantıları sayesinde, doktorlar, mimarlar ve hatta lisans eğitimi süresince gittiği spor salonlarından tanıdıkları vardı. Bir çok derneğe üyeliği vardı ama sadece 3-4 kişiyle sürekli iletişim halindeydi. Bunların en başında Ankara'daki yakın dostu Uzman Psikolog Buse Kaleli geliyordu. Sonra da ortakları Deniz ve Çağrı Derman. Bir de Haydut vardı tabii. Boş zamanlarının çoğunu ya köpeğiyle oynayarak ya da çizim yaparak geçiriyordu. Siyabend'i şaşırtan tek nokta dövüş konusunda madalyaları olması olmuştu. Siyabend kabul ediyordu, her zaman güçlü bir duruşu olmuştu ama hiçbir zaman kimseyle kavgaya dahi karışmamıştı. 'Zaman insanı gerçekten değiştiriyor demek ki.' diye düşünmekten alamadı kendini.
"Ne zaman son vereceksin bu duruma?"
Senem gelen soruyla telefondan kafasını kaldırdı ve camdan dışarıyı izleyerek cevapladı.
"Neye bir son vermeliyim? Anlamadım."
"Yapma Senem. Gayet iyi anladın, sürekli kaçıyorsun resmen."
"Bir kaçmaktır tutturmuşsun sürekli kaçtığımı söylüyorsun. Karışma dediler, denileni yapıyorum işte. Hiç kimseye hiçbir şeye karışmıyorum."
"Ne zaman bu kadar korkak oldun? Benim bildiğim Senem böyle biri değildi, ne oldu sana?"
Senem sinirle cevap verdi.
"Korkmuyorum anladın mı? Sadece yoruldum... Hatalı olduğumu kabul ettim. Sessizce bekledim. Konakta kal dediler, itirazlarıma rağmen kaldım. Nazlı'nın, diğerlerinin tüm sözlerini sineye çektim, çünkü haklılardı. Anladın mı?"
"Senem bak-"
"Asıl sen bana bak!! Madem konuşmak istiyordun konuşuyorum işte, sus ve dinle. Buraya gelmem için kimse zorlamadı. Ben istedim ve buradayım. Abimle konuşmalarımızı duydun, biliyorum. Kendini sorumlu hissediyorsan da hissetme! Bu bizim aramızda. Haklıydı... Karışmamam gerekirdi ama oldu işte."
"Anlamıyorum... Neden yapıyorsun bunu, neden geri çekiliyorsun? Sen de bu ailedensin. Abim bir anlık kızgınlıkla öyle söyledi. Sen neden savunmuyorsun kendini? Koskoca on gün oldu, on gündür hayalet gibisin evde. Bir var bir yoksun. Her gün şantiyeye gitmek zorunda olmadığını da biliyorum."
"Neden sana hesap vermek zorundaymışım gibi davranıyorsun?"
"Güneş, tabii ki bana anlatacaksın... Asıl sen yabancıymışım gibi davranmaktan vazgeç!"
Senem derin bir nefes aldı ve etrafına bakındı. Ne zaman durmuştu ki bu araba.
"Bana bu şekilde seslenme dedim sana!" Her hecenin üstüne öyle bir vurgu yapmıştı ki sanki elle tutulur bir kin vardı gözlerinde.
"Neden ha?! Sana neden bu şekilde seslenemiyorum söyle!! Eskiden bu şekilde seslendiğimde güller açardı yüzünde... Böyle öfke değil, saf bir mutluluk olurdu... Ne değişti söylesene?!" Siyabend de artık öfkesine yenik düşmüş ve en sonunda patlamıştı.
"Ben ve sen!! Değiştik anladın mı? Ne sen eski sensin ne de ben... Farkındaysan artık biz bile değiliz. "Sen" var, "ben" var. Ama "biz" diye bir şey yok!"
Senem son sözünü söylemiş ve arabadan inip yürümeye başlamıştı. Daha fazla tartışıp gerilmek istemiyordu. Siyabend de arabadan inip Senem'e birkaç büyük adımda yetişti ve kolundan tutup onu durdurdu.
"Nereye gittiğini sanıyorsun?! Bin şu arabaya!"
"Bırak kolumu!! Kendim giderim. Sana da arabana da..." dedi ve ağzına gelen kelimeleri geri itip devam etti "ihtiyacım yok benim."
Siyabend ellerini saçlarının arasından geçirip sakinleşmeye çalıştı.
"Tamam gerildik az önce ama bitti. Hadi bin şu arabaya, taksi falan da geçmez buradan. Daha sonra konuşalım."
Senem etrafa bakınıp bıkkınlıkla soluk verdi. Resmen dağın başındalardı. Gerisingeri döndü ve arabaya bindi. Siyabend de binince son sözünü söyledi.
"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok benim. " deyip başını cama yasladı.

Siyabend, yanında oturan bu kızı tanıyamıyordu bir türlü. Her "Güneş" dediğinde, gözlerinde parlayan alevlerin yansıması hiddetlendiriyordu onu. Bu konuşmayı böyle hayal etmemişti oysa ki.
Yolun geri kalanı sessiz geçti. Senem şantiyeye gelir gelmez arabadan inip çantasını aldı. Siyabend tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki Senem söylemek istediği tüm cümleleri boğazına tıkayarak, sertçe konuştu.
"Siyabend, önemli bir görüşmem var. Lütfen başka bir şey daha söyleme." deyip uzaklaştı.
Şantiyeye doğru yürükmekte olan kızın arkasından bakakaldı Siyabend ve bir süre sonra Vedat'ın bürosuna doğru yola çıktı. Yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından arkadaşının ofisine ulaşabilmişti.
" Hoş geldin diyeceğim ama görünüşe göre pek hoş değil ha."
Siyabend, Vedat'a bakıp "Bana bir akıl ver Vedat. Ne yapsam elimde patlıyor. Ben de şaşırdım bir duvar var sanki aramızda, aşamıyorum bir türlü." dedi masasının karşısındaki deri koltuğa oturup.
"Belki de fazla gidiyorsun üstüne. Yavaştan al sen de biraz."
"Dalga mı geçiyorsun? Zaten 5 yıl kaybettim bu iş bitince yine gidecek ve ben hala anlatamadım kendimi."
"Sen de haklısın ama bir de onun tarafından baksana olaya. Sen onu o şekilde görsen ne yapardın?"
Siyabend, birden ayağa kalkıp adeta kükredi.
"Saçmalama Vedat! Böyle bir şey olamaz."
"Neden? Yani neden olamaz? Tamam belki ilk seni sevdi, belki şuan kimse yok hayatında ama konuştuktan sonra her şeyin düzeleceğinden nasıl bu kadar eminsin?"
"Emin değilim. Hata yaptım, bunu da biliyorum ama başka birinin olması ihtimali bile kanımın çekilmesine sebep oluyor."
"Umarım yakında halledebilirsin bu konuyu."
"En kısa zamanda halledeceğim hem de"
İki arkadaş büroda oturmuştu lakin çıt çıkmıyordu odada. Her ikisi de kendi yürek yangınına çare arıyordu. Biri kendi hatasını telafi etmeye çalışırken diğeri içindeki saf sevginin aslında arkadaşına ihanet etmek olacağı düşüncesiyle başa çıkmaya çalışıyordu.
Senem, hala sabah yaşadıkları gerginliği düşünürken bir de şantiyeye geldiğinde karşılaştığı sorunlar iyice içinden çıkılmaz bir hale sokuyordu onu.
"Senem Hanım, siz ne diyorsunuz bu işe?"
Senem daldığı düşüncelerinden usta başının sözleriyle sıyrılabildi.
"Bu, kaçıncı usta değişikliği Halim Abi? Neden sürekli değişiyor bu ustalar?"
"Mimar Hanım, ustalar bir hafta çalışıp gidiyor. Neden, nasıl bilmiyoruz. Sorduğumuzdaysa cevap yok, gerekçe yok."
"Daha başlayalı bir ay olmadı ama şimdiden planın çok gerisindeyiz. Böyle giderse oteli zamanında bitirmemiz imkansız."
"Senem Hanım, ustalardan birkaçı tehdit edilmiş ya da daha fazla parayla kandırılmış diye duyumlar aldım."
Senem, ustayla konuşurken bir kurye elinde büyük bir demet ile şantiyede Senem'in çalışmak için kullandığı, ofis haline getirilmiş karavanın kapısını çaldı.

"Senem Çağlayan'a bir çiçek teslimatım vardı."
"Benim, buyrun. Kimden gelmiş?"
"Bir bilgim yok efendim. Şuraya bir imzanızı alabilir miyim?"
İmzayı atan Senem hayretle baktı çiçek demetine. Çeşit çeşit çiçeklerle donatılmış bir kucak dolusu çiçekten oluşuyordu. Ancak işin tuhaf yanı, bu birkaç gün içinde gelen üçüncü çicekti ve diğerleri gibi isimsizdi. Başta Çağrı veya Deniz'den diye düşünüp telefon konuşmalarından birinde laf arasında sormuş ve Çağrı'dan "Orada da gizli hayranların var anlaşılan ortak. Dikkat et kapmasınlar seni." diye esprili bir yanıt almıştı.
"Senem Hanım, ben işime döneyim izninizle."
"Tamam Halim Abi."
Senem, çalışma masasına oturup çiçeğin içine baktı ve beklemediği halde bir not gördü.
"Yaptığım Terbiyesizlik İçin Özür Dilerim Mimar Hanım. CEMİL"
***
Merhabalar!!!
Beklediğiniz gibi henüz bir kaos yaşanmadı henüz ha! 😂
(Ama bu, hiç yaşanmayacağı anlamına gelmez tabii...)
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi oldukça merak ediyorum!
Severek okumanız, benim için en büyük mutluluk!
Sevgiyle kalın!
S & S
❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |